Tag Archives: tatbikat

Tatbikat Alanında

Gösteremeyeceğim, Tanrı bilir ya, hiçbir zaman da görme imkânın olamayacağı bir yer burası. Kolordu‘nun tatbikat alanı. Kışlaya öyle çok uzak değil. Yaya olarak on beş dakikada ulaşılabiliyor. Askeriyenin ezelden beridir yürüttüğü ağaçlandırma politikasının gereği olarak, tam da olması gereken yerlerde, olması gereken cinste ağaçlar dikilmiş belki de bundan kırk sene önce… Kavak, badem ve çam ağaçları cinslerine göre ayrı ayrı dikilip bu ağaçların çevrelediği alanlar ihtiyaçlara göre bölünmüş. Tatbikat alanına birkaç yüz metre uzaklıkta bir sahil kasabası kurulmuş. Kırmızı renkli askerli levhalar ve çoğu artık küflenmiş dikenli tellerle alan, sivil hayattan yalıtılmış. Ancak doğa elbette boş durmamış, tellerin her iki yanı da rastgele uzamış otlarla dolmuş.

İki adam boyunda ağaçların oluşturduğu küçük bir koruluğun ortasına getirip bıraktı kamyonet bizi. Ağzına kadar çadır malzemesi yüklü bir diğer kamyon ise gelip en olmadık yerde durdu. Kamyonu boşaltmaya başlamadan önce etrafı biraz tanıyabilmek için diğerlerinden ayrıldım. Biraz ileride görünen iki küçük kulübe dikkatimi çekti. Yaklaşınca burasının komutan karargâhı denilen bahçe olduğunu ve bahçede yükselen kulübelerin etrafta görünen yegâne betonarmeler olduğunu gördüm. Zamanında epey bakımlı olduğu anlaşılan bahçenin tam ortasında altıgen biçimli bir kulübe yer alıyordu. Yeşil renge boyalı olsa pekala bir türbe sanılabilecek bu yerin duvarları kırmızı renk kiremitlerle süslenmişti. Ancak “askeri mimari” ne kadar gizlemeye çalışsa da kulübelere o askeri soğukluk hakimdi yine. Kulübenin hemen arka tarafında yer alan iki gözlü ve duvarları beyaz renge boyanmış bir diğer kulübede birer kapıdan başka hiçbir detay yoktu. Kapılardan bir tanesi lavaboya ve bir tanesi de depo olarak kullanılan bölmeye açılıyordu. Hemen kontrol ettim, lavabonun kapısı kilitliydi.

Tatbikat sahasından alçak duvarlarla özellikle ayrılmış olan bahçede boy boy badem ağaçlan vardı. Birkaç hafta önce burada olsaydık şu an dallarda kararmış ve sertleşmiş olarak duran zerdalilerin tadına bakabilirdik. İnsan böyle bir alanda bu ağaçlan görünce ister istemez şaşırıyor ve ağzı sulanıyor. Yapmaya geldiğimiz işin zahmetini düşündükçe canım sıkıldı. Kim bilir yine vücudumun hangi parçası yaralanacak, hangi salağın attığı taş kafamı delecek; hangi parmağıma çekiçle vuracaktım.

Mevsimle hiç alakası olmadığı halde esen soğuk rüzgârlar canımızdan bezdiriyor. Çadır kurmayı zorlaştırıyor. Burada kurduğumuz iki tip çadır var: Konaklamak için kullanılacak mevsimlik çadırlar çift katlı olarak kuruluyor, içeriye mümkün olduğunca soğuk geçirmiyor. Bunların iskeletleri hafif malzemeden yapılmış. Taşıması da pek zahmetli değil. Bu çadırlardan tam on dört tane kurduk. Yedişerli iki bloktan oluşan küçük bir koğuş bölgesi oluşturduk. Tatbikata katılacak asker ve komutanlar işte bu çadırlarda ve muhtemelen bizim taşıyacağımız ranzalarda konaklayacaklardı. İkinci tip çadır ise hemen her askerin korkuyla baktığı, kurulum malzemeleri bir kamyonu tamamen dolduracak kadar çok olan Ahtapot Çadır idi. Ahtapot çadır düzgün bir altıgenin beş köşesine açılan birer uzun çadır ve altıncı köşeden açılan tenteli bir kapıdan ibaretti. Ancak kurulum malzemesi fazlasıyla ağırdı. Kurulumu ise fazlaca zahmetli… Önce çadırın merkezindeki altıgen kuruluyor. Çelik halatlarla sağlamlaştırıldıktan sonra her bir kol teker teker kuruluyor. Tatbikatta bu çadırın her bir kolunda bir birim çalışıyor. Bir kolu tamamen Kolordu Komutanı’na ayrılmış. Bu kolun taban malzemesi diğerlerinden farklı olarak metal levhalardan oluşuyor. Diğer personel ise ahşap levhaların üzerinde çalışıyor.Canla başla çalışıyoruz ve emek veriyoruz bu tatbikat için.

Tatbikatta ne yapılıyor peki? Hiçbir şey. Gerçekten hiçbir şey! Komutanlar anlattığım ahtapot çadırda oturup kâğıt üzerinden bir savaş yönetiyorlar. Savaş senaryolarını çalışıyorlar. Sonra akşamlan mesai bitince, hazırladığımız on dört çadırlık koğuşlarda kalıyorlar. Bir kısmı önceki günden hazırladığı malzemelerini çıkartıp yemek yiyor, bir kısmi ise henüz döndüğü nöbetten dert yanıyor. Orada burada bekleyen birkaç askerin ise dudaklarından küfürden başka bir söz duyulmuyor.

İzninizle biraz uzaklaşabilir miyim komutanım, diye sordum. Bu ne demek simdi, der gibi baktı yüzüme. Fazla uzaklaşma, diyebildi neden sonra. Çok değil, belki birkaç yüz metre yürüdükten sonra durup arkamda biriktiğim tüm o çadırlara, askerlere ve ağaçlara baktım. Komik geldi her şey. Bağırışlar, çekiç sesleri, ağaçların hışırtıları ve doğanın bin bir türlü sesi. Biraz daha uzaklaşsam diye düşündüm. Sonra asker olduğumu hatırladım ve geriye döndüm. İsteksizce, ayaklarımı sürüye sürüye…

Nerede olduğuma bakıyorum. Ne yaptığıma bakıyorum. Kadere bak, diyorum. Yeşilliğin ortasında, ağaçların içerisinde, bir sefil piyade er. Başım dönüyor, kulaklarım uğulduyor ve ağzım kuruyor. Birden bire her şey yitiyor gözümden. Ne o anlattığım ağaçlar kalıyor ne de o kırmızı tuğlalı kulübe. Sanki birer birer yıkılıveriyorlar ayaklarımın dibine. Tüm ağaçlar kuruyor birden bire. Kurduğumuz o devasa çadır küçülüyor küçülüyor, ufacık oluveriyor. Tüm heybeti sönüyor. Etrafıma bakıyorum, yoksa ben mi devleşiyorum diye. Botlarımı yokluyorum, hala aynılar. Omuzlarıma, kollarıma bakıyorum, hala aynılar, bomboş. Aşağıdan tüm komutanlarım bakıyorlar bana ve sesleniyorlar. Emrediyorum sana küçül artık, diyor biri. Sen bu ordunun askerisin, diye bağırıyor bir başkası. Kulaklarım uğulduyor, sesler duyuyorum. Silahlar patlıyor ve gözlerim kararıyor.

Neler oluyor? Neler oluyor? Neler oluyor?                                           

14.05.2014/Gelibolu