Lise 1. sınıfta Edebi Sanatları görüyorduk Türkçe dersinde sevgili okur. O zamanlar saçma sapan geliyordu tüm bu edebi sanat olayları falan. Teşbih-i beliğ, kinaye, istiare, müsn-i ta’lil, mübalağa, tevriye, telmih, tekrir, tenasüp, leff üneşr, istifham, tedric, cinas, aliterasyon, seci açık kapalı istiare falan acayip acayip şeylerdi.

Arif
Ama bunlar arasında bir tane vardı ki nedendir nasıldır bilmiyorum aklıma öyle bir kazındı ki yıllardır “ulan bu benim nerede işime yarayacak” diye düşünüp dururdum: Tecahül-i Arif!
Dün kursta Türkçe dersinin son saatinde Göknur hoca bir dize yazıp, hani edebiyatta bilip de bilmemezden gelme diye bir sanat vardı, neydi o, diye sorunca yıllardır beklediğim o “fırsat“ın geldiğini görüp haykırdım: Tecahül-i arif! Hocamız sağolsun alkışladı beni, ancak Betül ve Alper dehşetle baktılar yüzüme.
Tecahül-i arif, vikipedi‘nde yazan tanımı ile edebiyatta sanat türlerenden biridir. Bildiğini veya bilineni bilmezlikten gelerek nükte yapmaktır.
Mesela şu dizelerde bir bakalım:
Yılın ilk karı yağdı,
İyice kısaldı günler,
Ölülerimiz üşür mü ki?
Son dizede şair ölülerin üşümediklerini bildikleri halde,sorudan yaralanarak bu durumu bilmezlikten geliyor. Birilerine herhangi bir şekilde yardımcı olur umarım bu bilgi sevgili okur.
Duyuyor musun beni?..
Benim canım acıyor.. Ya senin?..
Bir ölünün canı yanar mı ruhu duyar mı?..
Ölüler de kaybettiklerine ağlar mı?
Bu şiirlerde güzel örnek …