Gıda Dedektifi – Ne Yediğinizi Biliyor Musunuz?

Blogda koleksiyon serileri haricinde pek kitap incelemesi paylaşmıyorum ancak bu kitap okuduğum ilk günden beri öne sürdüğü savlarla kafamı biraz karıştırdı ve bazı alışkanlıklarımı gözden geçirmemi sağladı. “Gıda Dedektifi” tescilli ismini kullanarak çeşitli sosyal medya platformlarında yayın yapan Musa ÖZSOY tarafından kaleme alınan “Ne Yediğinizi Biliyor Musunuz?” isimli kitaptan biraz bahsetmek istiyorum.

Gıda Dedektifi’yle yolum, Eskişehir’de üretim yapan bir firmanın, üstelik yakından da tanıdığım bir firmanın ürünleriyle ilgili yaptığı bir paylaşım sonrasında kesişti. Uzun süre Instagram hesabı üzerinden yaptığı paylaşımları takip ettim. Açık söylemek gerekirse sadece ürünlerin etiketleri üzerinden yani üreticinin bizzat beyan ettiği değerler üzerinden tarafsızca yorum yapması ve doğal ürünler hariç (meyve, kuruyemiş vb.) hiçbir ürünün reklamını yapmaması hoşuma gitti. Son olarak da Eskişehir’deki Kalabak Su Krizi’nin ipini çeken paylaşımıyla sadece birkaç milyon takipçinin değil, ulusal basının da gündemine girdi.

Kalabak Su Krizi, bana göre göz göre göre gelen bir sıkıntı. Gıda Dedektifi bu sıkıntının fitilini ateşledi ve bir takipçisinden gelen çok eski damacanaların fotoğraflarını paylaştı. Başta Eskişehirli takipçiler olmak üzere pek çok kişi de bu gönderiyi paylaşınca silsile yoluyla bir “ihbar” ortaya çıkmış oldu.

Biz dönelim kitaba. Bir şehir plancısı, gıda profesyoneli olmayan bir kimse, sadece kişisel merakı ve araştırmaları yardımıyla insanlara sağlıklı beslenmeyi ve gıda endüstrisinden büyük ölçüde kaçınmayı önerebilir mi? Kitabı sipariş ederken de, okumaya başlarken de aklımda bu soru vardı. Kendi mesleğimden düşününce, yıllarca çevre konusunda eğitimi olmayan kişilerin kulaktan dolma bilgilerle ve sözüm ona duyarlılıklarıyla “doğrusu budur” şeklinde beyanlar verdiklerine şahit olmuştum. Bu kitap da bu şekilde tespitler içeriyor muydu?

Kısmen evet, kısmen hayır. Şunu açık yüreklilikle ifade etmek gerekirse kitabın yazım dili gerçekten çok iyi, günlük konuşma dilinde, teknik terimler dahi verilirken sıkmıyor okuyucuyu. Bu haliyle birkaç günde okunup bitirilebilecek bir kitap. Yalnız birkaç yerde editoryal hatalar var. Cümlelerin kurguları biraz karışmış ve galiba birkaç da yazım hatası var. Tahminim bunlar -eğer olursa- ikinci baskıda düzeltilir.

Musa ÖZSOY, geçirdiği bir hastalıktan sonra çeşitli doktorlar tarafından tedavi edilmeye çalışıyor ancak bu tedaviler işe yaramıyor. Daha sonra hastalığının beslenme alışkanlıklarından dolayı ortaya çıkmış olabileceğini keşfediyor ve bu ona etiket okuma alışkanlığı ve temel beslenmeyle ilgili bir takım yeni alışkanlıklar kazandırıyor. İlk zamanlar, marketleri gezip marka ya da ürün ayrıt etmeksizin etiket incelemeleri yapıyor. Daha sonra ise bu işi sistemli bir hale getirip çeşitli sosyal medya platformlarından bilgilendirmeler yapıyor. Bu süreçte birkaç okulda da etiket okuma ve gıda endüstrisiyle ilgili eğitimler veriyor. Ancak ürünleri hakkında inceleme yaptığı firmalar bir süre sonra bu durumdan rahatsız oluyorlar ve çeşitli hukuksal süreçler başlıyor. Kitapta da bu süreçler en başından beri anlatılıyor. Kitabın aşağı yukarı yarısı tüm bu süreçle birlikte “etiket okuma” işinin nasıl yapılacağını anlatıyor. Diğer yarısında ise gıda endüstrisinin gelişim süreci ve bu süreçte yaşadığı değişim anlatılıyor. Elbette yazar bunu endüstrinin pek de savunucusu olmadan yapıyor.

Kitabın en iyi yanı, özellikle şekerin günlük hayatımızdaki akıl almaz yerini çok iyi gösteriyor olması. Yani kitabı okumaya başladıkça şekerin aslında çok da gerekmediği halde hemen her endüstriyel üründe nasıl yer aldığını fark ediyoruz. Bu pek çoğumuzun ilk elden tecrübe ettiği ancak farkına pek varamadığı bir gerçek. Yapay tatlandırıcılar ve aroma vericilerle ilgili de daha önce duymanızın pek muhtemel olmadığı bilgileri öğreniyoruz.

Kitabın en kötü yanı ise burada başlıyor. Kitapta sıkça atıf yapılan bilimsel çalışmaların hiçbirine ulaşamıyoruz çünkü bir kaynakça yok. Şayet bu kitap, insanların yerleşik tüketim alışkanlıklarını değiştirmek amacıyla yazılan bir kitap olmasaydı, insanlar için daha sağlıklı bir beslenme modeline ışık tutacak bilgiler içerdiğini iddia etmeseydi, bir roman, bir kurgu ya da benzeri bir eser olsaydı açıkçası bir kaynakça aramaya da gerek yoktu. Ancak yazarın da eser içerisinde sıkça kullandığı üzere “bilimsel temellere dayanan” verilerden ve araştırmalardan ortaya çıkan sonuçlar üzerine konuşuluyorsa ben bir kaynakça kısmı görmek isterdim. Bilemiyorum, bu beklentim belki de yıllardır alıştığım bilimsel ve teknik yazın jargonundan kalan bir alışkanlıktır benim için. Ancak ben, gıda endüstrisine karşı kendimi bir “dedektif” olarak addetseydim, elimi daha da sağlamlaştırmak için güzel bir de kaynakça hazırlardım.

Şu da bir gerçek ki, ne yazık ki bu endüstriyel katkı maddelerinin çoğunun sağlığa olumsuz bir etkisi henüz kanıtlanmadı ve endüstri tarafından bu katkılar kullanılmaya devam edecek, en azından sağlıksız oldukları kanıtlanana kadar. Bana göre bir diğer gerçek ise dünyanın mevcut nüfusunu doyurabilmek için geleneksel yöntemler yetersiz kalmakta ve gıda endüstrisine muhtacız, daha temiz ve daha insani olması şartıyla.

Özetle, “Ne Yediğinizi Biliyor Musunuz?” kesinlikle dikkat çekici bir kitap. Gıda profesyoneli olmayan bir yazar tarafından yazılan, profesyonel bir derleme ve değerlendirme. Çok da isabetli tespitler içeriyor. Gıda mühendisi olan okuyuculardan kitapla ilgili olumlu/olumsuz görüşleri bekliyorum. Sevgilerle.

Yorum bırakın