Tag Archives: Teoman

Fujifilm Etkinlikleri: Serkan Tuna Konser Fotoğrafçılığı

Fujifilm Eskişehir tarafından 1 Aralık Cuma günü güzel bir etkinlik daha düzenlendi. Türkiye’nin profesyonel olarak çalışan az sayıdaki konser fotoğrafçılarından olan Serkan Tuna, yaklaşık 30 kişinin katılım sağladığı güzel bir etkinlikte hem tecrübelerinden hem de fotoğrafa olan bakış açısından bahsetti.

Geçtiğimiz hafta Instagram’da etkinliğin haberini görünce hemen tıklayıp kayıt yaptırdım. Fujifilm Eskişehir’in bu şekilde bir sistemi var. Etkinliğe çevrimiçi kaydoluyorsunuz. Eğer etkinliğe kayıt yaptırdığınız halde teşrif edip katılmazsanız da sizi bir süreliğine diğer etkinliklerden banlıyorlar. Yani bir süre boyunca düzenlenecek etkinliklere isteseniz dahi artık katılamıyorsunuz. O açıdan planımı programımı yapıp kaydımı tamamladım.

Konser Fotoğrafçılığı, 2000’li yılların ikinci yarısında özellikle Volkan sayesinde dikkatimi çeken ve yaptığımız organizasyonlarda da hayli ekmeğini yediğimiz bir fotoğrafçılık türüydü. Elbette aradan geçen zamanda, Eskişehir’de katıldığım neredeyse her konserde fotoğraf çekmeye devam ettim. Blogdaki pek çok konser kritiğinde de bu kareleri okuyucularla paylaştım.

Serkan Tuna, Ankara’da bir kuruluşta uzman biyolog olarak çalışıyor. Aslında fotoğrafçılık hikayesinde ikimizin de kesiştiği noktalar var. O da konuya ilgi duyunca benim gibi Açık Öğretim Fakültesi’nde Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü bitirmiş ve bu işi tıpkı benim gibi hobi ve “üretmek kaygısıyla” yapıyor. Fotoğrafa benim de kullandığım Canon markasının makineleriyle başlayıp 450D, 550D ve 70D ile devam etmiş. Ancak an itibariyle, aynasız sistem makinelerden olan Fujifilm XH-1 kullanıyor. 2016 yılından beri konserler hariç hiçbir şey çekmiyor. Elbette ki onun ulaştığı profesyonellik seviyesi oldukça farklı ve hatırı sayılır bir düzeyde.

Özellikle sosyal medya üzerinden paylaştığı çalışmalarının kolaj yapılmasında Özer isminde 16 yaşında bir grafikerle çalışıyormuş. Bunu etkinliğin en başında söyledi ve bu genç arkadaşımızın müthiş potansiyelini vurguladı.

Serkan Tuna’nın anlatımlarından derlediğim ufak tefek notlarım var. Bu notları hem faydalanmak isteyenler için hem de ileriye dönük olarak kendime bir arşiv olması bakımından burada paylaşacağım.

Tuna’ya göre hemen her fotoğrafçının sahip olduğu evrensel krizleri var. Bunlar aşamalar halinde gerçekleşiyor ve fotoğrafçının nihayetinde kendisiyle ilgili bir sonuca ulaşmasını ve olgunlaşmasını sağlıyor:

  • Temel Bilgiler ve Kompozisyon: Bu aşama fotoğraf tekniğinin öğrenilmesiyle geçen sancılı bir süreci içeriyor. Elimize aldığımız makinedeki tüm o temel ve detay ayarların ne işe yaradığını ve kareye ne şekilde etki edeceğini öğrendiğimiz süreçtir bu. Bu sürecin karmaşık ve zor olduğunu düşünen yeni başlayanlar, daha bu aşamada makinelerini bir kenara bırakıyorlar. Ancak bu krizi aşmayı başaranlar ise kendilerini dahi sanıyorlar. Gerçekten de bu durum böyle.
  • Teknik İlerleme, Ekipman Yenileme, Işık Kullanımı: Bu aşamada fotoğrafçı, yeni farkına vardığı “dehasının” etkisiyle, her gördüğünü çekmeye başlar. Aslında bu aşamada kendini, yapmak istediğini bulmaya çalışıyordur.
  • Sanat, Ticari, Haber, Belge İşleri: Bu son kriz, artık fotoğrafçının kendisini bulduğu aşamadır. Fotoğrafçı artık ne yapmak istediğinin farkına varmış ve bakış açısını buna göre şekillendirmiştir.

Serkan Tuna’nın haberi var mıydı bilmiyorum ama yine aynı mekânda dinleme şansı yakaladığımız Haluk Çobanoğlu’nun bir kitabının da ismi olan “Biz Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” sorusunu yineledi ve bu sorulara kendi bulabildiği cevapları paylaştı bizlerle. Neden?

  • Saf bencillik: Öznel bir bakış açısıyla çekmek
  • Estetik coşku: Üretmenin hazzıyla çekmek
  • Tarihsel dürtü: Belge üretebilmek amacıyla çekmek
  • Politik gaye: Tarafını belli etmek amacıyla çekmek. Sanatçı bu noktada, Ankara’da meşhur bir grubun daha önceden fotoğraflarını çektiğini, ancak sonrasında vokalistinin yaptığı açıklamalar sebebiyle o grubun fotoğrafını çekmeyi bıraktığından bahsetti.

Beklediğimin aksine, etkinlikte fotoğraf tekniğinden pek bahsedilmedi. Zira Fujifilm’in blogunda bizzat Serkan Tuna tarafından kaleme alınmış şu yazıda konser fotoğrafçılığı için teknik tüyolara yer veriliyor. Merak edenler için oldukça faydalı bir içerik. Yine de aralarda bahsettiği bazı teknik gerekliler, ISO’nun mümkün olduğunca yüksek olması ve diyaframın da olabildiğince açık olması gibi koşullardı. Şu anda kullandığı Fujifilm marka makinede de oldukça yüksek bir ISO performansının yanı sıra netleme hızının da yüksek olduğundan bahsetti. Bunun yanı sıra aynı konuyu tam 6 sayı boyunca Fotoğraf isimli dergide de kaleme almış. Etkinliğe katılanlara özel olarak bu altı sayının derlemesini tek bir dosya halinde paylaştı.

Serkan Tuna, konser fotoğrafçılığının aslında biraz da olsa spor fotoğrafçılığına benzediğini söyledi. Çünkü kameranın önünde sürekli hareket halinde olan objeler var ve şarkının trafiğine göre onları en kritik anlarda çekebilmek gerekiyor. Spor fotoğrafçılığında genellikle bir ışık problemi yokken işte konser fotoğrafçılığının en büyük handikabı özellikle mekanlarda ciddi ışık sıkıntısı olması.

Konser fotoğrafçılığının Serkan Tuna’nın tabiriyle “kaymağı” turnelermiş. Tuna ise daha ziyade festivalleri fotoğraflıyor.

Etkinlik boyunca ülkemizin ve Dünya’nın bazı önemli konser fotoğrafçılarının isimleri zikredildi. Bu isimler şu şekilde:

  • Muhsin Akgün: Türkiye’nin en iyi konser fotoğrafçılarından ve Türkiye’deki en büyük konser arşivi de kendisindedir. Bu konuda yazılmış 2 kitabı (Söz ve Müzik: İstanbul 1 ve 2) vardır ve ülkemizde çalışmadığı gazete, dergi, yayınevi, yapım şirketi neredeyse yok denilecek kadar azdır. Kişisel sergileri, uluslararası basında çokça kullanılan eserleriyle bu alanda ülkemizin yüz akı denilebilecek seviyededir sanatçı.
  • Todd Owyoung: New York’lu sanatçı aynı zamanda bir Nikon fotoğrafçısı. Müzik fotoğrafçısı olarak yalnızca konserlerde değil tüm prodüksiyon süreçlerinde çalışmalarına devam ediyor.

Konser fotoğrafçılarını da bazı alt gruplara ve stereotiplere ayırmış Serkan Tuna. Yıllardır gittiği, gördüğü konserlerde tanıştığı onlarca fotoğrafçıyı gözlemledikten sonra kendi kendine şöyle güzel bir sınıflandırma yapmış:

  • Belgeselciler
  • Keskinciler
  • Reklamcılar
  • Undergroundcular
  • Kavramsalcılar
  • Hikaye anlatıcılar

Bu sınıflandırma esasında fotoğrafçılık eğitiminde de değinilen ve literatürde kısmen kendine yer bulan bir sınıflandırma. Burada belgeselciler, fotoğrafın belge niteliği üzerine çalışmalarını dayandıran fotoğrafçılardır. Örneğin yıllar önce dağılmış bir müzik grubu, yıllar sonra tek bir özel gösteri için bir araya geldiğinde belgeselci yaklaşıma sahip bir fotoğrafçı, bu özel gösteriyi asla kaçırmaz. Çünkü bu özel olay bir tekrarı daha olmayacak ve “belgelenmesi” gereken bir durumdur. Ya da örneğin keskinci denilen gruptakiler, “mükemmel kareyi” arayan kişilerdir. Her şeyin net ve kusursuz olduğu tek bir kare onlar için yeterlidir. Bir örnek olarak hikâye anlatıcılar ise başlı başına o etkinliğin hikayesini anlatmanın peşindedirler. Sanatçının mekâna gelişiyle başlayıp son ışık kapatılana kadar oradadırlar. Burada belgeselcilerle karıştırmamak gerekir çünkü belgeselci bunu çok özel bir etkinlik için planlar. Hikayeci ise bu bakış açısına katıldığı her etkinlik için sahip olabilir.

Gelelim Serkan Tuna’nın bizlerle paylaştığı tecrübelere. Kullandığı sunumda yer verdiği onlarca kare fotoğrafta hem yerli hem yabancı sanatçılar üzerinden fotoğraflarının hikayelerini de kısaca anlattı. (Bu fotoğrafların pek çoğu yukarıda bağlantı verdiğim Fujifilm blogundaki yazıda yer alıyor.) Zorlu PSM’nin Türkiye’deki en iyi ve kaliteli konser mekânı olduğunu söyledi. Burada yakın zamanda düzenlenen Blind Guardian konserine çeşitli evrak işleri yüzünden fotoğrafçı pass-card’ı alamamış. Dolayısıyla mekâna da fotoğraf makinesi sokamamış. O da bunun üzerine cep telefonuyla fotoğraflar çekmiş.

Çalışması en zor ismin Teoman olduğunu söylüyor. Etkinliğin öncesi, etkinlik sırası ve sonrasının oldukça tedirgin bir şekilde geçtiğini ifade ediyor. Ne yaparsan yap ama Teoman’ı kızdırma!

Gösterdiği fotoğraflar arasında fotoğrafçıya poz veren sanatçıları ayrıca sevdiğinden bahsetti ve o anda ekranda kim vardı? Eski In Flames, yeni The Halo Effect bass gitaristi Peter! Ah bu adamı çok seviyorum 🙂 Ankara’da oturduğu için, bu şehirde olan konserleri pek atlamamış. Gösterdiği fotoğrafların büyük kısmı Ankara’daki mekanlarda çekilen karelerdi. Eskişehir’de de izlediğimiz sevgili Şef Musa Göçmen’in Senforock konserleri (ki bu işe bu konserlerden birisi sayesinde başlamış), Heavy Stage 8 konserinde Carnophage’ın sahnesi gibi kareler aklımda kalan önemli karelerden bazıları.

Vurulup Düşen Asker

Etkinliğin en güzel yanlarından birisi de dinleyicilerin de aktif olarak katılım sağlayabilmesi oldu. Pek çok diğer sunumun aksine, Serkan Tuna’nın sunumunda bizzat dinleyiciler tarafından cevaplanmak üzere hazırlanmış başlı başına bir bölüm vardı: Fotoğrafçının sıkıntılı soruları. Örneğin bu iş, konser fotoğrafçılığı, bir sanat mı yoksa zanaat mı? Ya da üretilen işler birer belge mi yoksa reklam mı? Pekâlâ ortaya çıkan işleri değerlendirirken içerik mi yoksa biçim mi bizim için önemli olmalı? Bu saydıklarımın kati bir cevabı olmadığının farkına varmışsınızdır. İşte Tuna’nın da varmak istediği sonuç belki de buydu. Zira dinleyiciler olarak hiçbir soruda fikir birliğine varamadık. Bu konuları tartışırken Capa’nın çok meşhur “Vurulup Düşen Asker” fotoğrafına da atıf yaptı Tuna. Bu fotoğrafı kötü çekilmiş ve kısmen flu bir fotoğraf olarak mı değerlendirmeliyiz? Yoksa çekildiği iç savaş dönemine dair uyandırdığı fikirler açısından mı ele almalıyız? Burada yine benim de kısa süre önce blogda yer verdiğim Henri Carter Bresson’dan bir alıntı yaptı: “Keskinlik bir burjuva kavramıdır, oysa içerik her şeydir.

Etkinlik sona erdiğinde, o gün salona ilk gelen izleyiciye bir kitap hediye ederek İzbe Prints isimli hesabın, bu yayını yalnızca baskı ve kargo maliyeti karşılığında sunduğunu belirtti. Bu kitap konser fotoğrafçılığı üzerine hazırlanmış ve kolektif bir şekilde oluşturulmuş. Keşke şansıma ben kazansaydım, burada da yer verirdim. Ancak ilgili profilden sipariş edeceğim. Etkinlik bitti, insanlar salondan ayrılmaya başladılar ve ben de nihayet ayağa kalkıp yanına yaklaştım.

Etkinliğin başından beri çalışmalarıyla ve oldukça samimi tavırlarıyla dinleyicilerin beğenisini kazandığını düşündüğüm Serkan Tuna’yla sosyal medyadan takipleşerek bir de hatıra fotoğrafı çektirdik.

Kendisine kendi adıma teşekkür ediyorum. Eline, emeğine ve Eskişehir’e geldiği için ayaklarına sağlık. Umarım bir konserde yeniden karşılaşabiliriz. Fujifilm Eskişehir’e de bu güzel etkinliklere devam ettikleri için teşekkürü borç bilirim.

Son Yılların En Piyasa Albümü!

Nilüfer + EMO Bakışı + Gitar

Tutsun, fırtınalar koparsın, herkes dinlesin diye yapıldığı bu kadar belli olan bir albüm daha görmedim arkadaş!

Nilüfer‘in “12 Düet” isimli rock albümünden bahsediyorum. Çıkış parçası olarak Şebnem Ferah‘la birlikte söyledikleri “Erkekler Ağlamaz” seçilmiş. Klip falan da çekmişler. Ama şarkı bence tırt! Yani Şebnem Ferah’ın grubu evet kaliteli yapmış, mükemmel icra etmişler ama vokaller tırt. Şarkının çok fazla yerinde Şebnem Ferah ile Nilüfer’in seslerini ayırt edemiyorsunuz. Ayrıca Şebnem Ferah özellikle konserlerinde artık sıkça yapmaya başladığı ama beni feci halde bayan şu adını koyamadığım vokali yapıyor 4.42 kısımında şarkının.

Albümde son dönemde piyasada adı geçen hemen her rock ve pop grubunu bulmak mümkün. Yani özellikle bir çizgiden gidilmemişte “acaba buraya kimi koysak çok dinlenir bu albüm?” felsefesi uygulanmış. Albümde yer alan parçalar ve gruplar şöyle:

1. Erkekler Ağlamaz
Seslendiren: Nilüfer & Şebnem Ferah
2. Göreceksin Kendini
Seslendiren: Nilüfer & Yüksek Sadakat
3. Ara Sıra Bazı Bazı
Seslendiren: Nilüfer & Malt
4. Sensiz Olmaz
Seslendiren: Nilüfer & Teoman
5. Haram Geceler
Seslendiren: Nilüfer & Gece Yolcuları
6. Hey Gidi Günler
Seslendiren: Nilüfer & Ogün Sanlısoy
7. İntizar
Seslendiren: Nilüfer & Badem
8. Aşk Kitabı
Seslendiren: Nilüfer & Hayko Cepkin
9. Unut Gitsin
Seslendiren: Nilüfer & Cingi
10. Uzak Dur Ateşimden
Seslendiren: Nilüfer & Rashit
11. Selam Söyle
Seslendiren: Nilüfer & TNK
12. Kim Arar Seni
Seslendiren: Nilüfer & 4X4

Açık ve objektif düşündüğüme inanarak söylüyorum ki koskoca albümde 3 tane parça dinlenesi kalitede. Bu üç parça da Malt, Hayko Cepkin ve Şebnem Ferah’la yapılan düetler zaten. Özellikle Malt ve Hayko Cepkin’i çok beğendim. Neden peki? Çünkü adamlar şarkıyı öyle bir icra etmiş ve düzenlemişler ki resmen Nilüfer’in elinden almışlar. Şarkıyı dinlerken Nilüfer vokale başlayınca rahatsız oluyorum o kadar yani.

Malt’ın kullandığı gitar tonu ve vokallerini kendi adıma çok başarılı buldum. Hayko Cepkin’i ise rock müziğe çaktırmadan “double kick” ve “scream vokal”leri yedirmesinden dolayı ben de ufak ufak takdir ediyorum. Bu parçada da öyle yapmış kendisi. Tamam parçanın belki orjinal ruhu kalmamış ama Hayko belki de yapmasını gerekeni yapıp şarkıya yeni bir ruh vermiş. Helal olsun.


Albüm en büyük hayal kırıklığı ise 4×4′ün ve Teoman‘ın düetleri olmuş. Teoman’ın zaten sevmem de 4×4 neden böyle ucuz bir parça seçmiş anlamadım.

Şimdi bu yazıdan ne çıkarmalısın sevgili okur? Bu yazı bir albüm yorumu yazı değil. Yani evet formatı çok benziyor ama öyle değil. Bu yazı, artık piyasanın dinleyiciyi salak yerine koymaya başladığını farkeden bir düşüncenin yazısıdır. Hatta neden iyimser oluyorum ki? Piyasa uzun süredir bizi salak yerine koymaya çalışıyor ya lan!

Hadi rock yine bilinen, Powerturk‘te, Kral TV‘de falan kendine yer bulabilen bir tür. Aynı piyasalaşmanın ve kalitesizleşmenin metal müzikte, en üzücüsü de Türk Metal müziğinde oluşmaya başlamasına ne diyeyim bilmiyorum. Onu da yazarım yine bir gün.