Tag Archives: sercan

Bayramda Adana & Mersin Lezzet Turu

Bayram tatilinin dokuz gün olarak açıklanması, pek çok çalışanın yaşadığı şehirden, evinden, ortamından uzaklaşıp kendisini yeniden başlatmasına olanak sağladı. Biz de uzun süredir ailelerimizle gerçekleştirmek istediğimiz bir planı devreye soktuk: Adana’da lezzet turu!

Bayramın ilk iki günü Ankara’da aile evinde geçirdikten sonra Cuma sabahı Alper ve Özge’yle buluştuk. Ankara’da şehir içinde araba kullanmayı hiç sevmiyor ve tedirgin oluyorum. Ancak sabahın erken saatlerinde ne kadar da güzelsin Ankara 🙂 Kaldığımız yerden yola çıkıp seri bir şekilde giderek Alperler’in akıllara zarar bir yokuşun kıyısında olan evinin önünde durduk. Sonra bin bir tedirginlikle kapalı garaja girdim. Arabayı bırakıp az bir eşyamızı Alper’in aracına yükledik. Mert’in bebek koltuğunu ilk defa başka bir araca monte ettim. Küçük bir arabada bu işi eğilip kalkarak yapmak biraz zorlayıcı olsa da daha iri ve hacimli bir arabada kendim de şaşırarak bir dakikada koltuğu yerleştirdim.

Yola çıktık. Ankara-Niğde Otobanı’nı kullanarak önce Tarsus’a gidecek, burada Sercan ve Ülkü ile buluşacak, daha sonra da Adana’ya geçecektik. Otoban ne muhteşem bir şey! Dört şeritli yolda ortalama 125-130 km hızla yola devam ettik. Sonra Alper kenara çekti ve direksiyona geçmemi işaret etti. İşte bu an benim kendi arabamdan sonra başka bir arabayı kullandığım ilk an oldu. Yaklaşık 1-1,5 saat kadar sürdüm. Şoförlük tecrübem yaşıma göre oldukça az olduğundan bu aracı kullanmak benim için güzel bir tecrübe oldu.

Yola çıktıktan ve iki küçük mola verdikten sonra, yaklaşık 5 saatte Tarsus’a ulaştık. Büyük bir tesadüf eseri Sercan ve Ülkü’yle ilçenin içerisinde arkalı önlü olacak şekilde denk geldik. Araçları park ettikten sonra sabahtan beri kahvaltı bile yapmamış bünyelerimizin ilk lezzet durağına, Yeşilova Kebap Lahmacun’a gittik. Burada Tarsus’a özel Kolej Dürüm, fındık lahmacun ve humus yedik. Bu humus yoğun bir yağ, tahin ve maydanozla servis ediliyor. Üzerindeki pul biber ve çeşitli baharat ilaveleriyle ekşimsi ve yedikçe yediren bir tadı var. Fındık lahmacun ise çay bardağının ağzı büyüklüğünde ve üzerinde adana kebap harcı var. Böyle bir çıtır lezzet yalnızca buraya has. Kolej dürüm ise esasında adana dürüm. Ancak lavaşı oldukça çıtır ve yarım porsiyon. İyi de ismi neden kolej dürüm? Çünkü Tarsus’ta bulunan çok meşhur Amerikan Koleji öğrencileri sayesinde bu ürün bu isimle tanınmış.

Burada doymadan, tadımlık porsiyonla yemeği bitirdik ve yürümeye mesafesindeki bir tatlıcıya geçtik. Künefeci Sadık, kapısında kuyruk olan bir işletme. Yine tadımlık porsiyonlarla künefe sipariş ettik. İsteğe göre dondurmalı da yapıyorlar. Burada kart geçmiyor. Nakit çalışıyorlar. Lezzet oldukça iyiydi.

Tarsus, kelimenin tam anlamıyla otantik bir yer. Çarşısında pek dolaşamasak da geçip gördüğümüz yerler, ite çarpa ilerleyen insan toplulukları, heyecanlı turistler, bıkkın esnaf, terkedilmiş gibi duran kirli vitrinler ve öğlen güneşi bana fantastik bir filmin dekorundaymışız hissi verdi.

Okumaya devam et

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

Yılın Son Dolunayı: Yolun Sonu

İşiniz çok kolay, gidin, bakın, tutanak tutup geriye gelin” dedi. “İyi madem, dönerken de postaneye uğrarım. Göndereceğim mektuplar var” diye tamamladım ben de. Onaylayan bir bakış attı. Yanımdakilere gülümsedim ve dışarı çıktık.

Hava oldukça soğuktu. Soğuğa direnmeye çalışıp birkaç dakika daha bineceğimiz aracı bekledim. Araç geldiğinde ise tek hamleyle yerime geçip oturdum. Böyle soğuk havalarda, dışarı çıkmak bir yana, yaşamaktan bile nefret ediyor insan. Nefret edecek çok az şeyim vardı zira.

Aracın sıcaklığı rehavete, rehavet uykuya, uzayan yollar düşlere dönüştü. Uzaklarda kalmış bir baharı düşümde gördüm. Çiğ damlaları yapraklarda ve ışık huzmeleri, binlerce renk oynaşıyor üzerlerinde. Yeşilin tonları, ötelerde beyaz doruklar uzanıyor. Bu bahçeyi görmüştüm. Burada seninle el ele yürümüştük. Elimde ellerinden başka bir şey de yoktu o vaktiler.

Düşler diyorum ya, araç sallanıyor ve ben bambaşka dünyalara, denizlere ve derinlere gark oluyordum. Gide gide upuzun bir yolun sonuna varıyorum. İki yanımdaki birer kıvılcım da nihayet sönüyor ve karanlığın içerisinde kalıyorum.

Sonra önümde basamaklar görünmeye başlıyor. O meşhur film gibi tıpkı. Dolunay sıyrılıyor ve ışık karanlığı deliyor. Basamaklar belli belirsiz kıvrılıyor ve hiçliğin içerisinden o penceresiz, o mezar gibi karanlık ama bir tuhaf, cennete varıyor gibi göğe yakın kulübe beliriyor. Birkaç eşin dostun sesini duyuyorum. Sevda bağırıyor “Çıkma sakın”. Sercan tutuyor “Dur durduğun yerde!” “Sen nereden çıktın Sercan?” Ötede beride bağrışmalar “Yapma!

Kulübenin basamakları yavaş yavaş tükeniyor. Öyle kimseyi duymaya da mecalim yok zaten. Yaklaştıkça ısınıyor vücudum, soğuk havadan eser yok. Göğe yükselmek gibi sanki. “Böyle mi hissetmiştir acaba?” diyorum senin için. “Dolunayım, ellerimden kayarken böyle mi hissetmiştir?” Işığın gözümü alıyor ve nihayet kulübenin kapısından içeri giriyorum. İçerideydim.

Birden Serdar dürtükleyiverdi. “Kalk artık” dedi. “Yolun sonuna geldik.” Baktım, koskoca bir yılı bitirmişiz yahu. Yol bitmiş. Üstelik yol bizi yanlış yere getirmiş. Yolda binlerce canımızı yitirmişiz, felaket olmuş. Skandallar yaşanmış, yalanlar söylenmiş, vefasızlıklar yapılmış, şiddetin her türlüsü günlük hayatın bir parçası olmuş. İçerisinde yaşadığımız toplum bambaşka bir hale dönüşmüş. Şehitler toprağa düşmüş. Zengin olmayı değil, en azından aynı kirayı ödeyebilmeyi hayal etmişiz o da olmamış. Ben uyurken neler olmuş neler… Ve işte yol bitmiş. Güle güle 2023.

2023 yılının son yazısıydı bu. Görsel için değerli kardeşim Ferit‘e teşekkür ederim. Bir sonraki yazım geleneksel olduğu üzere “2023 Yılımın Özeti” yazısı olacak. Çok üzülüp çok yıprandığımız, yine de yaşam tarzımızdan, hayatı algılayış biçimimizden asla taviz vermediğimiz, Cumhuriyet’ten de vazgeçmediğimiz bir yıl oldu. Müzik dinledik, kitaba doyduk, biraz gezdik, yazdık, çizdik ve kaydettik. Umarım sizlere rahatsızlık vermedik.

Temmuz Dolunayı: Marmaris’te Kamp

Pazar günü müthiş bir dolunay vardı. Hemen fotoğraflarını çektim. Ancak ertesi akşam çektiğim fotoğraflara baktığımda netlikle ilgili bir sıkıntı olduğunu fark ettim. Aksi gibi o akşam da bulutların ardında ay seçilemiyordu. Ben de Salı gecesi yeniden, bakır bir para gibi parlayan ayın fotoğraflarını çektim. Bu fotoğraf, üst üste çekilen 20 karenin istiflenmesinden oluşuyor. Üst üste çektiğim onlarca fotoğrafımızın külleri semaya savrulurken tek damla yaş düşmemişti gözlerinden.

Bu fotoğrafı da Alper, Pazar gecesi İsviçre’de çekti.

Geçen yaz Alperler ve Sercanlar’la Datça‘ya gittiğimizde yolların, daha ziyade rampa ve virajların, zorlayıcı olması beni biraz yıldırmıştı. Ancak özellikle denizin güzelliğine hayran kalmış ve şu upuzun yolları bir daha göze alıp gelebilir miyiz acaba diye düşünmüştüm. Bu sene de olan oldu ve göze aldım.

Mustafa ve Sertan‘la bir yaz kampı planı yaparak Marmaris‘te bulunan Çubucak Orman Kampı‘nı aradık. Yine bir önceki yıl Datça’dan dönerken Çububak Kampı’na uğrayarak Volkan’ın ailesini ziyaret etmiştik. Necati Amca ve Rızvan Teyze, çok uzun süredir bu kampın müdavimleri olarak yılın hatırı sayılır bir bölümünü burada geçirmekteydiler. Yanlarına uğradığımız kısacık birkaç saatte bile kampın sahip olduğu teknik imkan ve altyapı beni memnun etmişti.

Çubucak Kampı’nı rezervasyon için aradığımızda telefonu açan görevli henüz bir kelime etmemize müsaade etmeden kamp için hiç yer kalmadığını, bırakın Haziran’ı, Temmuz’u, Eylül ayına kadar tamamen dolu olduklarını söyledi.

Biz de bunun üzerine buraya oldukça yakın mesafedeki Çatlak Kamping denilen yeri aradık. Burada yer bulup rezervasyon yaptırdıktan sonra hazırlıklarımıza başladık. Bu süreçte Dechatlon‘dan Arpenaz 4.1 Fresh & Black çadırı aldım. Ufak tefek donanım eksiklerini tamamladım.

Nihayet 24 Haziran sabaha karşı saat 05.00’te üç araçlık bir kafile halinde Eskişehir’den yola çıktık. Kütahya üzerinden saat 10.00 civarı Denizli’ye girdik. Denizli‘de ilk rotamız Gazezoğlu isimli pideci oldu. Burada özellikle kıymalı pideyi şiddetle tavsiye ediyorum. Ustalar pideyi sokağa kurulan bir tezgah üzerinde hazırlıyorlar. Yine sokağa kurulmuş masalarda müşterileri ağırlıyorlar. Bu pidecinin de bulunduğu çarşı ise ayrı bir ilgiyi hak ediyor. Çünkü onlarca küçük ve kolay kolay her yerde göremeyeceğiniz iş koluna mensup esnaflar arı gibi çalışıyorlar. Sepetçiler, pideciler, demirciler ve dahası…

Burada yemek yedikten sonra Denizli’de şehir içinde biraz vakit geçirdik. Daha sonra ise eşyalarımızı bırakmak üzere Denizli Öğretmenevi‘ne gittik. Yerleşip biraz da dinledikten sonra yeniden Denizli merkezinde bulunan bir kebapçıya doğru yola çıktık: Kebapçı Fahrettin Usta. Bu işletme hakkında yapılan onlarca iyi yorumun haklı olup olmadığına karar vermek üzere Denizli’nin trafik keşmekeşine girdik. Şunu söylemekte fayda var ki günün erken saatlerinde rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Biz öğlen saatlerinde arayıp saat kaçta ve kaç kişi geleceğimizi belirttik. Gitmeyi düşünüyorsanız muhakkak fiyat da sorun.

Fahrettin Usta’nın mekanını nihayet çarşının içerisinde bulup yerlerimize yerleştik. Dakikalar sonra kendimizi bir kuzu ziyafetinin ortasında bulmuştuk bile. Gastronomi turlarına meraklıysanız ve yolunuz Denizli’den geçiyorsa mutlak suretle uğramanızı tavsiye ederim. Nasıl bir şiddetle ve iştahla yiyorsak artık, bizzat Fahrettin Usta, sipariş ettiğimizin en az yarısı kadar eti getirip masaya bıraktı ve kendi ikramı olduğunu söyleyerek ekledi: İşte gerçek kebap budur!

Okumaya devam et

Kingdom Of 3D – Seninle Yeni Portallara Doğru

Çok kızmıştım. Eve her zamankinden daha uzak bir durakta indim. Yürüdükçe öfkem yatışır diye düşündüm. Duyduğum o son lafları, artık tahammül edemediğim boyuttaydı. Biliyordum o da çok öfkeliydi ama belki yarın, belki birkaç gün sonra hatasını anlayacaktı. Ben öfkelendiğim anlarda elimle, dilimle kimseye zarar vermemek için susup uzaklaşmaya çalışıyorum. O ise elindeki körükle ortaya düşen kıvılcımları yakıp yıkan alevlere dönüştürüyordu. İşte şimdi ikimiz de o alevlerle paramparça olmuştuk.

Yürüdükçe yatışmak şöyle dursun, içimdeki her duydu daha bir karmaşıklaşıyor, göze alabileceğim şeylerin sayısı ve büyüklüğü artıyordu. Kapımın önüne geldiğimde bir an durdum ve artık düşünmekten bile korktuğum şeyin kaçınılmaz olduğunu anladım. Aklımdaki o büyük kırmızı düğmeye bastım: Titreyerek ve gözlerim dolarak. Artık bu işin gerçeklerle bir alakası kalmamış, kendimi düşler ve ötesinde kurgulayabileceğim yepyeni bir sensizlik evrenine mahkum etmiştim. Geriye dönüş yoktu ama önümde hayallerle doldurabileceğim sonsuz bir yol uzanıyordu.

—–oo-oo—–

Evet, zihnen ve fikren yeni sonsuzluklara yelken açmak, böyle acı verici tecrübelerin ardından çok daha mümkün olabiliyorken, fiziksel bedenimizi başka evrenlere göndermenin bir yolunu henüz bulamadık. Taa ki Kingdom Of 3D’nin yepyeni şu ürününe kadar!

Her şey geçen hafta Sercan’ın maykıl ceksın grubuna attığı bir video mesajıyla başladı. Videoda izlediğimiz şeyin ne olduğunu anlar anlamaz, Kingdom Of 3D’den Süha ile iletişime geçtim. Çok kısa sürede geri dönerek videoda izlediğimiz üç boyutlu baskı ürününü yapabileceklerini belirtti.

Antik dönemlerden kalma bir kapı şeklinde görünen modelin, üst kısmındaki kapağı açtığınızda içerisine bir telefonun sığabileceği bir kızak çıkıyor. Telefondan Youtube ya da benzeri bir uygulama üzerinden istediğimiz herhangi bir portal videosunu açıp modelin içerisine yerleştiriyoruz. Üst kapağı kapatınca bingo! Tıpkı fantastik filmlerde gördüğümüze benzer bir portal görüntüsü oluşuyor.

Modelin en güzel yanı, içerisine konacak telefonun ebatlarına göre iç kızağın ebatlarının ayarlanabiliyor olması. Buna bir de Kingdom Of 3D’nin çok kaliteli boyama işçiliği de eklenince gerçekten adından söz ettiren bir modele kavuşmuş oluyoruz.

İyi ki var oldun! Şimdi el ele tutuşup bu geçidin ötesine gitme zamanı.

2022 Yılımın Özeti

Şansa bak, yılın ilk yazısı yılın ilk dolunayına denk geldi. Bir My Resort klasiği haline gelen Yılımın Özeti yazısı başlıyor. Sıkılmadan okumanız dileğiyle.

Refah düzeyimin iyice düştüğü, ekonomik karamsarlıklarla boğuştuğumuz, buna rağmen eşimiz dostumuzla oldukça güzel zamanlar geçirip güzel işler ve ilkler başarabildiğim bir yıl oldu. 2013 yılından sonra, galiba hayatımın en hızlı geçen yıllarından birisi de olduğunu söyleyebilirim. Eskişehir’deki iş yerimde 5. yılımı, mesleğimde ise 10. yılımı geride bıraktım. Eskişehir’de geçirdiğim süre, artık Bilecik’te geçirdiğim süreyi geride bıraktı. Eskişehir’de yaşadığım her tecrübe de zaten Bilecik’i geride bıraktı.

2008 yılında Windows’un ilkel denilebilecek blog platformu olan Live Spaces altında blog yazmaya başladım. Yaklaşık bir yıl sonra, 2009 yılının Şubat ayında ise akıllıca bir hamle yaparak, o güne dek yazdığım yüzden fazla yazıyı birkaç gece uyumadan WordPress üzerine taşıdım. Ve o tarihten beri de WordPress altyapısını kullanmaya devam ediyorum. On üç yıldan uzun süredir My Resort, WordPress çatısı altında varlığını sürdürüyor.

Blog bu yıl yazı sayısı bakımından oldukça düşük bir performansa sahip. Sadece 48 yazı yazabilmişim. Ortalama olarak haftada bir yazı yazmışım. Bu benim açımdan oldukça yetersiz ancak hayatımızın en önemli parçası olan Mert Ekin‘in varlığı bu sayı üzerinde oldukça etkili 🙂 Bu yılın ikinci yarısında eşimin çalışma koşullarının değişmesi sebebiyle hafta sonumu tamamen Mert’le birlikte geçiriyorum. Hafta sonlarında kendime yazı yazmak şöyle dursun, kitap okuyacak bile imkan yaratamadım. Eh, bunda biraz benim de acemiliğim var elbette. Halil Abi‘den ders alacağım. Geçen sene de yazı ortalaması için Mert’i bahane etmişim ancak geçen yıl henüz 1,5 yaşında olan Mert’in bu sene olduğu kadar oyuna ve ilgiye ihtiyacı yoktu sanırım. Görünen o ki bu ihtiyacı da her geçen yıl daha da artacak.

Yılın son ayında blogla hiç ilgilenemedim. Çünkü bu yıl içerisinde yapmayı planladığım ancak ekipman eksikliğinden dolayı yapamadığım podcast projem için çalışmalar yapıyordum. Üstüne bir de Mert’in ufak tefek rahatsızlıkları olunca blogda yayımlanacak yazıların ancak taslaklarını yazabildim. Yayımlayamadım. Geçen yıldan yazmaya başlayıp da yayımlayamadığım taslaklarım şu şekilde:

  • Tübitak’tan Astronomi ve Popüler Bilim Kitapları
  • Pentagram – Makina Elektrika
  • Kayıp Tabur (öykü)

Bunlardan özellikle Pentagram’ın bir türlü CD ve plak formatında yayımlayamadığı albümünün yazısı büyük pişmanlık oldu benim için. Keşke albüm çıktığı dönem yayımlasaydım. Bu taslakları yılın ilk ayı içerisinde tamamlayıp yayımlayacağım. Hatta kendime koyduğum ilk hedef de bu olsun.

Bu yıl blogda en çok okunan yazılar İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) başlıklı yazılar oldular. Bu yazılar önceki yıllarda yazdığım halen reyting almaya devam eden yazılar. Bu yıl yazdığım yazılardan ise en çok okunanlar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri ve İhsan Oktay Anar – Tiamat (2022) İnceleme başlıklı yazılar oldular. Bu yıl önceki yıllara göre bloga okuyucu yönlendiren mecralarda da ciddi değişiklikler olmuş. Blogun yayım hayatının başından beri ilk defa bu yıl bloga en çok okuyucuyu Facebook değil, WordPress Mobil Uygulaması yönlendirmiş. Bu muhteşem bir gelişme. Yine, geçen yıl blog için açtığım Instagram hesabı sayesinde Instagram da Facebook’u geçerek, bloga en çok okuyucu yönlendiren ikinci platform olmuş. An itibariyle 258 takipçi var burada. Umarım bin kişiye yaklaşır. Bu yıl ilk defa denediğim WhatsApp anlık gönderileri ise beklediğimden daha az okuyucu göndermiş göndermesine ancak özellikle arkadaş ve iş çevremden bu anlık gönderiler sayesinde çok fazla kişiyle etkileşim kurabildiğim için bu yıl da aynı platformlara devam edeceğim.

Şimdi gelelim, blogun aylık maceralarına. Bu yazıları iş yerinde tuttuğum günlükten notlarla da destekleyeceğim.

Ocak 2022: Ocak ayında 7 yazı yazmışım. Yılın en çok yazı yazdığım ayı da bu ay olmuş. Elbette bu durumda bir haftalık Covid karantinam da etkili oldu. Bu ay 19 Ocak sabahı Eskişehir’de yoğun bir kar yağışı başlamış. Bu yağış bütün hafta devam etmiş.

  • Metis Ajanda koleksiyonuna başladım. Hatta o koleksiyon bu yıl da devam ediyor. 2023 yılı Metis Ajandası‘nın sloganı ArzuHal.
  • Covid oldum: Pandeminin son atağında ben de hastalığa yakalandım. Üçüncü doz biontech aşımı olduktan aşağı yukarı bir hafta sonra, birkaç seri hapşırmanın ardından gidip test verdim ve sonucum pozitif çıktı. Bir hafta evde kaldım. En ufak bir ağrı sızı hissetmedim. Zaten benim karantinam bittikten sonra da Bilim Kurulu pandemi koşullarını oldukça hafifletti.
  • İhsan Oktay Anar‘ın Tiamat isimli yepyeni bir roman yayımlayacağı müjdelendi.
  • İş Yerinde Yepyeni Yüzlerle Tanıştık: Bu yıl iş yerimiz açısından en büyük gelişme özelleştirilen Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‘ndan bizim kuruma geçiş yapan arkadaşlarımız oldu. Numan, Serkan, Kübra, Merve ve Hasan ben karantina altındayken Ocak ayı içerisinde yeni çalışma arkadaşlarımız oldular. Bu kadar kısa sürede bu arkadaşlarımızla çok samimi arkadaşlıklar kurduk. Serkan’la okuldan da arkadaştık zaten. Ancak diğer arkadaşlarımızla da sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir uyum yakaladık.
  • Pentagram – Acoustic Live 2017 isimli çalışmasını yayımladı: Ama Youtube’dan. DVD ya da bluray olarak basılmadı bu güzel çalışma. Birkaç defa sosyal hesaplarından yazmama rağmen cevap dahi alamadım bu soruya.

Şubat 2022: Şubat ayında dört yazı yayımlamışım. Bu ayın başında tıpkı geçen ay bana olduğu gibi Merve ve annem Covid pozitif çıktı. Yabancı Dil Sınavına başvurdum. Yine bu ayın son günlerinde halı saha maçlarımıza başladık.

  • Org aldım: Her defasında midi klavyeyi kurmak artık zor geliyordu. Ufak tefek melodiler aklıma geldiğinde yutmak zorunda kalıyordum. Casio marka ikinci el sağlam bir org denk getirip aldım. Bu orgu yılın ilerleyen günlerinde kaydettiğimiz videolarda da kullandım.
  • Seksen Günde Devri Alem Dizisi: Bu yıl, Jules Verne‘nin meşhur kitabından uyarlanan Seksen Günde Devri Alem isimli diziyi izledim. İngiliz yapımı ve oldukça keyifli bir diziydi. Bu diziyi ve Jules Verne hakkındaki tüm gelişmeleri çok sevgili Murat Haser ve Instagram grubumuz sayesinde takip ediyorum. Ayrıca bir süredir kıymetli Ahmet Öncüer hocamı da ihmal ettiğimin farkındayım. Ankara’ya ilk gidişimde kendisini arayacağım.
  • Annem, babam, kardeşlerim ve eşim de Covid oldu: Ailecek covid olma hakkımızı kullandık ve şükür ki bir daha hastalık yaşamadık.
  • Pentagram konserine gittik: Yılın ilk konseri oldu bu. Oldukça kalabalık bir ekiple gittiğimiz konserde ön sıralardaydık ve çok eğlendik. Yılın ikinci yarısında gittiğimiz konserde neler olacağını bilseydim daha da eğlenirdim.

Mart 2022: Kış devam ediyor, nasıl bir soğuk varmış! Bu ay 5 yazılık bir performans sergilemişim. Mert Ekin sünnet olduğu için sağ olsun iki taraftan da sürekli misafirimiz ve sürekli Mert’le ilgilenenler oldu. Bu sayede blogla ilgilenebildim. Ah canım blogum! Bu arada Mert’in sünnet olacağı gün arabayı ufak bir sürttüm.

Nisan 2022: Nihayet bahar gelmiş. Belli çünkü sadece 3 yazı yazabilmişim. Bu ay Yabancı Dil Sınavı’na girdim. Sınavdan birkaç gün önce oturup biraz kelime çalışıp deneme çözdüm. Ders çalışmayı seviyorum galiba. Bu ayın son iki haftası özellikle iş yerinde oldukça yoğun ve koşturmacayla geçti. 23 Nisan için özel bir etkinlik organize ettik. Bu organizasyonda çeşitli görevlerim vardı. Yine bu ayın ilk günlerinde Sertan‘ın babası vefat etti. İşyerindeki bilgisayarım bozuldu. İkame bir bilgisayarla yılı tamamladım. Neyse ki yeni bilgisayarım çok iyi. Telefonum yere düştü ve kalemi fırlayıp kırıldı. Yeniledim.

Mayıs 2022: Yoğun bir ay olmasına rağmen blogda 5 yazı yazmışım. Havalar iyice ısınmıştı. İşyerinde gündem yine yoğundu ancak keyifliydim. Mert bu ay iki yaşına girdi. He-Man temalı bir doğum günü yaptık. Bayramı evde geçirmemiz dolayısıyla hem yazdım hem de bol bol okudum. Bu ayın ortalarında Eskişehir’de güzel bir kitap fuarı oldu. Türk Dil Kurumu’ndan kitaplar aldım. Ayrıca bu ay implant tedavisine başladım. Yine bu ayın son günlerinde Eftade Hocam ve ekibiyle birlikte “Geleceğin Yeşil Yakalıları” isimli TÜBİTAK projemizi gerçekleştirdik. Benim için harika bir tecrübe oldu. Emeği geçen başta Merve ve Esra olmak üzere, Mine ve Sevda ve tüm diğer arkadaşlarımıza teşekkür ederim. 29 Mayıs Cumartesi günü kurum olarak İstanbul’a gidip geldik günü birlik şekilde.

  • Yabancı Dil Sınavı açıklandı: Sınav aslında Nisan ayının son haftası açıklandı ancak yazabildim. Sınava 70 ve üzeri bir puan almak hedefiyle girdim. 80 üzeri bir puan alarak hedefimi gerçekleştirmiş oldum.
  • Madeni Para Koleksiyonumun 1 TL serilerini paylaştım. Bu yazım, bu yıl yazdığım ve en çok ilgi gören bir diğer yazım oldu. Bu yazıyı yazdıktan kısa süre sonra Erdem Abi sayesinde elimdeki yıl eksiklerinin hepsini tamamladım. Sadece o değil, çevremdeki çoğu arkadaşım da bu koleksiyonuma destek oldular.

Haziran 2022: Bu ay 4 yazı yazmışım. Ayın ilk günleri Çevre Haftası etkinlikleri sebebiyle koşturmacayla geçti. İş yerinden sevgili Burak Abimiz bana bir kaset ve radyo deck hediye etti. Kaset deck’in tamiratını evimin karşısında bu yıl açılan Alisa Elektronik‘te Ali Abi’ye yaptırdım. Canavar gibi oldu! Muhteşem bir set kurdum böylece. Bu ayın son günlerinde doktora mezuniyet törenimiz oldu ancak yazısını Temmuz ayı içerisinde yazdım.

  • Jules Verne koleksiyonuma yeni kitaplar eklenmiş. Ayrıca Ötüken Yayınları’ndan Denizler Altında 20000 Fersah romanının oldukça müthiş bir baskısı çıktı. Bu yıl ağırlığımı Alfa Yayınları’ndaki Olağanüstü Yolculuklar Serisi’ne verdim. Yayınevi, serinin 2023’te tamamlanacağını duyurdu.
  • Türkiye Çevre Haftası’nı kutladık: Normalde iş yerindeki etkinliklerden oldukça yüzeysel bahsederim. Ancak bu etkinlik ciddi anlamda emek verip her aşamasında saatlerimizi harcadığımız bir organizasyon olunca ben de yazdım elbette. Sevda’yla birlikte sunuculuk yapmamız, düzenlediğimiz voleybol turnuvası, bisiklet turu gibi etkinliklerle oldukça kapsamlı bir organizasyon yaptık. Öncesindeki bütün bir Mayıs ayı ve Haziran ayının ilk haftasını bu işe adadık. Voleybolda başarılı olamadık. Takımımız Kübra, Halil Abi, Rıdvan Abi, Numan ve benden oluşuyordu.

Temmuz 2022: Bu yılın şüphesiz en iyi ayı bu aydı. Çok mutluydum. Bloga dört yazı yazdım. Çünkü Haziran ayı sonunda güzel bir mezuniyet töreni yaşamış, ayın ortalarında da Maykıl Ceksın kulübüyle tatile gitmiştik. Yine bu ayın ortalarında bu yıl ki stajyerlerimiz başladılar. Hepsi çok güzel ve iyi arkadaşlarımız oldular. Egehan, Fatih, Begüm, Almina, İpek, İrem ve Çağlar birbirinin peşi sıra kurumumuzda staj yaptılar. Oldukça saygılı ve sevgi dolu bu arkadaşlarımızın bahtları ve yolları açık olsun. Başta Fatih ve Çağlar olmak üzere hepsiyle halen görüşüyorum ve görüşmeye de devam edeceğim. Yeri gelmişken sürpriz yılbaşı hediyesi için sevgili Egehan’a ve çok uzaklardan bir kart yollayarak beni mutlu eden sevgili Buket’e selamlar sevgiler.

  • Doktora mezuniyet törenine katıldık: Bir yıl önce mezun olmuş ancak pandemi nedeniyle mezuniyet töreni yapılamadığından pek de anlayamamıştık mezun olduğumuzu. Bir önceki yılın mezunlarıyla birlikte bu yıl nihayet bir mezuniyet töreni düzenlendi ve Alper’le birlikte katıldık. Bu törende Lisansüstü Eğitim Enstitüsü mezunları adına konuşmayı ben yaptım. Birinci olmuşum 🙂
  • James Webb Uzay Teleskobu faaliyete girdi. Bu teleskop insanoğlunun evrene açılan yepyeni bir gözü oldu. Artık çok daha uzakları görebiliyoruz. Üstelik görüşümüz de daha keskinleşti. Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde çok büyük keşifler yapılacağına olan inancım arttı.
  • Şerit rozet ve bröve koleksiyonuna başladım. Aslında bu merakım çok daha eskiye dayanıyordu ancak bu yıl ilk defa planlı bir şekilde piyasan bröve ve rozet toplamaya başladım. Bu noktada seritrozet.com isimli siteye çok şey borçluyum. Sahibiyle Ankara’da da buluşup tanıştım. Konuya ilişkin çok daha fazla bilgi elde etme şansım oldu. Ayrıca bir de çok kaliteli bir posterim oldu. Bu koleksiyona bu yıl da devam edip yakın zamanda birkaç görsel daha paylaşacağım.
  • Maykıl Ceksın kulübüyle Datça’ya gittik: İşte yılın en keyifli yazılarından birisi daha! Önce Denizli’ye gidip Turgutlar’la buluştuk. Ertesi gün ise Sercan ve Alper’le yol üzerinde buluşup üç aile Datça’ya gittik. Burada çok şirin bir otelde kalıp oldukça keyifli bir hafta geçirdik. Denize doyduk. Dönüşte de Volkan’ın ailesini ziyaret ettik Çubucak’ta. Ciddi anlamda yorucu bir yol tecrübesi oldu benim için. Özellikle dönüş yolunda Mert’in de huzursuzlanmasıyla mücadele ettik ve kazasız belasız dönebildik.

Ağustos 2022: Evet, yaz ayları oldukça keyifli geçmeye devam ediyor. Bu ay da 4 yazı yazarak adeta kendime bir standart oturtmuşum. Bu ayın bir kısmını yollarda geçirdim. Yine bu ay yılın ilk kamp tecrübesini yaşadık. Ayın ilk haftasında Mert ve annesi Antalya’ya gittiler. Ayın sonlarına doğru iş yerinden arkadaşımız Osman vefat etti. Mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

  • Umut Sarıkaya’nın külliyatı tek seferde yayımlandı. Komik Şeyler Yayıncılık güzel bir çalışmaya imza atıp Umut Sarıkaya’nın çalışmalarından oluşan üç kitap ve iki albümü koskoca bir set olarak yayımladı. O günden beri Umut Sarıkaya’nın Eskişehir’e gelmesini bekliyorum. Blogda yazmadım ama birkaç ay sonrada yine Dünya Klasikleri isimli bir kitabı üstelik özel baskısıyla yayımlandı.
  • Kardeşim Mustafa burun ameliyatı oldu. Blog elbette benim dışımdaki aile fertlerinin ve yakın dostlarımın da hayatlarındaki önemli olayları anlatıyor. Kardeşimin taa lisedeyken geçirdiği trafik kazasının ardından yıllardır kademe kademe geçirdiği ameliyatların sonuncusu da nihayet oldu. Ben de o gece refakatçi olarak kaldım yanında.
  • KİM Tiyatro Ekibiyle tanıştık. Biricik arkadaşımız İnanç’ın harika performanslar sergilediği bir tiyatro oyunu dolayısıyla KİM Tiyatro ekibiyle tanıştık.
  • Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık: Emre’nin Ankara’da yaşamaya başlamasının bir kutlaması olarak Alper ve Emre’yle Ankara’da Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık. Müthiş bir kamp oldu. Sonradan bu alanın sevgili arkadaşım Özge Şefimin sorumluluk sahasındaki bir tabiat parkı olduğunu da anladım. Eh biraz sitem etti o da.

Eylül 2022: Oldukça keyifli geçen bir yazdan sonra sonbahar başladı. Ortalamayı koruyor ve 4 yazıyla devam ediyorum. Bu ay KÖFN’ün hit parçası Bi’ Tek Ben Anlarım’ı coverladık Instagram’da. Yıl boyunca yaptığımız cover parçaları yazının sonlarına doğru liste şeklinde vereceğim. Alper’in doğum gününde İngiltere Kraliçesi Elizabeth öldü. Ölmez denilen kadın öldü. Dünya ona da kalmadı. Bu ay yeşil pasaport aldık.

Ekim 2022: Sonbaharın artık iyice kendini hissettirdiği, soğuğun iliklere işlemeye başladığı bir ay olmuş. Yine bu ay da 4 yazı yazmışım. Bu ay kısa süreli bir Ankara ziyaretim oldu. Temmuz ayında başladığım şerit rozet koleksiyonuyla ilgili olarak Ankara’da seritozet.com isimli sitenin sahibiyle buluşup tanıştım.

Kasım 2022: Yoğun bir yağmur vardı ay boyunca. Ay boyunca 3 tane yazı yazabildim.

  • Mezunlar buluşmasına gittik: Mezuniyetimizin 10. yılında pandemi nedeniyle yapılamayan ve bu yıl telafisi yapılan mezunlar buluşmasına gittik. Dönem arkadaşlarımızın yanı sıra hocalarımızla da bir araya gelebildik bu sayede. Aynı gün Alper, Emre, Ahmet Ali ve Çağlar‘la stüdyoya girdik.

Aralık 2022: Ve yılın son ayı. Bu tembel kardeşiniz sadece bir yazı yazabildi. 2014 yılındaki askerliğimden beri hiç bir ayda iki yazının altına düşmemiştim. Neyse sağlık olsun. Yılın son ayının en güzel yanı 2022 Dünya Kupası Turnuvası oldu. Katar’da oynanan turnuvayı favorim olan Arjantin kazandı. Ve böylece Messi gezegenin yaşayan en iyi futbolcusu oldu. Bizim nesil de tıpkı önceki nesiller gibi (Pele, Maradona) kendi döneminin efsanesi Messi‘yi nihayet Dünya Kupası alırken görebildi. Arjantin takımında kamuoyunda oldukça itici karşılansa da kaleci Martinez de turnuvanın bir diğer yıldızı oldu. Olağanüstü kurtarışlar yaparak en az Messi kadar kupayı kazanmalarını sağladı. Son olarak bu ay sevgili arkadaşım Merve sayesinde Turkcell tarafından kazıklanmaktan kurtuldum. Çok iyi bir fiyata çok GB’lı bir tarifeye geçtim.

  • Maykıl Ceksın Kulübü olarak 10 yıl sonra yeniden Çanakkale’ye gittik. 10 yıl önce Volkan, Alper ve Sercan’la yaptığımız turu bu sefer Volkan gelemediği için üçümüz gerçekleştirdik. Yılın son ayına oldukça yüksek bir enerjiyle giriş yapmış oldum böylece. Gelibolu‘ya Temmuz 2014’ten sonra yeniden dönmek beni oldukça tuhaf, hüzünlü ve daha çok mutlu hissettirdi.

Evet, koskoca bir yılın özeti bu şekildeydi. Ancak elbette blogda yazmadığım pek çok başka güzel gelişmeler de olmadı değil. Bunlardan en önemlilerinden birisi Ender ve Semra‘nın düğünü oldu. Çok güzel bir tarihte, 29 Ekim günü düğünleri yapıldı. Düğünde çok uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı da gördüm üstelik. Hatta ilginç bir tesadüf eseri, Fehmi‘ye arkadaşımın düğüne gittim diye anlatıp fotoğrafları gösterdiğimde fotoğraftaki arkadaşlardan Murat, Fehmi’nin çocukluk arkadaşı çıktı. Yine Eylül ayının 5’inde Doğan ve Sinem‘in düğünleri oldu. Sevgili kuzenimiz Doğan’ı ve tüm ailesini Eskişehir’de ağırladık. Biricik kardeşim Okan‘la hasret giderdik. 18 Haziran Cumartesi günü Bilecik’e Emre ve Şeyma‘nın düğünü için gittim. Düğüne gelemeyen birkaç kişi hariç herkesle görüştüm. Evlenen tüm kardeşlerimize ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Adam Spor Merkezi‘ne büyük bir titizlikle devam ediyorum. Burada oldukça güzel bir arkadaş ortamımız oldu. Yıl boyunca Erhan Abi‘yle antrenmanlar yapıp eğlendik. Eğlendik dediğime bakmayın, daha çok o güldü. Sonbahar aylarında omzumdan sakatlandım. Ancak hocanın ve Enes‘in tavsiyesiyle glucosamin kullanmaya başladım. Kısa sürede etkisini gösterdi ve umarım böyle devam eder.

Bu yıl tıpkı blog yazamadığım gibi, pek fazla kitap da okuyamadım. Okuduğum en iyi kitaplar Sessiz Ev ve Tiamat oldular. Bu yıl kitaplığıma yaklaşık 130 kitap daha eklenmiş ancak bu sayının hepsi roman değil. Yaklaşık 30 tanesi Atlas Özel Koleksiyon Serisinden, 25 tanesi Jules Verne eserlerinden, ayrıca ders kitapları ve çizgi romanlar da var.

Bu yıl Sevda, Yiğit, Çağlar, Cem, Ahmet Ali ve Alper’le çeşitli stüdyolar yaptık ve eğlendik. Instagram’da da güzel işler paylaştığımıza inanıyorum. Bu yılın en büyük katkılarından birisi olan sevgili Çağlar sayesinde müzik işlerimiz biraz hareket kazandı. Hali hazırda başlayıp da bitiremediğimiz birkaç şarkı daha var. Onları da en kısa sürede umarım paylaşacağız.

Yıllardır olduğu gibi bu yıl da dolunay yazılarımı sektirmeden yazdım. Bu yazılarda o aya ait müzikal gelişmeleri, hayatımdan kesitleri ve yazdığım mini öyküleri paylaştım. Yılımın Özeti yazısının da bir dolunay zamanına rastlaması benim için bir ilk olacak. Dolunay konseptinden vazgeçmeyeceğim. Hatta podcast işini becerebilirsem belki aylık dolunay yazılarım için bir periyot bile oluşturabilirim. Ancak bir önceki yılı yeniden gözden geçirince blogda pek çok şeyin yarım kaldığını görüp not aldım. Önceliğim eksiklikleri gidermek.

Neler dinledim? Açıkçası bu sene en çok dinlediğim şarkı Köfn – Bi’ Tek Ben Anlarım oldu. Bunun dışında Mabel Matiz‘in pek ilgi görmeyen Nerelere Gideyim isimli Yeni Türkü coverı da beni benden aldı. Eşin dostun sayesinde ya da kendi şansıma keşfedip hayran olduğum şarkılar ise Nova Norda – Beni Biraz, Oscar And The Wolf – Joaquim, SMS – Ay Karanlık, Mabel Matiz – Nerelere Gideyim isimli şarkılar oldu. SMS grubunu Çanakkale’de keşfettik. Çok daha fazlası da var aslında ancak yazıyı yazarken bunlar aklıma geliyor. Metal müzik türünde bir önceki sene olduğu gibi bu sene de Mgla en fazla dinlediğim grup oldu. Sabhankra, Hope To Find, Amon Amarth, Gojira, Halo Effect ve Pentagram yoğunlukla dinlediğim gruplar olmuşlar. Yazın Türkiye’ye gelen The Halo Effect’e Tahir Abi sayesinde bir kart imzalatabildim. Koleksiyonum için güzel bir parça oldu. Grubun bu yıl nihayet yayımlanan Days Of The Lost albümünü ve aynı adı taşıyan şarkısının klibini çok sevdim. Ülkedeki hemen her şeyin fiyatının üçe beşe katlanması sebebiyle bu sene çok fazla plak alamadım.

Almaya niyetlendiğim albümlerden olan Pentagram’ın son albümü Makina Elektrika ise yayımlanalı aylar geçmesine rağmen halen basılmadı! Bu yılın müzikal hayal kırıklığı galiba Pentagram oldu benim için. Acoustic Live 2017 ve son albümlerinin yalnızca dijitalde yayımlanarak basılmaması ve Eskişehir’deki son konserleri bu kanıya varmam için yeterli oldu. Everybody’s Fool şarkısını coverladığımız için yılın o döneminde de Evanescence‘in 2003 tarihli Fallen albümünü dinledim sürekli. Bunun dışında bu yıl boyunca iki müthiş podcasti dinleyip durdum. Bunlardan ilki Getik Dergi döneminden arkadaşlarım Levent ve Furkan‘ın içerisinde bulunduğu (Onur ve Anıl’ı da unutmadım) “Kat 3 Daire 5” ekibinin aynı isimli podcastlari. Korku temalı hikayeleri ve sonrasındaki yarı komik yarı ürkütücü muhabbetlerini dinlemek çok keyifli oluyor. Ve değerli arkadaşım Civan‘ın büyük ve meşakkatli bir araştırma sürecinin ardından yayımlamaya başladığı 1. Dünya Savaşı Podcast Serisi yılın diğer en iyi podcast kanalı oldu benim için. Hem Levent’e hem de Civan’a teşekkürler ve selamlar.

Neler izledim? Netflix‘te bu yıl yayımlanan tüm popüler içerikleri izledim. IPTV sayesinde aslında tüm platformlarda öne çıkan ne varsa izledim. Bu yıl da favorim geçen sene olduğu gibi “Gibi” oldu. Ayrıca bu yıl keşfettiğim Ayak İşleri dizisine bayıldım. Netflix’teki 1899 isimli diziyi Dark’ın referansına güvenip izledik ve beğendik. Avatar‘ın ve Top Gun‘ın yeni filmini henüz izlemedik. Bu sene yayımlanan hiçbir süper kahraman filmini de izlemedim. Tıpkı trap müik furyası gibi lütfen şu süper kahraman furyası da azalarak bitsin. Yine Netflix’te yayımlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli film bu yıl izlediğim en iyi film oldu. Savaş ve özellikle Dünya Savaşları konulu filmler favorilerimdir zaten.

Evet yazının en özel ve önemli bölümlerinden bir tanesine geldik: Hedefler. Bu bölüm, bir önceki yıl nasıl yaşadığımın da aslında en kısa özeti oluyor. Ne kadar çok hedefi başarırsam o kadar iyi bir hayat sürmüşüm demektir. 2022’de koyduğum hedeflere ve gerçekleşme durumlarına bakalım:

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak (başardım)
  • Makale yazıp yayınlatmak (olmadı)
  • Çadır kampı yapabilmek (yaptık)
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak (tam da belirttiğim kadarını tamamladım)
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek (vakit olmadı)
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek (yapamadım)

Eh, ne çok iyi ne çok kötü bir yıl geçmiş. Haydi şimdi de önümüzdeki yıl için kendime hedefler koyayım bakalım:

  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Bilgisayarımda Windows 10’a geçmek
  • Yıl sonunda en az 30 podcast kaydı yapabilmiş olmak
  • Alfa Yayınları Olağanüstü Yolculuklar serisini tamamlayabilmek
  • Alper’le birlikte bir makale yayımlayabilmek
  • Yurt dışına bir seyahat yapmak

Hoş geldin 2023. Her yeni yıl gibi sen de umutlarla dolu olarak geldin. Üstelik cumhuriyetimizin ilk yüzyılını müjdeleyerek geldin. Umarım ülkemiz ve milletimiz için güzel bir yıl olur. Bombalar patlamaz, cehalet övüne övüne sokaklarda gezmeye devam edemez, eşimiz, ailemiz ve dostlarımızla mutlu mesut bir yıl yaşarız. Nice güzel yıllara!

10 Yıl Sonra Yeniden: Çanakkale Road Trip

Yılın son dolunayını yaşıyoruz. 2022 yılı nihayet birkaç hafta sonra bitiyor. Bu hafta, yıllık iznimin son kırıntılarını kullandım. Ancak hem Mert Ekin hem de annesi hasta oldukları için açıkçası pek bir şey yapamadım. Ancak geçtiğimiz hafta sonu yaptığımız muhteşem Çanakkale gezisinin hazzı her şeye değerdi doğrusu. İşte oturmuş, dolunayı bahane ederek nihayet yazabiliyorum.

Birkaç yıl önce Alper, Sercan ve Volkan‘la birlikte, “maykıl ceksın” kulübümüzde konuşurken, efsanevi Road Trip maceramızın onuncu yılı olan 2022 yılında, yeniden yollara düşmeye, aynı tarihlerde aynı rotaya gitmeye karar vermiştik. Volkan da şartlarını zorlayarak Türkiye’de olmaya çalışacaktı. Tarih yaklaştıkça heyecanımız arttı. Rezervasyonlarımızı yaptırıp rotamızı oluşturduk ve 2 Aralık Cuma günü Alper’in Ankara’dan yola çıkmasıyla maceramız başladı. Şimdi biraz eskiye giderek bu maceranın aslında bizim için neden önemli olduğundan kısaca bahsedeyim.

On yıl önce yazdığım şu, şu ve şu yazılarımda çok detaylı olarak bahsettiğim üzere, 2012 yılının Kasım ayında o dönem çok popüler olan Facebook platformu üzerinde Mitsubishi‘nin düzenlediği bir yarışmayı kazanarak İstanbul – Tekirdağ – Gelibolu – Çanakkale rotasını izlemiş, son model üç araçla bir gece iki gün sürecek bir yolculuğa çıkmış, yol boyunca tüm yeme içme konaklama ve yakıt dahil tüm masraflarımızın karşılandığı müthiş bir macera yaşamıştık. Şansımızın da yardımıyla Çanakkale Şehitler Abidesi‘nin zirvesine çıkabilmiş, haberim bile olmadan bir sene sonra askerliğimi yapacağım yerleri dolaşmıştık. Bu yolculuğun başladığı gün olan 30 Kasım 2012 Cuma günü, KPSS yerleştirme sonuçları açıklanmış ve Bilecik’e atandığımı öğrenmiştim. Böylece bu yolculuk hayatımın en değerli yolculuklarından bir tanesi olmuştu benim için. 2007’den beri devam eden arkadaşlığımızın da dostluğa evrildiği bir anılar bütünü yaşamıştık hep birlikte. İşte şimdi aynı rotayı, aynı ekiple ama Mitsubishi’nin desteği olmadan dolaşacaktık.

2 Aralık Cuma günü Alper’in Ankara’dan bindiği trene ben de Eskişehir’den dahil oldum ve saat 19.30 civarı İstanbul’da Pendik‘te trenden indik. Sercan bizi karşıladı. Oldukça acıktığımız için, Sercan’ın ve Alper’in tavsiyesiyle Tuzla Balık isimli mekana gittik. Burası benim ilk defa duyduğum bir “meze” konseptine sahip. Alkolsüz hizmet veren mekanda, siz “yeter” deyinceye kadar envai çeşit deniz mahsulü (balık, ahtapot, karides, kalamar vs.) çeşitli pişirme teknikleriyle pişirilerek ve “tadımlık” porsiyonlarla size sunuluyor. Böylece kelimenin tam anlamıyla “her şeyden” yemiş oluyorsunuz. Mekanda günlere göre ufak değişiklikler gösterse de çok ciddi bir menü ve çeşitlilik var. Biz o gece tam 9 farklı tür ürünün tadına baktık. Minekop favroim oldu. Böyle bir konsept ancak müşteri sirkülasyonunun yoğun olduğu yerlerde uygulanabilir ki sürümden kazanılabilsin. Dolayısıyla Eskişehir’de örneğin, böyle bir restoran olması mümkün gözükmüyor. Ancak İstanbul’a giderseniz Tuzla Balık’ta muhakkak bu “meze” konseptini deneyin.

Yemekten sonra Kadıköy’e geçtik. Burada bir mekanda kahve içerken ben sohbet arasında müsaade isteyip Tahir Abi‘yle görüştüm ayaküstü. Daha sonra Sercanlara geçtik. Netflix’te yeni yayımlanan bir trol filmini izledik. Norveç’ten çıkan trol filmlerini seviyorum. Sana bana saçma geliyor ama adamların mitolojisi ve hikayelerine konu olan tema bu. O gece trollü rüyalara dalıp dalıp çıktık.

Ertesi sabah erkenden yola çıkamadık. Saat 10.00 gibi ancak çıkabildik. Oldukça kapalı bir hava vardı, yağış çok azdı. Tekirdağ Malkara‘da Yamanlar Peynir denilen yerde mola verdiğimizde saat 12.30’du. Burada Sercan’ın tavsiyesiyle kaşarlı bir tost yedik. Bilmeyenler için –ben de bu yolcukta öğrendim– Yamanlar markası, bu bölgede peynirin kralı olarak biliniyor. Yamanlar’da tost yedikten sonra, nedensizce gaza geldik ve rotamızı Keşan‘a çevirdik. Askerde acemi birliği bittiğinde bir daha ayak basmamaya söz verdiğim bu ilçeye bir kere daha gelmiştik işte. Peki ne için? Şirin Kokoreç! Süt kuzusundan yaptığı kokoreçlerle meşhur olan bu dükkana uğramamızı Alper çok istedi. Öğlen vakti olmasına rağmen kokoreç yedik ve oldukça lezzetliydi.

Okumaya devam et

Zorlayıcı Bir Kamp Tecrübesi

Eylül ayının başlarında, şu yazımda bahsettiğim buluşmada Mustafa, Kasım ayının son günlerinde Sülüklü Göl Tabiat Parkı‘nda yapmayı planladığı kamptan bahsetti ve bizleri de davet etti. Böylece Alper, Utku, Murat, Caner, Mustafa ve ben olmak üzere toplam altı kişilik bir grupla kamp yapacağımız tarihi beklemeye başladık.

Bir ara Sercan‘ın da İstanbul’dan gelerek bize dahil olması gibi bir olasılık doğsa da sonradan Sercan’ın başka bir planıyla kesiştiği için gelemedi. Biz de bu süreçte hazırlıklarımızı tamamlamaya devam ettik. Kış kampları oldukça zorlu, ancak uygun koşullarda yapılırsa da unutulmaz olan kamplardır. Pek çok outdoor aktivite arasında, kış kampı gerektirdiği donanım ve dayanıklılık bakımından en zorlayıcı olan aktivitedir. Bu zamana kadar yapacağım en zorlu kamp için yola çıkarken aklımdan türlü türlü senaryolar geçiyordu.

25 Kasım Cuma günü Murat’la birlikte saat 19.30’da Eskişehir’den yola çıktık. Hedefimiz Sakarya üzerinden Bolu‘nun Mudurnu ilçesi sınırlarında kalan Sülüklü Göl Tabiat Parkı’ydı. Mudurnu’ya bağlı Tavşansuyu Köyü sınırlarında kalan bu milli parkta, belirli bir mesafeden sonra telefon çekmiyordu. Dolayısıyla gitmeden önce ailelerimizle vedalaşıp durumu izah ettik. Aynı gün sabah saatlerinde Mustafa ve Utku yola çıkmış ve öğlen vaktinde kamp alanına ulaşmışlardı. Bunu ancak tahmin edebiliyorduk. Aynı şekilde Alper ve Caner de Ankara’dan yola çıkıp saat 19.00 civarında kamp alanına ulaşmışlardı. Akşam üzeri saat 17.00 civarı orada bulunan Milli Park görevlisinin uydu telefonuyla Mustafa bize ulaştı ve kamp yolunun açık olduğunu ve alana giriş belirli bir saatten sonra yasak olduğu için görevlinin bizi bekleyeceğini söyledi.

Böylece Murat’la birlikte oldukça rahat bir yolculuğa başladık. Saat 21.45 civarı nihayet parkın girişine geldik. Ancak yolun en zorlu kısmı bu geriye kalan yaklaşık 10 km.lik arazi yoluydu. Hiçbir aydınlatma ve işaret olmadan, 10 km.lik yolu karanlıkta yaklaşık 45 dakikada çıktık. Yolun tamamı yokuştu. Bir yerde çok ciddi şekilde kaydık ancak Murat sağ olsun bizi kurtardı. Bir noktadan sonra öyle bir hiçliğe düştük ki Murat’la yolu karıştırdık sandık. Ancak tüm umutlar bitmişken kampın giriş kapısını gördük. Saat 22.30’du.

İçeri girdik ve elinde bir fenerle, yağan yağmurun altında bir görevli koşarak yanımıza geldi. Giriş için kayıt yaptırdık. Görevli bize, daha önceden gelmiş olan grubumuzun yerini tarif etti. Biz de yolculuğumuzun son metrelerini böylece tamamlamış olduk. Zifiri karanlığın içerisinde önce Alper’in sonra ise Mustafa’nın araçlarını gördük. Kornaya basıp beklemeye başladık. Dakikalar içerisinde Alper ve Mustafa yanımıza geldiler ancak bir sorun vardı: Hiç biri bizi gülerek karşılamamıştı.

Rezil olduk, rezilliğin dibindeyiz!” dedi Mustafa. “Ne oldu hayırdır?” dedim. Anlatmaya başladılar. Öğlen geldiklerinden itibaren yağmur hiç ama hiç dinmemiş. Arazi çamur, yerler ıslaktı. Önce bir tente yapmışlar. Daha sonra ise Mustafa’nın aldığı beş çuval odunu taşımışlar kamp alanına. Bu taşıma işi zaten tüketmiş onları. Biz gittiğimizde kurdukları tentenin altında yağmurdan korunmaya çalışıyorlardı. Ancak tente ateşin hemen altında olduğu için yoğun bir dumana da maruz kalıyorlardı. Yetişemediğimiz akşam yemeğinden payımıza düşenleri yedik. Hızlıca çadırımızı kurup yatağımızı şişirdik. Birkaç gün önce aldığım naylon branda ile çadırı kapladım. Bir süre daha oyalanıp birkaç tablet çikolata yedim. Çadıra girip üzerimi değiştirdim. Çadırın içinde yağmurdan ve dumandan korunduğumu fark edince bir daha da çıkmak istemedim. Biraz sonra da kardeşim geldi ve tüm bir ekip olarak uyku vaziyeti aldık. Bu esnada attığımız kahkahaları unutamıyorum.

Gece boyunca yağmur ve rüzgar hiç dinmedi. Sabaha karşı saat 05.00’te kısa süreliğine dinmiş ancak ben o saatlerde rüyamda Kara Harp Okulu’na gittiğimi görüyordum. Utku’nun kalkıp kamp alanında dolaştığını ve ateşi güçlendirdiğini duymadım bile. Bu esnada Murat oldukça üşüdüğünü söyleyince üzerine bir kat daha kıyafet giydirdim. Üzerimizde de beş kat battaniye ve altımızda şişme yatak vardı.

Sabah saat 09.00 civarında kalktık ve fazlaca bir tartışmaya gerek duymadan, yağmaya devam eden ve edecek gibi de görünen yağmurdan yılmış bir halde, kampımızı sökmeye başladık. Yaklaşık bir saat içerisinde her şey sökülmüş ve arabalara yüklenmişti. Bu sefer konvoy halinde ve en önde Murat’ın kullandığı araba olacak şekilde yola düştük. Gündüz gözüyle gördük ki gece karanlıkta çıktığımız yol ciddi tehlikelerle (yola devrilen kayalar, iri taşlar, çamur yatakları vb.) doluymuş. Altı yüksek aracınız yoksa buraya çıkmayı bir daha düşünün derim. En az çıktığımız kadar uzun bir sürede de geri indik. Yakında bulunan köylerden geçip Sakarya’nın Akyazı ilçesine bağlı Dokurcun Mahallesi’ne ulaştık. Bu arada bu bölge, Bolu ile Sakarya’nın tam sınırının geçtiği bir bölge. İzlediğimiz yollar genelde bu iki il arasında çizilen sınırı belirliyordu. Dokurcun’da bir kamyoncu lokantasında kahvaltı için durduk. Burada kahvaltımızı yaptık.

Lokantanın sahibi bize çok yakınımızda olduğunu söylediği Çiğdem Yaylası‘na gitmemizi tavsiye etti. Yaylanın yolunun Sülüklü Göl’den daha iyi ve açık olduğunu söyleyince tüm ekipte “Haydi o zaman gidelim havası” oluştu. Kalktık ve yeniden yola çıktık. Ufak bir rota şaşkınlığından sonra nihayet yolu düzelttik ve yine tırmanmaya başladık. Tıpkı o türküdeki gibi, ince ince yağmaya başladı kar. Murat’la şaşkın bir halde yola devam ettik. Öndeki iki arabanın ezdiği kısımlardan gitmeye çalışıyorduk ancak bir noktadan sonra artık yol, arabamız için gidilemez bir hal aldı. Böyle olunca aracı uygun bir yere bırakıp Alper’in arabasına misafir olduk. Bu halde de epey bir yol gittik ve bir yaylaya ulaştık. Her yer bembeyaz! Sis, dalga dalga gelip geçiyordu. Dik bir yokuşu tırmandık ve ardımızda kalan Mustafa ile Utku’yu beklemeye başladık. Bir süre sonra anladık ki arabaları yokuşu çıkamıyor kaygan zemin yüzünden. Alper’e artık dönmemiz gerektiğini ve bu yolun daha iyi bir hal almayacağını söyledim. Bana hak verdi. Ekip olarak karların içerisinde onlarca kare fotoğraf çektik. Sonra dönüş yoluna başladık. Dönüşte yer yer kar yağışı hızlansa da giderek azaldı ve bitti. Arabamızı bıraktığımız yerde Alper ve Caner’le vedalaştık ve bir kere daha, çıktığımız yokuşu inmeye başladık. Arabamızın tekeri nihayet asfalta değdiğinde derin bir oh çektim.

Mustafa ve Utku’nun eşliğinde küçük bir kafile olarak geldiğimiz yoldan Eskişehir’e doğru yola çıktık. Yolda kısa bir kahve molası verdik. Moladan sonra Murat, oldukça yorgun bir haldeydi ve bir an önce eve gitmek istiyordu. Böylece gide gele ezberlediğimiz Bilecik yollarından eve gelip çıktık.

Hayalini kurduğumuz kampı tam anlamıyla yaşayamasak da, başımıza gelen tüm zorlukların hepimizin eşik değerini yükselttiğine inanıyorum. Özellikle donanımsal olarak yetersizliğimi üzülerek fark ettim. Çadırıma eğer naylon branda sarmasaydım, imkanı yok o yağmur yükünden kurtulamazdık. Alper’de görüp beğendiğim önemli bir ekipman zemin brandası oldu. Bundan sonra çadırımı -yüzde yüz kuru olsa bile- çıplak zemine kurmayacağım. Zemine muhakkak bir branda ya da benzer bir malzeme sereceğim. İlk kez bu kampta deneyip çok memnun kaldığım ekipmanım ise Energizer’ın şu tepe lambası oldu. Eğer böyle bir ekipman arıyorsanız muhakkak bu lambayı alın.

Kazasız belasız evimize döndüğümüzde is kokan, çamura batmış tüm ekipmanları yıkayıp temizlemek iki günden fazla süremi aldı. Ancak söylediğim gibi böylesi bir tecrübeyi insan hayatı boyunca çok az defa yaşar. Bu süreci dostlarla birlikte yaşamak ve zorluklarla birlikte mücadele etmenin verdiği haz, bir parça çamur ve isle kirlenmiş malzemelerden kat be kat üstündür bana göre. Bu macerada emeği geçen başta Mustafa olmak üzere tüm ekibe teşekkür ederim.

Dolunay: Mustafa’nın Burun Ameliyatı, Moonlight

Cuma gecesi, 2022 yılının son yaz dolunayıydı. Ülkemizdeki pek çok gözlem evinde ve amatör gözlem gruplarında etkinlikler düzenlendi. Dünya’mızın o biricik uydusunun binlerce kare fotoğrafı çekildi yine. İnsanoğlu olarak en çok kayıt altına alınan gök cismi olan Ay‘ın, bu en sevilen dolunay fazında, yine geride bıraktığımız dönemi şöyle bir konuşalım.

betul_turksoy’un istiflenmiş 100 kareden oluşan Ağustos 2022 dolunayı

Temmuz-Ağustos aylarının bir kısmı tatilde ve yollarda geçti. Ama şunu bir kere daha anladım ki evde olmak mutlulukların en büyüğü. Geride bıraktığımız haftayı da evde yalnız geçirdim. Mert ve annesi şehir dışındaydılar. Birkaç hesapta olmayan gelişme dışında, genel olarak planladığım gibi bir hafta geçirdim. Odamdaki epey bir kitabı ve materyali derleyip topladım. Ancak mevcut durumda yine bir depolama alanı ihtiyacım oluştu. Bunu çözmek için akıllıca bir fikir arıyorum.

Bu ayın en tedirgin bekleyişi aslında kardeşimin yıllardır girmesini beklediğimiz ameliyatı oldu. Cumartesi sabahı Eskişehir’deki Acıbadem Hastanesi‘nde küçük kardeşim Mustafa tam 7 saat süren bir ameliyata girdi. Op. Dr. Melih Demirbüken tarafından yürütülen bu ameliyat hem hocanın kendisi hem de dışarıda bekleyen bizler için epey zor geçti. Tahmini bitiş saatinden yaklaşık 2 saat daha fazla süren operasyonda, hocanın ifadesiyle “geniş ve travma nedeniyle tamamen desteğini yitirmiş olan burnu“, artık nefes alamaz hale gelmiş kardeşimin daha sağlıklı nefes alabilmesi için epey bir düzeltti. Yıllar önce geçirdiği bir kaza sonucunda ortaya çıkan bozuk formu da mükemmel bir şekilde onardı. Ben de 2006 yılında talihsiz bir şekilde burnumu kırmıştım. Ancak kardeşimden farklı olarak, lokal anesteziyle yapılan bir operasyonla burnumdaki kırığı tedavi etmişlerdi. Sonrasında yaşadığım 15 gün ise hayatımın en zahmetli zamanları arasındaydı. Çünkü tamponla tamamen tıkanmış haldeki bir burunla yaşamak ızdırap gibiydi. Ancak kardeşimin ameliyattan sonraki durumu benden daha kötüydü.

Anestezinin etkisinden kurtulmasının akabinde, şiddetli baş ağrıları yaşadı. Bu boyuttaki bir ameliyattan sonra bu etkiler normal kabul ediliyor. Hastanede geçirdiğimiz gece oldukça sorunsuz geçti ve ertesi gün, henüz 24 saat bile olmamışken, taburcu edildik. Biz yıllardır bu ameliyatı yaptıracak cerrah bulmaya çalışıyorduk. Kaza sonucunda, aradan geçen yıllarda özellikle burnun kıkırdak yapısı neredeyse tamamen yok olduğu için devlette ve özelde gittiğimiz cerrahların hepsi bu ameliyatı zorluğundan dolayı yapmayı reddettiler. İki yıl önce bulduğumuz bir cerrah ise araya pandeminin girmesiyle yine ameliyatı yapmaktan vazgeçti. Giriştiği bu işin zorluğunu samimi olarak itiraf eden sevgili Melih Demirbüken hocamıza teşekkür ederiz. Canım kardeşime de geçmiş olsun dileklerimi bir kere daha iletiyorum. Umarım çabucak iyileşir, yeni burnunla ortamların gözdesi olmaya devam edersin 🙂

Sabhankra

Birkaç aydır cover yapamıyorduk. Ancak tembelliği bırakıp uzun süredir yapmak istediğimiz bir cover’ı da nihayet bitirdik sevgili okur. Sabhankra‘nın baş yapıt parçası, ilk defa duyduğum 2011 yılından beri belki binlerce kere dinlediğim o mükemmel şarkısı Moonlight‘ı Alper‘le birlikte coverladık. Gitarları Alper kaydetti. Davullar ile klavyeyi ben çaldım. Parçanın mixini ve videonun kurgusunu ise yine Alper bitirdi sağ olsun.

Çok seviyoruz. Yıllardır Sabhankra’nın müziğinin hayranı ve çok büyük destekçisiyiz. Bu açıdan bakıldığında Moonlight, hiç eskimeyen, melodisini her dinlediğimde aklımın her kıvrımında bambaşka şeyler düşündüren; anılara, hiç unutulmayan anlara götüren bir parça. Böylesine tutkuyla bağlı olduğum çok az şarkı var. Böylesine tutkuyla hayatıma giren çok az şey var.

Bu cover’ı, kardeşim Mustafa’ya, düşüncesizlik edip kalbini kırdığım Cihan‘a, tüm Sabhankra ekibine ve o yıllarda bizimle Sabhankra dinleyen Sercan‘a ithaf ediyorum. Tüm yaşanmışlıklar aşkına!

Denizli, Datça, Marmaris: Maykıl Ceksın Kulübü

Biraz uzun, ancak nerede ne yapılır ne yapılmaz tarzında, faydalı bir gezi yazısı olacak.

Kökenleri neredeyse 15 seneyi bulan dostluğumuz boyunca, “maykıl ceksın” kulübü olarak pek az kere bir yerlere gezmeye gidebildik ve tatil yapabildik. Bu yıl “onuncu yıl dönümünü” kutlayacağımız Road Trip planımızı saymazsak, ailelerimizin de içerisinde olduğu bir buluşmayı henüz yapamadık.

Durum böyle olunca, bu yaz tatilimizi hep birlikte planlamaya karar verdik. Ancak kısa süre sonra bu sefer de Volkan’ın katılamayacağı kesinleşti. Böylece Alper ve Sercan’la birlikte rezervasyonumuzu yaptırım sessizce beklemeye başladık. Rotamız Alper ve Özge’nin uğrak mekanı olan Datça olacaktı.

16 Temmuz’u 17 Temmuz’a bağlayan gece saat 05.00’te yola çıktık. Planımız bir gece Denizli’de kalıp ertesi gün Alperler ve Sercanlarla buluşarak yola devam etmekti. Denizli yolculuğumuz Mert’in epey bir süre uyuması sayesinde, neredeyse hiç sıkıntısız tamamlandı. Ancak yolculuk esnasında, yaklaşık 1 saat süren bir köy yolu maceramız oldu ki burada navigasyon kurbanı olduk. Sorunsuz bir şekilde, saat 10.00 civarında bir önceki yıl da kaldığım Denizli Polisevi’ne ulaştık. Yıllardır görüşemediğim sınıf arkadaşım Turgut’u aradım. Sağ olsun kısa süre sonra ailesiyle birlikte yanımıza geldi ve birlikte Pamukkale’ye gittik. Burada korkunç bir sıcak vardı, ancak buna rağmen yılmadan travertenleri gezdik ve geçen sene Togay’la gittiğimizde hayran olduğum o antik tiyatroyu bir kere daha görme fırsatım oldu.

Burada epey bir gezdikten sonra birlikte yine Denizli’ye döndük ve Polisevi’nde birlikte vakit geçirdik. Turgut’a ve sevgili eşi İlkay’a misafirperverlikleri için bir kere daha teşekkür ederiz.

Ertesi gün sabah saat 06.00’da bu sefer Alperler ve Sercanlar’la buluşmak üzere Denizli’den hareket ettik. Buluşacağımız yer Muğla’nın biraz dışındaki bir akaryakıt istasyonuydu. Buraya kadar yine sorunsuz geldik. Buluşma noktamıza önce Alper ve Özge gelmişti. Daha sonra biz ulaştık. Bizden çok kısa süre sonra ise Sercan ve Ülkü geldiler. Altı yetişkin ve iki bebekten oluşan kafilemiz böylece ilk kez bir araya gelmiş olduk. Çok kısa bir araç yıkama faslından sonra konvoy olarak Datça’ya yolculuğa başladık. Daha önce böylesine virajlı ve rampalı yollarda araç kullanmamıştım. Geliş ve gidişimizde beni zorlayan tek şey de bu yollar oldu.

Yolda tostu çok meşhur olan “Meşhur Akçapınar Tostçusu” isimli mekanda kahvaltı için mola verdik. Çok meşhur olan ama çok da güzel olmayan tostu ve kahvaltısı sayesinde, biraz dinlendik ve yolun asıl zorlu olan kısmına çıktık.

Yolların kötü olmasının galiba, Datça’ya olan turist akınını kısıtlayabilmek gibi bir özelliği var. Zira buradaki doğanın, denizin ve diğer güzelliklerin bu denli korunarak kalabilmiş olmasının sebebi, ulaşımın nispeten zor olması gibi geliyor bana. Otele vardığımız anda otelin duvarlarında asılı birkaç gazete haberinde “Datça’yı Yazmayın” şeklinde başlıklar gördüm. Haberi hazırlayan gazeteci, yerel halkın kendisine sık sık bunu tembihlediğini, Datça’nın güzelliklerinin sürdürülebilir kalması için burayı daha az insanın keşfetmesini istediklerini aktarmış.

Uslu Hotel Royal Yachting isimli otelimize vardık. Butik denilebilecek boyutlarda, sevimli bir yerdi. Güler yüzle ve profesyonel bir samimiyetle karşılandık. Otelin sahibi Yiğit Bey, bize Datça ve otel hakkında kısa bir bilgilendirme yaptı.

İlk gün biraz da yol yorgunluğuyla günü otelde geçirip akşamüzeri yemek için yürüyüş mesafesindeki Sevinç’in Lezzet Sofrası isimli lokantaya gittik. Yemekleri çok lezzetli ancak bazı ürünlerin fiyatları anlamsız şekilde pahalı. Sipariş etmeden önce muhakkak sormak lazım. Burada içtiğim paça çorbasının bir benzerini daha içmedim. Müthişti.

Okumaya devam et