Tag Archives: sabhankra

Chaos Magazine 11. ve 12. Sayılar

Aylar önce Chaos Magazine’in geri dönüş sayısının haberini yaptıktan sonra, yıl bitmeden bir yeni sayı ve devamında da yepyeni bir 12. sayı daha yayımladı LainmeunMurat Chaos Gökbulut. Derginin 10. sayısıyla birlikte başlayan renkli ve ciltli bookazin formatı öylesine sevildi ki geriye dönüp yıllar önce siyah beyaz çıkan 9. sayıyı bile “yalandan renkli” bastı. Dolayısıyla bu yepyeni renkli ve ciltli olarak yayımlanan bookazin formatlı sayılar artık bir Chaos standardı haline geldi. Chaos Magazine, ülkenin yerinde sayan ve kendini bir türlü aşamayan fanzin piyasasına müthiş bir hareket getirmiş oldu. Bu son yazdığım iddialı gelmiş olabilir ancak 11. ve 12. sayıların henüz baskıya girerken sipariş yöntemiyle tükenmiş olduğunu, bu ivmeyle birlikte derginin yıllar önce çıkan 9. sayısının bile yeni baskı yaptığı ve tükendiğini dikkate almak gerekiyor. Derginin yazar, çizer, editör ve büdütörü Murat Gökbulut, Chaos ismiyle ne yayımlasa kelimenin tam anlamıyla kapışılıyor.

Kasım-Aralık 2023 tarihinde yayımlanan 11. sayı 130 sayfadan oluşuyor. Kapağı çevirir çevirmez editörümüzün mesajıyla Chaos’a girmiş oluyoruz. Derginin kapağında Urgehal var ve bana göre Chaos tarihindeki en güzel kapaklardan birisi olmuş bu. Arka kapakta ise Sabhankra’nın Rotting Helios albümünün kapağına yer verilmiş. Sınırlı sayıda basılan derginin #052 no.lu kopyası bende. Derginin son sayfasında ise yıllardır uyguladığı “içindekiler koymama” kuralına biraz nazire yaparak “içinde içindekiler vardır” mesajıyla bir indeks yer alıyor ve bu 130 sayfalık dev eser “cemiyete hapsolmuş adamlardan olmama savaşı sürecek” mesajıyla son buluyor. Derginin arkasındaki isim, her şeyi, frontmani, beyin takımı, emektarı, EYT’lisi, editörü, büdütörü Murat Gökbulut iken çevirilerde Serkan Kaya’nın ve çizer olarak da Zeynep Özkazanç’ın desteğini görüyoruz.

Dergi muhtemelen yazarının da tahmininin ötesinde çok ilgi gördü. Basılan kopyalar çok kısa sürede tükendi. Dolayısıyla artık bu sayıları bulmak için çok şanslı olmak ya da eşten dosttan ricacı olmak gerekiyor. Yazarın bu konuda hiçbir kaygısı yok. Fotokopi çekin, basın, dağıtın, yeter ki okuyun! Ben de bu yazıda he Chaos’un bugün geldiği nokta ve ülkemizdeki metal piyasası bakımından kazandığı öneme değineceğim, hem de bu son iki sayıdan ufak notlar vereceğim. 11. sayıyla başlayalım.

  • Convocation’ın Ashes Coalesce albüm kapağını çizen grup elemanı Lauri’ye, “albüm kapağı çiziminde Caravaggio etkisi var” deyince eleman hem şaşırıyor hem de mutlu oluyor. “Fark ettiğiniz için tebrikler” diyor. Röportaj ve enteresan sorular için de teşekkür ediyor.
  • Yine aynı sayıda 10. ve 11. sayfalarda arka plandan dolayı, GRA röportajının büyük kısmı okunamıyor.
  • Bir başka bomba detay: Afterbirth röportajında Murat Gökbulut, grubun Four Dimensional Flesh albümünün kapağında ressam Maurits Cornellis Escher’e saygı duruşunda bulunduklarını söylüyor. Grubun gitaristi Cody ise şaşırarak “bunu anlamana hayran kaldım” diyor. Gerçekten de grubun albüm kapağını yapan sanatçı, bu eseri üretirken Escher’den ilham almış. Cody röportajı “iyi bir sanatseversin dostum, detayı yakaladığın için tebrik ederim” diyerek tamamlıyor.
  • Dergideki röportajların büyük kısmında Türkiye denilince akıllara Cenotaph geliyor. Ayrıca Enfulged ve Diabolizer de uluslararası tanınırlığı yüksek gruplarımız.
  • 11. sayının en uzun röportajı Forgetten Tomb’un tam 6 sayfalık ilgi çekici röportajı. Bu adamın da Türkiye deyince aklına Galatasaray geliyormuş.
  • Acherontas röportajı, sorulara verdiği birbirinden ilginç cevaplarla Chaos tarihinin çevirmesi en zor röportajı olmuş.
  • Peki, Omnium Gatherum grubundan Markus’un Öztürk Serengil’in oğluyla Wolitrap isimli bir grubunun olmasına ne diyorsunuz? (Jussi I. Cengizhan Serengil, Finlandiya’da yaşıyor, annesi Seija Mirja, ablası Seren Serengil)
  • Cruciamentum grubundan D.L.’nin, Türk-Fransız progressive rock grubu Asia Minor’ı ve özellikle grubun ikinci albümü Between Flesh and Divine’ı çok sevmesini ben de çok sevdim.
  • Dergideki en özel röportaj Urgehal’inki. Editörün heyecanı grubun kurucu üyesi Enzifer’le yaptığı röportajdan anlaşılıyor.
  • Lainmeun’un dergiye yazdığı konser kritikleri, aslında bir mizah dergisinde yayımlansa büyük ses getirir ve epey taraftarı olur. Mizah dozu fazla, yerinde göndermeleri ve bolca müzik kültürüyle harmanlanmış bu kritikler bile ayrı bir dergi olarak yayımlanmayı hak ediyor bence. Üstelik derginin son yayımlanan üç sayısı ve gelecek sayısı sayesinde ülkenin bu dönemde İstanbul’da gerçekleşmiş neredeyse tüm ekstrem müzik konserlerine gitmiş kadar oluyoruz. Bu noktada bir tavsiye verebilirim. Chaos Magazine, yayımlandığı dönemdeki konserler hakkında farklı ilerden belli sayıda konuk yazarı davet edebilir. Bu sayede örneğin Ankara’da yapılan ve ses getiren bir konseri de derginin sayfalarında hem okuma hem de ölümsüzleştirme imkânı bulmuş oluruz.
  • Editörün konser kritiklerinde ısrarla bahsettiği, kâh güldüğü, kâh eğlendiği, kâh gözlerinin aradığı “metalarchives dayı” isimli kişi kimdir?
  • Yine dergide yer alan tam altı sayfalık bir Agathodaimon röportajı var ki eski dostların buluşması tadında. Sadece bu içeriği okuyarak grup hakkında hatır sayılır oranda bilgi sahibi olabilirsiniz. Grubun ülkemize ilk gelişinde yaşadıklarıyla ilgili dikkat çekici detaylar var.

Her sayıda olduğu gibi 11. sayıda da röportajlar haricinde ciddi bir sinema içeriği mevcut. Lainmeun, bu dergi için pek çok şey olmanın yanı sıra esasen iyi de bir sinefildir. (Zebra var, o ayrı 🙂 Chaos’ta, popüler akım sinema dergilerinde asla okuyamayacağınız sinema içerikleri yer alıyor. Filmler, sadece yönetmenleri değil, temsilcisi olduğu akımlar ve içerikleri semboller bakımından da ele alınıyor. Derginin son kısmında, bir önceki sayıdan devamla “Metalciler Kitapsız Değildir Vol. II” yer alıyor. Bu seride ülkemizdeki ünlü/az ünlü pek çok metalci yazarın kaleme aldığı eserler tanıtılıyor.

Evet, 11. sayı böyleydi. Gelelim 12. sayıya. Chaos tarihinin en kapsamlı ve hacimli yayınıyla baş başayız. Yalnızca dört aylık bir sürede hazırlanan bu sayı tam 200 sayfa! Kapakta Paradise Lost var. İçeriği, mizanpajı, dizgisi ve baskı kalitesiyle en kurumsal Chaos Magazine açık ara 12. sayıdır. Bu sayıyla Chaos, artık yavaş yavaş yeraltından çıkmaya başlamış gibi görünüyor. Murat Gökbulut, kendisine 11. Sayıyı okuduktan sonra ilettiğim sertifika önerisini de beğenmiş olacak ki bu sayıdan bir sertifika çıktı. Sınırlı üretilen derginin alıcısına ve ismen yazılmış bu sertifika çok kıymetli. Sayfa tasarımları önceki sayılara göre çok daha iyi. Sayfa arka plan nedeniyle okunamayan röportaj yok.

Yine 12. sayıda da derginin her şeyi, yazarı, çevirmeni, editörü ve büdütörü Murat Gökbulut. Çizerlere ise Zeynep Özkazanç’a destek olarak bu sayıda Berk Balkaç eklenmiş. Sınırlı sayıda basılan bu sayının da #052 no.lu kopyası bende

Röportaj yapmayı, müzik yazıları yazmayı öğrendiğim Chaos’a, bu konuda elbette tavsiye verecek değilim. Ancak özellikle derginin şekilsel ve görsel tasarımına ilişkin ufak tavsiyeler vermek, iyi bir Chaos fanı olarak hakkımdır diye düşünüyorum. Bookazin formatındaki bu yayında, kapağı çevirir çevirmez editör notuyla karşılaşmak yerine, belki bir iç kapağa da artık yer verilebilir. Bir de virgülden sonra boşluk bırakılmadığı için bazı kelimeler bitişik duruyor. Bu hata sürüm farkından da kaynaklanmış olabilir. Ve bir minik tavsiye de paragraf içerisinde kullanılan görsellerin yerleşime dikkat etmek gerekli. Bazı yerlerde görseller paragrafları tam ortadan ikiye böldüğü için cümleyi okurken gözlerimiz bir sola bir sağa zıplamak zorunda kalıyor. Bu da biraz zorlayıcı oluyor.

Şimdi dergiden öne çıkan, ilgi çeken bazı notlara yer vereceğim.

  • Alman Convictive grubunun röportajında Türkiye’den Sabhankra övülüyor.
  • Singapurlu Infernal Execrator grubundan Lord Ashir’in ülkemizden dinlediği grupların ancak yarısını biliyor olmamdan utandım.
  • Lainmeun’un röportajlarında bir klasiktir. Röportaj yaptığı gruptan, kendi ülkelerindeki metal piyasasından tavsiye isimler ister. Manbryne grubunun vokalisti Sonnelion, Polonya black metal sahnesinden hiçbir grubu tavsiye etmiyor. Şaka gibi!
  • Tam beş sayfayı kaplayan Persecutory röportajı yerli piyasamıza da dair pek çok detayı barındırıyor. Çağatay’la yapılan röportajda çok önemli bir detay yakaladım. Tayland’da yayımlanan Darkest Against Light Zine isimli bir fanzinde “Kadıköy Metal Sahnesi” isimli oldukça geniş bir yazı yayımlanmış.
  • Derginin kapak grubu olan Paradise Lost ile yapılan röportaj, belki de röportajın kendisinden çok, öncesinde ve sonrasında yaşanan kaotik durumlarla birlikte hem komik hem de sinir bozucu. Biz bu durumu derginin yayımlanmasından çok önce Murat Gökbulut’un sosyal medya hesaplarından an be an takip edebilmiştik. Yapılan röportaj, derginin adına yakışır bir kaosun sonunda bizlerle buluşabilmiş. Ancak bana göre dergideki en zayıf röportaj da bu. Çünkü ancak 15 dakikalık bir vakitte Zoom üzerinden yapılmış ve grup pek çok noktayı kısıtlamış.
  • Ancient grubunun frontman’i Magnus, “desteği ve ayırt edici soruları” için Chaos’a teşekkür etmiş.
  • Blind Guardian konserinin kritiği hayatımda okuduğum en komik konser kritik yazısı olabilir. Yine benzer şekilde Rotting Christ konseri kritiği de ne beklerken ne buldum temalı, tam bir Gökbulut klasiği olmuş.
  • Pantheis grubuyla yapılan röportajda grup Closer to God isimli albümleri için “bu albümde Ennio Morricone’nun hayaleti dolaşıyor” diyor.
  • Bu sayıda pek çok grup ülkemizden Mezarkabul’u (Pentagram) tanıdığını söylüyor. Shade Empire grubundan Eero, Anatolia albümünü çok sevdiğini ekliyor.
  • Grabak ve Antrisch gruplarına sorduğu soruların iki üç tanesi aynı sorular. Ben Antrisch’in cevaplarını daha çok beğendim. Ancak Maurice’in ülkemizle ilgili verdiği cevaplarda, darbe yapan orduyu “heyecan verici” bulmasına anlam veremedim. Yine, ülkemiz piyasasından İlkim Oulanem’den etkilendiğini söylüyor Maurice. Oulanem için “Black Metal’e sahip çıkıyor” diyor. Ancak anlaşılan bilmiyor ki aynı sanatçı önce adından Oulanem ismini atıp rock müziğe, sonra ise tamamen piyasan çıkıp klasik müziğe (orkestra şefi olarak) yöneldi. Üstelik eski kariyerine dair tüm izleri de kaldırarak. Dolayısıyla ortada sahip çıkılan bir şey de sahip çıkan biri de yok artık. Maurice, “özen gösterilmiş ve ilginç soruları için” teşekkür etmiş. İşte bir müzik dergisi için bundan daha kıymetli bir şey var mıdır bilemiyorum.
  • Yıllardır ilk defa bir müzisyenin (Vomitory’den Tobias) ülkemizden bahsederken Türk zillerini övdüğüne şahit oldum. Tobias, Meinl zillerinin el yapımı olarak Türkiye’de üretildiğinden bahsetmiş. Normalde bu markanın zilleri makine baskısıdır. Ancak bir araştırma yapınca Alman menşeili firmanın gerçekten de ülkemizde 30 kişinin çalıştığı bir atölye kurduğunu ve Samsun’da Amisos markasıyla üretim yaptığını öğrendim.
  • Dergide Agathodaimon konser kritiği yer alıyor. Bu kritikte Lainmeun, 11. sayıya atıf yaparak Agathodaimon’ın ülkemize ilk defa geldiğinde yaşadığı müthiş olaylı konsere değiniyor. Hatta grubun da o dönemki organizatöre hiç acımadan nasıl sövüp saydığını anlatıyor.
  • Tıpkı önceki sayılar gibi bu sayıda da sinema içeriği önemli yer tutuyor. Darren Aronofsky’nin 2017 tarihli Mother filmi için Türkçe’de yazılmış en kapsamlı kritik kaleme alınmış.
  • Koleksiyonerler için harika özel baskı film (bluray, DVD ve box set) tavsiyeleri yer alıyor. Benim en ilgimi çeken Hitchcok Tin Box seti oldu.
  • Yine bu sayıda da son iki sayıda olduğu gibi, “Metalciler Kitapsız Değildir” dizisinin 3. bölümü yer alıyor. Ancak bu bölümde Altay Öktem ve Orkide Ünsür’e daha çok yer verilmiş.

Evet, Chaos Magazine dopdolu içeriklerle piyasaya çıktı ve hatta tükendi. Ee sen bu yazıyı neden yazdın o zaman? Tarihe not düşmek için ve olur da bir yerde karşınıza çıkarsa mutlak suretle arşivinize katın diye. Yukarıda da yazdığım gibi, Chaos’un artık yavaş yavaş yeraltından çıkıp (çok da şımarmadan) bir yayıneviyle anlaşıp ülke çapında dağıtılır hale gelmesi lazım. Tek bir dergiyle bu kadar yoğun içeriği sunabilen başka bir mecra yok. Ellerine sağlık Lainmeun – Murat Gökbulut ve doğum günün kutlu olsun. Nice mutlu yaşlarında müzikle ve bizlerle olman dileğiyle.

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

Sabhankra – Rotting Helios (2023)

Sabhankra‘nın bu yıl Ocak ayı içerisinde yayımladığı Beaten By Waves isimli enstrümantal parça oldukça dikkat çekiciydi ve sadece kemik kitlesinin değil, grubu tanıyan hemen herkesin beğenisini de kazanmıştı. Grup yılın ikinci yarısını da boş geçmedi. İki parçalık yepyeni EP’si Rotting Helios‘u şu an için yalnızca sınırlı sayıda kaset formatında -50 adet- yayımladı. Yani daha düne kadar şarkılar hiçbir dijital platformda yayımlanmamıştı. Grubun Instagram hesabından dün iki parça da yayımlandı. Ancak EP’nin 50 adet basılan ilk kopyaları an itibariyle bitmiş (ya da bir iki tane kalmış) durumda. Bu da şu anlama geliyor: Günler önceden, grubun ürettiği iki yeni parça hakkında hiçbir fikrimiz olmadan bu kasetleri satın aldık. Öyle bir tutku yani bizdeki.

Yukarıda da yazdığım gibi, yeni EP iki parçadan oluşuyor: Rotting Helios (05:27) ve The Black Sun (07:00). Bu çalışma toplamda 12,5 dakikalık bir çalma süresine sahip. “En sert Sabhankra parçaları çığlıkla başlar” kuralı burada da bozulmuyor ve Rotting Helios, müthiş bir çığlıkla açılış yapıyor.

Albümü melodik black metal olarak sınıflandırabiliriz. Parçalardaki riffler yer yer bana Immortal‘ı anımsattı. Rotting Helios’un yaklaşık olarak 2. dakikasının ortalarından itibaren arıza bir bölüm başlıyor ki anlatamam! Hafiften gerilim veren, gerçek kayıt mı bilgisayar efekti mi olduğunu hala anlayamadığım bir dip ses… İlk defa dinlediğimde acaba kulaklığımın şarjı mı bitiyor diye düşündüren, ritmik olmayan kesik kesik bir melodi de tüm bu arıza bölümü arşa çıkartıyor. Adeta rahatsız oluyorsunuz dinlerken. Sonrasında ise özellikle son dönem Sabhankra şarkılarında sıkça kullandıkları bir tarama bölümü başlıyor. Vokal çok başarılı, davullar daha da başarılı. Kendi adıma bu EP’de bass gitarı biraz zayıf bulduğumu söylemek zorundayım. İkinci parça The Black Sun ise Savaş Sungur’un son yıllarda güneşe karşı açtığı savaşın bir marşı niteliğinde. Oldukça kuzeyli, buz gibi bir parça olan The Black Sun’da giderek artan bir gerilim var. Yedi dakikalık çalma süresiyle grubun diskografisindeki en sert şarkılardan birisi.

Rotting Helios’un sözleri Savaş Sungur‘a, The Black Sun’ın sözleri ise uzun süredir grupla birlikte ismini yan yana görmediğimiz, grubun ilk davulcusu Yağız İpek ve Savaş Sungur işbirliğine ait. Yağız’ın 2007’de yazdığı sözleri düzenleyerek kullanmışlar. EP’yi geride bıraktığımız yaz aylarında Double Point Stüdyosu‘nda kaydetmişler. Mix ve mastering ise komşuda, Atina’da Haunting Studios‘ta Nik Palivos tarafından yapılmış.

Gelelim kaset baskı ve tasarımına. Khufu Records tarafından 50 adet basılan kasetler 1-50 arası elle numaralandırılmış. Bendeki kopyalar 1 ve 2 no.lu kopyalar. Kartonet baskısı mükemmel olmuş! Renkler, tasarım, baskı kalitesi, kaset üstü etiketleri, görseller… Hepsi gerçekten imrenilecek kadar güzeller. Ellerinize sağlık. Bu ilk 50 kaset tükenince yeni bir kapakla basılacağına dair grubun sosyal medya hesabından bir açıklama okumuştum ama kesin midir şu an için bilmiyorum. Olursa o kapaktan da alacağız mecbur.

29 Eylül’de EP başta Spotify olmak üzere tüm dijital platformlarda olacak. Kasetlere yetişemediyseniz azıcık daha sabretmek zorundasınız 🙂 Ayrıca 2024 için de yeni albüm müjdesi verdiler. Her albüm haberi aldığıma aklıma insanı bambaşka yerlere götüren Sabhankra melodileri geliyor. Ancak artık bu melodilerin olmayacağını biliyorum. İstanbul’da bunu ilk ağızdan duydum çünkü. Eski Sabhankra öldü. Giderek öfkelenen, agresif ruhu etrafımızda dolaşıyor artık!

Chaos Magazine #10

Yıllar sonra, tam 11 sene sonra Türkiye’nin Postmodern, Neoklasik, Sürreal, Marjinal, Extreme, Underground, Ultraviole, Antiperspirant Rock ve Kültür Dergisi Chaos Magazine, 10. sayısıyla merhaba dedi!

Girizgahtaki onca tabiri okuyup şaşırmış olanlar için bir açıklama yapmak gerekecek. Chaos Magazine, tek yazarlı yapısıyla, Türkiye’nin en protest ve aslında olduğunu iddia ettiği tüm o sıfatlarla birazcık eğlenen bir fanzin. Süreli ama süresini ancak Lainmelun‘un (Murat Gökbulut) bildiği, müthiş bir kaynak.

Eskişehir’de ilk defa yayımlanmaya başladığı dönemden Murat Abi’nin İstanbul’a taşındığı döneme kadar parayla satın alıp, arkadaştan ödünç isteyip, Adımlar Kitabevi‘nde uğrayıp tadımlık okumaya çalıştığım, özellikle underground metal piyasasıyla ilgili çok fazla şey öğrendiğim bir fanzindir Chaos.

Derginin iğneli ve taviz vermeyen üslubu sayesinde tanınır hale gelmesi ve Eskişehir-İstanbul illerinde geçmiş yıllarda yapılan konserler sayesinde, yaratıcısına ortamlarda “Chaos Murat” lakabını bahşeden bu “Chaos Zihniyeti“, benim de 2000’lerin son yıllarından beri peşinde koştuğum bir oluşumdur.

İstanbul’da yapılacak en iyi şeylerden bir tanesi de elbette Murat Abi’yle buluşmaktı. Üstelik fanzinin yeni sayısı çıkmışken sorulacak onlarca sorum vardı. Oldukça şanslıydım çünkü hemen hemen aynı dönemde Sabhankra da yeni bir EP’nin haberini vermişti. Savaş Sungur‘u İstanbul’a gitmeden önce arayıp birlikte Murat Abi’nin yanına gitme planı yapınca, zaten fazlasıyla anlamlı olan seyahat, daha da bir önem kazanmıştı.

Mercan Yokuşu‘nda işlerimi halledip Savaş Abi’yi aradım. Murat Abi’nin Mecidiyeköy’deki ofisinin konumu yollayıp orada buluşmak üzere sözleştik. Metroya atlayıp Mecidiyeköy’de indim ve yaklaşık 5 dakikalık bir yürüme mesafesindeki ofise geldim. Burası Murat Abi’nin birkaç yıldır paylaşımlarını gördüğüm, zaman zaman troll ordularını yönettiği, senaryolu şakalarını kayda aldığı yerdi. Son zamanlarda, ofis arkadaşlarını da arsızca bu batağa çekmiş, videolarına onları da konuk etmişti 🙂

Savaş Abi’nin de gelip bize katılmasıyla, gelen misafirlerine vadettiği buzlu kahvesini yapıp ikram etti Murat Gökbulut. Dergiyi konuşmaya başladık. Tam 100 sayfa! Dış kapak renkli, diğer sayfalar ise siyah beyaz dijital baskı. Bir kere daha yazayım tam 100 sayfa! 2012’den beri yazacak çok şey birikti, dedi. Öyle ya, 9. sayı Temmuz 2012’de çıkmıştı. Beş yıl sonra bir sayı daha yapmaya karar vermişse de vazgeçmişti piyasaya biraz da gücenip. Yakın dostlarının çok iyi ve Facebook arkadaşlarının ise kısmen bildiği üzere bir takım sağlık problemleri yaşadı Murat Abi. Ancak kendi ifadesiyle yine bir delilik yapıp yalnızca 1 lira 25 kuruş kârla, yeniden dergiyi yayımlamaya karar verdi. Evet, alacağınız her dergiyle Murat Gökbulut’un cebine 1 lira 25 kuruş gidecek. Şakası bir yana, maliyetine dergi yayımlamak, üstelik bunu büyük kısmı underground grupların röportajlarıyla ve kendi tabiriyle “yalnızca üç-dört kişinin okuyacağı” film/kitap/konser kritikleriyle (hayır, fanzinde albüm kritiği yok, hiç olmadı) yapmak, takdire şayan bir harekettir. Bu kültürü ancak ve ancak gerçekten seven birinin göze alabileceği bir cürettir.

Chaos Magazine #10’da en sevdiğim şey, dikkat çekici bir şekilde pek çok grubun Lainmelun’a röportajlarındaki “soruların güzelliği” için teşekkür etmesi oldu. Bu zamana kadar okuduğum profesyonel/amatör dergilerin hemen hepsinde gruplar nezaketen “röportaj” için teşekkür etmiştir. Bu sayıda dikkat çekici bir şekilde “ilginç, kaliteli ve dikkat çekici sorular” için teşekkür ediyorlar Ereb Altor, Nightfall, Ultha, Sacramentum, Mörk Gryning, Master gibi gruplar. Bu durum elbette bir tesadüf değil. Koleksiyonculuk/arşivcilik illetinden muzdarip olduğunu bildiğim Murat Abi, özellikle extreme ve underground türlerde inanılması güç çeşitlikte bir arşive sahip. Bu kadar fazla materyale sahip olunca, ister istemez detay bilgiye hakim olduğu gibi ve merak ettiği ayrıntılar da çok oluyor. Ayrıca kendisi bir röportaja hazırlanırken, röportaj yapacağı grubun bulabildiği tüm diğer röportajlarını okuyormuş. Dolayısıyla ortaya çıkan iş, laf salatası ya da “neden black metal?” klişelerinden epey bir uzak oluyor. Okuması keyifli oluyor.

On puntoyla yazılmış 100 sayfalık bir dergi çıkaran bir yazar, editör ve büdütör (Murat Abi şakası) okuyucudan ne bekler? Okumanızı! Para vermenize gerek yok, paylaşın, okuyun, okutun yeter.

Bu son sayıda en sevdiğim içerikler Sodom röportajı, Sacramentum röportajı, Pakistanlı Thrash metal grubu Tabahi röportajı, Mgla konser kritiği, Metalciler Kitapsız Değildir! yazı dizisi oldu. İçerikler aslında bir yandan da ilginç detaylar barındırıyor. Örneğin Sacramentum’un In Flames’e 90’lı yıllarda verdiği ayarı şaşırarak ve gülerek okudum. Mgla konserinin kritiği ise fanzinin başlı başına en komik yazısı! Son sayfalarda yer alan Fanzin Dayanışması bölümü ise gerçekten ülkedeki bir avuç fanzinin adına adresine derli toplu ulaşabileceğiniz güzel bir derleme niteliğinde olmuş.

Bu tişört Savaş Abi’nin hediyesi!

Murat Abi’nin yaptığı röportajlarda, grupların Türkiye’yle ilgili anılarını, bilgilerini ve ülkemizden tanıdıkları grupları sorduğu bir de klasik son sorusu var. Aslında birkaç röportaj okumaya başlayınca bu soruyu bekler hale geliyorsunuz çünkü bazı cevaplar gerçekten şaşırtıcı olabiliyor. “Vatansız” olduğu için pasaportu olmayan davulcunun ülkemize konser için girememesi, Tabahi’nin ceketlerindeki tüm patchleri Türkiye’de Akmar’dan satın alması, Almanya’daki Türk arkadaşına nikah şahidi olan gitarist, orta okul öğretmeni olduğu için Türkiye hakkında pek çok T.C. vatandaşlarından daha fazla bilgi sahibi olan grup elemanı, Türkiye’den bildiği tek grubun Duman olduğu black metalci ve daha niceleri… Bunlar gerçekten Chaos Magazine’i okutan ve okurken bıktırmayan, şablon dergi olmaktan kurtaran detaylar.

Peki hiç mi kötü şey yok? Elbette ufak tefek şeyler var. Editör/büdütör Murat Abim tek tük yazım yanlışları yapmış. “Trampet” yerine pek çok farklı yerde “trompet” yazılmış. Dizgide birkaç yerde hatalar var, yazılar okunmuyor. Bir de son dönem davulcuları arasındaki favorim, maskeyle çalmasıyla meşhur ilham kaynağım Darkside hakkında yazdığı “Spiderman maskeyi çıkartınca Peter Parker’a döndü” benzetmesine hem kahkaha attım hem de gücendim. Herifin gözümdeki tüm karizması çizildi. Murat Abi neden böyle yapıyorsun ya!

Buluşmamızda, bu sayıya sığmayan en az 50 sayfalık materyal ve yirmiye yakın röportaj ve bir bu kadar daha cevap beklediği grup olduğundan bahsetti patron. Dolayısıyla 11. sayının da müjdesini vermiş oldu. Bu sayıda, son dakikada baskıcının attığı kazığı da bir şekilde sindirebilmiş. Gelecek sayıyı başka bir yerde bastıracağını, büyük oranda renkli ve ciltli olacağını söyledi.

Chaos, Murat Gökbulut, Savaş Sungur, Sabhankra, buzlu kahve, emlak sektörü ve metal piyasası goygoyuyla dopdolu bir günü böylece geride bırakıp yola çıktım. Hava kararmıştı. Çantamda Eskişehir’e götürmek üzere aldığım 5 tane daha Chaos Magazine vardı. Eskişehir’deki Chaos sevdalarına duyurulur!

Sabhankra’dan Yeni Single: Beaten By Waves

Birkaç gün önce yayımlanan yepyeni Sabhankra single’ı “Beaten By Waves”, henüz ilk saniyeleriyle bile beni şaşırtmaya yetti. Sabhankra’nın yeni bir şarkı yayımlayacağını biliyordum ancak böyle bir şarkıyı beklemiyordum. Kulaklarımda çalan şarkı, adeta bir 90’lar Türkçe Pop şarkısının metal türündeki cover’ına benziyordu.

Sabhankra grubunun vokal gitarı Savaş Sungur’un ülkedeki en iddialı 90’lar Türkçe Pop Müziği hayranlarından olduğunu, en azından metal müzik camiası artık öğrendi. Bu şarkıda da böyle bir hayranlık ve bir saygı duruşunun esintileri yer alıyor. Arayı hiç soğutmayan, hemen her yıl dinleyicisine yeni bir şeyler sunan grubun, önceki dönemlerde yazdığı ancak albümlerinin konsepti dışında kaldığı için sunmadıkları Beaten By Waves gibi şarkıları önümüzdeki dönemde yayımlamaya devam edeceğini biliyoruz artık.

Üç dakikayı bile bulmayan, enstrümental yapısıyla gerçekten de alıştığımız Sabhankra şarkılarından biraz farklı duran bu parça belki başka bir albümlerin de outro olarak da kullanılabilirdi. Şimdi heyecanla devamında gelecek şarkıları bekliyoruz. Single’ın kapağında dalgalarla boğuşan ve harap halde bir gemi görünüyor. Ne yazık ki kapağı kimin çizdiğini ve prodüksiyona dair diğer bilgileri bilmiyoruz. Bu bilgileri öğrenebilirsem bu yazıya ekleyeceğim.

Grubun Instagram hesabından şarkıyla birlikte şu mesaj paylaşıldı:

Sabhankra’yla olan yolculuğumuz başlayalı 20 yıldan fazla oldu ve bizi iyi tanıyorsunuz. Metal müzikten aldığımız haz başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir noktada olmasına rağmen müziğin farklı türlerini de dinliyor ve çalıyoruz. Yayımlanmamış bir sürü malzememiz (şarkımız) var. Son on yıldır, yazdığımız parçaların agresif konseptlerine uygun olmadıkları için bu şarkıları yayımlamadık. Ancak bu şarkıları da duymak isteyen bir kitle olduğunun farkındayız. Eskişehir’deki büyük hayranımız ve dostumuz Proofhead mesela. Dolayısıyla yayımlamadığımız bu şarkıların bazılarını gözden geçirip bu yıl size sunmaya karar verdik. Umarız ki oldukça SERT yeni albümümüzün prodüksiyonu bitene kadar bu şarkıları beğenirsiniz. Bir kere metalci (olan) hep metalci (kalır).

EKLEME: Yeni bilgiler edindim. Albümün kapağını kimse çizmemiş. En azından bir insan çizmemiş. Kapak, yapay zeka tarafından üretilmiş. Midjourney programı tarafından üretilmiş. Bu üretimi daha efektif hale getirebilmek için Savaş Sungur epey bir uğraşmış. Şarkı Süha Kozbey tarafından yazılmış ve çalınmış, prodüksiyonu ise Savaş Sungur tarafından yapılmış.

2022 Yılımın Özeti

Şansa bak, yılın ilk yazısı yılın ilk dolunayına denk geldi. Bir My Resort klasiği haline gelen Yılımın Özeti yazısı başlıyor. Sıkılmadan okumanız dileğiyle.

Refah düzeyimin iyice düştüğü, ekonomik karamsarlıklarla boğuştuğumuz, buna rağmen eşimiz dostumuzla oldukça güzel zamanlar geçirip güzel işler ve ilkler başarabildiğim bir yıl oldu. 2013 yılından sonra, galiba hayatımın en hızlı geçen yıllarından birisi de olduğunu söyleyebilirim. Eskişehir’deki iş yerimde 5. yılımı, mesleğimde ise 10. yılımı geride bıraktım. Eskişehir’de geçirdiğim süre, artık Bilecik’te geçirdiğim süreyi geride bıraktı. Eskişehir’de yaşadığım her tecrübe de zaten Bilecik’i geride bıraktı.

2008 yılında Windows’un ilkel denilebilecek blog platformu olan Live Spaces altında blog yazmaya başladım. Yaklaşık bir yıl sonra, 2009 yılının Şubat ayında ise akıllıca bir hamle yaparak, o güne dek yazdığım yüzden fazla yazıyı birkaç gece uyumadan WordPress üzerine taşıdım. Ve o tarihten beri de WordPress altyapısını kullanmaya devam ediyorum. On üç yıldan uzun süredir My Resort, WordPress çatısı altında varlığını sürdürüyor.

Blog bu yıl yazı sayısı bakımından oldukça düşük bir performansa sahip. Sadece 48 yazı yazabilmişim. Ortalama olarak haftada bir yazı yazmışım. Bu benim açımdan oldukça yetersiz ancak hayatımızın en önemli parçası olan Mert Ekin‘in varlığı bu sayı üzerinde oldukça etkili 🙂 Bu yılın ikinci yarısında eşimin çalışma koşullarının değişmesi sebebiyle hafta sonumu tamamen Mert’le birlikte geçiriyorum. Hafta sonlarında kendime yazı yazmak şöyle dursun, kitap okuyacak bile imkan yaratamadım. Eh, bunda biraz benim de acemiliğim var elbette. Halil Abi‘den ders alacağım. Geçen sene de yazı ortalaması için Mert’i bahane etmişim ancak geçen yıl henüz 1,5 yaşında olan Mert’in bu sene olduğu kadar oyuna ve ilgiye ihtiyacı yoktu sanırım. Görünen o ki bu ihtiyacı da her geçen yıl daha da artacak.

Yılın son ayında blogla hiç ilgilenemedim. Çünkü bu yıl içerisinde yapmayı planladığım ancak ekipman eksikliğinden dolayı yapamadığım podcast projem için çalışmalar yapıyordum. Üstüne bir de Mert’in ufak tefek rahatsızlıkları olunca blogda yayımlanacak yazıların ancak taslaklarını yazabildim. Yayımlayamadım. Geçen yıldan yazmaya başlayıp da yayımlayamadığım taslaklarım şu şekilde:

  • Tübitak’tan Astronomi ve Popüler Bilim Kitapları
  • Pentagram – Makina Elektrika
  • Kayıp Tabur (öykü)

Bunlardan özellikle Pentagram’ın bir türlü CD ve plak formatında yayımlayamadığı albümünün yazısı büyük pişmanlık oldu benim için. Keşke albüm çıktığı dönem yayımlasaydım. Bu taslakları yılın ilk ayı içerisinde tamamlayıp yayımlayacağım. Hatta kendime koyduğum ilk hedef de bu olsun.

Bu yıl blogda en çok okunan yazılar İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) başlıklı yazılar oldular. Bu yazılar önceki yıllarda yazdığım halen reyting almaya devam eden yazılar. Bu yıl yazdığım yazılardan ise en çok okunanlar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri ve İhsan Oktay Anar – Tiamat (2022) İnceleme başlıklı yazılar oldular. Bu yıl önceki yıllara göre bloga okuyucu yönlendiren mecralarda da ciddi değişiklikler olmuş. Blogun yayım hayatının başından beri ilk defa bu yıl bloga en çok okuyucuyu Facebook değil, WordPress Mobil Uygulaması yönlendirmiş. Bu muhteşem bir gelişme. Yine, geçen yıl blog için açtığım Instagram hesabı sayesinde Instagram da Facebook’u geçerek, bloga en çok okuyucu yönlendiren ikinci platform olmuş. An itibariyle 258 takipçi var burada. Umarım bin kişiye yaklaşır. Bu yıl ilk defa denediğim WhatsApp anlık gönderileri ise beklediğimden daha az okuyucu göndermiş göndermesine ancak özellikle arkadaş ve iş çevremden bu anlık gönderiler sayesinde çok fazla kişiyle etkileşim kurabildiğim için bu yıl da aynı platformlara devam edeceğim.

Şimdi gelelim, blogun aylık maceralarına. Bu yazıları iş yerinde tuttuğum günlükten notlarla da destekleyeceğim.

Ocak 2022: Ocak ayında 7 yazı yazmışım. Yılın en çok yazı yazdığım ayı da bu ay olmuş. Elbette bu durumda bir haftalık Covid karantinam da etkili oldu. Bu ay 19 Ocak sabahı Eskişehir’de yoğun bir kar yağışı başlamış. Bu yağış bütün hafta devam etmiş.

  • Metis Ajanda koleksiyonuna başladım. Hatta o koleksiyon bu yıl da devam ediyor. 2023 yılı Metis Ajandası‘nın sloganı ArzuHal.
  • Covid oldum: Pandeminin son atağında ben de hastalığa yakalandım. Üçüncü doz biontech aşımı olduktan aşağı yukarı bir hafta sonra, birkaç seri hapşırmanın ardından gidip test verdim ve sonucum pozitif çıktı. Bir hafta evde kaldım. En ufak bir ağrı sızı hissetmedim. Zaten benim karantinam bittikten sonra da Bilim Kurulu pandemi koşullarını oldukça hafifletti.
  • İhsan Oktay Anar‘ın Tiamat isimli yepyeni bir roman yayımlayacağı müjdelendi.
  • İş Yerinde Yepyeni Yüzlerle Tanıştık: Bu yıl iş yerimiz açısından en büyük gelişme özelleştirilen Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‘ndan bizim kuruma geçiş yapan arkadaşlarımız oldu. Numan, Serkan, Kübra, Merve ve Hasan ben karantina altındayken Ocak ayı içerisinde yeni çalışma arkadaşlarımız oldular. Bu kadar kısa sürede bu arkadaşlarımızla çok samimi arkadaşlıklar kurduk. Serkan’la okuldan da arkadaştık zaten. Ancak diğer arkadaşlarımızla da sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir uyum yakaladık.
  • Pentagram – Acoustic Live 2017 isimli çalışmasını yayımladı: Ama Youtube’dan. DVD ya da bluray olarak basılmadı bu güzel çalışma. Birkaç defa sosyal hesaplarından yazmama rağmen cevap dahi alamadım bu soruya.

Şubat 2022: Şubat ayında dört yazı yayımlamışım. Bu ayın başında tıpkı geçen ay bana olduğu gibi Merve ve annem Covid pozitif çıktı. Yabancı Dil Sınavına başvurdum. Yine bu ayın son günlerinde halı saha maçlarımıza başladık.

  • Org aldım: Her defasında midi klavyeyi kurmak artık zor geliyordu. Ufak tefek melodiler aklıma geldiğinde yutmak zorunda kalıyordum. Casio marka ikinci el sağlam bir org denk getirip aldım. Bu orgu yılın ilerleyen günlerinde kaydettiğimiz videolarda da kullandım.
  • Seksen Günde Devri Alem Dizisi: Bu yıl, Jules Verne‘nin meşhur kitabından uyarlanan Seksen Günde Devri Alem isimli diziyi izledim. İngiliz yapımı ve oldukça keyifli bir diziydi. Bu diziyi ve Jules Verne hakkındaki tüm gelişmeleri çok sevgili Murat Haser ve Instagram grubumuz sayesinde takip ediyorum. Ayrıca bir süredir kıymetli Ahmet Öncüer hocamı da ihmal ettiğimin farkındayım. Ankara’ya ilk gidişimde kendisini arayacağım.
  • Annem, babam, kardeşlerim ve eşim de Covid oldu: Ailecek covid olma hakkımızı kullandık ve şükür ki bir daha hastalık yaşamadık.
  • Pentagram konserine gittik: Yılın ilk konseri oldu bu. Oldukça kalabalık bir ekiple gittiğimiz konserde ön sıralardaydık ve çok eğlendik. Yılın ikinci yarısında gittiğimiz konserde neler olacağını bilseydim daha da eğlenirdim.

Mart 2022: Kış devam ediyor, nasıl bir soğuk varmış! Bu ay 5 yazılık bir performans sergilemişim. Mert Ekin sünnet olduğu için sağ olsun iki taraftan da sürekli misafirimiz ve sürekli Mert’le ilgilenenler oldu. Bu sayede blogla ilgilenebildim. Ah canım blogum! Bu arada Mert’in sünnet olacağı gün arabayı ufak bir sürttüm.

Nisan 2022: Nihayet bahar gelmiş. Belli çünkü sadece 3 yazı yazabilmişim. Bu ay Yabancı Dil Sınavı’na girdim. Sınavdan birkaç gün önce oturup biraz kelime çalışıp deneme çözdüm. Ders çalışmayı seviyorum galiba. Bu ayın son iki haftası özellikle iş yerinde oldukça yoğun ve koşturmacayla geçti. 23 Nisan için özel bir etkinlik organize ettik. Bu organizasyonda çeşitli görevlerim vardı. Yine bu ayın ilk günlerinde Sertan‘ın babası vefat etti. İşyerindeki bilgisayarım bozuldu. İkame bir bilgisayarla yılı tamamladım. Neyse ki yeni bilgisayarım çok iyi. Telefonum yere düştü ve kalemi fırlayıp kırıldı. Yeniledim.

Mayıs 2022: Yoğun bir ay olmasına rağmen blogda 5 yazı yazmışım. Havalar iyice ısınmıştı. İşyerinde gündem yine yoğundu ancak keyifliydim. Mert bu ay iki yaşına girdi. He-Man temalı bir doğum günü yaptık. Bayramı evde geçirmemiz dolayısıyla hem yazdım hem de bol bol okudum. Bu ayın ortalarında Eskişehir’de güzel bir kitap fuarı oldu. Türk Dil Kurumu’ndan kitaplar aldım. Ayrıca bu ay implant tedavisine başladım. Yine bu ayın son günlerinde Eftade Hocam ve ekibiyle birlikte “Geleceğin Yeşil Yakalıları” isimli TÜBİTAK projemizi gerçekleştirdik. Benim için harika bir tecrübe oldu. Emeği geçen başta Merve ve Esra olmak üzere, Mine ve Sevda ve tüm diğer arkadaşlarımıza teşekkür ederim. 29 Mayıs Cumartesi günü kurum olarak İstanbul’a gidip geldik günü birlik şekilde.

  • Yabancı Dil Sınavı açıklandı: Sınav aslında Nisan ayının son haftası açıklandı ancak yazabildim. Sınava 70 ve üzeri bir puan almak hedefiyle girdim. 80 üzeri bir puan alarak hedefimi gerçekleştirmiş oldum.
  • Madeni Para Koleksiyonumun 1 TL serilerini paylaştım. Bu yazım, bu yıl yazdığım ve en çok ilgi gören bir diğer yazım oldu. Bu yazıyı yazdıktan kısa süre sonra Erdem Abi sayesinde elimdeki yıl eksiklerinin hepsini tamamladım. Sadece o değil, çevremdeki çoğu arkadaşım da bu koleksiyonuma destek oldular.

Haziran 2022: Bu ay 4 yazı yazmışım. Ayın ilk günleri Çevre Haftası etkinlikleri sebebiyle koşturmacayla geçti. İş yerinden sevgili Burak Abimiz bana bir kaset ve radyo deck hediye etti. Kaset deck’in tamiratını evimin karşısında bu yıl açılan Alisa Elektronik‘te Ali Abi’ye yaptırdım. Canavar gibi oldu! Muhteşem bir set kurdum böylece. Bu ayın son günlerinde doktora mezuniyet törenimiz oldu ancak yazısını Temmuz ayı içerisinde yazdım.

  • Jules Verne koleksiyonuma yeni kitaplar eklenmiş. Ayrıca Ötüken Yayınları’ndan Denizler Altında 20000 Fersah romanının oldukça müthiş bir baskısı çıktı. Bu yıl ağırlığımı Alfa Yayınları’ndaki Olağanüstü Yolculuklar Serisi’ne verdim. Yayınevi, serinin 2023’te tamamlanacağını duyurdu.
  • Türkiye Çevre Haftası’nı kutladık: Normalde iş yerindeki etkinliklerden oldukça yüzeysel bahsederim. Ancak bu etkinlik ciddi anlamda emek verip her aşamasında saatlerimizi harcadığımız bir organizasyon olunca ben de yazdım elbette. Sevda’yla birlikte sunuculuk yapmamız, düzenlediğimiz voleybol turnuvası, bisiklet turu gibi etkinliklerle oldukça kapsamlı bir organizasyon yaptık. Öncesindeki bütün bir Mayıs ayı ve Haziran ayının ilk haftasını bu işe adadık. Voleybolda başarılı olamadık. Takımımız Kübra, Halil Abi, Rıdvan Abi, Numan ve benden oluşuyordu.

Temmuz 2022: Bu yılın şüphesiz en iyi ayı bu aydı. Çok mutluydum. Bloga dört yazı yazdım. Çünkü Haziran ayı sonunda güzel bir mezuniyet töreni yaşamış, ayın ortalarında da Maykıl Ceksın kulübüyle tatile gitmiştik. Yine bu ayın ortalarında bu yıl ki stajyerlerimiz başladılar. Hepsi çok güzel ve iyi arkadaşlarımız oldular. Egehan, Fatih, Begüm, Almina, İpek, İrem ve Çağlar birbirinin peşi sıra kurumumuzda staj yaptılar. Oldukça saygılı ve sevgi dolu bu arkadaşlarımızın bahtları ve yolları açık olsun. Başta Fatih ve Çağlar olmak üzere hepsiyle halen görüşüyorum ve görüşmeye de devam edeceğim. Yeri gelmişken sürpriz yılbaşı hediyesi için sevgili Egehan’a ve çok uzaklardan bir kart yollayarak beni mutlu eden sevgili Buket’e selamlar sevgiler.

  • Doktora mezuniyet törenine katıldık: Bir yıl önce mezun olmuş ancak pandemi nedeniyle mezuniyet töreni yapılamadığından pek de anlayamamıştık mezun olduğumuzu. Bir önceki yılın mezunlarıyla birlikte bu yıl nihayet bir mezuniyet töreni düzenlendi ve Alper’le birlikte katıldık. Bu törende Lisansüstü Eğitim Enstitüsü mezunları adına konuşmayı ben yaptım. Birinci olmuşum 🙂
  • James Webb Uzay Teleskobu faaliyete girdi. Bu teleskop insanoğlunun evrene açılan yepyeni bir gözü oldu. Artık çok daha uzakları görebiliyoruz. Üstelik görüşümüz de daha keskinleşti. Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde çok büyük keşifler yapılacağına olan inancım arttı.
  • Şerit rozet ve bröve koleksiyonuna başladım. Aslında bu merakım çok daha eskiye dayanıyordu ancak bu yıl ilk defa planlı bir şekilde piyasan bröve ve rozet toplamaya başladım. Bu noktada seritrozet.com isimli siteye çok şey borçluyum. Sahibiyle Ankara’da da buluşup tanıştım. Konuya ilişkin çok daha fazla bilgi elde etme şansım oldu. Ayrıca bir de çok kaliteli bir posterim oldu. Bu koleksiyona bu yıl da devam edip yakın zamanda birkaç görsel daha paylaşacağım.
  • Maykıl Ceksın kulübüyle Datça’ya gittik: İşte yılın en keyifli yazılarından birisi daha! Önce Denizli’ye gidip Turgutlar’la buluştuk. Ertesi gün ise Sercan ve Alper’le yol üzerinde buluşup üç aile Datça’ya gittik. Burada çok şirin bir otelde kalıp oldukça keyifli bir hafta geçirdik. Denize doyduk. Dönüşte de Volkan’ın ailesini ziyaret ettik Çubucak’ta. Ciddi anlamda yorucu bir yol tecrübesi oldu benim için. Özellikle dönüş yolunda Mert’in de huzursuzlanmasıyla mücadele ettik ve kazasız belasız dönebildik.

Ağustos 2022: Evet, yaz ayları oldukça keyifli geçmeye devam ediyor. Bu ay da 4 yazı yazarak adeta kendime bir standart oturtmuşum. Bu ayın bir kısmını yollarda geçirdim. Yine bu ay yılın ilk kamp tecrübesini yaşadık. Ayın ilk haftasında Mert ve annesi Antalya’ya gittiler. Ayın sonlarına doğru iş yerinden arkadaşımız Osman vefat etti. Mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

  • Umut Sarıkaya’nın külliyatı tek seferde yayımlandı. Komik Şeyler Yayıncılık güzel bir çalışmaya imza atıp Umut Sarıkaya’nın çalışmalarından oluşan üç kitap ve iki albümü koskoca bir set olarak yayımladı. O günden beri Umut Sarıkaya’nın Eskişehir’e gelmesini bekliyorum. Blogda yazmadım ama birkaç ay sonrada yine Dünya Klasikleri isimli bir kitabı üstelik özel baskısıyla yayımlandı.
  • Kardeşim Mustafa burun ameliyatı oldu. Blog elbette benim dışımdaki aile fertlerinin ve yakın dostlarımın da hayatlarındaki önemli olayları anlatıyor. Kardeşimin taa lisedeyken geçirdiği trafik kazasının ardından yıllardır kademe kademe geçirdiği ameliyatların sonuncusu da nihayet oldu. Ben de o gece refakatçi olarak kaldım yanında.
  • KİM Tiyatro Ekibiyle tanıştık. Biricik arkadaşımız İnanç’ın harika performanslar sergilediği bir tiyatro oyunu dolayısıyla KİM Tiyatro ekibiyle tanıştık.
  • Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık: Emre’nin Ankara’da yaşamaya başlamasının bir kutlaması olarak Alper ve Emre’yle Ankara’da Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık. Müthiş bir kamp oldu. Sonradan bu alanın sevgili arkadaşım Özge Şefimin sorumluluk sahasındaki bir tabiat parkı olduğunu da anladım. Eh biraz sitem etti o da.

Eylül 2022: Oldukça keyifli geçen bir yazdan sonra sonbahar başladı. Ortalamayı koruyor ve 4 yazıyla devam ediyorum. Bu ay KÖFN’ün hit parçası Bi’ Tek Ben Anlarım’ı coverladık Instagram’da. Yıl boyunca yaptığımız cover parçaları yazının sonlarına doğru liste şeklinde vereceğim. Alper’in doğum gününde İngiltere Kraliçesi Elizabeth öldü. Ölmez denilen kadın öldü. Dünya ona da kalmadı. Bu ay yeşil pasaport aldık.

Ekim 2022: Sonbaharın artık iyice kendini hissettirdiği, soğuğun iliklere işlemeye başladığı bir ay olmuş. Yine bu ay da 4 yazı yazmışım. Bu ay kısa süreli bir Ankara ziyaretim oldu. Temmuz ayında başladığım şerit rozet koleksiyonuyla ilgili olarak Ankara’da seritozet.com isimli sitenin sahibiyle buluşup tanıştım.

Kasım 2022: Yoğun bir yağmur vardı ay boyunca. Ay boyunca 3 tane yazı yazabildim.

  • Mezunlar buluşmasına gittik: Mezuniyetimizin 10. yılında pandemi nedeniyle yapılamayan ve bu yıl telafisi yapılan mezunlar buluşmasına gittik. Dönem arkadaşlarımızın yanı sıra hocalarımızla da bir araya gelebildik bu sayede. Aynı gün Alper, Emre, Ahmet Ali ve Çağlar‘la stüdyoya girdik.

Aralık 2022: Ve yılın son ayı. Bu tembel kardeşiniz sadece bir yazı yazabildi. 2014 yılındaki askerliğimden beri hiç bir ayda iki yazının altına düşmemiştim. Neyse sağlık olsun. Yılın son ayının en güzel yanı 2022 Dünya Kupası Turnuvası oldu. Katar’da oynanan turnuvayı favorim olan Arjantin kazandı. Ve böylece Messi gezegenin yaşayan en iyi futbolcusu oldu. Bizim nesil de tıpkı önceki nesiller gibi (Pele, Maradona) kendi döneminin efsanesi Messi‘yi nihayet Dünya Kupası alırken görebildi. Arjantin takımında kamuoyunda oldukça itici karşılansa da kaleci Martinez de turnuvanın bir diğer yıldızı oldu. Olağanüstü kurtarışlar yaparak en az Messi kadar kupayı kazanmalarını sağladı. Son olarak bu ay sevgili arkadaşım Merve sayesinde Turkcell tarafından kazıklanmaktan kurtuldum. Çok iyi bir fiyata çok GB’lı bir tarifeye geçtim.

  • Maykıl Ceksın Kulübü olarak 10 yıl sonra yeniden Çanakkale’ye gittik. 10 yıl önce Volkan, Alper ve Sercan’la yaptığımız turu bu sefer Volkan gelemediği için üçümüz gerçekleştirdik. Yılın son ayına oldukça yüksek bir enerjiyle giriş yapmış oldum böylece. Gelibolu‘ya Temmuz 2014’ten sonra yeniden dönmek beni oldukça tuhaf, hüzünlü ve daha çok mutlu hissettirdi.

Evet, koskoca bir yılın özeti bu şekildeydi. Ancak elbette blogda yazmadığım pek çok başka güzel gelişmeler de olmadı değil. Bunlardan en önemlilerinden birisi Ender ve Semra‘nın düğünü oldu. Çok güzel bir tarihte, 29 Ekim günü düğünleri yapıldı. Düğünde çok uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı da gördüm üstelik. Hatta ilginç bir tesadüf eseri, Fehmi‘ye arkadaşımın düğüne gittim diye anlatıp fotoğrafları gösterdiğimde fotoğraftaki arkadaşlardan Murat, Fehmi’nin çocukluk arkadaşı çıktı. Yine Eylül ayının 5’inde Doğan ve Sinem‘in düğünleri oldu. Sevgili kuzenimiz Doğan’ı ve tüm ailesini Eskişehir’de ağırladık. Biricik kardeşim Okan‘la hasret giderdik. 18 Haziran Cumartesi günü Bilecik’e Emre ve Şeyma‘nın düğünü için gittim. Düğüne gelemeyen birkaç kişi hariç herkesle görüştüm. Evlenen tüm kardeşlerimize ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Adam Spor Merkezi‘ne büyük bir titizlikle devam ediyorum. Burada oldukça güzel bir arkadaş ortamımız oldu. Yıl boyunca Erhan Abi‘yle antrenmanlar yapıp eğlendik. Eğlendik dediğime bakmayın, daha çok o güldü. Sonbahar aylarında omzumdan sakatlandım. Ancak hocanın ve Enes‘in tavsiyesiyle glucosamin kullanmaya başladım. Kısa sürede etkisini gösterdi ve umarım böyle devam eder.

Bu yıl tıpkı blog yazamadığım gibi, pek fazla kitap da okuyamadım. Okuduğum en iyi kitaplar Sessiz Ev ve Tiamat oldular. Bu yıl kitaplığıma yaklaşık 130 kitap daha eklenmiş ancak bu sayının hepsi roman değil. Yaklaşık 30 tanesi Atlas Özel Koleksiyon Serisinden, 25 tanesi Jules Verne eserlerinden, ayrıca ders kitapları ve çizgi romanlar da var.

Bu yıl Sevda, Yiğit, Çağlar, Cem, Ahmet Ali ve Alper’le çeşitli stüdyolar yaptık ve eğlendik. Instagram’da da güzel işler paylaştığımıza inanıyorum. Bu yılın en büyük katkılarından birisi olan sevgili Çağlar sayesinde müzik işlerimiz biraz hareket kazandı. Hali hazırda başlayıp da bitiremediğimiz birkaç şarkı daha var. Onları da en kısa sürede umarım paylaşacağız.

Yıllardır olduğu gibi bu yıl da dolunay yazılarımı sektirmeden yazdım. Bu yazılarda o aya ait müzikal gelişmeleri, hayatımdan kesitleri ve yazdığım mini öyküleri paylaştım. Yılımın Özeti yazısının da bir dolunay zamanına rastlaması benim için bir ilk olacak. Dolunay konseptinden vazgeçmeyeceğim. Hatta podcast işini becerebilirsem belki aylık dolunay yazılarım için bir periyot bile oluşturabilirim. Ancak bir önceki yılı yeniden gözden geçirince blogda pek çok şeyin yarım kaldığını görüp not aldım. Önceliğim eksiklikleri gidermek.

Neler dinledim? Açıkçası bu sene en çok dinlediğim şarkı Köfn – Bi’ Tek Ben Anlarım oldu. Bunun dışında Mabel Matiz‘in pek ilgi görmeyen Nerelere Gideyim isimli Yeni Türkü coverı da beni benden aldı. Eşin dostun sayesinde ya da kendi şansıma keşfedip hayran olduğum şarkılar ise Nova Norda – Beni Biraz, Oscar And The Wolf – Joaquim, SMS – Ay Karanlık, Mabel Matiz – Nerelere Gideyim isimli şarkılar oldu. SMS grubunu Çanakkale’de keşfettik. Çok daha fazlası da var aslında ancak yazıyı yazarken bunlar aklıma geliyor. Metal müzik türünde bir önceki sene olduğu gibi bu sene de Mgla en fazla dinlediğim grup oldu. Sabhankra, Hope To Find, Amon Amarth, Gojira, Halo Effect ve Pentagram yoğunlukla dinlediğim gruplar olmuşlar. Yazın Türkiye’ye gelen The Halo Effect’e Tahir Abi sayesinde bir kart imzalatabildim. Koleksiyonum için güzel bir parça oldu. Grubun bu yıl nihayet yayımlanan Days Of The Lost albümünü ve aynı adı taşıyan şarkısının klibini çok sevdim. Ülkedeki hemen her şeyin fiyatının üçe beşe katlanması sebebiyle bu sene çok fazla plak alamadım.

Almaya niyetlendiğim albümlerden olan Pentagram’ın son albümü Makina Elektrika ise yayımlanalı aylar geçmesine rağmen halen basılmadı! Bu yılın müzikal hayal kırıklığı galiba Pentagram oldu benim için. Acoustic Live 2017 ve son albümlerinin yalnızca dijitalde yayımlanarak basılmaması ve Eskişehir’deki son konserleri bu kanıya varmam için yeterli oldu. Everybody’s Fool şarkısını coverladığımız için yılın o döneminde de Evanescence‘in 2003 tarihli Fallen albümünü dinledim sürekli. Bunun dışında bu yıl boyunca iki müthiş podcasti dinleyip durdum. Bunlardan ilki Getik Dergi döneminden arkadaşlarım Levent ve Furkan‘ın içerisinde bulunduğu (Onur ve Anıl’ı da unutmadım) “Kat 3 Daire 5” ekibinin aynı isimli podcastlari. Korku temalı hikayeleri ve sonrasındaki yarı komik yarı ürkütücü muhabbetlerini dinlemek çok keyifli oluyor. Ve değerli arkadaşım Civan‘ın büyük ve meşakkatli bir araştırma sürecinin ardından yayımlamaya başladığı 1. Dünya Savaşı Podcast Serisi yılın diğer en iyi podcast kanalı oldu benim için. Hem Levent’e hem de Civan’a teşekkürler ve selamlar.

Neler izledim? Netflix‘te bu yıl yayımlanan tüm popüler içerikleri izledim. IPTV sayesinde aslında tüm platformlarda öne çıkan ne varsa izledim. Bu yıl da favorim geçen sene olduğu gibi “Gibi” oldu. Ayrıca bu yıl keşfettiğim Ayak İşleri dizisine bayıldım. Netflix’teki 1899 isimli diziyi Dark’ın referansına güvenip izledik ve beğendik. Avatar‘ın ve Top Gun‘ın yeni filmini henüz izlemedik. Bu sene yayımlanan hiçbir süper kahraman filmini de izlemedim. Tıpkı trap müik furyası gibi lütfen şu süper kahraman furyası da azalarak bitsin. Yine Netflix’te yayımlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli film bu yıl izlediğim en iyi film oldu. Savaş ve özellikle Dünya Savaşları konulu filmler favorilerimdir zaten.

Evet yazının en özel ve önemli bölümlerinden bir tanesine geldik: Hedefler. Bu bölüm, bir önceki yıl nasıl yaşadığımın da aslında en kısa özeti oluyor. Ne kadar çok hedefi başarırsam o kadar iyi bir hayat sürmüşüm demektir. 2022’de koyduğum hedeflere ve gerçekleşme durumlarına bakalım:

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak (başardım)
  • Makale yazıp yayınlatmak (olmadı)
  • Çadır kampı yapabilmek (yaptık)
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak (tam da belirttiğim kadarını tamamladım)
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek (vakit olmadı)
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek (yapamadım)

Eh, ne çok iyi ne çok kötü bir yıl geçmiş. Haydi şimdi de önümüzdeki yıl için kendime hedefler koyayım bakalım:

  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Bilgisayarımda Windows 10’a geçmek
  • Yıl sonunda en az 30 podcast kaydı yapabilmiş olmak
  • Alfa Yayınları Olağanüstü Yolculuklar serisini tamamlayabilmek
  • Alper’le birlikte bir makale yayımlayabilmek
  • Yurt dışına bir seyahat yapmak

Hoş geldin 2023. Her yeni yıl gibi sen de umutlarla dolu olarak geldin. Üstelik cumhuriyetimizin ilk yüzyılını müjdeleyerek geldin. Umarım ülkemiz ve milletimiz için güzel bir yıl olur. Bombalar patlamaz, cehalet övüne övüne sokaklarda gezmeye devam edemez, eşimiz, ailemiz ve dostlarımızla mutlu mesut bir yıl yaşarız. Nice güzel yıllara!

Dolunay: Mustafa’nın Burun Ameliyatı, Moonlight

Cuma gecesi, 2022 yılının son yaz dolunayıydı. Ülkemizdeki pek çok gözlem evinde ve amatör gözlem gruplarında etkinlikler düzenlendi. Dünya’mızın o biricik uydusunun binlerce kare fotoğrafı çekildi yine. İnsanoğlu olarak en çok kayıt altına alınan gök cismi olan Ay‘ın, bu en sevilen dolunay fazında, yine geride bıraktığımız dönemi şöyle bir konuşalım.

betul_turksoy’un istiflenmiş 100 kareden oluşan Ağustos 2022 dolunayı

Temmuz-Ağustos aylarının bir kısmı tatilde ve yollarda geçti. Ama şunu bir kere daha anladım ki evde olmak mutlulukların en büyüğü. Geride bıraktığımız haftayı da evde yalnız geçirdim. Mert ve annesi şehir dışındaydılar. Birkaç hesapta olmayan gelişme dışında, genel olarak planladığım gibi bir hafta geçirdim. Odamdaki epey bir kitabı ve materyali derleyip topladım. Ancak mevcut durumda yine bir depolama alanı ihtiyacım oluştu. Bunu çözmek için akıllıca bir fikir arıyorum.

Bu ayın en tedirgin bekleyişi aslında kardeşimin yıllardır girmesini beklediğimiz ameliyatı oldu. Cumartesi sabahı Eskişehir’deki Acıbadem Hastanesi‘nde küçük kardeşim Mustafa tam 7 saat süren bir ameliyata girdi. Op. Dr. Melih Demirbüken tarafından yürütülen bu ameliyat hem hocanın kendisi hem de dışarıda bekleyen bizler için epey zor geçti. Tahmini bitiş saatinden yaklaşık 2 saat daha fazla süren operasyonda, hocanın ifadesiyle “geniş ve travma nedeniyle tamamen desteğini yitirmiş olan burnu“, artık nefes alamaz hale gelmiş kardeşimin daha sağlıklı nefes alabilmesi için epey bir düzeltti. Yıllar önce geçirdiği bir kaza sonucunda ortaya çıkan bozuk formu da mükemmel bir şekilde onardı. Ben de 2006 yılında talihsiz bir şekilde burnumu kırmıştım. Ancak kardeşimden farklı olarak, lokal anesteziyle yapılan bir operasyonla burnumdaki kırığı tedavi etmişlerdi. Sonrasında yaşadığım 15 gün ise hayatımın en zahmetli zamanları arasındaydı. Çünkü tamponla tamamen tıkanmış haldeki bir burunla yaşamak ızdırap gibiydi. Ancak kardeşimin ameliyattan sonraki durumu benden daha kötüydü.

Anestezinin etkisinden kurtulmasının akabinde, şiddetli baş ağrıları yaşadı. Bu boyuttaki bir ameliyattan sonra bu etkiler normal kabul ediliyor. Hastanede geçirdiğimiz gece oldukça sorunsuz geçti ve ertesi gün, henüz 24 saat bile olmamışken, taburcu edildik. Biz yıllardır bu ameliyatı yaptıracak cerrah bulmaya çalışıyorduk. Kaza sonucunda, aradan geçen yıllarda özellikle burnun kıkırdak yapısı neredeyse tamamen yok olduğu için devlette ve özelde gittiğimiz cerrahların hepsi bu ameliyatı zorluğundan dolayı yapmayı reddettiler. İki yıl önce bulduğumuz bir cerrah ise araya pandeminin girmesiyle yine ameliyatı yapmaktan vazgeçti. Giriştiği bu işin zorluğunu samimi olarak itiraf eden sevgili Melih Demirbüken hocamıza teşekkür ederiz. Canım kardeşime de geçmiş olsun dileklerimi bir kere daha iletiyorum. Umarım çabucak iyileşir, yeni burnunla ortamların gözdesi olmaya devam edersin 🙂

Sabhankra

Birkaç aydır cover yapamıyorduk. Ancak tembelliği bırakıp uzun süredir yapmak istediğimiz bir cover’ı da nihayet bitirdik sevgili okur. Sabhankra‘nın baş yapıt parçası, ilk defa duyduğum 2011 yılından beri belki binlerce kere dinlediğim o mükemmel şarkısı Moonlight‘ı Alper‘le birlikte coverladık. Gitarları Alper kaydetti. Davullar ile klavyeyi ben çaldım. Parçanın mixini ve videonun kurgusunu ise yine Alper bitirdi sağ olsun.

Çok seviyoruz. Yıllardır Sabhankra’nın müziğinin hayranı ve çok büyük destekçisiyiz. Bu açıdan bakıldığında Moonlight, hiç eskimeyen, melodisini her dinlediğimde aklımın her kıvrımında bambaşka şeyler düşündüren; anılara, hiç unutulmayan anlara götüren bir parça. Böylesine tutkuyla bağlı olduğum çok az şarkı var. Böylesine tutkuyla hayatıma giren çok az şey var.

Bu cover’ı, kardeşim Mustafa’ya, düşüncesizlik edip kalbini kırdığım Cihan‘a, tüm Sabhankra ekibine ve o yıllarda bizimle Sabhankra dinleyen Sercan‘a ithaf ediyorum. Tüm yaşanmışlıklar aşkına!

2021 Yılımın Özeti

Ne yıldı ama!

Koronavirüsün bir artıp bir azaldığı, virüse karşı geliştirilen aşıların da başarılı olması sayesinde virüsün bir dönem epey kontrol altına alındığı, ancak rehavete kapılıp tüm tabloyu yerle bir ettiğimiz, ekonomik krizi iliklerimize kadar hissedip fiyatların akıl almaz bir biçimde yükselişine, fırsatçılığa, üç kağıtçılığa artık kapalı kapıların ardında değil, aleni olarak güpegündüz şahit olduğumuz bir yıl oldu.

Virüse ve ekonomiye dair haber pek parlak olmasa da sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla bir dolu güzellikleri paylaşıp, hatıralar biriktirip, sanatın, edebiyatın ve olmazsa olmaz müziğin dibine iyice vurduğumuz bir yıl oldu. Maddi açıdan çöken yılımızı manevi açıdan zenginleştirdik.

Blogda bu yıl toplam 79 tane yazı yazmışım. Geçen yıl bu sayı 80 imiş. Dolayısıyla eşit bir performans sergilediğimi söyleyebilirim. Bu da haftalık yaklaşık 1,5 yazı ediyor. Aslında haftada 2 yazı yazabilsem çok daha iyi olurdu. Geçmiş yıllarda bu ortalamayı 3’de tutuyordum. Ancak Mert Ekin‘in hayatımıza katılmasıyla birlikte ister istemez bu ortalama da düştü. Bu yılın en çok okunan yazıları İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Bir Reflü Macerası, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Leyla İle Mecnun’daki O Prenses: Elenor başlıklı yazılar oldu. Arama motoruna münazara yazdığınızda bu blogun ilk sıralarda çıkıyor olması sevindirici. Ayrıca muhtemelen Leyla ile Mecnun dizisinin yıllar sonra yeniden başlamasının bir etkisi olarak taa 2013’te yazdığım bir yazının hala hit alması da şaşırttı beni. Blogda en çok tıklanan görseller; bu, bu ve bu olmuş. Keşan‘a askerliği çıkanlara selam olsun. Bu yıl bloga yine en çok ziyaretçi Facebook’tan gelmiş. Ancak önceki yıllara göre şaşırtıcı olan en çok takipçiyi ikinci olarak yönlendiren WordPress‘in kendi mobil uygulaması olmuş. Dünya’nın farklı ülkelerinden gelen kullanıcıları bu sayede kazanabildim. Daha sonra ise Twitter, Instagram (linktr.ee katkısı) ve LinkedIn geliyor. Bu yıl bloga bir Instagram hesabı açtım. Beklediğimden daha çok ilgi gördü. Buradan görüp bana ulaşan bir sürü okuyucu kazandım. Bu yıl da Instagram hesabımıza umarım artan bir ilgiyle devam edeceğiz.

Bu yılın blogla ilgili bir sürprizi ise Spotify üzerinden olacak. Blogdaki bazı çok sevdiğim yazılarımı, eski ve yeni hikayelerimi seslendireceğim. Bunları belki bir podcast gibi düzenli olarak değil ama yine haftada en az bir tane olmak üzere yüklemek niyetindeyim. Bu fikrimi ilk defa Alper‘e anlattım. Mektubunda bu fikrim için aynen şu cümleyi kullanmış: “Podcast fikrin, ince ama sağlam, ilmek ilmek ama boşluksuz işlenmiş bi hayatın çok değerli bir aşaması olacak.” Böyle bir yorumu okuyunca fikri projeye dönüştürdüm bile. Bu ay ilk podcast gelecek.

Blogun aylık performansını değerlendirmeye geldi. Bu kısmı seviyorum. Çünkü koskoca bir yılı birkaç paragrafta özetlemiş oluyorum.

Ocak 2021: Yıla bu ay içerisinde 7 yazı yazarak başlamışım. Yılın ilk ayında ortalama bir performansla yazmışım.

  • Jules Verne Koleksiyonum: İş Bankası İş Çocuk Klasikleri‘nden yayımlanmış 6 kitaplık ciltli seriyi nihayet tamamladım. Bu yıl ALFA Yayınları‘nın Olağanüstü Yolculuklar Serisi‘ni toplamaya başladım. Ayrıca Elma Yayınları‘ndan çıkan ciltli Yayımlanmamış Tüm Hikayeleri isimli kitabı aldım.
  • Black Omen – Demo: Çok sevdiğim grubun 2003 yılında çıkan demosu o dönem yalnızca CDr olarak dağıtılmıştı. Aradan geçen yıllardan sonra nihayet Vaykorus Tapes, bu demoyu çok sınırlı sayıda yeniden bastı, üstelik kaset formatında. Kasetin basılacağı haberini aldığım ilk günden itibaren takip etmeme, defalarca mesaj atmama rağmen kaset tükendi. Neyse ki Serkan Abi sayesinde bir tane bulup alabildim.
  • All About History ile tanıştım: Uzunca bir süredir süreli yayın almıyordum. Ancak bu dergiyle tanışınca nihayet kendini ders kitabı olabilmekten ve üç sayıda bir aynı şeyleri yazmaktan kurtarmış bir tarih dergisi keşfettim.
  • Ekran kartımı değiştirdim: Kerem Bey ve Lütfi Abi sayesinde topladığım bilgisayarımın ekran kartından kaynaklı bir çok hata yaşamaya başlamıştım. Oyun oynamadığım için üst segment bir karta ihtiyacım olmadığından ben de sistemimle uyumlu, güzel bir ekran kartı aldım: MSI GT710. Çok ekonomik bu kartın yanında driver CD’si bile vermediler. Şu güne kadar en ufak bir sorun yaşamadan kullanmaya devam ediyorum.
  • My Resort Instagram’da: Yılın ilk dolunayının olduğu gün bloga bir Instagram sayfası açtım. https://www.instagram.com/myresortblog/ İlk olarak kişisel hesabımdaki arkadaşlarımı davet ederek başladım. Sonra birer ikişer takipçiler gelme devam ettiler.

Şubat 2021: Yalnızca 4 yazı yazdığım blog açısından verimsiz ancak hayatım açısından önemli bir ay oldu. Bu ay hayatımın ilk otomobilini aldım. Otomobili yıllar sonra alınca son kez 2010 yılında direksiyon sınavında kullandıktan sonra ilk defa otomobil kullandım. Böyle yazınca komik geliyor ama kendi kişisel tarihimde bu benim için büyük bir olay!

  • Asia Minor – Points Of Libration plağım: Asia Minor tam 41 yıl sonra yeni bir albüm yayımlamaya karar verdi ve albüm plak formatında basıldı. 2021’de aldığım ilk plak da bu albüm oldu böylece. Albüme, Türkçe yazılmış en kapsamlı inceleme yazısını yazdım ve bu yazım bizzat grup üyeleri tarafından da beğenildi. Yılın ilerleyen günlerinde bana büyük bir sürpriz yaptılar.
  • Davul setime yeni bir zil ekledim: Birkaç yıldır davul setimi geliştirmeye, eskiyen donanımları yenilemeye çalışıyorum. Hep ilave bir crash zili almak istiyordum. Bu yıl nihayet bunu becerdim ve yeni bir zil aldım. Roland CY8 modelli bu zili davul setime harici bir zil sehpası kullanarak monte ettim. Davul setimi yenilemek istiyordum ancak bu döviz kuruyla yenilemeyi bırak, kırılan bir parçasını bile yenileyemem. O yüzden gözüm gibi bakıyorum.
  • Otomobil aldım: 2012 model otomatik vites güzel bir Opel Corsa aldım. Aracı alınca direksiyona geçip kullanmak zorunda kaldım ve Serdar Abi sayesinde sürücülüğü de öğrenmeye başladım. Bu yıl otomobil sayesinde hayatımızın daha önceki dönemlerinde yaşadığımız getir götür krizlerini yaşamadık. Artık planları kendimize göre yapabilmenin verdiği rahatlıkla hareket ediyoruz.
  • Türkiye Ay’a gitmeye karar verdi: O günden bugüne de henüz bir gelişme yok. Şu sıralar milli otomobil projesi epey gündemde. Ancak onun da ilk duyurulduğu üzere herkes tarafından alınabilecek, makul bir fiyatı olmayacakmış.

Mart 2021: Bu ay 9 tane yazı yazmışım ki gerçekten takdir ediyorum kendimi. Yılın ortaları, kış geride kalmış, Mert artık iyiden iyiye hareketlenmişti. Bu ay blogun üst bannerini de güncelledim.

  • Çocukluğumun hatırası, Casio G-Shock saatimi restore ettim: Doksanlı yılların ortalarında halalarım tarafından hediye edilen ve çocukluk fotoğraflarımın çoğunda bana eşlik eden canım saatimi yeniden onardım ve kullanıyorum.
  • Arabaya park sensörü taktırdım: Serdar Abi’yle birlikte arabayı sürmeyi öğrendikten sonra sıra onu birazcık değiştirmeye, sürüş güvenliğini arttıracak tedbirler almaya geldi. Gittik birlikte, aracın arkasına park sensörü taktırdık.
  • Ayfer Tunç romanlarıyla tanıştım: Halil Abi‘nin kıymetli hediyesi sayesinde Ayfer Tunç‘un efsane üçlemesini okumaya başladım. Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi‘ni okuyup bitirdim. Serinin son kitabı olan Osman‘ı ise bu yıl okuyacağım.
  • Orcan’ın Desolation isimli albümünü bastım: Özellikle yılın ortalarında çok sık dinlediğim bu enstrümental albümü Orcan‘ın da izniyle sınırlı sayıda ve digipack formatında bastım. Orcan istemediği için dağıtımını yapmadık ancak benim hala umudum var 🙂
  • City Soul’u coverladık, Sercan’ın müjdesi: Bu ay ki dolunay yazısına çok sevdiğimiz City Soul parçasının coverı eşlik etti. Ayrıca Sercan bir bebekleri olacağının haberini verdi. Kadere bak ki biricik Yekta‘mız yine bir dolunay gecesi doğacaktı.
Mart 2021’de iş yerimden bir manzara

Nisan 2021: Bu ay tembellik yine kendini göstermiş ve 5 yazı yazabilmişim. İş yerinde müthiş bir covid patlaması oldu. Genel olarak keyifsiz, moralsiz ve yorgun geçen bir aydı.

Khruangbin
  • Muhteşem Jules Verne kitapları gelmeye devam ediyor: Altın Kitaplar ve İletişim Yayınları’ndan çıkan kitaplara ek olarak Hayalgücünün Merkezine Seyahat isimli kitabı aldım. Bu son kitap, Jules Verne Öykü Ödülleri yarışmasında dereceye giren yazarların öykülerini içeriyor.
  • Arabayla ufak bir kaza atlattım: Bana maliyeti 1250 lira olan, küçük bir sürtme yaşadım. İyi ki bu kazayı yaptım. Bu kaza sayesinde hiçbir zaman tedbiri elden bırakmıyorum. Bu yazıyı yazmadan önce bloga 15 günlük bir ara vermiştim. Bunun sebebi ise iş yerinde covid salgınının patlak vermesiydi. çalıştığım birimde şube müdürü, ben ve Volga hariç herkes bir şekilde ya hasta oldu ya da temaslı oldu.
  • Selahattin’in bendir yapmasına ilham verdik: Geçen yıl aldığım bendiri gören arkadaşım Selahattin, aynı yöntemi kullanarak kendisine bir bendir yapmış. Blogtan ilham alarak kendi projelerini yapanlar kervanına o da katılmış oldu böylece.
  • Türkiye bir kez daha tam kapandı: Evet, ülkece bir kere daha tam kapandık. Ama biz çalıştık. Aslında herkes çalıştı. Bu ay Khruangbin‘i keşfettim, canlarım benim. Bir de Alper’le Pentagram‘ın Pain isimli baş yapıtını eksiksiz olarak çalıp coverladık.

Mayıs 2021: Tam 10 yazı yazarak yılın en verimli, en çok yazı yazdığım ayını geçirmişim. Keşke hep böyle olabilse. Bayram tatilinin bu aya denk gelmesi sayesinde arşivimi düzenleyip kitaplığımda epey bir yer açabildim. Minik yavrumuz Mert Ekin bu ay 1 yaşına bastı. Dünya’nın en tatlı hobbiti olarak da pastasını kesti.

  • Odea Bank’ın Eşit Masallar projesiyle tanıştım: Bir radyo reklamında duyarak keşfettiğim bu müthiş proje, klasik çocuk masallarının aslında hiç de çocuk masumiyeti taşımadığı gerçeğinden hareketle yola çıkıyor. En popüler masallar, cinsiyet eşitliğine dayalı olarak uzmanlar tarafından yeniden ele alınıp küçük eklemelerle çocuklara yeniden sunuluyor. Üstelik Odea Bank bunu ücretsiz yapıyor.
  • Kitap okuma gözlüğü yaptım: Mert bizimle uyumaya başladığı için geceleri kitap okumak alışkanlığım sekteye uğrayınca ben de elde olan malzemelerle bir gözlük yaptım.
  • Serdar Abi’yle Günyüzü’ndeki kaitsuderatuyu etkisiz hale getirdik: Serdar Abi’nin bir arkadaşına musallat olan kaitsuderatuyu yakalayıp etkisiz hale getirdik ancak sonuçları hiç de beklediğimiz gibi olmadı.
  • Sabhankra – Death To Traitors albümü yayımlandı: Sabhankra, yeni albümünü yayımladı. Albümün CD’si o dönem henüz ülkemize gelmemiş olduğundan Spotify ve Youtube üzerinden dinleyebildik. Albüm Finlandiyalı Saturnal Records tarafından yayımlandı. A Call To Arms ve Awakened In The Dark favori parçalarım oldu.
  • Madrigal’in Outro’sunu çalıp kaydettik: Madrigal‘in bu yıl yayımlanan Neogazino isimli çok iyi albümünün çok iyi Outro’sunu Alper’le birlikte çalıp kaydettik. Ayrıca dergi arşivimin bir kısmını dijitale aktardım. Altın Kitaplar’ın Jules Verne kitaplarını da büyük oranda topladım. Çok kıymetli Murat Haser‘in bunda payı çok büyük elbette.
  • Avatar – Arayış çizgi romanı yayımlandı: Geçen yılın sonunda Gerekli Şeyler‘den çıkan ilk Avatar çizgi romanı Verilen Söz’ün ardından bu yıl da serinin ikinci öyküsü Arayış basıldı. Gerekli Şeyler bir sürpriz yaparak bu yılın sonunda bir hikaye daha basacaktı.

Haziran 2021: Bu ayın yarısından fazlasını İstanbul‘da geçirmeme rağmen 8 tane yazı yazmışım. Aslında belki de İstanbul’da olduğum için yazabildim. Ayın hemen başında doktora tez savunma sınavımı geçtim ancak diplomamı alamadan İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Bu sebepten özellikle doktora teziyle ilgili inanılmaz sıkıntılar yaşadım. Tezimin tamamını yeniden Enstitünün tasarladığı tez yazım şablonuna aktarmam gerekti. Bu da yaklaşık iki gecemi aldı. Gündüzleri müsilaj denetimlerine katılıp geceleri otel odasında çalıştım. Bu müsilaj görevi benim için bir dönüm noktası oldu. Böyle bakınca, galiba yılın en hareketli geçen ayı bu ay oldu.

İstanbul Sinema Müzesi

Temmuz 2021: Yılın en sevdiğim ayında toplam 7 yazı yazmışım. Bu ay da tıpkı Haziran’ın son günlerinde olduğu gibi doktora mezuniyet işleriyle uğraşarak geçti. Bu ay en çok yolculuk yaptığım ay oldu. Side, Bucak, Denizli ve Trabzon‘a gittim. Epey de yoruldum.

  • Yavuz Çetin – Satılık (2001) plağım: Bir önceki ay İstanbul’dan aldığım plağı ve albümün incelemesini bu ayın ilk yazısı olarak yazdım. Yazdığım yazı özellikle Instagram’da çok beğenildi. Bu albüm bu yıl en çok dinlediğim salbümler arasında yer alıyor.
  • Diş kaplama tedavim nihayet sonuçlandı: Haziran ayında dişimdeki bir ağrıdan dolayı doktora gidince doktor kaplama yapmaktan başka bir çare kalmadığını söylemişti. Hemen o gün ölçüler alıp bir hafta sonrası için de randevu vermişti. Ancak Haziran’ın ilk haftası içinde apar topar İstanbul’a gönderildiğim için bu tedavim yarım kalmıştı. Nihayet Eskişehir’e dönünce tedavimi tamamladım. Doktorum Burak Akçoral‘a bir kere daha teşekkür ederim.
  • Tatil için Side ve Bucak’a gittik: Bu yıl benden kısa süre sonra Mustafa‘da otomobil aldı. Böylece üç aile yaz tatili için plan yapmaya karar verdik. Side’de kalacağımız oteli ayarlayıp bir gün önceden gidip yolda Bucak’a Ayşelerin evine de uğradık. Side özellikle antik kentiyle çok sevdiğim bir yöre. Buraya kendi arabalarımızla gidip istediğimiz gibi gezme fırsatı yakalayınca daha da keyif aldık. Ufak tefek aksaklıklar yaşadık ancak bunlar da güzel hatıralar oldu bizim için.
  • Betül ve Tacettin Evlendi: Side’den döndüğümüz günün akşamında ayağımı gazdan hiç kesmeyip çok sevgili arkadaşlarım Betül ve Tacettin‘in düğününe katıldım.
  • Kübra ve Volkan Evlendi: Togay‘la birlikte Denizli’ye gittik. Volkan ve Yağızhan aynı gün evlenmeye karar verince şöyle bir plan yaptık: Düğünden bir gün önce Denizli’ye gidip Volkan’la birlikte olacak, aynı sabah erkenden yola çıkıp Eskişehir’e yetişip öğlen de Yağızhan’ın düğününe katılacaktık. Öyle yaptık. Denizli’de Volkan, Alper ve Halil‘le görüştük bu sayede. Denizli’de fırsattan istifade Pamukkale‘ye de gittik Togay’la.
  • Hazel ve Yağızhan Evlendi: Togay’la birlikte, Volkan ve Kübra’nın düğüne katılamadan sabahın erken saatlerinde yola çıkıp Denizli’den Eskişehir’e geldik. Yağızhan’ın düğünü epey eğlenceli geçti. O kadar eğlendik ki çiftimize nazar değdi!
  • Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER’le tanıştım: Bu yıl tanıştığım en kıymetli kişilerden birisi de Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER oldu. Bir bayram ziyareti için Ankara’ya gittiğimizde bir fırsatını bulup kendisiyle buluştum ve blog üzerinden başlayan arkadaşlığımız daha da pekişmiş oldu. Aynı yıl içerisinde sevgili hocamı birkaç kere daha görecektim.
  • Öner ve Ferhat Abimler Eskişehir’e geldi: Yıllar sonra kuzenlerim Öner ve Ferhat abilerim nihayet Eskişehir’e geldiler. Birlikte peye güzel zamanlar geçirdik.

Ağustos 2021: Bu ay yolculuğumuza 5 yazıyla devam etmişiz. Temmuz ayının son günlerinde Trabzon‘a gitmiştim Kübra ve Mustafa’nın düğünü için. Haliyle yazısını yazmak da Ağustos’a sarktı.

  • Kübra ve Mustafa Evlendi: Bu yıl katıldıklarım ve katılamadıklarımla en çok arkadaşımızın evlendiği yıl oldu. Mustafa ve Kübra’nın düğünleri de Trabzon’da olduğundan günübirlik de olsa gidip katıldım. Hayatımda ilk defa Trabzon’a gidip ilginç anılarla döndüm.
  • Doktora eğitimim resmi olarak bitti: Haziran’ın ilk haftası savunma sınavımı vermeme rağmen zincirleme yaşadığım bazı sorunlar, İstanbul görevi ve bayram tatili derken nihayet diplomamı alabildim. Doktora çalışması boyunca bana destek olan herkese, ancak özellikle de kıymetli ağabeyim Tarık DURMUŞ‘a teşekkür ederim. Doktoranın bana kazandırdığı en kıymetli kişi sen oldun. Merve ve Ümit sizleri de unutmuyorum elbette.
  • Setrak Bakırel Fransa’dan Points Of Libration’ın turkuaz baskısını gönderdi: Asia Minor’un yıl başında aldığım Points Of Libration albümünün plak baskısının İtalya’da sınırlı olarak basılan turkuaz renkli baskısını Setrak Bakırel üstad sayesinde arşivime ekledim. Yılın en önemli koleksiyon olayıydı bu.
  • İnanç’la Zafer Turuna katıldık: Bu hayatıma giren en renkli adamlardan biri olan İnanç‘la birlikte güzel bir bisiklet turuna katılıp Eskişehir’i dolaştık.

Eylül 2021: Rutini bozmadan, 5 yazı yazarak koskoca bir ayı geçirmişim. Yaz bitmiş, Covid bitmemişti.

  • Özel Sayı Dergi koleksiyonum genişliyor: DoganBurda dergilerinin bazı özel sayılarını toparlamaya devam ediyorum. Bu arada All About History dergisi de yıl içerisinde yayın hayatına emin adımlarla devam etti.
  • Araba ilk ciddi arızasını verdi: Ankara’dan Eskişehir’e üstelik tek başıma dönmek üzere yola çıktığım anda aracım arıza lambası yaktı. Aracı daha da ciddi bir sıkıntıya neden olmadan Eskişehir’e getirebildim. Arıza yapan parçanın ve işçiliğin bana maliyeti bin lirayı geçti.
  • Serdar Abi’yle S.. ilçesinde define avına çıktık: Yine başımıza gelmeyen kalmadı. Neyse ki ikimize de hiç bir şey olmadan sağ salim dönebildik eve.
  • Xiaomi şarjlı taşınabilir kompresör aldım: Bir önceki ay İnanç’la çıktığımız bisiklet turunda lastiğimin biri bana epey sorun çıkarmıştı. Daha sonra ise scooter’ın önce ön, sonra arka lastikleri sırasıyla patlamıştı. Bu sorunları art arda yaşayınca uzun süredir almayı düşündüğüm şarjlı kompresörü aldım. Xiaomi‘nin bu küçük ama işlevsel kompresörü otomobil lastiğini bile şişirebiliyor, dolayısıyla zor zamanlarda umulmadık bir yardımcı olarak güven veriyor.

Ekim 2021: 6 yazı yazmışım.

  • Kingdom of 3D ile işlevsel parçalar ürettik: Scooter için bir taşıma askısı almak istiyordum. Sağ olsun Kingdom Of 3D‘den Süha bana scooter’ın yapısal bütünlüğünü bozmadan kullanabileceğim bir aparat üretti. Bu sayede kısa mesafede ufak tefek şeyleri sürüş güvenliğini riske atmadan taşıyabiliyorum.
  • Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi projesi üzerine bir değerlendirme yazdım: Yazın İstanbul’da Masumiyet Müzesi‘ne gidip giremeyince Eskişehir’e döndüğümde takıntı haline getirip projenin tüm basılı ve görsel kaynaklarını topladım. Üretim sürecine ilişkin derlediğim notlarımı da blogda paylaştım. Bu projeyle ilgili olarak Türkçe yazılmış en iyi içeriklerden birisi olduğuna adım gibi eminim.

Kasım 2021: Kasım ayında 5 yazı yazmışım. Demek ki şu son dört ayda rölantide devam etmiş her şey. Bu ay kısa bir Ankara seyahatim oldu. Bu iş gezisinde Yahya Bey‘le birlikte kaldık. Ankara’da Ahmet Hocamla ve İlkan Abi’yle görüştüm.

  • Ankara’da Alper ve Özge’ye misafir olduk: Ekim ayının son hafta sonu, Kasım’ın da ilk günü Ankara’daydık. Ahmet Öncüer hocamla buluşup Jules Verne koleksiyonlarımıza orijinal gravürleri içeren yeni ciltler ekledik. Bunları ben bastırdım. Daha sonra ise Alper ve Özge’ye misafir olduk. Uzun bir aradan sonra böyle görüşebilmek hem çok mutlu etti hem de çok hüzünlendirdi.
  • Arabaya cam filmi çektirdim: Bir süredir Yunus Emre‘nin de teşvikiyle arabaya cam filmi çektirme planı yapıyorduk. Bu konuyu Mustafa’ya açtığımda sağ olsun dakikalar içerisinde olayı bağladı ve aynı hafta sonu işi bitirdik. Filmlerin koyuluğundan dolayı sürüşte sıkıntı yaşar mıyım diye tereddüt etsem de kısa sürede alıştığımı söyleyebilirim.

Aralık 2021: Yılın son ayında biraz da elde biriken taslakları eritmek için hızlanarak 8 yazı yazmış ve yılı kapatmışım. Bu ayın özellikle son günleri covid tedirginliğiyle geçti ve ne yazık ki iki kardeşim covid olup eve kapandılar. Anneme ve babama bulaşmasa da aynı evde kaldıkları için her günü o tedirginlikle yaşıyoruz.

  • Fahrenheit 451 sahaf yeni yerine taşındı: Değerli arkadaşım Devran’ın sahibi oldu Fahrenheit 451 sahaf, yeni bir binaya taşındı ve çok daha müthiş bir yer oldu. Yılın geri kalanında da defalarca uğrayıp bir şeyler aldım ve verdim.
  • History Of War yayın hayatına başladı: All About History’nin yalnızca savaş tarihine odaklanan kardeş dergisi History Of War, Türkiye’de yayın hayatına başladı. Üç aylık olarak yayımlanacak derginin ilk sayısı da epey ilgi görmüşe benziyor.
  • Perlatörle sudan tasarruf etmeye başladım: Denetime gittiğim bir fabrikadaki meslektaşımın tavsiyesiyle evdeki musluklara perlatör takarak birim zamanda harcanan su miktarını üçte bire düşürdüm.
  • Bir DV kameram oldu: Aslında bu gelişme bir önce ay temellerini attığım bir projeydi ancak sonuca ermesi yaklaşık bir ayı buldu. Artık eski teknoloji de sayılsa, Sony DV Handycam‘im oldu. Enes‘e bu hediyesi için ne kadar teşekkür etsem azdır.
  • Avatar – Uçurum çizgi romanı yayımlandı: Serinin üçüncü çizgi romanı da yine Gerekli Şeyler tarafından basıldı. Önceki iki baskının aksine, bu sefer çok kısa sürede duyurulup dağıtıldı. Diğer ikisi içerisinde en zayıf öykü bence buydu.
Şu ana kadar Türkçe olarak yayımlanan tüm Avatar çizgi romanları

Bu yazıyı yazarken Seval‘in kızının doğduğu haberini aldım. Minik yavrumuz Birce, İngiltere’de bizden kilometrelerce uzakta gözünü açtı. Muhtemelen yakın zamanda görme fırsatımız olmayacak ama birazdan annesini arayıp kameradan da olsa dayısıyla tanışmasını sağlayacağım. Ömrün uzun ve sağlıklı olsun Birce!

Bu yıl iş yerinde üç yılı doldurup dördüncü yılıma başladım. Şevkiye, Pınar ve Melike doğum izni sürecinde olduklarından yılın büyük kısmında yoktular. Yılın son haftası ise Volga’nın bir oğlu oldu. Sanem Abla’yla birlikte bir yılı devirdik. Her şey olabildiğince rutin giderken özelleştirilen Makina ve Kimya Endüstrisi işletmelerinden çok sayıda personelin Eskişehir’i ve çalıştığım kurumu tercih ettiğini öğrendik. Önümüzdeki günlerde başta bölümden arkadaşım Serkan olmak üzere bir sürü yeni arkadaşla tanışma ve çalışma heyecanı içerisindeyiz. Geçen yıl Caner’in gitmesi sebebiyle bu yılı da Halil Abi ve Yunus Emre’yle baş başa geçirdik. Bu yılın iş yerindeki en güzel haberlerinden birisi Sevda‘nın karşı şubemize gelmesi oldu. Böylece daha çok birlikte çalışma fırsatımız oldu. Bu durum pek çok arkadaşımızı pozitif yönde ivmelendirdi. Ancak geçen yıl olduğu gibi bu yıl da halı saha maçı yapmadık. Bir de bu yıl, çok uzun süre sonra kurumumuza stajyer öğrenciler geldiler. Sağ olsun hepsi de çok doğru düzgün insanlar, umut veren meslektaşlarımızdı. Faik, Gözde, Buket, Ayşe, Büşra, Damla, Ayşenur ve Zeynep’e gelecek hayatlarında başarılar dilerim. Sağ olsun Faik’le iletişimimiz hiç kopmadı.

Spora yeniden, yaz aylarında başladım. Pandemi nedeniyle yaklaşık 1,5 yıl hiç salonda antrenman yapmamıştım. Ancak yazın bu gidişe bir dur diyerek spora başladım. Kısa sürede olmasa da ortalama denilecek bir sürede, eski performansıma yetişmeyi hedefliyorum. Spor salonundaki çok kıymetli arkadaşlarım Enes, Emre Önk, Emre Akçakaya, Bilal, Batuhan Abi ve elbette Erhan Abi‘ye selamlar olsun.

Bu yıl Instagram epey hareketli sayılırdı. Hem blogun sayfasından, hem de kendi kişisel sayfamdan pek çok güzel içerik ve cover paylaştım. Özellikle cover çalışmalarında birlikte olduğum Alper, Ender ve Yağızhan’a teşekkürü bir borç bilirim. Aşağıya en güzellerinden ekliyorum.

Dolunay yazılarımı bu yıl da eksiksiz yazdım. Güzel bir ruh haliyle yazdığım bu yazılarda pek çok başarılı ve başarısız şiir girişimlerim oluyor. Eskiden daha korkmadan yazardım şiirlerimi. Şimdi ise şiir konusunda yenemediğim bir korkum var. Üzerine gitmeli miyim bilmiyorum. Yazın Gürkan Abi’yle şiir üzerine konuştuk ve bu türün, üzerinde en çok uzlaşılamayan tür olduğuna karar verdik. Şiir bambaşka bir ruh hali. Bazen en afili sözcükler bile yavan kalırken, öyle cebinde gezdirebileceğin türden iki üç kelimeyle dünyaları başına yıkabiliyorsun insanın.

Bu yıl Sertan‘ın bana çok güzel bir hediyesi oldu doktoramı bitirince: IPTV. İnanılmaz bir hizmet bu. Bunun dışında Netflix ve Amazon Prime‘ı sık sık kullandım. Netflix’de yayımlanan popüler içeriklerin (Squad Game, La Casa De Papel, Witcher, Kulüp vb.) büyük kısmını izledim. Bunun yanı sıra izlemekten büyük keyif aldığım özellikle II. Dünya Savaşı temalı filmleri de birkaç kere döndüre döndüre izledim. Hariçten izlediğim en güzel şey ise Brooklyn Nine Nine‘ın final sezonu oldu. Amazon Prime’da Zaman Çarkı serisini beğenerek izledim. Bu yıl izlediğim en güzel film galiba Dune idi. Ben önce filmi izleyip sonra kitabı okumaya karar verdim. Bir de İthaki’den yayımlanan Dune çizgi romanını aldım. Bu da çok kıymetli oldu filmi daha iyi anlayabilmek için. Exxen’de yayımlanan Gibi dizisi bu yıl izlediğim en komik diziydi. Müthişti gerçekten 🙂

Bu yıl kitaplığıma hediye edilen ve benim satın aldığım toplam 116 kitap dahil olmuş. Bunu 10 tane dergi izlemiş. Aldığım kitapların 60 tanesi Jules Verne’ye ait eserlermiş. Yıla Dostoyevski’nin Kumarbaz‘ını okuyarak (Mustafa’nın hediyesi) başlayıp Orhan Pamuk’un Kafamda Tuhaf Şeyleri okuyarak bitirmişim. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Masumiyet Müzesi’ni ise yeniden okudum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yarıda bıraktım. Masumiyet Müzesi’yle birlikte Şeylerin Masumiyeti ve Hatıraların Masumiyeti isimli yan kitapları da okuyup Hatıraların Masumiyeti’ni bir de film/belgesel olarak izledim. Çizgi romanları giderek sevmeye başladım. Avatar’ın iki cildinin yanı sıra Dune’un grafik romanının ilk sayısını ve NTV Yayınları’ndan çıkan Frankestein’ı aldım. Arunas Yayıncılık’ık çizgi romanları serisini ise tamamlıyorum.

2021 yılı müzikal açıdan çok da başımı döndürmedi açıkçası. Özellikle metal dışı tarzlarda güzel keşifler yaptım. Bilgisayardaki ve telefondaki Spotify’ımda hep eski şarkılar liste başı olmuş. Cranberries – Promises, Gojira – Esoteric Surgery ve Yavuz Çetin – Benimle Uçmak İster misin? liste başı parçalarım. Metal türü dışındaki yeni keşiflerim ise Khruangbin, Akbaba İkilisi – Darıldım, LDRDO – Lost In The Fire (albümün tamamı), Melike Şahin – Uykumun Boynunu Bükme, Madrigal – Neogazino (albümün tamamı) ve Wet Leg – Chaise Long oldular. Melike Şahin’in bu şarkısını gerçekten sevdim. Çok bekledim ama Mabel Matiz yeni albüm yapmadı. Metal müzikte bu yıl severek dinlediğim albümlerin başında Sabhankra’nın son albümü, Cidesphere‘ın son albümü ve As I Lay Dying‘in Shadows Are Security (2005) yer alıyor. Ancak bu yılın bana göre en büyük müzik olayı ve yayımlandığı günden beri sürekli dinlediğim grubu The Halo Effect oldu. Büyük bir sürpriz yaparak eski In Flames üyelerinin bir araya gelip mevcut In Flames’e nazire yaparcasına çaldıkları grubun şu ana kadar Shadowminds isimli tek bir parçası yayımlandı. Albümün 2022 yılında çıkacağı söyleniyor. Umarım albüm de ilk single gibi bomba olur. Jesper’ı, Peter’ı ve çok sevdiğim Daniel’i yeniden bir arada görmek paha biçilmez. Pentagram bu yıl da yeni albüm yayımlamadı. Pride ve Sur isimli iki parça yayımladı. Artık koro işini bırakmaları gerek bence.

Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da Mert’in ilk yaşına kadar olan her ayı farklı bir konseptle fotoğrafladım. Nihayet Mayıs ayında ise Mert Ekin’in ilk yaş gününü kutladık. Yıllardır hayalini kurduğum bir şey yaparak ilk doğum gününde Mert’i Hobbit yaptık. Merve sağ olsun pastayı Hobbit evi şeklinde kendisi yaptı. Pelerinini babaannesi dikti. Kılıcı ve diğer detayları da ben hallettim. Umarım Mert gelecekte bu fotoğraflara bakıp mutlu olur.

Evet şimdi de geldik en önemli bölüme: Hedefler. Bence yılımın özeti yazılarındaki en vurucu kısım burası. Hem koyduğum hedefler bakımından önemli, hem de bu hedefleri yıl içerisinde ne zaman yerine getirebildiğim ya da neden yerine getiremediğimin sorgulamasını yapabildiğim için önemli. Bakalım geçen yıl kendime hangi hedefleri koymuş ve ne kadarında başarılı olabilmişim.

  • Elektronik davuluma ilave bir crash zili almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Tank maketimi bir diorama ile bitirmek (Olmadı, bu yıl da bitmedi)
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Doktoramı bitirmek (Bitirebildim, bu hedefe ulaştım)
  • Eğer covid-19 nihayet tüm ülkede sona ererse iki farklı zamanda tatile gitmek (Olmadı, Covid bitmedi, yazın üç günlük bir tatile gittik)
  • Alper’in isimsizini bitirmek (Bitmedi)

Peki bu yıl neler yapmayı hedefliyorum? Öyle çok büyük şeyler istemiyorum. Ekonomik durumumuzun biraz daha rayına girmesini diliyorum. Zaten bir lüksümüz yokken, en azından hala kitap alabiliyor olmayı diliyorum. Çünkü plak alabilmek ve hatta CD alabilmek lüks olmaya başladı.

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak
  • Makale yazıp yayınlatmak
  • Çadır kampı yapabilmek
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek

Bakalım bu hedeflerin ne kadarı gerçek olacak hep birlikte göreceğiz. Blogu okumaya devam eden tüm okuyucular gibi sen de bu hikayelerin bir parçası olmaya devam edebilirsin sevgili okur. Bu blogu ben yazıyorum evet, ama bu blog yayın hayatına devam ettiği neredeyse 13 sene boyunca çevremdeki tüm arkadaşlarımın, dostlarımın da blogu oldu. Alper’in, Sercan’ın, Volkan’ın, Mustafa’nın, Koray’ın, Utku’nun, Seval’in, Halil Abi’nin ve Enes’in de blogu oldu. Çünkü hayatlarımız unutulup gitmeyecek kadar kıymetli. Herkese mutlu, sağlıklı, refah ve huzur dolu bir yıl diliyorum. My Resort Herkes İçin Blog!

Müsilaj Günlükleri – 6

Bu seriye başladığımda açıkçası bu işin bu kadar uzayabileceğini kestirememiştim. Bugün 14. gün bitiyor ve geri dönmeyi heyecanla bekliyoruz. Otorite şunu görmüş olmalıdır: Müsilaj probleminin sebebi, artık tereddütsüzce ortaya konulmuştur. Gözden kaçan, bilinen, yeni keşfedilen tüm sıcak noktalara ait bilimsel ve teknik veriler elimizde mevcut. Artık kirlilik yüküne ait bir fikrimiz var. Geceli gündüzlü olarak yapılan denetim çalışmaları sonucunda tespit edilen olumsuzlukların, aşağı yukarı hangi doğrultuda kümelendiği de biliniyor. Atıksuyun büyük kısmını yöneten işletme ve tesislerde teknoloji olarak sıkıntılar pek yok gibi. Tam da olmasını istediğimiz gibi, alıcı ortam olarak Marmara Denizi‘ni kullanan tüm tesislere yönelik bir takım yeni yasal düzenlemeler geliyor. Müsilaj büyük bir ekolojik felaket. Ancak daha önce yazdığımı yine yazmam gerekirse her şey bitmiş değil. Yıllardır hocalarımızın ve ustalarımızın söylediği şeyi yineliyoruz. Para harcanmadan bu iş olmuyor. Altyapı yatırımları “gereksiz” değildir. “Göze görünmez” denir ancak bu durum da gerçek değildir. Altyapı eksikliği sonucunda ortaya çıkan felaketler öze görünür. İşte göründüğü zaman da müsilaj gibi görünür, gözünüze batar, pis kokar ve rahatsız eder.

Pazartesi sabahı biraz buruktuk hepimiz. Çünkü görevimiz uzamasaydı evlerimizde olacaktık. O sabah Cihan‘ın yarım günlük bir boşluğu olunca erkenden buluştuk. Mecidiyeköy’de oturup sohbet ettik. Tam bu sırada okuldan kötü bir haber aldım. Doktora tezimi yazarken enstitünün yayımladığı şablonu kullanmadığım için biçim yönünden eksiklik yazmışlar. Apar topar İstanbul’a geldiğim için sınav tutanaklarımı teslim edip mezuniyet işlemlerimi başlatamamıştım. Vakit kazanmak için tezimi elektronik ortamda yollamıştım incelenmesi için. Onlarda, yazım kılavuzuna uygun olmasına rağmen, şablon kullanmadığım için incelemeden geri yollamışlar. Bu durum epey canımı sıktı. Şimdi oturup tüm tezi yeniden şablona oturtmak gerekiyor.

Cihan’la vedalaşıp metroya atladım. Tabi öncesinde bir İstanbulkart aldım. Bu kartı hemen metro ve vapur gişesinden alabiliyor, yükleme yapabiliyorsunuz. Cep telefonuyla girip HES kodunu da tanıtınca artık toplu taşımaya binebilirsiniz. Metroyla önce Sultanahmet Meydanı‘na gidip bizimkileri buldum. Daha sonra da bu ekiple Ayasofya Cami‘ye gittik. Bana göre Ayasofya, İstanbul’da bize miras kalan en önemli tarihi eserlerden bir tanesi. Mekanın içerisine girdiğimde nedense kulaklarımda Sabhankra‘nın çok sevdiğim şarkısı “City Of Tulips” çaldı. “There builded a palace for the memory of war, In this great cathedral of Hagia-Sophia, The tulips of heaven… sprouted from the ground.” Sonra Fatih’in elinde kılıcıyla o devasa kapılardan atının üzerinde içeri girdiği anı hayal ettim. İstanbul’un fethedildiği o gerçek anı. Keşke dedim, bir zaman makinesi olsa da o ana gidip bir köşeden o anı izlesek.

Ayasofya, mevcut haliyle bir ibadethane olarak kullanılsa da, aslında tarihimizin en önemli, en anlamlı, en sıra dışı eserlerinden bir tanesi bana göre. Aradan geçen yüzyıllara rağmen hala gizemlerle dolu. Yüzlerce yıllık ikonaları, çizimleri, sütunları, kubbesiyle gerçek bir sanat eseri. Burada geçirdiğimiz kısacık vakitte bile bir kere daha geleceğimin sözünü verdim. Tüm kısımlarını gezemedik. Çünkü pandemi ve ibadete açılmış olması nedeniyle kısıtlamalar vardı. Şöyle de bir tesadüf ki Eskişehir’den arkadaşım Süha’nın da hemen hemen aynı dakikalarda Ayasofya’da olduğunu attığı story’den gördüm.

Ayasofya’dan sonra doğruca Gülhane Parkı‘na geçip yemek yedikten sonra yorgun argın otele döndük. Bu yorgunlukla tezin başına oturdum yeniden. Geç saatlere kadar enstitünün şablonuyla uğraştım. Ertesi sabah neredeyse dinlenmemiş olarak kalkıp kahvaltıdan sonra bazı temel giyim ihtiyaçları için civardaki birkaç yere gittik. Mert‘in suda oynaması için bir bebek simidi aldım. Bu arada yazmıyorum elbette ancak Mert’i çok özledim. Merve‘nin ve annemin dediğine göre o da beni çok özlemiş ve bundan dolayı inanılmaz tepki gösteriyormuş. Uyku saatleri falan hep değişmiş. Ah be tosbiğim birkaç güne kavuşuruz umarım. Bu yıl babalar gününde senden uzakta olmak hiç ummadığım şekilde koydu bana.

Buradaki gece görevleri biraz daha farklı oluyor. Saat 19.00 civarında görev bölgemiz olan Ayamama Deresi‘ne geldik. Halil Abi‘yle birlikte İstanbul İl Müdürlüğü’nden Müzeyyen Hanım‘la buluştuk. Derenin mansabına, yani denizle buluştuğu noktaya kadar indik. Derede ve civarında yaptığımız denetim çalışmalarımızdan bahsetmeyeceğim ancak ilgimizi cezbeden isminden bahsedeceğim. “Ayamama” ismi taa Bizans’tan kalan ismiymiş. Bildiğimiz üzere “Ayia” sözcüğü Rumca’da kutsal demek. Maya ise çok büyük ihtimalle “Mama” yani anne anlamında kullanılıyor. Kutsal Anne. Yani Hz. Meryem. Her ne kadar şimdi kenarında gettolar kurulu, üzerinden geçen köprülerin altında berduşlar yatıyor olsa da Bizans döneminde önemli bir akarsu olduğu kesin. Eskiden civarında bulunan bağlar ve bostanlar buranın suyuyla sulanırmış. Şimdi ise gündeme ne yazık ki sel taşkınları, kirlilik ve pis kokuyla geliyor.

Ayamama Deresi denize kavuşmadan hemen önce

Gece görevinden dönüşümüzde bir yerde oturup bir çay içtik ve bırak 90 lirayı, 90 kuruş etmeyecek bir tatlı yedik. Yahu bu arada, İstanbul’a geldiğimden beri otelde ve dışarıda yediğimiz yemekler arasında gerçekten çok beğenerek yediğimiz o kadar az yemek var ki… Merter‘deki çıtır lahmacun sana buradan selam yolluyorum.

Çarşamba sabahı, bir önceki günden kalan yorgunluk ve hayal kırıklıklarıyla uyandım. Kahvaltıda bizim ekibin genelinde böyle bir hüzün bulutu gördüm. Otelin isteyerek ya da istemeyerek, her geçen gün house-keeping kalitesini arttırırken yemek kalitesini düşürmesini konuştuk. Sonra ilk ekibi uğurladık. Biz de Eminönü’ne gittik. Burada kesinlikle tavsiye etmediğim BIG BUS ISTANBUL isimli tur acentesinin Boğaz turuna bilet aldık. Gişe önünde “şimdi kalkıyor” telkinlerine aldanıp bileti alınca “Şuraya şu direğin oraya gidin, servis gelip sizi alacak” dediler. N’oluyor lan, dolandırıldık mı, diye kendimize sorarken yaklaşık 15 dakika sonra gelen bir minibüse doluştuk. Bu minibüs bizi birkaç gün önce, hemen önündeki otoparkta yağmurdan dolayı sıkışıp kaldığımız iskeleye getirdi. Buradaki bir tekneye çıkıp 45 dakika da burada bekledik. Nihayet yolculuk başladı ve Boğaz’ın iki yakasında da dolaştık. Sağ olsun Reşat Bey, daha önceden gezdiği ve gördüğü kadarıyla bize önemli yerleri gösterdi. Ancak şiddetli bir yağmur başlayınca teknenin kapalı kısmına geçmek durumunda kaldık. Bu şekilde bir saatten biraz daha uzun turumuzu başladığımız noktada bitirdik.

Çok acıkmıştık. Volga da sağ olsun hem yağmurdan hem açlıktan şikayet edip durduğu için uygun bir yerde mola verip yemek yedik. Buradan da yine daha önce gitmiş olduğumuz Gülhane Parkı’na geçtik. Gülhane Parkı’nın aşağısından şimdiye kadar İstanbul’da arabasına bindiğimiz en boş, en aklı olmayıp fikri olan, en gereksiz taksiciye denk geldik. Arabaya aldıktan sonraki ilk 10 dakika sürekli mızıldandı durdu. Reşat Bey resti çekip inelim o zaman deyince kıvırdı. Yol boyunca cehaletini saklama gereği bile duymadan konuştu durdu. Ah şu şive bir kere de yanıltsın be kardeşim. Şu şiveyle konuşan adamlar bir kere de şaşırtsın be kardeşim. Ama yok, şaşırtmadı.

Taksici bizi bıraktıktan sonra odaya çıkıp tezle uğraştım. Sıkıldığım yerlerde de ara verip bu yazıyı yazdım. Yarın sabah İstanbul’dan Müzeyyen Hanım’la yine birlikte göreve gideceğiz. Umarım her şey sorunsuz biter.

Sabhankra – Death To Traitors (2021)

Pandemi döneminde pek çok sanatçı ve sahne çalışanı işsiz kaldı. Pek çoğu enstrümanlarını satıp bir süre idare etmeye, bir kısmı ise başka işler yapmaya mecbur kaldılar. Türkiye’de metal müzik icra ediyorsanız, aslında pek çok diğer tarz gibi, sadece müzik yaparak hayatınızı kazanmanız çok ama çok zor. Muhakkak başka işler de (müzikle ilgili olsun olmasın) yapmanız gerekir. Bu sıkıntılı dönemde metal müzik grupları yine de üretmeye, yeni besteler yapıp pandeminin getirdiği karanlığı yaymaya devam ettiler. Elbette ki gönlümüzün sahibi Sabhankra‘mız da bana göre uzun süren bir aradan sonra yeni albümünü yayımladı: Death To Traitors.

Youtube’da parçayı yayımlayan Black Metal Promotion kanalında albüme yapılan yorumlar gerçekten çok iyi. Şöyle bir inceleyince Dünya’nın her yerinden müzikseverlerin albüme yaptıkları yorum genellikle inanılmaz olduğu ve vokallerin çok iyi olduğu şeklinde. Bu iyi tepkiler gerçekten mutluluk ve ilham verici olmalı ki biz henüz yeni albümle ısınma turları atarken grup yeni şarkıların yazımına başlamış bile! Türkiye’nin açık ara en üretken gruplarından birisi olan Sabhankra’nın bu son çalışmasıyla birlikte toplamda 5 albümü, 3’si live olmak üzere 7 tane EP’si yayımlandı. Constantinopolis dönemindeki 1 albüm ve 1 EP’yi de sayarsak aşağı yukarı 70-80 parçalık tamamı besteden oluşan müthiş bir diskografi çıkıyor karşımıza. Hemen hemen her iki yılda bir yepyeni bir albümü dinleyicisiyle buluşturan grubun özellikle son 3 çalışmasından itibaren yönünü melodik death metalden melodik black metale çevirdiği çok açık. Uzun süredir grupta eleman değişikliği olmadığından dörtlü olarak oturttukları kadroyla inanılmaz parçalar üretmeye devam ediyorlar. Death to Traitors’u da üreten güncel kadro (Mayıs 2021) şu şekilde:

  • Savaş Sungur – Gitar, vokal
  • Süha Kozbey – Gitar
  • Gürkan Yücel – Bass
  • Rıdvan Başoğlu – Davul
Sabhankra

Önceden Sabhankra albümlerini yayımlanmadan önce dinleme ayrıcalığım olurdu. Anca son yıllarda muhtemelen albümlerin basıldığı label firmalarının da etkisiyle albüm öncesinde pek bir şey sızdıramıyorum Savaş Abi‘den. Bu albümde de ancak bir parçayı alabildim 🙂 Dolayısıyla albümün Youtube’da (ve sonrasında Spotif’da) yayımlandığını görünce bu yazıyı yazmak için oturup dört beş defa baştan sona dinlemem gerekti. Dediğim gibi eskiden yazdığım Sabhankra albüm incelemelerinde albüm yayımlandığında ben albümden en azından dört beş şarkı ezberlemiş oluyordum.

2019’nın başlarında yayımlanan bir önceki albüm The Dream Is Dead, üç parçalık bir EP idi ve açıkçası grubun giderek sertleşen soundu hakkında müthiş fikirler veriyordu. Ancak özellikle benim çok sevdiğim klavye melodilerinden yoksundu. 2018’de yayımlanan From The Frozen Mountains‘te yer alan It Burns gibi marşlar da içermiyordu. Bu açıdan bakıldığında galiba Sabhankra’nın son dönemde çıkardığı en melodik albümü From The Frozen Mountains olabilir.

Biz dönelim Death To Traitors’a. Bu albüm aslında geçtiğimiz yıl yazılmış ve kaydedilmiş. Mastering ve miks işleri Ali Sak tarafından yapılmış. Ellerine sağlık! Hazırlıkları, son düzenlemeler ve label anlaşması derken yayımlanması bu yılı bulmuş. Bu arada Sabhankra ilk defa bir Avrupalı firmayla çalışıyor bu albümde. Son iki çalışmasını Rus firmasıyla yayımlamıştı malumunuz üzere. Bu sefer rota Finlandiya ve Saturnal Records. Albüm stream’de dinlemede ancak fiziksel bir kopyası henüz yok. CD ve kaset formatında basılması planlanıyor. Umarım çok gecikmez. Albüm kapağı yine ve yeniden sevgili Marta Sokolowska tarafından çizilmiş. Şu sarının ve kırmızının tonlarına bayıldım. Umarım ki kartonet tasarımda da benzer temayla birkaç küçük de olsa figür içerir.

Yaklaşık 35 dakika süren albümün çalma listesi şu şekilde:

  1. Call to Arms (6.21)
  2. Burn Down Their Halls (5.42)
  3. Death to Traitors (4.23)
  4. Heavens Are Fake (5.08)
  5. I Came This Far For Nothing (7.25)
  6. Awakend in the Dark (6.45)

Albümün açılış parçası albümden yayımlanan ilk parça olma özelliği de taşıyan A Call To Arms. Bu yıl Mart ayının son günlerinde lirik videosu yayımlanan parça, özellikle blastlar ve arka plandaki efektleriyle müthiş bir açılış parçası olmuş. Girişte oluşturduğu o altyapı sizi iyice havaya sokmaya yetiyor. Devamında ise Sabhankra’nın sürat rekorları kıran parçalarından bir tanesi başlıyor. Bir röportajında “davulcunuz kadar iyisiniz” diyor Savaş Sungur. Bunu özellikle son albümlerde ciddi anlamda görüyoruz. A Call To Arms yarattığı hissiyat bakımından bana, Game Of Thrones‘da Night King’in Wight’ları dirilttiği sahneyi hatırlatıyor. Özellikle lirik videosuyla birlikte dinlerken, yer yer Immortal (dağlar, sıra dağlar ve buz) dinliyormuş hissini verdi. Nakarat altında devam eden riff ve blastlar, Sabhankra’nın şarkı yazımında çıtayı sürekli yükseğe çıkardığını gösteriyor. Gerçi yine de belirtmemde fayda, tamamen kişisel bir tercih olarak, bu black metalvari soundun daha çok klavyeyle desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü özellikle 2000’lerin ortasından itibaren Sabhankra dinleyen herkesin grubu sevmesinde ve şarkıları marşlar gibi ezberlemesinde, akılları baştan alan klavye melodilerinin etkisi büyüktür.

Burn Down Their Halls albümün agresif bir diğer şarkısı. Özellikle 30. saniye sonrasında başlayan o gerilimli intro bana Rotting Christ‘ı anımsattı. Ancak bu gerilim hiç beklenmedik bir patlamayla sonra erip hırçın bir vokal başlayınca bu hissiyat tamamen kayboldu. Yeri gelmişken belirteyim. Davullar albümün tamamında hemen hemen aynı tempoyu hiç bırakmıyor ve blasttan neredeyse vazgeçmiyor. Bir önceki EP bana göre davulcunun yıldızının parladığı bir çalışmaydı. Burada ise kendimi hemen tüm parçalarda daha çok vokale imrenirken buluyorum. Parçanın ikinci yarısından itibaren, klavyeye yaslanmış bir riffle ilerleyip yine hiç umulmadık çığlık efektleriyle son düzlüğe giriyor şarkı. Özellikle nakarat öncesi kalkışlar albümün en coşkulu riffleri olabilir.

Death To Traitors, albüme adını veren parça olarak 17 Nisan tarihinde yayımlandı. “Death to traitors!” screamleriyle vokalin yine alıp yürüdüğü bir şarkı. Albümdeki yadırgadığım tek şey bu parçanın solosu oldu. Hiç alışıldık Sabhankra sololarına benzetemedim.

Albümün dördüncü parçası Heavens Are Fake. Parçanın adını duyunca Sabhankra’nın çok meşhur “When pain is yours, heavens are mine” tişörtü geldi aklıma. Oraya bir gönderme var mı bilemedim. Albümdeki en iyi parçalardan bir tanesi ve akılda kalıcı ismiyle bence albüme adını veren parça olabilmiş.

I Came This Far For Nothing, “işte Sabhankra!” dedirten bir girişle başlıyor. Nihayet özlemini duyduğum o klavye altyapıları bu parçada başlıyor. Bu haliyle eski dönem Sabhankra şarkılarını fazlasıyla anımsatıyor. Vokal altındaki riffler çok güçlü ve melodik. Parça içi trafiği çok başarılı. Az önce yazdığım hususu tekrar etmek gerekirse, bir önceki EP’ye göre bu EP’de davullar biraz daha arka planda kalmış. Ancak bu şarkı, albümün istinası olmuş. Parçanın ortasında hiç beklenmedik anda başlayan bir gitar melodisi bir kere daha “İşte Sabhankra” dedirtiyor. Nakarat melodisi, klavyenin karanlık altyapısı derken, albümün incisi bir parça I Came This Far For Nothing. “Bu kadar uzağa geldiğimize değdi” dedirten cinsten.

Vee geldik son ve bana göre albümün en iyi parçasına: Awakened in the Dark. Muazzam epik bir gitar melodisiyle ilk saniyelerde etkisine alıyor dinleyiciyi. Albümün en başarılı ve en akılda kalıcı melodisi kesinlikle bu. Alper kulakları çınlasın, “Sabhankra soloları hikaye anlatır gibi” derdi. Gerçekten de ikinci dakikanın başında başlayan solo albümün bir defada en uzun solosu olmasının yanı sıra beni alıp taa 2010’a, Revenge albümünü yayımlanmadan dinlediğim o ilk geceye götürdü. Hikayeler, anılar, yaşanmışlıklar… Konser çıkışında grubu İstanbul’a yolcu etmeden önce tren garında neredeyse ağlayacaktım. Adeta bir şifre gibi, tam 03.30’da başlayan gitar melodisi benzerini ancak Sabhankra diskografisinde görebileceğiniz bir saygı duruşu. Kendi adıma hiç bitmesin dediğim bir bölüm. Bitişi ise çok acımasız oluyor. Şarkı biterken belki de birkaç yıl daha yeni albüm gelmeyeceğini bilerek hüzünleniyorum.

Birkaç gün önce sevgili arkadaşım Serkan sayesinde Savaş Sungur’un Extreminal Webzine ile yaptığı tam 3 buçuk saatlik şu röportajını gördüm ve parça parça izledim tamamını. Youtube’da Extreminal TV kanalında yer alan röportaj, Sabhankra’nın müzikal yolculuğunun albüm albüm, taa en başından ele alması ve Savaş Abi’nin hemen her şeyi büyük bir samimiyetle aktarması bakımından çok önemli bir materyal. Türkiye’deki en büyük Sabhankra hayranı olan benim bile bilmediğim duymadığım bir sürü anketod ve bilgi içeriyor.

Bu kadar uzun süre bir grubun peşinden gidince, grubun diskografisine ve arkadaşlık ilişkilerine sahip ve hakim olunca yorum yazmak hem kolay hem de çok zor oluyor. Neyse ki sadece Sabhankra’nın değil, dinlediğim hiçbir albümün incelemesini ciddi ciddi oturup üç dört defa dinlemeden yazmadım. Sataşmadan duramayacağım. Yıllar önce dergi yayıncılığı yaparak konserlerden davetiye isteyen bir büyüğümüze “Abi derginde 200’den fazla inceleme var. Hepsini de sen yazmışsın. Dinledin mi gerçekten?” diye sorduğumda “Gülerek, yok yav çoğuna aynı şeyi yazıp geçiyorum iki cümle” demişti. Bu benim için çok iyi bir “Nasıl Olmamalıyım” örneği olmuştu.

Yazı burada bitiyor. Belki biraz uzun oldu ama iddia ediyorum, yine bu albüm için Türkçe olarak yazılmış en detaylı yazı oldu. Bir kötü haber, bu albüme klip gelmeyecek. Pandemi koşulları nedeniyle biraz riskli anlaşılan. CD’lerin ise ülkemize ne zaman ulaşacağı belirsiz. Albüme puan vermek adetim değil ancak bu sefer vereceğim: 10 üzerinden 8.

THE SUN GOD IS DYING! DEATH TO TRAITORS!