Günün En Güzel Vakti

Güneş bir saate batacak. Üzerimde hiç bir yük yok. Kulaklarımda güzel bir şarkı çalıyor. Güneş karşımda ve öylece yürüyorum çok eski yılları düşünerek. Hatırladığımı sanıyorum ancak belki de hepsi düşlerimden ibaret…

Doğuda bir şehirdeyiz… Güneş yine uzaklarda batıyor. Yürüyoruz, güvenli dediğimiz sokağımıza ve evimize doğru yürüyoruz. Yoruluyorum, çocuk bacaklarım sızlıyor yürümekten. Acıyı hissediyorum. Sonra bir başka hatıra doluyor zihnime… Yollardan kamyonlar geçiyor, biz ise upuzun bir bozkırdayız. Güneş yine karşımızda batıyor ve biz ona doğru yürüyoruz. Evimizin büyük bir balkonu var. Belki acele edersek gökteki kızıllığın son kalıntılarını da orada görebiliriz. Hevesle annemin elinden tutuyorum.

İşte şimdi, Millet Bahçesi‘nin rengarenk kaplamalı ve bir uçtan diğerine uzanan yollarından birinde, yalnız başıma yürüyorum. Güneş yine geçmişi anımsatıyor. Bu anlar o kadar kıymetli ki! Aklımdaki her şey uçup gitmiş belki bir saatliğine. Yolun sonuna yaklaşırken, çocukluk hatıralarının artık o kadar can yakmayan acılarıyla birlikte aklıma gelip takıldı o asansör. İşte, aklım bir kere daha şu gizeme, tren garındaki o asansöre takılıp kaldı. Karanlığa düşmek pahasına, bir tur daha atmaya karar verdim bahçede ve düşünmeye koyuldum…

Eskişehir‘deki tren garında bir asansör vardı, valizi ya da bebek arabası olan yolcular kolaylıkla peronların olduğu bir alt kata inip çıkabilsinler diye yerleştirilmiş. Gar binası, zemin ve eksi bir katı olmak üzere iki kattan oluşuyordu. Ancak bu asansörde bir tuhaflık vardı. İlk gördüğüm andan beri üzerindeki tuşlar dikkatimi çekmişti. Geçtiğimiz gün nihayet sırrını çözdüğümü sandım. Ancak çok daha büyük bir gizemin başlangıcı oldu başıma gelenler, lanet olsun!

Asansörün kumanda panelinde üç tane tuş var: EKSİ BİR, SIFIR ve BİR. Garın giriş katı, bulunduğumuz yer zaten SIFIR denilen yer, yani zemin kat. EKSİ BİR tuşuna basınca da bir alt kata, yani peronların olduğu yere iniyor makine. Peki o zaman bu BİR tuşu neden var? Zira üst katta hiç bir şey yok! Çünkü binada üst kat yok! Geçmişte, bu gar binasının bir üst katı vardı da acaba bu düğme o zamandan mı kaldı? Hayır. Bu yapı, bu asansörle birlikte en çok 10 yıl önce yapılmıştır. Fazladan duran bu BİR düğmesi ne için var o halde? Ne zaman gara gitsem, ne zaman trenle yolculuğa çıksam ya da yolculuktan dönsem, ne zaman birilerini karşılasam ya da uğurlasam, bu soru aklımın bir köşesini kemirdi durdu. “Üşengeç müteahhit“, dedim bir süre. Hatta birkaç kişiye de bu tuşları gösterip güldüm. Ama hayır… Cevap, bu asansörü yapan müteahhittin üşenip ya da umursamayıp, tesisata fazladan bir düğme eklemesi ya da çıkarmasından fazlası olmalıydı.

Geçen gün Ankara dönüşü, sırtımda elli kiloluk bir çantayla düşer gibi indim trenden. Eksi birinci katta, yani peronların olduğu kattaydım diğer tüm yolcular gibi. Çıkış kapısının olduğu sıfırıncı kata yani zemin katına gitmem gerekiyordu. Merdivenleri çıkmak zoruma gitti. Ben de yürüdüm ve boş asansöre bindim. Kapı kapandı. Henüz bir şey yapmama fırsat kalmadan birden yeniden açılıverdi kapı. Kondüktör şapkalı, lacivert gömlekli birisi bindi asansöre gülümseyerek. Ben de tebessümle karşılık verip SIFIR tuşuna bastım. Asansör nazlanarak hareket etti. Asansör yukarı çıkmaya başlamışken yanımdaki adama aldırmadan paneldeki boş ve anlamsız BİR tuşuna basmaya başladım. Lacivert gömlekli gülerek “Kırk kere istersen olur belki”, dedi. Nihayet panelde SIFIR lambası yandı ve zemin kata ulaşan asansörden neredeyse koşarak indi adam. Sırt çantamı yüklenip kabinden çıktığımda, henüz birkaç saniye önce çıkmış olmasına rağmen o adamdan hiçbir iz yoktu. Yorgun argın gözler ve yüzlerle, az önce gelen trenden inen diğer yolcular ise garı terk ediyorlardı. “Bu kadar kısa sürede uzaklaşmış olamazsın”, diye geçirdim içimden. O an adamın bana gülerek söylediği cümle belirdi aklımda: “Kırk kere istersen olur belki”.

Etrafıma baktım, az önce gelen yolcuların büyük kısmı kitleler halinde dış kapılara yönelmişti. Biraz daha bekledim ve giderek sessizleşen gar binasında asansörün başında sonunda yalnız kaldım. Çağır tuşuna basıp bekledim. Az önce indiğim asansöre yeniden bindim. Hiçbir yere gitmeyeceğini bile bile, BİR yazan tuşa ardı ardına basmaya başladım: bir, iki, üç ve nihayet kırk… Asansör titreyerek yukarıya doğru hareket etmeye başladı. “Eyvah”, dedim. “Motor arızalandı ve şimdi çatıya çarpıp duracak!”

Çarpmadı. Dışarıdan gelen tüm diğer sesler kesildi sadece. Asansör durdu. Kapı açıldı ve önümde upuzun bir koridor belirdi. Sağda bir, solda iki ve koridorun en sonunda bir kapı… Tren garının üst katında böyle bir yer mi vardı? Gizli bir kat? Bu imkansız! Çünkü garın üst katı yoktu. Öyleyse ben neredeydim? Bu kapılar nereye açılıyordu? Panikledim nedense. Asansöre gerisin geriye binerek SIFIR tuşuna bastım. Asansör tereddüt etmeden zemin kata indi. Kapı açıldığında güvenlik görevlisinin bana doğru yürüdüğünü gördüm.

– “Deli misin hemşehrim, meşgul etme asansörü, ne iniyorsun ne biniyorsun, hayret bir şey!”
– “Üst kata nasıl çıkarım?”
– “Ne üst katı ya? Çatıya çıkıp ne yapacaksın? Üst kat mı var burada?”
– “Çatıya değil, üst kata. Koridor vardı, kapılar vardı.”
– “Ulan akşam akşam çattık ya…”

O asansörle bir daha o kata çıkamadım. Defalarca denedim. Başkalarına denettim. Birkaç defa kovuldum üstelik. Olmadı. Bir kere gördüğüm o koridoru ve kapıları, bir daha asla göremedim. Garın üzerinde defalarca drone uçurdum, civardaki binalardan fotoğraflar çektim ancak öyle bir gizli kat ya da bölme yoktu. Yalnızca kiremitler ve çatılarda birikmiş bolca kuş gübresiydi gördüklerim.

Güneş artık battı. Üzerimde hiç bir yük yok. Yürüyüşüm de bitti ve kulaklarımda hala güzel bir şarkı çalıyor. Çözülemeyen bu gizemin cevabını başka bir günün en güzel vaktinde arayacağım.

Yorum bırakın