Tag Archives: in flames

Fujifilm Etkinlikleri: Serkan Tuna Konser Fotoğrafçılığı

Fujifilm Eskişehir tarafından 1 Aralık Cuma günü güzel bir etkinlik daha düzenlendi. Türkiye’nin profesyonel olarak çalışan az sayıdaki konser fotoğrafçılarından olan Serkan Tuna, yaklaşık 30 kişinin katılım sağladığı güzel bir etkinlikte hem tecrübelerinden hem de fotoğrafa olan bakış açısından bahsetti.

Geçtiğimiz hafta Instagram’da etkinliğin haberini görünce hemen tıklayıp kayıt yaptırdım. Fujifilm Eskişehir’in bu şekilde bir sistemi var. Etkinliğe çevrimiçi kaydoluyorsunuz. Eğer etkinliğe kayıt yaptırdığınız halde teşrif edip katılmazsanız da sizi bir süreliğine diğer etkinliklerden banlıyorlar. Yani bir süre boyunca düzenlenecek etkinliklere isteseniz dahi artık katılamıyorsunuz. O açıdan planımı programımı yapıp kaydımı tamamladım.

Konser Fotoğrafçılığı, 2000’li yılların ikinci yarısında özellikle Volkan sayesinde dikkatimi çeken ve yaptığımız organizasyonlarda da hayli ekmeğini yediğimiz bir fotoğrafçılık türüydü. Elbette aradan geçen zamanda, Eskişehir’de katıldığım neredeyse her konserde fotoğraf çekmeye devam ettim. Blogdaki pek çok konser kritiğinde de bu kareleri okuyucularla paylaştım.

Serkan Tuna, Ankara’da bir kuruluşta uzman biyolog olarak çalışıyor. Aslında fotoğrafçılık hikayesinde ikimizin de kesiştiği noktalar var. O da konuya ilgi duyunca benim gibi Açık Öğretim Fakültesi’nde Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü bitirmiş ve bu işi tıpkı benim gibi hobi ve “üretmek kaygısıyla” yapıyor. Fotoğrafa benim de kullandığım Canon markasının makineleriyle başlayıp 450D, 550D ve 70D ile devam etmiş. Ancak an itibariyle, aynasız sistem makinelerden olan Fujifilm XH-1 kullanıyor. 2016 yılından beri konserler hariç hiçbir şey çekmiyor. Elbette ki onun ulaştığı profesyonellik seviyesi oldukça farklı ve hatırı sayılır bir düzeyde.

Özellikle sosyal medya üzerinden paylaştığı çalışmalarının kolaj yapılmasında Özer isminde 16 yaşında bir grafikerle çalışıyormuş. Bunu etkinliğin en başında söyledi ve bu genç arkadaşımızın müthiş potansiyelini vurguladı.

Serkan Tuna’nın anlatımlarından derlediğim ufak tefek notlarım var. Bu notları hem faydalanmak isteyenler için hem de ileriye dönük olarak kendime bir arşiv olması bakımından burada paylaşacağım.

Tuna’ya göre hemen her fotoğrafçının sahip olduğu evrensel krizleri var. Bunlar aşamalar halinde gerçekleşiyor ve fotoğrafçının nihayetinde kendisiyle ilgili bir sonuca ulaşmasını ve olgunlaşmasını sağlıyor:

  • Temel Bilgiler ve Kompozisyon: Bu aşama fotoğraf tekniğinin öğrenilmesiyle geçen sancılı bir süreci içeriyor. Elimize aldığımız makinedeki tüm o temel ve detay ayarların ne işe yaradığını ve kareye ne şekilde etki edeceğini öğrendiğimiz süreçtir bu. Bu sürecin karmaşık ve zor olduğunu düşünen yeni başlayanlar, daha bu aşamada makinelerini bir kenara bırakıyorlar. Ancak bu krizi aşmayı başaranlar ise kendilerini dahi sanıyorlar. Gerçekten de bu durum böyle.
  • Teknik İlerleme, Ekipman Yenileme, Işık Kullanımı: Bu aşamada fotoğrafçı, yeni farkına vardığı “dehasının” etkisiyle, her gördüğünü çekmeye başlar. Aslında bu aşamada kendini, yapmak istediğini bulmaya çalışıyordur.
  • Sanat, Ticari, Haber, Belge İşleri: Bu son kriz, artık fotoğrafçının kendisini bulduğu aşamadır. Fotoğrafçı artık ne yapmak istediğinin farkına varmış ve bakış açısını buna göre şekillendirmiştir.

Serkan Tuna’nın haberi var mıydı bilmiyorum ama yine aynı mekânda dinleme şansı yakaladığımız Haluk Çobanoğlu’nun bir kitabının da ismi olan “Biz Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” sorusunu yineledi ve bu sorulara kendi bulabildiği cevapları paylaştı bizlerle. Neden?

  • Saf bencillik: Öznel bir bakış açısıyla çekmek
  • Estetik coşku: Üretmenin hazzıyla çekmek
  • Tarihsel dürtü: Belge üretebilmek amacıyla çekmek
  • Politik gaye: Tarafını belli etmek amacıyla çekmek. Sanatçı bu noktada, Ankara’da meşhur bir grubun daha önceden fotoğraflarını çektiğini, ancak sonrasında vokalistinin yaptığı açıklamalar sebebiyle o grubun fotoğrafını çekmeyi bıraktığından bahsetti.

Beklediğimin aksine, etkinlikte fotoğraf tekniğinden pek bahsedilmedi. Zira Fujifilm’in blogunda bizzat Serkan Tuna tarafından kaleme alınmış şu yazıda konser fotoğrafçılığı için teknik tüyolara yer veriliyor. Merak edenler için oldukça faydalı bir içerik. Yine de aralarda bahsettiği bazı teknik gerekliler, ISO’nun mümkün olduğunca yüksek olması ve diyaframın da olabildiğince açık olması gibi koşullardı. Şu anda kullandığı Fujifilm marka makinede de oldukça yüksek bir ISO performansının yanı sıra netleme hızının da yüksek olduğundan bahsetti. Bunun yanı sıra aynı konuyu tam 6 sayı boyunca Fotoğraf isimli dergide de kaleme almış. Etkinliğe katılanlara özel olarak bu altı sayının derlemesini tek bir dosya halinde paylaştı.

Serkan Tuna, konser fotoğrafçılığının aslında biraz da olsa spor fotoğrafçılığına benzediğini söyledi. Çünkü kameranın önünde sürekli hareket halinde olan objeler var ve şarkının trafiğine göre onları en kritik anlarda çekebilmek gerekiyor. Spor fotoğrafçılığında genellikle bir ışık problemi yokken işte konser fotoğrafçılığının en büyük handikabı özellikle mekanlarda ciddi ışık sıkıntısı olması.

Konser fotoğrafçılığının Serkan Tuna’nın tabiriyle “kaymağı” turnelermiş. Tuna ise daha ziyade festivalleri fotoğraflıyor.

Etkinlik boyunca ülkemizin ve Dünya’nın bazı önemli konser fotoğrafçılarının isimleri zikredildi. Bu isimler şu şekilde:

  • Muhsin Akgün: Türkiye’nin en iyi konser fotoğrafçılarından ve Türkiye’deki en büyük konser arşivi de kendisindedir. Bu konuda yazılmış 2 kitabı (Söz ve Müzik: İstanbul 1 ve 2) vardır ve ülkemizde çalışmadığı gazete, dergi, yayınevi, yapım şirketi neredeyse yok denilecek kadar azdır. Kişisel sergileri, uluslararası basında çokça kullanılan eserleriyle bu alanda ülkemizin yüz akı denilebilecek seviyededir sanatçı.
  • Todd Owyoung: New York’lu sanatçı aynı zamanda bir Nikon fotoğrafçısı. Müzik fotoğrafçısı olarak yalnızca konserlerde değil tüm prodüksiyon süreçlerinde çalışmalarına devam ediyor.

Konser fotoğrafçılarını da bazı alt gruplara ve stereotiplere ayırmış Serkan Tuna. Yıllardır gittiği, gördüğü konserlerde tanıştığı onlarca fotoğrafçıyı gözlemledikten sonra kendi kendine şöyle güzel bir sınıflandırma yapmış:

  • Belgeselciler
  • Keskinciler
  • Reklamcılar
  • Undergroundcular
  • Kavramsalcılar
  • Hikaye anlatıcılar

Bu sınıflandırma esasında fotoğrafçılık eğitiminde de değinilen ve literatürde kısmen kendine yer bulan bir sınıflandırma. Burada belgeselciler, fotoğrafın belge niteliği üzerine çalışmalarını dayandıran fotoğrafçılardır. Örneğin yıllar önce dağılmış bir müzik grubu, yıllar sonra tek bir özel gösteri için bir araya geldiğinde belgeselci yaklaşıma sahip bir fotoğrafçı, bu özel gösteriyi asla kaçırmaz. Çünkü bu özel olay bir tekrarı daha olmayacak ve “belgelenmesi” gereken bir durumdur. Ya da örneğin keskinci denilen gruptakiler, “mükemmel kareyi” arayan kişilerdir. Her şeyin net ve kusursuz olduğu tek bir kare onlar için yeterlidir. Bir örnek olarak hikâye anlatıcılar ise başlı başına o etkinliğin hikayesini anlatmanın peşindedirler. Sanatçının mekâna gelişiyle başlayıp son ışık kapatılana kadar oradadırlar. Burada belgeselcilerle karıştırmamak gerekir çünkü belgeselci bunu çok özel bir etkinlik için planlar. Hikayeci ise bu bakış açısına katıldığı her etkinlik için sahip olabilir.

Gelelim Serkan Tuna’nın bizlerle paylaştığı tecrübelere. Kullandığı sunumda yer verdiği onlarca kare fotoğrafta hem yerli hem yabancı sanatçılar üzerinden fotoğraflarının hikayelerini de kısaca anlattı. (Bu fotoğrafların pek çoğu yukarıda bağlantı verdiğim Fujifilm blogundaki yazıda yer alıyor.) Zorlu PSM’nin Türkiye’deki en iyi ve kaliteli konser mekânı olduğunu söyledi. Burada yakın zamanda düzenlenen Blind Guardian konserine çeşitli evrak işleri yüzünden fotoğrafçı pass-card’ı alamamış. Dolayısıyla mekâna da fotoğraf makinesi sokamamış. O da bunun üzerine cep telefonuyla fotoğraflar çekmiş.

Çalışması en zor ismin Teoman olduğunu söylüyor. Etkinliğin öncesi, etkinlik sırası ve sonrasının oldukça tedirgin bir şekilde geçtiğini ifade ediyor. Ne yaparsan yap ama Teoman’ı kızdırma!

Gösterdiği fotoğraflar arasında fotoğrafçıya poz veren sanatçıları ayrıca sevdiğinden bahsetti ve o anda ekranda kim vardı? Eski In Flames, yeni The Halo Effect bass gitaristi Peter! Ah bu adamı çok seviyorum 🙂 Ankara’da oturduğu için, bu şehirde olan konserleri pek atlamamış. Gösterdiği fotoğrafların büyük kısmı Ankara’daki mekanlarda çekilen karelerdi. Eskişehir’de de izlediğimiz sevgili Şef Musa Göçmen’in Senforock konserleri (ki bu işe bu konserlerden birisi sayesinde başlamış), Heavy Stage 8 konserinde Carnophage’ın sahnesi gibi kareler aklımda kalan önemli karelerden bazıları.

Vurulup Düşen Asker

Etkinliğin en güzel yanlarından birisi de dinleyicilerin de aktif olarak katılım sağlayabilmesi oldu. Pek çok diğer sunumun aksine, Serkan Tuna’nın sunumunda bizzat dinleyiciler tarafından cevaplanmak üzere hazırlanmış başlı başına bir bölüm vardı: Fotoğrafçının sıkıntılı soruları. Örneğin bu iş, konser fotoğrafçılığı, bir sanat mı yoksa zanaat mı? Ya da üretilen işler birer belge mi yoksa reklam mı? Pekâlâ ortaya çıkan işleri değerlendirirken içerik mi yoksa biçim mi bizim için önemli olmalı? Bu saydıklarımın kati bir cevabı olmadığının farkına varmışsınızdır. İşte Tuna’nın da varmak istediği sonuç belki de buydu. Zira dinleyiciler olarak hiçbir soruda fikir birliğine varamadık. Bu konuları tartışırken Capa’nın çok meşhur “Vurulup Düşen Asker” fotoğrafına da atıf yaptı Tuna. Bu fotoğrafı kötü çekilmiş ve kısmen flu bir fotoğraf olarak mı değerlendirmeliyiz? Yoksa çekildiği iç savaş dönemine dair uyandırdığı fikirler açısından mı ele almalıyız? Burada yine benim de kısa süre önce blogda yer verdiğim Henri Carter Bresson’dan bir alıntı yaptı: “Keskinlik bir burjuva kavramıdır, oysa içerik her şeydir.

Etkinlik sona erdiğinde, o gün salona ilk gelen izleyiciye bir kitap hediye ederek İzbe Prints isimli hesabın, bu yayını yalnızca baskı ve kargo maliyeti karşılığında sunduğunu belirtti. Bu kitap konser fotoğrafçılığı üzerine hazırlanmış ve kolektif bir şekilde oluşturulmuş. Keşke şansıma ben kazansaydım, burada da yer verirdim. Ancak ilgili profilden sipariş edeceğim. Etkinlik bitti, insanlar salondan ayrılmaya başladılar ve ben de nihayet ayağa kalkıp yanına yaklaştım.

Etkinliğin başından beri çalışmalarıyla ve oldukça samimi tavırlarıyla dinleyicilerin beğenisini kazandığını düşündüğüm Serkan Tuna’yla sosyal medyadan takipleşerek bir de hatıra fotoğrafı çektirdik.

Kendisine kendi adıma teşekkür ediyorum. Eline, emeğine ve Eskişehir’e geldiği için ayaklarına sağlık. Umarım bir konserde yeniden karşılaşabiliriz. Fujifilm Eskişehir’e de bu güzel etkinliklere devam ettikleri için teşekkürü borç bilirim.

Kasım Dolunayında Gelenler: The Halo Effect, Melike Şahin

Yıl artık yavaş yavaş sona yaklaşıyor. Pandeminin sosyal hayatımıza etkisi var/yok arasında. Artık daha cesuruz ya da öyle görünmeye çalışıyoruz. Biz aşıya güveniyoruz, ancak aşı olmayanlar neye güveniyor onu bilmiyorum. Üçüncü doz aşımı henüz zamanı gelmediği için olmadım. Eskişehir’de aynı izole kitle ile görüştüğüm için açıkçası biraz daha rahat hissediyorum ancak yarın iki günlüğüne Ankara’ya gideceğim. Şehir dışı seyahatleri beni hep korkutuyor.

Bu ay yine seninle dopdolu geçti. Bazen sahaflarda, bazen bir kahvenin yanık tadında, cebimdeki son 10 lirada ve bir kere de sımsıcak bir ekmeği eve götürürken seninleydim. Adın öldürüyor, diriltiyor ve yine öldürüyor. Bunca zaman, böylesi günleri yaşamamıştık. Şu son birkaç haftadır işlerim çok yoğun. İş yerindeki yoğunluğa ek olarak, evde de artık iyiden iyiye yoruluyorum. Mert‘in iyice renklenen ve hareketlenen dünyasının giderek daha da vazgeçilmez renkleri olduk. Ama görmelisin, her gün biraz daha büyüyor. Artık yüzüme bakıp “Babba” bile demeye başladı 🙂

Geride bıraktığımız haftalarda birden bire ortaya çıkarak beni şaşırtan, mutlu eden iki güzel müzik olayı var. İlk olarak İsveç‘te muhteşem bir metal grubu kuruldu: The Halo Effect. Adeta bir yaprak dökümü misali, yıllar içerisinde In Flames‘ten kopan ve her birini sanki yakın arkadaşımmış gibi sevdiğim müzisyenler birleşip yeni bir grup kurdular. In Flames’ten ayrılma sırasına göre gitarda Jesper Strömblad, davulda Daniel Svensonn, bassta Peter Iwers, gitarda Niklas Engelin‘in yer aldığı gruba vokalde ise ilk dönem In Flames’in ve şu günlerde ülkemizde konserler veren İsveç’in büyük grubu Dark Tranquillity‘nin vokali Mikael Stanne eşlik ediyor. In Flames dinlemeye başladığım dönemdeki efsane kadrodan çok ama çok sevdiğim Jesper ile Daniel’in yer alması bile başlı başına bir olay iken ekibe dahil olan diğer abiler sayesinde şu sıralar The Halo Effect, dinleme listemin en başında yer alıyor.

Grup üyeleri sosyal medya hesaplarından yeni grubun kuruluşuna ilişkin ayrı ayrı müjde verdikten kısa bir süre sonra ilk single Shadowminds klibiyle birlikte yayımlandı. Yıllar sonra bu adamları bir arada görmek o kadar müthiş bir histi ki anlatamam! Günlerdir parçayı her dinlediğimde, hissettiğim sadakat ve mutluluk daha da artıyor. Grubu Amerikalılara satan, koskoca İsveç efsanesini Amerikan müzisyenlere devşiren vokalist Anders bu gelişmeyi nasıl karşıladı bilmiyorum ama kendisi de kısa süre önce “If Anything, Suspicious” isimli bir proje yayımladı ancak elektronik müzik tabanlı bu projenin Instagram profili pek de ilgi görmüş değil. Neyse biz kaliteye, The Halo Effect’e geri dönelim.

Shadowminds, grup elemanlarının kendi aralarında “yeni bir grup kuralım” fikri gündeme geldikten sonra “bakalım neler yapabiliyoruz?” gazıyla kaydettiği ilk şarkılardan. Klip post apokaliptik bir temayla çekilmiş. Klipte Dünya’nın içerisinden geçtiği pandemi süreci anlatılıyor. Klibin zirve anı Jesper’in ve Niklas’ın omuz omuza sola attıkları o an. Ekibin bir arada ve mutlu olduklarını mili saniyelik o bakışlarında görebiliyoruz. Albüm büyük ihtimalle önümüzdeki yıl çıkacak. Eğer şu ayarda birkaç şarkıları daha olursa ben kesinlikle büyük ses getireceklerine ve önümüzdeki yılın en iyi projelerinden biri olacaklarına eminim. Şu sıralar kendilerine ilgi büyük. 9 Kasım 2021’de yayımlanan klip sadece 12 günde 600.000 izlenmeye dayanmış durumda. The Halo Effect’e albüm yayımladıklarında yeniden döneceğiz.

Bir diğer güzel müzik olayını ise ben yaklaşık 9 aylık bir gecikmeyle keşfettim. Melike Şahin‘in Uykumun Boynunu Bükme isimli şarkısı. Galiba Twitter’da rastladım. Çok ama çok iddialı bir yorumla birlikte paylaşmıştı bir kullanıcı. “Ne kadar güzel olabilir ki?” diye linke tıklayıp açınca ve ilk notaları duyunca “Ne oluyor???” dedim. Parçayı dinlemeye devam edip ortalarına doğru başlayan melodiyi duyunca, bunu kesin Sabi Saltiel yapmıştır dedim. Ancak yanıldığımı anladım. Parçanın söz ve müziği Melike Şahin’e aitmiş ancak düzenleme ve tüm enstrümanları çalarak kaydeden ismi görünce “işte şimdi oldu!” dedim: Uri Brauner Kinrot. İsrail’in dahi müzisyeni. Zaten birkaç yıldır dinlediğim, Ouzo Bazooka isimli saykodelik grubunu takip eğittim bu eğlenceli adam işte yine karşıma çıkmıştı. Uykumun Boynunun Bükme, dokunaklı sözlerinin yanı sıra bana göre kaliteli müzikal yapısıyla da bu yıl ülkemizde dinlediğim en güzel şarkılardan bir tanesi. Melike Şahin’in bundan başka hiçbir şarkısını bilmiyorum ve dinlemedim. Ancak bu ay ki dolunay yazıma son vermek için, şu sıralar “Uykumun Boynunu Bükme” den daha güzelini bulamazdım!

2020 Yılımın Özeti

Mad Max: Fury Road filmini ilk kez sinemada izlerken filmin ilk aksiyon sahnesiyle koltuğumdan öne doğru fırlamış, bir daha da geriye yaslanamamıştım. İşte öyle bir yıl oldu 2020.

Blogun geleneksel yıl özeti yazısına hoş geldiniz. Bu özet yazıları, yıllardır her yılın sonunda yazdığım bir tür hesaplaşma, skor tutma, istatistik verme, racon kesme, kuyruğu kıstırma ve yazılması en uzun süren yazılar oluyor. Haydi, türümüzün son birkaç yüzyıldır yaşadığı en sıkıntılı yıllardan biri ve belki de en sıkıntılısı olan 2020 yılını nasıl geçirmişim hatırlayalım.

Bu yıl önceki yıla göre blogla daha çok ilgilenmeme rağmen, okuyucu sayımız biraz düşmüş. Ancak yazı sayısının önceki yıla göre ciddi oranda da arttığını söylemek lazım. Toplamda 80 yazı yayımlanmış blogda. Blogun son dört ayında WordPress ciddi bir güncelleme alarak “Blok” tasarımına geçti. Bunu okuyucu olarak siz fark etmediniz. Ancak içerik üreticisi olarak ben, ilk aylarda çok ciddi sıkıntı çektim. Ancak sonradan uyum sağlamayı başardım ve yazılar gelmeye devam etti. Tam 10 sene önce yazdığım “İyi Bir Münazara İçin İpuçları” isimli yazım bu yılında reyting rekortmeni. Hemen ardından Türkiye’nin belki de ilk ve tek Gillette Blue 3 ve Mach 3 koleksiyoncusu olmamı ispatlar şekilde, “Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri” isimli yazım en çok okunan yazım oldu. Ciddi bir sağlık problemi yaşadıktan sonra yazdığım “Bir Reflü Macerası” yazım en çok okunan üçüncü yazı oldu. Buna çok sevindim çünkü internette çok az yerde bulunabilen bir diyet ve yasaklılar listesini yayımladım bu yazıda. Umarım okuyan herkesin işine yaramıştır o liste. Google’a “münazara” yazarak bana ulaşan çok ciddi sayıda okuyucu olması sevindirici. Çünkü ben yıllar önce yazdığım o yazıma ek olarak bir yazı daha yazdım ve ilk yazıyı okuyan okuyucuların bu ikincisini de okumasını görmek iyi. Bloga en çok ziyaretçiyi arama motorları göndermiş. Bunun dışında sırasıyla Facebook, Twitter, Linkedin ve Instagram okuyucu göndermiş. Bu sene birkaç özel yazı için ilk defa reklam vereceğim. Bugüne kadar reklamdan bir kuruş kazanmadım. Ancak yıl içerisinde bazı özel yazılar yazmayı planlıyorum. Bunlar için reklam vereceğim. Bir de yakında My Resort için bir Instagram hesabı açmayı düşünüyorum. Ancak yazılarıma link veremeyeceğim için bunu nasıl yaparım ya da neye yarar, bunu iyice planlamam lazım.

İhsan Oktay Anar‘ın çeşitli dergilerde yayımlanmış küçük öykülerini derlediğim şu iki dosya (İhsan Oktay Anar’ın Minik Öyküleri Derlemesi ve İhsan Oktay Anar Minik Öyküler Derlemesi 2: Rabnûma) bu yıl en çok indirilen içerikler olmuşlar. Bu yıl onun İngilizce basılan tek kitabı olan The Book Of Devices‘ı aldım. Blogda en çok tıklanan görseller yüksek lisans diplomam ve reflü beslenme alışkanlıkları listesi olmuş. Haa bir de Gandalf var tabi. Bu yıl ülkemizden sonra en çok okuyucu ABD, Almanya ve can Azerbaycan’dan gelmiş. İngiltere’den yapılan 86 girişin ise en az yarısının bizim Seval olduğundan eminim 🙂

Şimdi gelelim aylık performanslara ve yaşananlara:

Ocak 2020: Yıl içerisindeki en kötü yazım performansı bu ay olmuş sadece 3 yazı! Bunlardan bir tanesi de zaten 2019 yılımın özetiydi.
:: Geçen yılın en büyük müzikal keşiflerinden birisi olan Altın Gün ön plana çıkmış. Bana göre şimdiye dek çektiğimiz en iyi cover videolarından birini çekmişiz ve Altın Gün yorumuyla “Kolbastı” çalmışız. Sağ olsun Cem‘in bağlama da akmış gitmiş valla 🙂
:: Yıllar sonra nihayet blogun arka planını değiştirmişim. Ayrıca Gillette tıraş bıçağı koleksiyonum için de ayrı bir sayfa açmışım.

Ocak 2020’de kullandığım üst resim

Şubat 2020: Toplam 5 yazı. Eh, fena değil. Bu ay yılın hareketlenmeye başladığı, Covid-19‘un duyulmaya başlandığı bir aydı. Başımıza neler geleceğinden habersiz, öylece bekliyorduk.
:: Alper ve Özge nişanlandı. Bu yılın ilk düğün/dernek haberi Alperler’den geldi. Hep birlikte Ankara’ya gittik. Böylece Özge’nin ailesiyle de tanışma imkanımız oldu. Yıl içerisinde de pek çok arkadaşımızın güzel haberlerini almaya devam ettik.
:: Kendime nihayet bir masaüstü bilgisayar toplayabildim. Tabi bu gelişmede en büyük pay Kerem Bey‘in ve Lütfi Abi‘nin. Sağ olsun Kerem Bey’in bir kıyıda kalmış emektar bilgisayarını aldıktan sonra ram ve SSD takviyesi yaparak şu anda da kullandığım bilgisayarı hayata döndürmüş oldum.
:: Yağız ve Alper’le birlikte, şimdiye kadar yaptığımız en prodüksiyonlu videomuzu yaptık. Yıllardır severek dinlediğim büyük üstat Ennio Morricone’yi de andık böylece.
:: Kendime bir 75-300 odak uzunluklu zoom lens aldım. Böylece özellikle dolunaylarda çok daha güzel görüntüler çekebilmeye başladım.

Mart 2020: Bu ay toplam 8 yazı yazdım. Ayrıca çok fazla sayıda eski yazımı da güncelledim. Özellikle eski görsellerin linkleri öldüğü için blogun arka planında epey hummalı bir çalışma devam ediyor. Ülkede de bu aydan itibaren Covid salgını ciddi bir boyuta taşınmıştı. Yakın zamanda iki arkadaşımız HazalUtku ve BetülMustafa yeni evlerine taşındılar. Ayrıca bu ay Antalya’ya bir eğitim çıkmıştı, Yunus Emre‘yle birlikte gidecektik. Ancak Covid nedeniyle iptal edildi.
:: Orta Dünya’ya ait yepyeni kitaplar yayımlandı ve ben hepsini kitaplığıma ekledim. Şu anda birkaç eksik dışında gayet iddialı bir Orta Dünya kitaplığım oldu.
:: Ali Sami Yen‘e bir kere daha, bu sefer de Alperler’le gittim. Orada Özlem ve Ceyhun da ekibe katılınca müthiş bir gün ve müthiş bir maç oldu. Galatasaray’ımızın o yıl seyirciyle oynadığı son maçtı bu. Bir hafta sonra tüm ülkede Covid alarmları çalmaya başladı.

:: Çok uzun süredir arşivime katmak istediğim Daft Punk‘ın Random Access Memories isimli albümünün plağını nihayet alabildim.
:: Yıllardır karşılaştığım en kötü virüs bilgisayarıma bulaştı. Hep duyduğum ama bir şehir efsanesi olarak dinlediğim .remk virüsü bilgisayarıma bulaşıp tüm dosyalarımı şifreledi ve şifre için benden 980 dolar para istediler. Neyse ki (hala şükrediyorum) %99 oranında yedeklerim sayesinde kayıpsız olarak kurtuldum. Ancak bu bana yaklaşık 1 haftaya mal oldu.

Nisan 2020: Pandemi ülkeyi kasıp kavurmaya başladı. Evlere kapandık. İşe dönüşümlü olarak gidiyoruz. Karamsarlığın en üst düzeyde olduğu bir aydı. Arkadaşlarımız bir biri ardına evlilik tarihlerini ertelediler. Bu ay 8 yazı yazmışım.

:: Yıllar sonra arşivden bulunca Hobbit’in orijinal illüstrasyonlarını yayımladım. Eğer gözden kaçıran varsa muhakkak indirip arşivlesin.
:: Ülkemizin rock ve metal müzik kültüründe önemli bir paya ve yere sahip olan Çağlan Tekil bu ay hayatını kaybetti. Geçirdiği beyin kanaması sonucu bir sürede komada yaşam savaşı verdi ancak daha fazla dayanamadı. Bu yazıda “Şimdi ardından Head Bang ne olur, yeni sayı yayımlanır mı, yoksa Baron’la birlikte bu efsane de ölümsüzlüğe doğru yelken açar mı bilmiyorum.” demiştim. Birkaç ay sonra Head Bang son bir sürpriz yapacaktı.
:: Mach3 koleksiyonuma iki önemli parça eklemişim.
:: Bir süredir uğraştığım fotoğraf stoklama işlemini nihayet yapabilmişim. Bu sayede ayın çok daha net fotoğraflarını çekebiliyorum.
:: Halen daha hayatımızın en büyük maceralarından biri olarak nitelendirdiğimiz Gelibolu Maceramıza ait yıllar sonra bir keşif yaptım. Üstelik yıllar önce yazılan yazılardaki görselleri de güncelledim.

2012 Aralık

Mayıs 2020: Pandemi tüm ülkede devam ediyor. Nisan ayına göre biraz daha iyiye gidiyor durum. Bu ay yine 8 yazı yazmışım. “Evde kal“manın en büyük faydalarından birisi bu oldu. Bir de elbette bu yılın bizim için en büyük, en önemli ve en güzel olayı var: Mert Ekin dünyaya geldi.
:: İhsan Oktay Anar’ın daha önce hiç okumadığım bir öyküsünü keşfettim: Rabnûma. Yıllardır üstadın kaleminden yeni şeyler okumuyoruz. Bu öyküsü de 1989 yılında kaleme aldığı bir öykü. Tarzının oturmaya başladığı dönemler. Hoca bu öyküden 5 yıl sonra da Puslu Kıtalar Atlası’nın yayımlayacak.

:: Aylardır beklediğimiz mucize gerçek oldu ve sevgili yavrumuz Mert Ekin dünyaya geldi. Pandeminin ortasında, gözden uzak ve tedirgin geçen birkaç günün ardından yuvasına geldi. Ben bu satırları yazarken Mert’in 8 aylık olmasına birkaç gün kaldı. Buraya da yeni doğan değil de şimdiki halinin bir fotoğrafını ekliyorum. Yılbaşında çektik.
:: Bu yılın en iyi projelerinden birini daha başarıyla tamamladım. Mini vidalama makinesi yaptım. Bu projeyi yaparken bana destek olan Türker, Süha ve Murat‘a bir kere daha teşekkür ederim.
:: Bu yılın en gurur verici çalışmasına imza attık hem de neredeyse tüm arkadaş gurubumuz bir arada! 19 Mayıs’ta “Hoş Gelişler Ola” marşını çaldık hep birlikte ve ortaya yıllar sonra bile keyifle hatırlayacağımız güzel bir video çıktı. Emeği geçen tüm dostlara bir kere daha teşekkür ederim. Bu arada üç kardeş birlikte yer aldığımız ilk müzik videomuz da bu oldu.

:: Murat İlkan‘ın Fanus albümünün hatalı basılan ilk plağını aldım. Hem Murat İlkan’ı çok sevmem hem de koleksiyon değeri olan bir ürün olduğu için hiç kaçırmadım. Plak dinlenebiliyor ancak mastering’i çok yetersiz ve parçalarda çok ciddi hatalar var.
:: Nereden esti bilmiyorum ama daktilo alırken dikkat edilecek konulara ilişkin güzel bir yazı yazmışım. Bu sene çok okunan bir yazı olmadı ama reytinglerinin giderek arttığını görüyorum. Birkaç seneye blogun önemli yazılarından birisi olabilir.

Haziran 2020: Bu ay sadece 4 yazı yazmışım. Rehavet oldu tabi. Bütün ülke de tıpkı benim gibi rehavete kapıldı. 1 Haziran’da pandemi yasakları sona erdi. Covid 19’da tünelin ucunda birazcık ışık görmüşken, vak’a sayılarını nihayet 100’ün altına düşürmüşken ve tam da tedbirlerin korunması gerektiği yaz sezonun açılışıyla tüm tedbirler kalktı. Aylardır kapalı kalan halk bir anda hiç olmayacağı kadar dolaşıma çıktı. Bankalar insanlar tatile gitsin diye kredi verdi. Tatil sezonuyla çakışmasın diye üniversite sınavı ertelendi. Bunun bedelini de elbette birkaç ay sonra çok daha şiddetli bir şekilde ödeyecektik.

:: Mustafa, Massive Agressive isimli iç dekorasyon butiğini açtı. Başlangıçta steampunk esintili objelerde kısa sürede Instagram’da beğenileri toplamayı başardı. Her geçen gün satış ağını da genişletiyor.
:: Alper’le birlikte en sevdiğimiz Türk gruplarından olan Pentagram’ın en sevdiğimiz iki şarkı This Too Will Pass ve Lions In A Cage’i coverladık.
:: Yıllardır istediğim ancak bir türlü fırsat bulamadığım bir şeyi yaptım ve kendi el yazımı bir fonta dönüştürdüm.
:: Ülkemizde basınında da yer alan ancak kimsenin tek bir kare fotoğrafını bulamadığı dergiyi Seval sayesinde Almanya’dan buldum. Seval’in Almanya’dan bana yaptığı son iyilik bu olacaktı. Çünkü bir süre sonra İngiltere’ye taşınacaktı.

Temmuz: Bu ay blogda 7 yazı yazmışım. Önceki yıllarda genede tatile falan gittiğimiz için Temmuz pek yoğun geçmezdi ancak bu sene Covid’den dolayı evlerde kaldığımızdan fena bir ortalama değil.

:: Biricik dostum Selçuk Ceylan‘ın yepyeni iki kitabını daha okudum. Selçuk’un yazdığı kitap sayısı 6’ya ulaştı.
:: Yılın en iyi dolunayını yılın en sevdiğim ayında yaşadım. Ender ve Alper’le birlikte Ghost’un Ritual parçasını coverladık.
:: Büyük üstat, çağımızın en büyük müzisyenlerinden Ennio Morricone hayatını kaybetti. Türkiye’de kendisinden ve eserlerinden en çok bahseden bloglardan birisi olan My Resort’ta, olabildiğince güzel bir yazı yazarak uğurladık ustayı.
:: Utku ve Alper’le pizza yeme yarışmasına katıldık. Ben dereceye giremedim ama Alper ikinci, Utku üçüncü oldu.
:: Hayatımın en sessiz sedasız doğum günlerinden birini geçirdim. Aynı dönemde In Flames, Clayman albümüne 20. yıl özel baskı yayımladı. Ben de bu albüm ve Fury filmi için birkaç yeni baskı tasarladım.

:: Okulda bu yıl düzenlenmeye başlayan çevrimiçi Öğrenci-Mezun Buluşmaları etkinliğinde bölümümüz ve mesleğimiz adına bir sunum yaptım. Keyifli bir akşam oldu. Bir kere daha, beni davet eden sevgili hocalarıma ve öğrenci arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Blogda bahsetmesem de bu yıl bu şekilde pek çok çevrim içi etkinlik oldu. Covid-19’un hayatımıza kattığı farklı tecrübelerden birisi de bu oldu.
:: Çok kıymetlim ve yıllardır eski baskıları astronomik fiyatlarla satıldığı için alamadığım Nur Yoldaş’ın Sultan-i Yegah albümü yeniden plak olarak basıldı. Üstelik şeffaf, kırmızı renkli ve gatefold olarak. Hemen aldım.

Ağustos 2020: Yaz bütün rehavetiyle devam ediyor. Covid yavaş yavaş ülkeye yeniden yayılmaya devam ediyor. Gerçek rakamların kelime oyunlarıyla gizlendiği yönünde toplumda ciddi bir kuşku ortaya çıktı. Bir süre sonra bu kuşkuların haksız da olmadığı görülecekti. Bu ay toplam 7 yazı yazmışım. Bu ay hem Koray ve Tuğba‘nın hem de Alper ve Özge’nin düğünleri vardı. Koray ve Tuğba’nın Antalya’daki düğününe gidemedim.

:: Alper tam 14 yıl sonra Eskişehir’den taşındı. Blogda yazdığım en depresif yazılardan birini yazdım. 2020’nin en kötü anlarından birisiydi veda anı. “Fotoğrafların kesilmiş yerlerini saklamayı yıllarca becerdim ama artık sen de yoksan çerçevede çok azımız kalıyor o yıllardan.”
:: Kiracı olarak oturduğum evde büyük bir tadilat yapıldı. Ustaların da temiz çalışmamasından dolayı toparlanmak epey uzun sürdü. Ancak yine de ustaların hakkını yemeyeyim, en azından kısa sürede tamamladılar. Temizlik uğraştırdı biraz.
:: Özge ve Alper’in düğünü oldu. Bursa’ya gittim düğün için. Corona’nın gölgesinde korka korka yaptığımız, çok şükür kimseye de bir şey olmadan tamamladığımız bir düğün oldu.
:: Gillette Blue 3, beni şaşırtarak üç büyükler (Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş) renklerinde tıraş bıçakları çıkardı. Koleksiyona bir anda üç bıçak daha eklenmiş oldu. Ülkenin en iddialı koleksiyonuyum.
:: Bir klasik olan Fahrenheit 451‘i okudum. Kitap başta sarmadı, epey zorladı ancak sonradan çok hoşuma gitti. Filmini izledim ve çizgi romanını sipariş ettim. Bir de Eskişehir’de Fahrenheit 451 isimli bir sahaf keşfettim. Mehmet‘in sayesinde Devran’la tanıştık. İlerleyen günlerde de Devran’dan epey bir kitap alacaktım.

Eylül 2020: Covid’e karşı alınan önlemlerin göstermelik olduğu anlaşıldı. Özellikle Kurban Bayramı’yla birlikte memleketin dört bir yanına dağılan vatandaşlar sayesinde en küçük köylere bile virüs ulaştı. Nisan ayından daha beter bir duruma doğru ülke sürükleniyordu. Bu ay toplam 7 yazı yazmışım.

:: Grafik tablet aldım. Okulların açılmayacağı ve derslerin uzaktan yapılacağı anlaşılınca bir fırsatçılık ülkesi olan Türkiye’de 300 liralık ortalama grafik tabletler 600-700 liralara fırladı. Milli Eğitim Bakanı’nın eğitim uzatan yapılacaktır diye açıkladığı gece neredeyse %100 zamlandı tüm tabletler.
:: Yağızhan mezun oldu. Sagopa Kajmer, Yunus EP isminde bir albüm çıkardı. Bu albüm benim yıllar sonra dinlediğim ilk yeni Sagopa albümü oldu.
:: Gıda Dedektifi Musa ÖZSOY’un “Ne Yediğinizi Biliyor musunuz?” isimli kitabını okudum. Yalan yok, gıda endüstrisi hakkında daha önce bilmediğim pek çok yeni bilgi öğrendim. Ayrıca gıda tercihlerimi yeniden gözden geçirmemi sağladı.
:: Scooter aldım. Xiaomi M365 marka modelli scooter, bu yıl aldığımız en verimli aletlerden birisi oldu. Özellikle şehir içi ulaşımda büyük bir devrim yarattığını söyleyebilirim.

Ekim 2020: Blog açısından iyi geçen, 9 yazılık bir ay oldu. Covid’in daha da kötü bir hal aldığı artık kabul edildi ve yeni tedbirler alındı. Bu ayın diğer bir özelliği ise Sertan ve Ayşe‘nin biricik yavrucukları Özüm dünyaya geldi. Mert doğduğunda yaşadığımız heyecanı, bu sefer de Özüm için yaşadık 🙂

:: Şevkiye‘nin teleskobunu ödünç aldım. Aynalı teleskop hiç kullanmamıştım. Ancak kurduktan sonra epey bir keyif verdi.
:: Bir devrin sonu geldi ve Head Bang 6, Çağlan Tekil’in yarım bıraktığı işi tamamlamak için son kez yayımlandı. Head Bang devri sona erdi. Müthiş bir bir veda sayısı olmuştu.
:: Efendi, 2020 yılı içerisinde tam üç tane single yayımladı. Bu yıl umarım yeni albümleri çıkar.
:: Plak koleksiyonumdaki ilk long playlerden biri olan Kamuran Akkor’un Boşver Üzülme plağı için yıllar sonra bir kapak yaptım.

Kasım 2020: Yıl sonu yaklaştıkça doktora teziyle ilgili kaygılarım da tavan yapmış durumdaydı. Covid’in tedavisine dair her kanalda aşı çalışmalarıdan bahsediliyor. Biz de yeni bir dönüşümlü çalışma sistemine geçtik. Bu ay 5 yazı yazabilmişim.

:: Yıllardır kitaplığıma katmayı çok istediğim Harry Potter’ın resimli baskılarını Merve’nin hediyesiyle aldım. Kitaplarım açısından bu yılın şüphesiz en müthiş olayı buydu. Aynı dönemde bir de Buz ve Ateşin Dünyası isimli Game Of Thrones evreni kitabını aldım.
:: Anneannem Kars’ta vefat etti. Yıl boyunca uzak akrabalarımızın, birkaç tanıdığımızın Covid’den dolayı vefat haberini almıştık. Ancak anneannemin vefatı hepimizi yaraladı. Onu bu şekilde kaybetmek tarifsiz. Hala da ne diyeceğimi bilmiyorum. Gidemedik göremedik. Işıklar içinde uyusun, mekanı cennet olsun.

Aralık 2020: Yılın son ayında 8 yazı yazmışım. Bu yıl da böylece bitmiş oldu. Covid’e karşı geliştirilen aşı haberleri büyük bir mucize gibi karşılandı Dünya’da. İnsanlar umut beslemeye başladılar. Çünkü ekonomi çok kötü durumdaydı. Aşı haberleri ve ülkedeki bir takım siyasi gelişmelerden dolayı (Maliye bakanı istifa etti) ekonomide olumlu yönde kıpırdanmalar oldu. Eve kurutma makinesi aldık. Resmen bayram havası yaşanıyor günlerdir 🙂
:: Tam 15 yıldır bıkmadan, sıkılmadan izlediğimiz Supernatural dizisi final yaptı. Hayatımızın yarısına eşlik etmiş abilerim Sam ve Dean Winchester’a veda ettik.
:: Kendime iyi bir tripod aldım. Bu sene 75-300 objektiften sonra fotoğrafçılığa yaptığım son yatırım bu oldu.
:: Avatar’ın “Verilen Söz” isimli çizgi romanı ilk defa Türkçe yayımlandı.

:: Yıllardır kullandığım emektar bendirimi modifiye ederek yeni bir bendir sahibi oldum. Devrim yaratan akort sistemi sayesinde çok başarılı tonlar elde edebiliyorum.
:: Çok sevdiğim Fury filminin Amerika’dan aldığım soundtrack plağına kavuştum.
:: Cidesphere’in Dawn Of A New Epoch albümünün plağını aldım. Bu yılın en iyi metal işlerinden birisiydi bu albüm.

Bu yıl iş yerindeki üçüncü yılımdı. Önceki yıllara göre biraz daha karamsardım bu yıl. Hayal kırıklıklarım çok fazlaydı. Bu yıl vedaların yılı oldu. Geçici süreliğine de olsa Pınar ve Melike gittiler. Lütfi abi ve Şükrü abi gibi değerli abilerimiz emekli oldular. İsmihan abla emekli oldu. Biricik arkadaşımız, en yakın arkadaşımız Caner ise en büyük darbeyi vurdu ve Zonguldak’a tayin olarak gitti. Üç yılın ardından ilk defa bu yıl şubeler arası ufak görev değişiklikleri oldu. Sevgili oda arkadaşım Hülya Hanım diğer şubeye, kıymetli arkadaşım Sanem Hanım da bizim şubeye geçti ve yeni oda arkadaşım oldu. Masam değişti. Gerçi itiraf etmek gerekirse masamın değişmesine çok ama çok sevindim. Bu yıl uzaktan çalışma kavramıyla tanıştık. Bütün bir yıla baktığımızda da yine iş yoğunluğumuzu Sıfır Atık, mahkemeler, yılın ilk dönemlerinde gürültü şikayetleri oluşturdu. Bu yıl ne yazık ki hiç spor etkinliğimiz olmadı. Sadece iş yerinde değil, Covid’in başlangıcı olan Mart ayından itibaren spor salonlarının kapatılması nedeniyle dışarıda da spor yapma imkanım olmadı. Spor salonu ekibiyle dışarıda görüştük. Enes, tam da bu dönemde askerden geldi. Erhan Abi ve Enes’le birkaç defa buluştuk.

Gelelim Instagrama. Bu yıl Instagram’da çok güzel coverlar paylaştık. Ayrıca koleksiyonla alakalı güzel derlemeler yaptım. Hepsini değil ama bir kısmını aşağıda paylaşıyorum.

Bu yılın da en sekmeyen yazıları dolunay yazıları oldu. Hatta bu sene 12 değil, 13 tane dolunay yazısı yazdım. Bu yazıların en güzel özelliği o dönem sahip olduğum ruh halini çok iyi yansıtmaları. Ayrıca müzikal çalışmalarımız da genellikle bu yazıların içerisinde veriyorum.

Youtube’u çok ihmal ettim. Çok ihmal ettim ve sadece 1 video yayımladım. Belki 2021’de daha dolu geçer. Covid pandemisi aslında evde kaldığımız dönemde film ve dizi izlemek için uygun bir zamandı. Ancak hem Merve’nin hamileliğinin son dönemleri olması hem de Mert’in doğmasıyla birlikte hayal ettiğimiz gibi olmadı film izleme olayı. Yine de Netflix‘te epey bir şeyler izledik. Bunların içerisinden beğendiklerimden bazıları Old Guard, Cinayet Süsü, Nice Guys gibi filmler oldu. Bu arada umarım Old Guard’ın devam filmi çekilir. Şunu fark ettim ki eski filmleri izlemeyi daha çok seviyorum. Fury, Yüzüklerin Efendisi, Kapıdaki Düşman, Er Ryan’ı Kurtarmak gibi filmleri senede birkaç kere izliyorum. Mesela How I Met Your Mother‘a başladık yeniden.

Halen izlemekte olduğum İkinci Dünya Savaşı’nın En Önemli Olayları isimli belgesel ise hayatımda izlediğim en derli toplu 2. Dünya Savaşı belgeseli. Bu yıl ayrıca Atiye, Breaking Bad, Spartacus ve La Casa De Papel‘i izledik. Netflix dışında bu yıl Mustafa sayesinde Amazon Prime‘ı da denedim ama burada da birkaç eski film dışında yeni bir şey izlemedim. Bunlardan bağımsız olarak 1917 isimli film muhteşem bir WW1 filmiydi. Ayrıca ilk defa izlediğim Bone Tomahawk da yıllar sonra izlediğim en iyi western filmiydi.

Bu yıl edebiyatla dopdolu geçti. Bunda da en büyük pay Hicri Bilakis Kuşçu‘nundur. Bugüne kadar yıl içerisinde okuduğum, aldığım kitapların sayısını tutmazdım. Ayrıca kitaplara dair yaptığım incelemeleri de yazmazdım. Onun yılbaşından hemen önce verdiği Metis Ajanda 2020 – Ya Kebikeç! sayesinde bu envanteri günden güne tutabildim. Bu ajandanın en güzel yanı, ihtiyacınız olan her şeyi içeriyor olması. Önemli günleri, dolunay takvimi, özel sözler, yazarları eserlerinden alıntıları (ki bunlar bile başlı başına bir okuma kaynağı), küçük bir not bölümü, telefon rehberi ve birkaç faydalı bilgi. Yoğun geçen bir yıl olmasına rağmen baş ucumdan kitabı hiç eksik etmedim. Bu yılın ilk kitabı Borges’in Ficciones: Hayaller ve Hikayeler oldu. Burada yer alan Artificos kısmı müthişti. Bu yıl okuduğum en iyi kitaplar ise Alamut, Malafa ve Sapiens oldu. Bunu Herkes Bilir ve Meteor Avı‘nı yarıda bıraktım. Ayrıca Zaman Makinesi ve Fahrenheit 451‘den çok etkilenip çizgi romanlarını aldım. Bu yıl çeşitli yollarla (satın alarak, hediye olarak, takasla, ücretsiz olarak ve hibe edilerek) elime toplam 93 kitap geçmiş. Bunlardan 30 tanesi Jules Verne kitapları.

Jules Verne demişken, hayatımın Jules Verne’yle dopdolu geçen yıllarından birisiydi. Yılın ortalarında Murat Haser isimli ülkenin en büyük Jules Verne koleksiyoncusuyla tanıştım internetten. Paylaşımları üzerinden epey muhabbet ettik. Bu sayede benim tamamladığımı sandığım bazı serilerin eksik olduklarını görüp tamamladım. Ve İthaki koleksiyonumu sadece son kitap (46 no) eksik olmak üzere tamamladım. ALFA Yayınlarının “Olağanüstü Yolculuklar” serisine başladım. Bu serinin güncel bir seri olması nispeten işimi kolaylaştıracak.

Müzik. Bütün yıl boyunca dinledim. Hastanede doğum için kontrole gidince de dinledim, sabahları işe giderken de dinledim. Kulaklığım bozuldu ve aylardır servisten gelmedi. Dışarıdayken idare ediyorum başka kulaklıklarla. Bir gün Ender’le buluşmuştuk. Arabada radyoda bir şarkı duydum. Giriş melodisi acayip hoşuma gitti. Yıl boyunca da dinleyip durdum: Kahraman DenizUzak Gelecek. Oluyor böyle takıyorum bazı şarkılara. Mesela hiç tarzım olmamasına rağmen Kül, Dünya’dan Uzak ve Kentsel Dönüşümler isimli şarkıları da çok beğendim. Sagopa Kajmer’in de girişteki strachleri çok hoşuma gittiği için Pankart isimli yeni şarkısını beğendim. Bir de keşif yaptım ki keşfettikten sonra defalarca dinledim. İstanbul Şarkıcıları isimli oluşumun Köroğlu Dağları isimli şarkısı. 1980 yılında yayımlanmış. Müthiş bir şarkı. Bir de bahsetmezsem olmaz, Ouzo Bazooka‘nın Space Camel isimli şarkısı var ki klibiyle falan muazzam. Mert’i kucağıma alınca bunu açıp dans ediyoruz. Gerçek saykodelik budur!

Metal müzik dünyasında ise epey gelişmeler yayımlandı. In Flames, Clayman albümünün 20. yılına özel bir EP yayımladı. Eski şarkıların yeni düzenlemelerini içeriyordu. Yeni düzenlemelerin hiçbirini beğenmedim. Ancak albümün remastered halini beğendim. Deftones, Ohms isimli albümünü yayımladı. Albüm aklımı başımdan almadı ama kötü de değildi. Önceki albümden çok daha iyiydi. Deftones ayrıca başyapıtları White Pony’nin 20. yılına özel bir Anniversary Edition yayımladı. White Pony x Black Stallion isimli bu double albümde ilk albümün remastered şarkıları ve remiksleri yer aldı. Remikslerin bazıları resmen bambaşka şarkılar olmuşlar. Çok beğenmedim. Katatonia, City Burials isimli yeni albümünü yayımladı ancak olmadı, yaprak kımıldamadı bende. Yine bir başka grup Linkin Park da Hybrid Theory albümlerinin 20. yılına özel bir albüm yayımladılar. İçerik olarak çok zengindi ancak çok da pahalı olduğu için almak mümkün değildi. Yine de eski videolarını yeniden düzenleyip renkleri ve çözünürlüğü olağanüstü hale getirdiler. Sırf bu bile yetti de arttı. Yıllar sonra oturup Linkin Park dinledim. Hatta şu anda da In The End çalıyor.

Ülkemizde de müzik piyasası covid’e rağmen üretkendi. Konserler olmadı ama gruplar evlerinde üretti. Grupların bir dönem evlerinden yaptığı cover ve akustik çalışmaları beğeniyle izledim. Bu yılın en yeni yepyeni grubu benim için Bipolar Architecture oldu. Heretic Soul‘dayken de çok beğendiğim Sarp‘ın yeni grubu. Depresif melodilerin üzerine yaptığı vokali özellikle beğendim. Şu anda grubun üç şarkılık bir EP’si ve bir de single çalışması var. Bu yıl umarım onların adına daha iyi geçer. Canımız ciğerimiz Pentagram‘ımız yeni bir albüm çıkarır diye bekliyorduk ancak “Bu Düzen Yıkılsın” isimli bir single yayımladı. Bir de video çekti. Beğenmedim. Ancak şu açıdan mutlu oldum ki Pentagram yola sekiz kişi olarak devam edecek gibi görünüyor. Cidesphere, bu yılın en iyi albümlerinden birini çıkardı: Dawn Of A New Epoch. Yılın son aylarına denk gelmesine rağmen Spotify’ım da ilk üçe girdi albüm. Özellikle Sacred Patronage bu yıl favori metal şarkım oldu. Sabhankra bu yıl yeni bir materyal üretmedi, konserler verdi. Ancak 2021’de yeni bir albüm yayımlayacaklar. Yani aslında bu dönemi onlar da üretmek için kullandılar. Bu yıl onlarca albüm çıktı elbette ancak belki de bunları ben de ilerleyen yıllarda keşfedeceğim için buraya fazla detay yazmıyorum. Son olarak baş tacım Black Omen‘in ilk demosu kaset formatında yayımlandı. Bununla ilgili ayrı bir yazı yazacağım için detay vermiyorum.

2020’nin ilk aylarında verdiğim bir yedek parça siparişi vardı. Aralık ayının ilk haftası geldi ve yanlış geldi. Yeniden sipariş oluşturdum bekliyorum. Ayrıca Pioneer servisinden hala kulaklığımı bekliyorum. Umarım bunlar bu yıl gelir. Koray’ın istediği Mor ve Ötesi – Deli parçasının davul videosunu hala çekemedim. Onu bitireceğim. Sercan’la bu yıl üç kere görüştük. Ocak ayında Eskişehir’e geldiğinde ve Alper’in düğününde. Volkan’la ise görüşemedik hiç. Sercan‘a doğum gününde güzel bir kolaj video yaptık. Beğenmedi 🙂 Bursa’dan isimsiz bir mektup geldi. İçerisinde uzunca bir plak listesi vardı. Beni nereden buldu, ismime ve adresime nasıl ulaştı bilmiyorum. Ama iç içe de sevinmedim değil. Zaman zaman açıp okuyorum.

Yazmayı yukarıda unuttum ama kardeşim Mustafa, Kocaeli Üniversitesi’nden Osmangazi Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Dolayısıyla iki yıldır süren çilemiz nihayet bitti. Nihayet yeniden Eskişehir’de toplandık. Bu yılın güzel gelişmelerinden bir tanesiydi bu. Tabi ki bir diğer Mustafamız da nihayet gitti Trabzon’da nişanlandı Kübra’yla. Mustafa şüphesiz son yıllarda hayatımıza giren en değerli adamlardan. Ama Kübra da o kadar müthiş bir insan ki bazen diyorum acaba Mustafa’yı mı daha çok seviyoruz Kübra’yı mı 🙂

Bu yıl Ferit sağ olsun bana bir sürpriz yaparak hazırladığı exlibrisi göndermiş. Ben de mektuplarımda kullanıyorum bunu. Kendisi yıllar sonra Kütahya’dan ayrıldı. İzmir’e tayini çıktı. Elbette Kütahya demişken bir diğer sevgili kardeşimiz Gürcan‘dan da bahsetmezem olmaz. O da bir kere Eskişehir’de beni ziyaret etmişti. Pandeminin hızlanmaya başladığı günlerdi. Sonrasında iade-i ziyaret fırsatım olmadı. Ama 2021’de şartlar düzelirse Gürcan’ı Kütahya’da ziyaret etmeyi planlıyorum.

Evet, yılın özeti yazılarımın olmazsa olmazı olan Hedefler bölümüne geliyoruz. Bakalım geçen sene kendimize hangi hedefleri koymuşum, neleri başarmış, neleri yapamamışım. En önemlisi de, önümüzdeki yıl neler yapmak istiyorum? 2020 yılı için hedeflerim şunlardı:

  • Elektronik davuluma bir ilave crash zili almak (Olmadı, alamadım. Ancak bozuk bir aksamını tamir ettirdim)
  • Kendime yeni bir bilgisayar toparlamak ve bunu olabildiğince ucuza yapmak. (Harika! Bunu başardım!)
  • Bir şarkıyı baştan sona düzenleyip cover olarak yayımlamak. (Bunu da yaptım sayıyorum, çünkü birkaç şarkıyı baştan sona olmasa da coverladık ve düzenleme yaptım)
  • Konsept bir fotoğraf çalışması yapmak. (Başarısız sayıyorum. Gerçi Alper’in düğününde epey bir çektim ama olsun, bu hedefi yazarken hayal ettiğim şeyi yapamadım)
  • Tank maketimi bitirmek. (Olmadı, yapamadım)
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak. (Olmadı, alamadım)

Evet, hedefler açısından çok da parlak geçmemiş anlaşılan. Moral bozmayalım ve kendimize 2021 için yeni hedefler koyalım. Önceki senelere kıyasla daha minimal hedefler koyuyorum çünkü Covid-19’un ne zaman biteceğini kestiremiyorum. Buyurun:

  • Elektronik davuluma ilave bir crash zili almak
  • Tank maketimi bir diorama ile bitirmek
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak
  • Doktoramı bitirmek
  • Eğer covid-19 nihayet tüm ülkede sona ererse iki farklı zamanda tatile gitmek
  • Alper’in isimsizini bitirmek

Bir önceki yıl şöyle yazmışım: “Umarım 2020 pozitif şeylerle dolu bir yıl olur. Hayatımızın belki kökten değişeceği, belki dibe vuracağımız, belki de göklere çıkacağımız bir yıl olacak. Hazırlıklı olmakta fayda var.” Hazırlıklı olamadık açıkçası. Yıl boyunca çok fazla şey kaybettik. Sevdiğimiz insanları, yakınlarımızı kaybettik. Afetler ve hastalıklar yüzünden çok insan öldü. Ama pek çok yavru da bu yıl gözlerini açtı hayata. Mert Ekin, bizim için bu yılın tek güzel şeyi oldu. Her şeyden habersiz, üç beş kişilik dünyasında yaşamaya devam ediyor 🙂 Ben bu yıl da buralarda olacağım sevgili okur. Bu yazıda unuttuğum bir şeyler muhakkak vardır. Lütfen bana yazın, hatırlatın. Umarım 2021 yılı her birimiz için daha farklı ve daha güzel olur. Unutma, gökte dolunay olduğu sürece Dünya’dan bir çift göz ona bakacak.

Dünya Proofhead Günü: Doğum Günü, 32, İhsan Oktay, Özel Tasarımlar

Her yılın 19 Temmuz günü, Eskişehir’de birkaç evde coşkuyla kutlanır. Dünya Proofhead Günü olarak da bilinen bu tarihte ben doğdum. Şimdilik kutlamalar birkaç evde üç beş arkadaşımla sınırla olsa da ileride daha fazla yaygınlaşacağını düşünüyorum.

Yılın en güzel ayı; doğduğum, yürüdüğüm, ilk görüşte vurulduğum, sırılsıklam aşık olduğum ve bir milim bile oynamadan sevdiğim ay Temmuz. Aylar önce almayı ihsanoktay0720bıraktığım OT Dergisi‘nin bu ay ki sayısında kapakta uzun süre sonra İhsan Oktay Anar‘ı görünce sessiz bir sevinç çığlığı attım. Dergi poşette olmasaydı hemen açıp bakacaktım ne yazmış diye. Öyle ya, büyük usta aylar sonra dergiye dönmüş. Hatta ismini en öne, yaşayan efsane Türkan Şoray‘ın ve ülkenin en meşhur adamı Cem Yılmaz‘ın önüne, ilk sıraya yazmışlar. O hevesle dergiyi aldım. Eve gelip sayfaları heyecanla çevirip İhsan Oktay’ın yazdığı tek sayfayı buldum. İnanılmaz bir hayal kırıklığı yaşadım o an! Koskoca sayfada toplam beş fotoğraf, kediler hakkında kısacık iki paragraf yazı ve güya komik olması beklenen birkaç resim altı yazısı. Böyle vasat bir dönüş beklemiyordum açıkçası. Kötü değil evet ama kesinlikle bir dönüş yazısı da değil. Umarım ilerleyen sayılarda daha eli yüzü düzgün bir şeyler okuyabiliriz.

19temmuz01

Hayatımdaki en sessiz sedasız doğum günlerinden birisiydi. Gece yarısını bir geçe Mustafa‘yla Betül aradılar. Sonra İskender Pala‘nın İtiraf romanından birkaç sayfa okuyup uyudum. Doğum günü sabahına, Mert bey kucağıma oturmuşken uyandım. Tüm gün evde geçti. Alperler önceki gün Bilecik’e kamp yapmaya gitmişti ve öğlen gibi döneceklerini planlıyordum.  Akşam üzeri çocuğu biraz dolaştıralım dedik, böylece gece daha iyi uyur diye. Eve yakın bulvara gittik. Sessiz bir köşeye geçip oturduk Merve‘yle. Tam o arada Alper aradı. Hiç kontak kapatmadan yanımıza gelmesini söyledim. Onlar da gelince bir saat daha oturup kalktık. Doğum günü bitti 🙂

Bir süredir yapmaya fırsat bulamadığım fan ürünleri tasarımlarına geri döndüm şu sıralar. Nedense izlediğim günden beri çok fazla sevdiğim film FURY için bir Super Jewel Box tasarımı yaptım. Alper’in Ankara’dan getirdiği kutular çok işime yarıyor. Bir de In Flames‘in geçen aylarda çıkardığı ancak dinledikçe şarkıdan soğutan CLAYMAN 2020 düzenlemesi için fan made bir single tasarımı yaptım.

clayman2020

fury

furyost

Bugün yeni ay var. Sana en uzak olduğum gündeyim. Bunun bir izahı da yok, iflahı da. Otuz iki yaşındayım ve hala elde etmenin çok uzağındayım. Bir doğum günü klasiğiyle bitiriyorum:

Yıl Biterken Headbang 5!

hb501Headbang, ülkede yayımlanan metal müzik içerikli tek süreli yayın olması ve öve öve bitiremediğimiz kitap (bookazine) formatıyla, her sayısıyla burada olmayı hak ediyor. Beşinci sayısı da arayı çok açmadan raflarda yerini aldı birkaç ay önce. Yazmak ancak yılın son gününe denk geldi. Hiç yazmamaktan iyidir.

Tıpkı bir önceki sayı gibi bu sayı da 216 dopdolu sayfadan oluşuyor. Kapakta, kısa süre önce kariyerini sonlandıran Slayer‘ın yaşayan efsane vokali Tom Araya yer alıyor. Tüm Headbangler içerisinde bu beşinci sayı, okuma süresi en uzun süren oldu benim için. Okurken ufak notlar aldım buraya yazabilmek için.

hb504

Bu sayıda en çok dikkatimi çeken konular, Athena‘nın O Ses Türkiye‘den de bahseden röportajı, Trashfire grubunun Into The Armageddon albümü, Youtube gitaristleri dosyası (pek çoğunu en az bir kere dinlemişim), Metal müziğin 1986 yılı, Türkçe olarak yazılmış en kapsamlı Slayer kritiği (albüm albüm yazdıkları için grubun geldiği noktayı çok iyi görebiliyorsunuz), geriye dönüp diğer sayıları incelemedim ancak büyük ihtimalle bir albüm için yazılmış en uzun röportaj ve yorumlar (Nekropsi – Mi Kubbesi – toplamda 11 sayfa röportaj ve 10 sayfa yorum) oldu.

 

hb505Farkında bile değilmişim ama 1986 yılı Dünya’da metal müzik için akıl almaz bir yıl olmuş. O yıl yayımlanan albümlerden benim de dinlediğim bazıları: Metallica – Master Of Puppets, Slayer – Reign In Blood, Iron Maiden – Somewhere In Time, Megadeth – Peace Sells… But Who’s Buying?, Europe – Final Countdown, Malmstein – Trilogy (ki bu sonuncu ilk plaklarımdan biridir). Ve o yıl Cliff Burton hayatını kaybediyor. Ne yılmış ama…

Slayer yazısında şöyle bir kısım birkaç defa tekrarlanınca ilgimi çekti: Haunting the Chapel albümü yorumunda grubun ilk defa “çift gros” kullandığından bahsedilmiş. Çift gros? Bir de o dönem Avrupa’da yapılan tüm önemli metal müzik festivallerinden kritikler yer alıyor. In Flames‘in çıktığı her konserde vasat ve altında bir performans sergilemesine ne bileyim içten içe sevindim galiba. Hani sizi terk eden sevgilinizin ayağı taşa takılınca ya da kendine çizdiği yeni yolda sıçıp sıvadığını görünce bir sevinirsiniz ya, In Flames de artık benim için öyle oldu galiba.

hb506

 

Aralarda bir yerde yine ilginç bir bilgi dikkatimi çekti: Flotsam and Jetsam‘in Doomsday For The Deceiver çalışmasına Kerrang! dergisi çok nadiren yaptığı üzere 5 üzerinden 6 veriyor. Öyle sağlam bir çalışmaymış.

hb507Derginin ilk sayfalarında özellikle siyah üzerine beyaz yazılmış sayfalarda çok bariz bir flu baskı hatası var. Tıpkı önceki sayılar gibi bu sayının da son sayfaları, önceki sayıların kapaklarına ayrılmış. Bunlar çerçevelik, çok kaliteli baskılar. Bir de derginin son sayfalarında ülkedeki konserlerin bir takvimi yer alıyor. Ekim ayında yayımlanan bu beşinci sayıdan sonra, altıncı sayı kim bilir ne zaman yayımlanacak. Ancak yayımlandığı zaman yine bu sayfalarda kendine yer bulacak.

2020’de müzik dolu günlerde görüşürüz.

Hayal Kırıklıkları: In Flames – I The Mask, Mikado Ses Sistemi

In Flames – I, The Mask

in-flames-i-the-mask.jpg

Zamanında her yeni In Flames albümü öncesinde, çıktığı günde ve sonrasında defalarca yazan bir blogun, My Resort’un geldi hale bak sevgili okur. Hayır ama, bu durum blogun değil, In Flames’in suçu. Dünya müzik literatürüne “Çok bozdular abi” sözcüğünü kazandırmakla kalmayıp iki de bir bunu pekiştiren bir şeye, In Flames diye tanıdığımız şeyden bambaşka bir şeye dönüştüler. Melodik death metalle başladıkları kariyerlerine rock grubu olarak devam ediyorlar. Bu nedir?

Kim, hangi otorite, hangi müzik sitesi bunlara “Abi başarınız giderek artıyor, kalite yükseliyor” diyor da, bu abiler her defasında bir öncekini bile aratan işler yapıyorlar? Pasifagresif‘te bu albümle ilgili inanılmaz güzel, her kelimesine katıldığım bir inceleme yayımlandı. Benim gibi, eski bir In Flames hayranı olan yazar belki de her birimizin içini acıtan şu haklı tespiti yapmış: “Eskiden şarkı sözlerine, kelimelerine, parça numaralarına kadar ezbere bildiğimiz grubun şu anda davulcusu ve bassçısı kim bilmiyoruz“. Lan bu kadar doğru bir tespit olamaz. İşte, In Flames bize bunu yaptı: Bizi kendisinden soğuttu. Üzdü. Kimiz oğlum biz? Aklı başında son albüm Come Clarity‘den, yani 2006’dan beri bekleyen, aradaki albümlerde tek tük çıkan güzel parçalarla avunan bir nesiliz lan. Umudu kesmedik. Bu sene de olmadı, belki bir sonrakine olur diyenleriz.

In-Flames-Band

Bence son on yıldır ve 2019’da, In Flames’in sıkıntısı şu: İsveç’ten vazgeçtiler. Amerikalı oldular. Grubun DNA’sı Avrupa’ya, İskandinavya’ya kodlanmışken, Amerika’dan adam almak, yılın yarısını oralarda turnede, bilmem nerelerde geçirmek neden? Gruptan giden adamlar bir araya gelseler, Öz Hakiki In Flames diye grup kursalar, şu anda içinde benim de olduğum milyonlarca fanları hazır, stok şeklinde bekliyor. Anders, artık scream vokal yapamıyor. Anders’in işine artık clean vokal yapmak geliyor. Grup korkuyor, lan sert bişey çıkmasın sakın, diyor. Sert oldu galiba, daya hemen çocuk korosunu, diyor. Metal müzik yapmak istemiyorlar. İmaj yumuşuyor, çocuklar görüyor her yerde.

Bak, yazmaya başladığımdan beri yeni albüm I, The Mask’ı dinliyorum. Bir tane de yeniden açtığım parça yok. Yok yani. Olmadı. Olmadı In Flames.

Düzeltme: Bir şarkısının sözünü yazmıştım. Tolga düzeltti sağ olsun. Sildim.

Mikado 2+1 Ses Sistemi

mikado

Aman diyeyim, sakın diyeyim sevgili okur. Alma. Aldırma. Mikado‘nun MD-2200 modelli 2+1 ses sisteminden bahsediyorum. Önceki hafta, durup dururken 4+1 ses sistemim arızalandı. Sol kanalı komple kaybettim. Kabloları falan kurcaladım belki düzelir diye. Ancak nafile. Düzelmedi. El mahkum girdim internete, kendime yeni bir 2+1 ses sistemi araştırmaya başladım. Kendim sonradan ilave aparatla birer çıkış daha çoğaltırım diye düşündüm. Araştırırken hepsiburada.com‘da satılan Mikado MD-2200 2+1 ses sistemini gördüm. Sözüm ona bilmem kaç liradan 150 liraya düşmüştü. Yorumlarına baktım. “Tam bir fiyat performans canavarı” diyen mi, “Çok başarılı, basslar çok iyi” diyen mi, hatta “cızırtı yapıyor” diyenlere “cızırtı falan yapmıyor, kabloları değiştirin” diye karşı çıkanlar mı ararsın… Ben de “Eh, deneyeyim bari” dedim.

Hemen, ertesi gün kargolandı ve kısa sürede elime ulaştı. Şu anda kullandığım ses sisteminin sadece subwoofer’ı büyüklüğünde bir kutu geldi. Gerçekten küçük bir sistemdi. Hoparlörlerin her biri en fazla 200 gr ağırlığında, inanılmaz tırt bir malzemeden imal edilmişti. Benzer şekilde subwoofer da. Bu kadar paraya bu kadar malzeme kalitesi Mesut’cum, dedim. (Ben kendime Mesut’cum derim.) Takayım da fişe, göreyim şu fiyat performans canavarını, dedim ve fişe taktım. Aletten ses çıkmadı. Ses kablosunu biraz eğip bükünce bir ses geldi ama sesten çok, dip sesti bu ve o anda fark ettim: Alet boştayken dahi dip ses ve cızırtı veriyordu! Aman yarabbim!

Hiç üstelemeden, bir kere daha denemeden, kutusuna koyup naylonlara sarıp, güzelce ambalajını geri paketledim ve iade ettim. İade süreci “Sürat Kargo” ile olduğundan, bunun da çok az şubesi bulunduğundan biraz sancılı oldu ama sonunda paramı geri aldım. Mikado’ya, takadoya falan bulaşma sevgili okur. Logitech ve Creative’in ölüsünde bile bir fiyaka var. İşin en güzel tarafı şu oldu. Aynı akşam bozuk sistemi açıp bir kontrol ettim. Birkaç vidayı sıktım, gevşettim ve yeniden çalışmaya başladı 🙂

2016 Yılımın Özeti

Kan, şiddet, göz yaşı ve umutsuzlukla dolu, lanet olası bir yılı geride bıraktık sevgili okur. Kutuplaşan bir toplum, vahşetin hızla normalleşme sürecine girip insanların haber dinlemekten sıkılıp TV8’e hatta yetmiyormuş gibi 8,5’a koştuğu, aşşağılık yalanların hayatları mahvettiği bir yıl bitti. İyi şeyler de oldu muhakkak. Ancak kötülük o kadar fazlaydı ki geriye baktığımda bir tutam saçtan ve eğrelti birkaç nottan başka bir şey kalmadı aklımda.

My Resort‘un her yıl yeni okuyucuları olduğundan bir kere daha bahsetmekten üşenmiyorum. Şu an okumakta olduğun “Yılımın Özeti” bu blogun geleneksel yazılarından birisi ve hatta en sevilenidir. Her yıl 31 Aralık tarihi, hem yılın son günü hem de benim meslek hayatımın yıl dönümüdür. Geride bıraktığımız 31 Aralıkla birlikte çalışma hayatımın 4. yılı da bitmiş oldu.

Şimdi blogun istatistikleriyle beraber bütün bir yıl boyunca buralarda, hayatımda neler olup bitmiş şöyle bir bakalım. Okumaya devam et

Bu Sıralar In Flames’te Bir Şeyler Oluyor

in-flames-bandheader-940x300

Hayatımızda kime değer versek, kime aşık olsak giderek çıtayı düşürüyor sevgili okur. Yerlere göklere koyamadığımız, gönüllere sığdıramadığımız gruplar hep tırtlıyor, üzüyorlar bizi. Benim In Flames sevdam da işte bu şekil, giderek tırtlayan bir sevda.

Bir önceki albüm Siren Charms‘ı zorlaya zorlaya dinliyordum. Dead Eyes gibi parçalar vardı sonuçta hala. Ama eninde sonunda bize yine Whoracle yolları gözüküyordu. Tüm bu süreçte biricik davulcu Daniel’in ayrılması beni kedere boğmuştu. Ben bu haberi bloga 2015’in Kasım ayında girmişim. Aylarca yeni davulcunun kim olabileceğini düşündük durduk. Ama açıklanan bir isim olmadı. Bunun için biraz daha beklememiz gerekecekti.

Biz öyle başka deryalarda yüzerken, grup 2016’nın Ağustos ve Eylül aylarında iki yıldır biriktirdiğini püskürtmeye başladı kulaklarımıza: Youtube’da resmi In Flames kanalından, Nuclear Blast kanalından, ardı ardına yeni bildirimler yağmaya başladı. Yepyeni iki albüm müjdeleniyordu. O kadar fazla materyal yayımlandı ki bunları kronolojik olarak listeleyeceğim. Oturup tek tek youtube’dan yayım tarihlerine baktım. Öyle bir yerlerden kopyala yapıştır değil yani, kendi yazdım. Yayımlanan materyal ve Youtube linki şeklinde veriyorum: Okumaya devam et

Dünya’da İlk ve Tek: El Dokuması In Flames Halısı

hali12

Bir grubun fanı olmak çok emek ister sevgili okur. Bu iş sadece, internetten mp3 inidirip dinlemekle olmuyor ne yazık ki. Sevdiğini, fanı olduğunu söylediğin grup için desteğini hem maddi hem de manevi olarak göstermek zorundasındır.

Bir noktadan sonra, bu sevginin boyutları da değişiyor elbette. Artık grubun CD’lerini, plaklarını, DVD’lerini, kasetlerini, röportajı çıkmış dergileri, posterlerini toplamanın ötesinde daha eşsiz şeylerin peşine düşmeye başlıyorsun. Yaratıcılığın ve maddi gücün ölçüsünde de koleksiyonunu genişletebiliyorsun.

hali01

Merve, böyle bir halı dokuma fikriyle bana geldiğinde benim aklımda hemen In Flames‘in Come Clarity albümünün logosu geldi. Bu logo, grubun Come Clarity albümüyle birlikte kullanmaya başladığı logo ve en iyi logosu bence. Önce logonun desenini dokuma altlığının üzerine geçmemiz gerekiyordu. Bu yüzden logoyu metrekare cinsinden ayarlayarak baskısını aldım ve dokuma altlığına çizdim. Daha sonra farklı renklerde ipler aldık. Resimde gördüğün ve boyutları hakkında az çok fikir sahibi olduğun halı için 8 yumak gri, 3 yumak mavi ve 2 yumak da sarı ip kullandık.

İşte, bu In Flames halısını yapmaya yaklaşık bir yıl önce başladık. Yavaş yavaş ama sabırla dokumaya devam etti Merve. Üzerindeki her bir ilmek elle atıldı. Arada sırada arkadaşlarımız geldiğinde onlar da birkaç ilmek atarak destek oldular sağ olsunlar. Bu fotoğrafta görülen aşamaya gelinceye kadar kesinlikle makine kullanmadık. Tamamen el işidir. Hatta örme işi bittikten sonra arka kısmındaki dikişleri bile kendimiz elimizle diktik. Annem, Merve ve ben, nihayet bu halıyı bitirebildik.

hali08Dokuma işlemi bittikten sonra, altlığın kenarlarından artan kısımlarını halının altına doğru katlayarak önce sıcak silikonla yapıştırdık. Daha sonra üzerine pazen diye tabir edilen bezle kapatıp kenarlarından dikerek sabit ve daha sağlam durmasını sağladık. Biraz da üzerindeki örgülerden kırptık seviyelerini eşitlemek için ve nihayet bir yıl önce yapmaya başladığımız halı bitmiş oldu. Emeği ve sabrı için sevgili eşime çok teşekkür ederim. Dokuma işi bittikten sonra halıya son şeklini vermemizde yardımcı olan anneme de çok teşekkür ederim.

hali07

Dokuma bittiğinde sıra altlığı kesmeye gelmişti

hali09

Dokumanın arkadan görünüşü

hali10

Halının bitmiş hali

Bu halıyı, tanıdığım tüm In Flames fanlarının şerefine burada gösteriyorum. Belki de bir gün gerçekten In Flames grubunun üyelerine de gösterme fırsatım olur. O gün geldiğinde muhakkak senin de haberin olacak sevgili okur. Yazıyı, Come Clarity albümünden bir baş yapıt ile bitiriyorum! In Flames We Trust!

hali11

2015 Yılımın Özeti

Yılda bir kere yazdığım, blogdaki en uzun soluklu serilerden, aslında yazmayı da çok sevdiğim bir yazıyla daha karşındayım sevgili okur. 2015 yılı bakalım nasıl bir yılmış, neler yapmışım, hep birlikte okuyalım, gülelim, ibret alalım, bir sonraki yıla hedefler koyalım kendimize.

Geçen yıl yazdığım değerlendirme yazısından hatırladım. 2014 yılı askerlik dolayısıyla blogun yerlerde süründüğü bir yılmış. 2015’te bu durumu biraz kırıp, blogu yeniden ayağa kaldırmak için uğraştım durdum. Bu çaba, reyting kasmaktan ziyade içeriği daha kaliteli ve sürekli hale getirmek içindi. Ama iş yoğunluğundan ve başka projelerden dolayı bloga yine hak ettiği önemi veremedim. Ama blogun görsel olarak daha çok zenginleştiğini söyleyebilirim. Bloga yıl içerisinde 136 tane yazı yazmışım. Blogdaki toplam yazısı sayısı ise 1350 civarına ulaşmış. Yüzlerce paragraf, binlerce sözcük, on binlerce harf…

Ocak 2015: Bu ay 9 yazı yazmışım bloga. Bu ay tek gündemimiz hava soğukluğuydu. Dairede işler yılın ilk ayı olmasına rağmen yoğundu.

Şubat 2015: Bu ay tam 17 tane yazı yazmışım ve tüm yıl boyunca en çok yazı yazdığım ay da Şubat olmuş. Okumaya devam et