Category Archives: Bunları İzlemek Şart

Bu kategorideki yazılar herhangi bir kaynaktan eklenen videoları içermektedirler.

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

Yavuz Çetin Tribute Konseri – 12 Haziran Eskişehir IF

Geçen hafta Perşembe günü, oldukça yoğun, yorgun, kelimenin tam anlamıyla acı-tatlı bir gün yaşadıktan sonra kendimi koltuğa bıraktım. Birkaç saniye geçmişti ki telefonuma bir Instagram bildirimi düştü: Surge Türkiye sizi gönderisinde etiketledi.

Surge Türkiye hesabı ülkemizde müzik yayıncılığında, özellikle de Rock ve Metal türlerinde oldukça aktif bir platform. Her gün onlarca farklı konser, albüm haberinin yanı sıra temsil ettiği müzik türlerine ait albüm incelemeleri ve magazinsel haberlerle de son derece ilgi çeken bir ortam. Hem internet sitelerini, hem de Instagram hesaplarını takip ediyorum. İşte bu platform, Eskişehir’de IF’te yapılacak Yavuz Çetin Tribute by Yavuzcan Çetin konseri için üç kişilik davetiye çekiliş yaptı. Alper’i ve Merve’yi etiketleyip çekilişe katıldım.

İşte Perşembe günü akşamında telefonuma gelen bildirim, bu çekilişi kazandığımı müjdeliyordu. Surge Ekibi hemen benimle iletişime geçti ve kaydımı yaptırdım.

12 Haziran Pazartesi akşamı saat 21.00’de IF Performance Hall’e gittim. Kapı açılışı saat 20.00, etkinlik başlangıcı ise 21.30 olarak duyurulmasına rağmen içeride çok bir kalabalık yoktu. Ön sıranın hemen ardında sahnenin tam karşısına kuruldum. Saat 22.15’te grubun üyeleri sahnede yer alıp intro niteliğinde bir giriş parçası çalarak konserin başlayacağının müjdesini verdiler. Bu esnada sahnenin arkasındaki ekranda şu yazımda da bahsettiğim BLUE belgeselinin görüntüleri akmaya başladı.

Derken alkışlar eşliğinde grubun solisti ve frontman’i Yavuzcan Çetin geldi ve ilk parçalarına başladılar. Yazının bundan sonraki bölümünde, konserdeki şarkılar üzerinden bir kritik yazacağım. Şarkı listesinin altında konserde kaydettiğim şarkılardan bazı kesitlerin yer aldığı bir video yer alıyor.

  1. Cherokee: Yavuz Çetin denilince akla gelen ve “platin saçlı karıların altında Grand Cherokee” dizesiyle oldukça akılda kalan, en iyi parçalardan birisi. Açılış parçası olarak tercih edilmesi çok yerinde. Yalnız konserin ilk şarkısı olduğundan birazcık ses sisteminin azizliğine uğradı ve finalde çaldıkları solo neredeyse hiç duyulmadı.
  2. Gecenin Rengi: Yalnızca nakaratını biliyordum bu parçanın. Bu parçadan itibaren grubun klavyeci ve gitarist üyesi Yağmur Kerestecioğlu, yeteneği ve enerjisiyle oldukça dikkatimi çekmeye başladı.
  3. Sweet Home Alabama: Grup yalnızca Yavuz Çetin besteleri çalmıyor. Çetin’in ilham aldığı, çalmayı ve söylemeyi sevdiği parçaları da çalıyor. Bu da onlardan birisiydi. Parçanın finalinde Yavuzcan’ın çığlığıyla seyirci, konserin başından itibaren en enerjik haline büründü.
  4. İstanbul’a Ait: Klavyenin kısa bir introsunun ardından bu çok sevdiğim parça başladı. Bana göre Yavuz Çetin’in en melodik şarkısı bu.
  5. Seni Çok İstiyorum: Yavuz Çetin’in İlk albümünden, buram buram Texas Blues kokan bir şarkı. Oldukça eğlenceli. Parça boyunca sololar atıldı, grubun klavyecisinin esasında oldukça başarılı bir gitarist olduğunu da görmüş olduk. Bu arada neden bilmiyorum ama Spotify’da 1997 tarihli İlk albümünde bu parça yok.
  6. Sadece Senin Olmak: Bir önceki parçayla birlikte salondaki çifteler için söylediler. Parçanın nakaratına ve bu kısımdaki vokal melodisine hayranım. Sözlerinin her bir dizesini ilan-ı aşk ederken kullanabilirsiniz 🙂
  7. Old Love: Yavuzcan, grubun klavyecisi ve gitaristi Yağmur’un söyleyeceği Eric Clapton’a ait bu şarkıyı Yavuz Çetin’in çok sevdiğini söyledi.
  8. Çal Genç Adam: Şarkının tam ismi bu şekilde midir emin değilim ancak Yavuzcan’ın 18 yaşındayken yaptığı bir parçaymış.
  9. Everybody Needs Somebody: Stevie Wonder’ın bu parçasını anons ederken “Rahmetli ben küçükken evde bunu çalardı, beni de dans ettirirdi” dedi. Bir dinleyici olarak o an garip hissettim. Yavuzcan’ın babasıyla olan çocukluk anıları aslında ne kadar da kıymetli bizler için. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük birkaç gitaristinden birisi olan Yavuz Çetin’in hayatına dair en ufak bir bilgi kırıntısı bile gerçek hayranları için oldukça ilgi uyandırıcı oluyor.
  10. Birkaç Saat: Bu şarkıyı tınısı bakımından Johnny B. Goode’a benzetiyorum. Enerjisi oldukça yüksek bir parça, sahnede de çok iyi çaldılar. Parça bitince sahneye ara verdiler.
  11. Oyuncak Dünya: Konserin ikinci yarısı Yağmur’un akustik gitarla çaldığı güzel bir introyla başladı. Albümde akustik olarak yer alan bu şarkıyı grup müziğine uyarlamışlar.
  12. Purple Haze: Yukarıda bahsettiğim üzere Yavuzcan’ın babasıyla olan güzel hatıraları bizler için paha biçilemez: Büyük bir samimiyetle anlattığı şu anısı örneğin. Çocukluk döneminde müzik zevkinin yozlaşmaya başlaması üzerine bir gün annesi “daha kaliteli müzikler dinle oğlum” diyerek babasına ait bir çekmeceyi açıyor ve orada babasının satın aldığı albümleri buluyor Yavuzcan. Bu albümler arasında en çok albümü satın alınan sanatçının Jimi Hendrix olduğunu görüyor. Yani Yavuz Çetin çok büyük bir Hendrix hayranıymış. İşte Hendrix’in Purple Haze isimli parçasını da en sevdiği sanatçının en sevdiği şarkısı olarak çaldılar.
  13. Baby Don’t You Wanna Go: İşte yine şüpheye düştüğüm parçalardan bir tanesi. Yavuzcan bu şarkıyı “Blues Marşı” olarak nitelendirdi ancak inanın şarkının ne olduğunu hatırlayamıyorum.
  14. Benimle Uçmak İster misin: Ve salondaki pek çok dinleyici gibi benim de en beklediğim anlardan birisi gelmişti. Bass gitarist Aytaç Er’in elleriyle kanatlanma işareti yaptığını görünce kamerayı da açıp beklemeye başladım. Salonda bir ayin sessizliği vardı. Herkes olanca dikkatiyle grubu izlemeye koyulmuştu. İlk notalarla ve ardından sözlere tüm salon eşlik etti. Kendi adıma bu parçada gitarda, özellikle o ikonik soloyu Yağmur’un çalmasını isterdim. Davulcu Batuhan Yıldırım da parçanın tırmanışa geçen ve zirve yapan bölümlerinde oldukça iyiydi. Parçanın zirvesi olan “Gel Benimle Ol” çıkışının biraz daha orijinaline benzer olmasını isterdim elbette ancak yine de tüylerim diken diken oldu milyonuncu defa.
  15. Yaşamak İstemem: Çetin’in en bilinen, belki de kendine dair her şeyin ipucunu yerleştirdiği parçası Yaşamak İstemem, bir önceki parçanın hemen ardından geldi ve kitle ayağa kalktı.
  16. Unchain My Heart: Ben konser bitti sanıyorken söz sırası Yağmur’a geçti ve bu kült parça başladı. Canlı performansta dinlediğim en iyi Unchain My Heart bu konserde çalındı ve söylendi. Yağmur Kerestecioğlu İnanılmaz vokal yapıyor. Parçanın ortasında bir sürprizle “Resimdeki Gözyaşları’na bağladılar şarkıyı. O şarkı da bitti derken geriye dönüp Unchain’i de bitirdiler.
  17. La Bamba: Yavuzcan’ın şipşak çaldığı giriş riff’inden sonra parça başladı. Şarkının bazı sözlerini Türkçeleştirerek söylediler. Ama mekan inanılmaz reaksiyon verdi bu son iki parçaya.
  18. Kim Kurtarır Canımızı: Yağmur tüm salona “Kerim Çaplı” ismini duyup duymadığımızı sordu. Salonda oldukça çok sayıda bir kitle el kaldırdık. Yağmur daha sonra Kerim Çaplı’nın ölümünden yıllar sonra, oğlu tarafından şans eseri bulunan ve yarım kalmış albümü “Kayıp” albümünü ve sanatçıyı andı. Bu albümün tamamlanıp düzenlenerek yayımlanması sürecinde kendisi de görev almış. Kayıp isimli bu albümü ben de 2021 yazında İstanbul’dayken almıştım. Bu albümde yer alan “Kim Kurtarır Canımızı” isimli şarkıyı çaldılar. Kerim Çaplı’nın biyografisini okuyanlar ya da konser boyunca arkada dönen Blue isimli belgeseli izleyenler hatırlayacaklardır ki Kerim Çaplı’nın Amerika’da müzik yaptığı dönemlerde kendisine “Kim” ismiyle hitap ediyorlarmış. Yani aslında sanatçı “Kim Kutarır” derken belki de gizli anlamda kendisini de kastediyordu.
  19. Köle: Son parça. Yavuzcan konserin başından beri çaldığı babasına ait ve İlk albümünün kapağında da görülen elektrogitarını Yağmur’a verip kendisi klavyenin başına geçti. Son parça başlandığında özellikle mi ayarladılar bilmiyorum ama konserin başından itibaren arkada led ekranda dönen belgeselin de jeneriği akmaya başladı. Böylece tadını çıkara çıkara uzattılar parçayı.

Grup sahne boyunca yer yer deneysel de denilebilecek şeyler yapıyor. Özellikle klavyecilerinin konserin büyük kısmını doğaçlama olarak çaldığını ve hiçbir konserde birbirinin aynısı şeyler çalmadığından eminim. Klavyeci Yağmur Kerestecioğlu, grubun diğer elemanlarından farklı olarak bambaşka ruh hallerine giriyor. Gerçi konser boyunca grup elemanlarının tümü oldukça tutkulu bir şekilde çalıyorlar ancak yine de en temkinli olan Yavuzcan.

Elbette “Yavuz Çetin Tribute” ismiyle sahne almak oldukça da büyük bir sorumluluğu yüklenmek demek oluyor. Kemiklerini sızlatmamak adına çaldığınız her notanın, seçtiğinin her şarkının seyirciye geçmesi ve onay alması gerekiyor. İzlediğim ve dinlediğim kadarıyla grup Yavuz Çetin isminin altında ezilmiyor, bilakis o isme değer katıyor. Yavuzcan Çetin, kesinlikle babası taklit etmeye çalışmıyor, müzikal yeteneği ve grup arkadaşlarıyla sağladığı uyum sayesinde kulaklara iyi gelmeyi başarıyor.

Müzik Fanzin Sunar: Pentagram MMXII – Özel Basım Plak

Müzik Fanzin platformunda devam ettiğimiz müzik yayıncılığı projemizde yepyeni bir video daha kaydettik. Pentagram’ın 2012 yılında yayımlanan MMXII albümü üzerine konuştuk biraz. Hicri Abi, albümün limited edition picture disk plağını alınca ben de bu güzide ürünü elimdeki diskografiyle birleştirdim. Böylece Pentagram’ın bu albümü hakkında oldukça kapsamlı bir inceleme videosu üretmiş olduk.

Pentagram’ın, Gökalp Ergen’le birlikte yayımladığı ilk albümü olan MMXII, yayımlandığı dönemde CD ve 2014’te plak olarak piyasaya sürülmüştü. Ancak plak baskısında hayret verici bir şekilde, albümde yer alan iki parça yer almıyordu. Yani CD’de 10 parçanın tamamı varken bu sayı plakta 8 parçadan oluşuyordu. Grup nihayet albüm yayımlandıktan 10 yıl sonra, bu defa eksiksiz bir parça listesiyle, sınırlı sayıda (666 adet) ve plak koleksiyonerlerini mutlu eden picture disc sürümle yeni bir versiyonunu yayımladı albümün. İşte bizim sohbetimize şekil veren de bu plak baskısı oldu.

Kaydettiğimiz yarım saatlik videoda gruba ve albüme dair çok fazla şeyden bahsettik. Albümün yayımladığı döneme gidip öncesi ve sonrasında grubun içerisinde bulunduğu durumu, albümün çıkışı sonrasında gelen tepkileri değerlendirdik. En önemlisi de albümün ortaya koyduğu konsepti detaylı olarak ele aldık. Çekim esnasında bir de aksilik başımıza geldi. İlk çekimde yaklaşık yarım saatlik kayıt alıp bitirdikten sonra, kameranın yalnızca on beş dakika kayıtta kaldığını fark ettik. Dolayısıyla videonun ikinci kısmını yeniden konuşmak ve çekmek zorunda kaldık. Ses kaydını harici bir mikrofonla yaptık. Dolayısıyla videonun ilk haline ait ses kaydı, kayıpsız olduğundan bu kısmı belki ilerleyen günlerde podcast olarak da yayımlayabilirim.

Sohbet boyunca elimizde plakları tutunca, konu ister istemez biraz da plak kültürü çerçevesinde şekillendi. Daha önce blogda da bahsettiğim, Murat İlkan’ın ilk albüm talihsizliğine değinmezsek olmazdı elbette. Hatalı bir mastering işlemi sonucunda, piyasaya çoktan sürülmüş olan plakların toplanması gerekmişti o dönemde. Burada özensiz iş yaptığı için ibre Sony Music firmasının Türkiye’de ürettiği plaklara döndü.

Eh, bu kadar konuşup grubun geçtiğimiz yılın son aylarında çıkardığı Makina Elektrika albümünden bahsetmezsek olmazdı. MMXII ve Makina Elektrika albümleriyle ortaya konan konsepti ve grubun müzikal tavrını değerlendirip Pentagram’ın yakın gelecekte neler yapabileceğini tartıştık. Bu noktada oldukça heyecan verici beklentilerimiz olduğunu fark ettik. Grubu biraz eleştirdik ancak izleyince siz de göreceksiniz ki bunu da sevdiğimiz, çok sevdiğimiz için yaptık.

Pentagram’ın son yıllarda büyük bir özveriyle piyasaya sürdüğü plak baskılarını heyecanla takip ediyorum. Blogda da zaten aldığım her yeni Pentagram plağını görebiliyorsunuz. Üstelik grubun son albümünü, dijital platformlardan sonra yalnızca plak formatında yayımlamış olması da oldukça dikkate değer bir gelişmeydi.

Müzik Fanzin çatısı altında çok daha güzel albümlerle ve videolarla buluşmak dileğiyle.

“Kayıp Bölük” Öyküm Kat 3 Daire 5 Podcast’te!

Nisan ayının dolunayında müthiş bir haberim var. Bu yıl Ocak ayında blogda yayımladığım ilk öyküm olan Kayıp Bölük, Kat 3 Daire 5 Podcast‘in 6 Nisan 2023 günü yayımlanan 3. Sezon 16. Bölümünde yer aldı! Bu öyküyü yazmaya teşvik eden şey ise Kat 3 Daire 5 Podcast’in en iyi bölümlerinden birisi olan ve Mehmet Berk Yaltırık‘ın da konuk olduğu 2. Sezon 11. Bölümdeki kısacık bir memorat oldu.

Yayını buradan dinleyebilirsiniz.

Yayını Buradan Dinleyebilirsiniz.

Kat 3 Daire 5 kanalından 2022 Yılımın Özeti’nde ve öncesinde pek çok kere blogda bahsetmiştim. En sevdiğim iki podcast kanalından birisidir. Alanında ise Türkiye’deki en iyi podcast kanalı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sevgili Levent Üstünbaş, Furkan Üstünbaş, Onur Korkmaz ve Cem Anıl Gümrükçü tarafından hazırlanan yayın, genellikle doğaüstü olaylar, varlıklar, mitler ve anlatılar üzerine neredeyse referans alınabilecek bir içeriğe sahip.

Aşağı yukarı bir yıl önce yapılan bir yayında, ekip yöresel mitlerden konuşurken Levent de sevgili eşi Setenay‘ın Eskişehir’e bağlı bir köyde çocukken dinlediği “Yunan askerlerinin hortlakları” isimli hatırasına değindi. Hatta bu kısacık çocukluk hatırası, tüm ekibin oldukça ilgisini çekip gülüşmelere de neden olmuştu. İşte o günden beri benim de kafamda yavaş yavaş kurguladığım bir öyküye dönüştü bu hortlak miti. Aklımda zaten tanklar ve zihin yanılsamalarıyla ilgili birkaç şey birikmişti. Böylece askeri bir tatbikat sırasında şahit olduğum olayları birinci ağızdan anlatan bu öykü nihayet bir yıl sonra meydana çıktı.

Yayında oldukları sezonlar boyunca oldukça sevildiler ve bu yıl Kayıp Rıhtım Platformu tarafından 2022 Yılının EN’leri Anketi’nde, “Yılın En İyi Podcast Kanalı” adayları arasında gösterildiler. (Bu oylama halen devam ediyor. Destek olmak isteyenler buraya tıklayarak oylama sayfasına gidebilirler.)

İşte böylece, çok sevdiğim ve zaman zaman ilham aldığım bu kanalda, benim yazdığım bir öykünün konu alınması oldukça mutluluk verici oldu benim için. Düşünsenize, çok sevdiğiniz grup sahnede sizin bir bestenizi çalıyor!

Her programda olduğu gibi, bu hafta da programın girişte Anıl, Kayıp Bölük isimli öykümden bir bölümü, klimeks kısmını seslendirmiş. Öykü biraz uzun olduğu için yayının girişinde tamamını seslendirmeleri mümkün değil zaten. Daha sonra ise Levent ve Furkan bu öyküden yola çıkarak toplumsal hafıza ve korku mitleri ilişkisi üzerinden yaklaşık yarım saatlik bir sohbete tutuşuyorlar. Yayın boyunca aralıklarla dile getirdikleri beğeni ve iltifatları için çok teşekkür ederim. Bu güzel geri dönüşler beni yazmaya, üretmeye daha çok teşvik ediyor.

Kat 3 Daire 5 ekibine çok teşekkürler. Aşağıda Youtube kanallarındaki en son içerik yer alıyor. Bir iki gün içerisinde Kayıp Bölük bölümünü de ekleyeceklerdir. Yepyeni öykülerde buluşmak dileğiyle.

I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri

Askeri tarih ve Dünya Savaşları tarihi, yıllardır ilgimi çeken hem akademik hem de popüler kültür alanlarında takip ettiğim konulardır. Bugüne dek okuduğum yüzlerce sayfa kitaptan, izlediğim onlarca saat film, belgesel ve diğer görsel içerikten süzdüğüm yegâne fikir şu: Savaş, insanlığa bulaşan en büyük salgın hastalıktır ve ne yazık ki bu salgını bir türlü bitiremiyoruz.

Dünya savaşları tarihi, medeniyetin ve insanoğlu tarihinin ibret alınası yıkım ve acılarıyla dolu tarihidir. Yaklaşık yirmi yıl arayla patlak veren bu iki savaştan ilki dört, ikincisi ise yaklaşık altı yıl sürmüş, kendi jenerasyonlarını tüketmiş, Dünya nüfusunda kayda değer azalmalar yaşanmış, yaşayan nüfusun savaşlar dolayısıyla doğrudan ve dolaylı olarak neredeyse üçte birinden fazlası etkilenmiştir. Osmanlı Devleti’nin de bu savaşlarından ilkine dahil olarak, yıkımına giden süreci hızlandırdığı ve Kurtuluş Savaşımızı tetiklediğini biliyoruz. Milli tarihimizin en önemli parçalarından birisi olan Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları da I. Dünya Savaşı’nın önemli ve küresel ölçekte en büyük kayıplara yol açan bölümlerinden birisidir. Yani bu topraklarda yaşayıp da konuya ilgisiz kalmak çok da mümkün değil.

Neyse, girizgâhı fazla uzattım. Bu yazımda I. ve II. Dünya Savaşları hakkında bugüne bir şekilde okuyup, izleyip beğendiğim ve faydalı olabileceğine kefil olduğum kitap, film, belgesel gibi içeriklerden bahsedeceğim. Ancak şunu da özellikle belirtmek istiyorum ki burada yer verdiğim içerikler bir şekilde karşıma çıkan, gördüğüm, okuduğum içeriklerdir. Yani “bunlardan daha iyisi yoktur” gibi bir iddiam kesinlikle yoktur. Belki de birkaç ay sonra karşıma çok daha iyi bir kaynak çıkacaktır. Yorum olarak “şunu nasıl unutursun?” diyeceğiniz film ve kitaplar olabilir. Lütfen yazıya ulaştığınız platform fark etmeksizin, yorum bırakın. Gelen yorumların yoğunluğuna göre bizzat isminizle ikinci bir yazı da kaleme alabilirim. Ancak an itibariyle tavsiye edebileceklerimi paylaşmaya başlıyorum.

Kitaplar:

Kitaplar konusunda, aşağıda 2. sırada tanıtımını yaptığım infografik kitabının ön sözünde şöyle bir ibare yer alıyor:

“İkinci Dünya Savaşı hakkında yazılmış kitapların sayısı, savaşın bitiminden bu yana geçen saat sayısından fazladır. Bütün zamanların bu en büyük çatışmasına müdahil olan kurumların (silahlı kuvvetler, bakanlıklar, hükumetler, büyük elçilikler, komisyonlar, ajanslar, komiteler, ofisler, misyonlar, işletmeler ve düşünce kuruluşları) ürettiği veri deryasının yanında, yayınlanmış bu kitaplar da devede kulak kalır.”

Dolayısıyla, sadece II. Dünya Savaşı’nı konu alan kitapları toplasanız bile binlerce eserden oluşan bir kütüphaneniz olabilir.

Birinci Dünya Savaşı Tarihi & İkinci Dünya Savaşı Tarihi: Basil Liddell Hart’ın referans kabul edilen bu iki eseri, her biri bin sayfayı aşkın içerikleri, savaşlara dair içerdikleri değerlendirmeler, her iki savaşta da yaşanan muharebelerin tamamına yer vermesi bakımdan oldukça iyi ve hatta bu işin kutsal kitabı niteliğindeki kitaplardır. Ben alır almaz I. Dünya Savaşı’ndaki Çanakkale Cephesi’ne dair yazılanları okudum. Müthiş bir anlatımı var. Çünkü Hart, Birinci Dünya Savaşı’nı bizzat cephede yaşamış, üç kere yaralanmış, zehirli gaza maruz kalmış. Hatta bu gaz yüzünden İngiliz Ordusu’ndan da emekli olmak zorunda bırakılmış. Birinci Dünya Savaşı Tarihi’ni de “Real War” adıyla 1930’da yayımlamış. Şu an okuduğumuz versiyonu bunun düzenlenip genişletilmiş bir versiyonu. İçerisinde bulunduğu savaşa, bir de “tankın icadında rol alarak” katkı sağlamış. Bu açıdan bakıldığında yazdığı kitapların da alanında Dünya’nın en iyileri arasında kabul edilmesi tesadüf değil. İş Bankası Kültür Yayınları’na ve çevirmen Kerim Bağrıaçık’a ne kadar teşekkür etsek azdır.

II. Dünya Savaşı İnfografik: Bu kitap, aslında bu yazıyı da yazmamı teşvik eden eser oldu. Bu yılın ilk günlerinde Kronik Kitap’tan çıkan kitap, formatı bakımından ülkemizde bir ilk niteliğinde. Henüz araştırmadım ancak bunun eğer I. Dünya Savaşı için hazırlanmış bir kardeşi de varsa, umarım yayınevi bunu en kısa sürede çevirip basımını yapar. Kitap altı yıllık savaşı, ele alabileceği neredeyse her açıdan ele alıp savaşa dair on binlerce satır sayısal veriyi görsel hale getiriyor. II. Dünya Savaşı’ndaki çok meşhur D-Day (Normandiya Çıkarması) gibi askeri operasyonlardan, insan ve silah gücüne kadar çeşitli alanlarda okuyucuyu içine çeken bir tasarıma sahip. Üstelik sadece askeri tarih meraklılarının değil, istatistik bilimine meraklı okurların da içerdiği infografik tasarımları bakımından muhakkak suretle kitaplıklarında bulundurması gereken bir eser. (İnfografikler, özellikle sosyal medyanın da etkisiyle on yıldan daha genç bir veri sunuş formatı olarak çok dikkat çekiyor ve ilgi görüyorlar. Ekonomik, sosyal, toplumsal, akademik ve neredeyse hemen her alanda üretilmiş veri yığınlarını görsel olarak ifade etmede kullanılan çok başarılı birer grafik tasarım ürünleri olarak oldukça da popülerler. İnternette herhangi bir konu hakkında infografik hazırlamanızı sağlayan harika şablon sitelerine göz atabilirsiniz.)

Okumaya devam et

2022 Yılımın Özeti

Şansa bak, yılın ilk yazısı yılın ilk dolunayına denk geldi. Bir My Resort klasiği haline gelen Yılımın Özeti yazısı başlıyor. Sıkılmadan okumanız dileğiyle.

Refah düzeyimin iyice düştüğü, ekonomik karamsarlıklarla boğuştuğumuz, buna rağmen eşimiz dostumuzla oldukça güzel zamanlar geçirip güzel işler ve ilkler başarabildiğim bir yıl oldu. 2013 yılından sonra, galiba hayatımın en hızlı geçen yıllarından birisi de olduğunu söyleyebilirim. Eskişehir’deki iş yerimde 5. yılımı, mesleğimde ise 10. yılımı geride bıraktım. Eskişehir’de geçirdiğim süre, artık Bilecik’te geçirdiğim süreyi geride bıraktı. Eskişehir’de yaşadığım her tecrübe de zaten Bilecik’i geride bıraktı.

2008 yılında Windows’un ilkel denilebilecek blog platformu olan Live Spaces altında blog yazmaya başladım. Yaklaşık bir yıl sonra, 2009 yılının Şubat ayında ise akıllıca bir hamle yaparak, o güne dek yazdığım yüzden fazla yazıyı birkaç gece uyumadan WordPress üzerine taşıdım. Ve o tarihten beri de WordPress altyapısını kullanmaya devam ediyorum. On üç yıldan uzun süredir My Resort, WordPress çatısı altında varlığını sürdürüyor.

Blog bu yıl yazı sayısı bakımından oldukça düşük bir performansa sahip. Sadece 48 yazı yazabilmişim. Ortalama olarak haftada bir yazı yazmışım. Bu benim açımdan oldukça yetersiz ancak hayatımızın en önemli parçası olan Mert Ekin‘in varlığı bu sayı üzerinde oldukça etkili 🙂 Bu yılın ikinci yarısında eşimin çalışma koşullarının değişmesi sebebiyle hafta sonumu tamamen Mert’le birlikte geçiriyorum. Hafta sonlarında kendime yazı yazmak şöyle dursun, kitap okuyacak bile imkan yaratamadım. Eh, bunda biraz benim de acemiliğim var elbette. Halil Abi‘den ders alacağım. Geçen sene de yazı ortalaması için Mert’i bahane etmişim ancak geçen yıl henüz 1,5 yaşında olan Mert’in bu sene olduğu kadar oyuna ve ilgiye ihtiyacı yoktu sanırım. Görünen o ki bu ihtiyacı da her geçen yıl daha da artacak.

Yılın son ayında blogla hiç ilgilenemedim. Çünkü bu yıl içerisinde yapmayı planladığım ancak ekipman eksikliğinden dolayı yapamadığım podcast projem için çalışmalar yapıyordum. Üstüne bir de Mert’in ufak tefek rahatsızlıkları olunca blogda yayımlanacak yazıların ancak taslaklarını yazabildim. Yayımlayamadım. Geçen yıldan yazmaya başlayıp da yayımlayamadığım taslaklarım şu şekilde:

  • Tübitak’tan Astronomi ve Popüler Bilim Kitapları
  • Pentagram – Makina Elektrika
  • Kayıp Tabur (öykü)

Bunlardan özellikle Pentagram’ın bir türlü CD ve plak formatında yayımlayamadığı albümünün yazısı büyük pişmanlık oldu benim için. Keşke albüm çıktığı dönem yayımlasaydım. Bu taslakları yılın ilk ayı içerisinde tamamlayıp yayımlayacağım. Hatta kendime koyduğum ilk hedef de bu olsun.

Bu yıl blogda en çok okunan yazılar İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) başlıklı yazılar oldular. Bu yazılar önceki yıllarda yazdığım halen reyting almaya devam eden yazılar. Bu yıl yazdığım yazılardan ise en çok okunanlar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri ve İhsan Oktay Anar – Tiamat (2022) İnceleme başlıklı yazılar oldular. Bu yıl önceki yıllara göre bloga okuyucu yönlendiren mecralarda da ciddi değişiklikler olmuş. Blogun yayım hayatının başından beri ilk defa bu yıl bloga en çok okuyucuyu Facebook değil, WordPress Mobil Uygulaması yönlendirmiş. Bu muhteşem bir gelişme. Yine, geçen yıl blog için açtığım Instagram hesabı sayesinde Instagram da Facebook’u geçerek, bloga en çok okuyucu yönlendiren ikinci platform olmuş. An itibariyle 258 takipçi var burada. Umarım bin kişiye yaklaşır. Bu yıl ilk defa denediğim WhatsApp anlık gönderileri ise beklediğimden daha az okuyucu göndermiş göndermesine ancak özellikle arkadaş ve iş çevremden bu anlık gönderiler sayesinde çok fazla kişiyle etkileşim kurabildiğim için bu yıl da aynı platformlara devam edeceğim.

Şimdi gelelim, blogun aylık maceralarına. Bu yazıları iş yerinde tuttuğum günlükten notlarla da destekleyeceğim.

Ocak 2022: Ocak ayında 7 yazı yazmışım. Yılın en çok yazı yazdığım ayı da bu ay olmuş. Elbette bu durumda bir haftalık Covid karantinam da etkili oldu. Bu ay 19 Ocak sabahı Eskişehir’de yoğun bir kar yağışı başlamış. Bu yağış bütün hafta devam etmiş.

  • Metis Ajanda koleksiyonuna başladım. Hatta o koleksiyon bu yıl da devam ediyor. 2023 yılı Metis Ajandası‘nın sloganı ArzuHal.
  • Covid oldum: Pandeminin son atağında ben de hastalığa yakalandım. Üçüncü doz biontech aşımı olduktan aşağı yukarı bir hafta sonra, birkaç seri hapşırmanın ardından gidip test verdim ve sonucum pozitif çıktı. Bir hafta evde kaldım. En ufak bir ağrı sızı hissetmedim. Zaten benim karantinam bittikten sonra da Bilim Kurulu pandemi koşullarını oldukça hafifletti.
  • İhsan Oktay Anar‘ın Tiamat isimli yepyeni bir roman yayımlayacağı müjdelendi.
  • İş Yerinde Yepyeni Yüzlerle Tanıştık: Bu yıl iş yerimiz açısından en büyük gelişme özelleştirilen Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‘ndan bizim kuruma geçiş yapan arkadaşlarımız oldu. Numan, Serkan, Kübra, Merve ve Hasan ben karantina altındayken Ocak ayı içerisinde yeni çalışma arkadaşlarımız oldular. Bu kadar kısa sürede bu arkadaşlarımızla çok samimi arkadaşlıklar kurduk. Serkan’la okuldan da arkadaştık zaten. Ancak diğer arkadaşlarımızla da sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir uyum yakaladık.
  • Pentagram – Acoustic Live 2017 isimli çalışmasını yayımladı: Ama Youtube’dan. DVD ya da bluray olarak basılmadı bu güzel çalışma. Birkaç defa sosyal hesaplarından yazmama rağmen cevap dahi alamadım bu soruya.

Şubat 2022: Şubat ayında dört yazı yayımlamışım. Bu ayın başında tıpkı geçen ay bana olduğu gibi Merve ve annem Covid pozitif çıktı. Yabancı Dil Sınavına başvurdum. Yine bu ayın son günlerinde halı saha maçlarımıza başladık.

  • Org aldım: Her defasında midi klavyeyi kurmak artık zor geliyordu. Ufak tefek melodiler aklıma geldiğinde yutmak zorunda kalıyordum. Casio marka ikinci el sağlam bir org denk getirip aldım. Bu orgu yılın ilerleyen günlerinde kaydettiğimiz videolarda da kullandım.
  • Seksen Günde Devri Alem Dizisi: Bu yıl, Jules Verne‘nin meşhur kitabından uyarlanan Seksen Günde Devri Alem isimli diziyi izledim. İngiliz yapımı ve oldukça keyifli bir diziydi. Bu diziyi ve Jules Verne hakkındaki tüm gelişmeleri çok sevgili Murat Haser ve Instagram grubumuz sayesinde takip ediyorum. Ayrıca bir süredir kıymetli Ahmet Öncüer hocamı da ihmal ettiğimin farkındayım. Ankara’ya ilk gidişimde kendisini arayacağım.
  • Annem, babam, kardeşlerim ve eşim de Covid oldu: Ailecek covid olma hakkımızı kullandık ve şükür ki bir daha hastalık yaşamadık.
  • Pentagram konserine gittik: Yılın ilk konseri oldu bu. Oldukça kalabalık bir ekiple gittiğimiz konserde ön sıralardaydık ve çok eğlendik. Yılın ikinci yarısında gittiğimiz konserde neler olacağını bilseydim daha da eğlenirdim.

Mart 2022: Kış devam ediyor, nasıl bir soğuk varmış! Bu ay 5 yazılık bir performans sergilemişim. Mert Ekin sünnet olduğu için sağ olsun iki taraftan da sürekli misafirimiz ve sürekli Mert’le ilgilenenler oldu. Bu sayede blogla ilgilenebildim. Ah canım blogum! Bu arada Mert’in sünnet olacağı gün arabayı ufak bir sürttüm.

Nisan 2022: Nihayet bahar gelmiş. Belli çünkü sadece 3 yazı yazabilmişim. Bu ay Yabancı Dil Sınavı’na girdim. Sınavdan birkaç gün önce oturup biraz kelime çalışıp deneme çözdüm. Ders çalışmayı seviyorum galiba. Bu ayın son iki haftası özellikle iş yerinde oldukça yoğun ve koşturmacayla geçti. 23 Nisan için özel bir etkinlik organize ettik. Bu organizasyonda çeşitli görevlerim vardı. Yine bu ayın ilk günlerinde Sertan‘ın babası vefat etti. İşyerindeki bilgisayarım bozuldu. İkame bir bilgisayarla yılı tamamladım. Neyse ki yeni bilgisayarım çok iyi. Telefonum yere düştü ve kalemi fırlayıp kırıldı. Yeniledim.

Mayıs 2022: Yoğun bir ay olmasına rağmen blogda 5 yazı yazmışım. Havalar iyice ısınmıştı. İşyerinde gündem yine yoğundu ancak keyifliydim. Mert bu ay iki yaşına girdi. He-Man temalı bir doğum günü yaptık. Bayramı evde geçirmemiz dolayısıyla hem yazdım hem de bol bol okudum. Bu ayın ortalarında Eskişehir’de güzel bir kitap fuarı oldu. Türk Dil Kurumu’ndan kitaplar aldım. Ayrıca bu ay implant tedavisine başladım. Yine bu ayın son günlerinde Eftade Hocam ve ekibiyle birlikte “Geleceğin Yeşil Yakalıları” isimli TÜBİTAK projemizi gerçekleştirdik. Benim için harika bir tecrübe oldu. Emeği geçen başta Merve ve Esra olmak üzere, Mine ve Sevda ve tüm diğer arkadaşlarımıza teşekkür ederim. 29 Mayıs Cumartesi günü kurum olarak İstanbul’a gidip geldik günü birlik şekilde.

  • Yabancı Dil Sınavı açıklandı: Sınav aslında Nisan ayının son haftası açıklandı ancak yazabildim. Sınava 70 ve üzeri bir puan almak hedefiyle girdim. 80 üzeri bir puan alarak hedefimi gerçekleştirmiş oldum.
  • Madeni Para Koleksiyonumun 1 TL serilerini paylaştım. Bu yazım, bu yıl yazdığım ve en çok ilgi gören bir diğer yazım oldu. Bu yazıyı yazdıktan kısa süre sonra Erdem Abi sayesinde elimdeki yıl eksiklerinin hepsini tamamladım. Sadece o değil, çevremdeki çoğu arkadaşım da bu koleksiyonuma destek oldular.

Haziran 2022: Bu ay 4 yazı yazmışım. Ayın ilk günleri Çevre Haftası etkinlikleri sebebiyle koşturmacayla geçti. İş yerinden sevgili Burak Abimiz bana bir kaset ve radyo deck hediye etti. Kaset deck’in tamiratını evimin karşısında bu yıl açılan Alisa Elektronik‘te Ali Abi’ye yaptırdım. Canavar gibi oldu! Muhteşem bir set kurdum böylece. Bu ayın son günlerinde doktora mezuniyet törenimiz oldu ancak yazısını Temmuz ayı içerisinde yazdım.

  • Jules Verne koleksiyonuma yeni kitaplar eklenmiş. Ayrıca Ötüken Yayınları’ndan Denizler Altında 20000 Fersah romanının oldukça müthiş bir baskısı çıktı. Bu yıl ağırlığımı Alfa Yayınları’ndaki Olağanüstü Yolculuklar Serisi’ne verdim. Yayınevi, serinin 2023’te tamamlanacağını duyurdu.
  • Türkiye Çevre Haftası’nı kutladık: Normalde iş yerindeki etkinliklerden oldukça yüzeysel bahsederim. Ancak bu etkinlik ciddi anlamda emek verip her aşamasında saatlerimizi harcadığımız bir organizasyon olunca ben de yazdım elbette. Sevda’yla birlikte sunuculuk yapmamız, düzenlediğimiz voleybol turnuvası, bisiklet turu gibi etkinliklerle oldukça kapsamlı bir organizasyon yaptık. Öncesindeki bütün bir Mayıs ayı ve Haziran ayının ilk haftasını bu işe adadık. Voleybolda başarılı olamadık. Takımımız Kübra, Halil Abi, Rıdvan Abi, Numan ve benden oluşuyordu.

Temmuz 2022: Bu yılın şüphesiz en iyi ayı bu aydı. Çok mutluydum. Bloga dört yazı yazdım. Çünkü Haziran ayı sonunda güzel bir mezuniyet töreni yaşamış, ayın ortalarında da Maykıl Ceksın kulübüyle tatile gitmiştik. Yine bu ayın ortalarında bu yıl ki stajyerlerimiz başladılar. Hepsi çok güzel ve iyi arkadaşlarımız oldular. Egehan, Fatih, Begüm, Almina, İpek, İrem ve Çağlar birbirinin peşi sıra kurumumuzda staj yaptılar. Oldukça saygılı ve sevgi dolu bu arkadaşlarımızın bahtları ve yolları açık olsun. Başta Fatih ve Çağlar olmak üzere hepsiyle halen görüşüyorum ve görüşmeye de devam edeceğim. Yeri gelmişken sürpriz yılbaşı hediyesi için sevgili Egehan’a ve çok uzaklardan bir kart yollayarak beni mutlu eden sevgili Buket’e selamlar sevgiler.

  • Doktora mezuniyet törenine katıldık: Bir yıl önce mezun olmuş ancak pandemi nedeniyle mezuniyet töreni yapılamadığından pek de anlayamamıştık mezun olduğumuzu. Bir önceki yılın mezunlarıyla birlikte bu yıl nihayet bir mezuniyet töreni düzenlendi ve Alper’le birlikte katıldık. Bu törende Lisansüstü Eğitim Enstitüsü mezunları adına konuşmayı ben yaptım. Birinci olmuşum 🙂
  • James Webb Uzay Teleskobu faaliyete girdi. Bu teleskop insanoğlunun evrene açılan yepyeni bir gözü oldu. Artık çok daha uzakları görebiliyoruz. Üstelik görüşümüz de daha keskinleşti. Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde çok büyük keşifler yapılacağına olan inancım arttı.
  • Şerit rozet ve bröve koleksiyonuna başladım. Aslında bu merakım çok daha eskiye dayanıyordu ancak bu yıl ilk defa planlı bir şekilde piyasan bröve ve rozet toplamaya başladım. Bu noktada seritrozet.com isimli siteye çok şey borçluyum. Sahibiyle Ankara’da da buluşup tanıştım. Konuya ilişkin çok daha fazla bilgi elde etme şansım oldu. Ayrıca bir de çok kaliteli bir posterim oldu. Bu koleksiyona bu yıl da devam edip yakın zamanda birkaç görsel daha paylaşacağım.
  • Maykıl Ceksın kulübüyle Datça’ya gittik: İşte yılın en keyifli yazılarından birisi daha! Önce Denizli’ye gidip Turgutlar’la buluştuk. Ertesi gün ise Sercan ve Alper’le yol üzerinde buluşup üç aile Datça’ya gittik. Burada çok şirin bir otelde kalıp oldukça keyifli bir hafta geçirdik. Denize doyduk. Dönüşte de Volkan’ın ailesini ziyaret ettik Çubucak’ta. Ciddi anlamda yorucu bir yol tecrübesi oldu benim için. Özellikle dönüş yolunda Mert’in de huzursuzlanmasıyla mücadele ettik ve kazasız belasız dönebildik.

Ağustos 2022: Evet, yaz ayları oldukça keyifli geçmeye devam ediyor. Bu ay da 4 yazı yazarak adeta kendime bir standart oturtmuşum. Bu ayın bir kısmını yollarda geçirdim. Yine bu ay yılın ilk kamp tecrübesini yaşadık. Ayın ilk haftasında Mert ve annesi Antalya’ya gittiler. Ayın sonlarına doğru iş yerinden arkadaşımız Osman vefat etti. Mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

  • Umut Sarıkaya’nın külliyatı tek seferde yayımlandı. Komik Şeyler Yayıncılık güzel bir çalışmaya imza atıp Umut Sarıkaya’nın çalışmalarından oluşan üç kitap ve iki albümü koskoca bir set olarak yayımladı. O günden beri Umut Sarıkaya’nın Eskişehir’e gelmesini bekliyorum. Blogda yazmadım ama birkaç ay sonrada yine Dünya Klasikleri isimli bir kitabı üstelik özel baskısıyla yayımlandı.
  • Kardeşim Mustafa burun ameliyatı oldu. Blog elbette benim dışımdaki aile fertlerinin ve yakın dostlarımın da hayatlarındaki önemli olayları anlatıyor. Kardeşimin taa lisedeyken geçirdiği trafik kazasının ardından yıllardır kademe kademe geçirdiği ameliyatların sonuncusu da nihayet oldu. Ben de o gece refakatçi olarak kaldım yanında.
  • KİM Tiyatro Ekibiyle tanıştık. Biricik arkadaşımız İnanç’ın harika performanslar sergilediği bir tiyatro oyunu dolayısıyla KİM Tiyatro ekibiyle tanıştık.
  • Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık: Emre’nin Ankara’da yaşamaya başlamasının bir kutlaması olarak Alper ve Emre’yle Ankara’da Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık. Müthiş bir kamp oldu. Sonradan bu alanın sevgili arkadaşım Özge Şefimin sorumluluk sahasındaki bir tabiat parkı olduğunu da anladım. Eh biraz sitem etti o da.

Eylül 2022: Oldukça keyifli geçen bir yazdan sonra sonbahar başladı. Ortalamayı koruyor ve 4 yazıyla devam ediyorum. Bu ay KÖFN’ün hit parçası Bi’ Tek Ben Anlarım’ı coverladık Instagram’da. Yıl boyunca yaptığımız cover parçaları yazının sonlarına doğru liste şeklinde vereceğim. Alper’in doğum gününde İngiltere Kraliçesi Elizabeth öldü. Ölmez denilen kadın öldü. Dünya ona da kalmadı. Bu ay yeşil pasaport aldık.

Ekim 2022: Sonbaharın artık iyice kendini hissettirdiği, soğuğun iliklere işlemeye başladığı bir ay olmuş. Yine bu ay da 4 yazı yazmışım. Bu ay kısa süreli bir Ankara ziyaretim oldu. Temmuz ayında başladığım şerit rozet koleksiyonuyla ilgili olarak Ankara’da seritozet.com isimli sitenin sahibiyle buluşup tanıştım.

Kasım 2022: Yoğun bir yağmur vardı ay boyunca. Ay boyunca 3 tane yazı yazabildim.

  • Mezunlar buluşmasına gittik: Mezuniyetimizin 10. yılında pandemi nedeniyle yapılamayan ve bu yıl telafisi yapılan mezunlar buluşmasına gittik. Dönem arkadaşlarımızın yanı sıra hocalarımızla da bir araya gelebildik bu sayede. Aynı gün Alper, Emre, Ahmet Ali ve Çağlar‘la stüdyoya girdik.

Aralık 2022: Ve yılın son ayı. Bu tembel kardeşiniz sadece bir yazı yazabildi. 2014 yılındaki askerliğimden beri hiç bir ayda iki yazının altına düşmemiştim. Neyse sağlık olsun. Yılın son ayının en güzel yanı 2022 Dünya Kupası Turnuvası oldu. Katar’da oynanan turnuvayı favorim olan Arjantin kazandı. Ve böylece Messi gezegenin yaşayan en iyi futbolcusu oldu. Bizim nesil de tıpkı önceki nesiller gibi (Pele, Maradona) kendi döneminin efsanesi Messi‘yi nihayet Dünya Kupası alırken görebildi. Arjantin takımında kamuoyunda oldukça itici karşılansa da kaleci Martinez de turnuvanın bir diğer yıldızı oldu. Olağanüstü kurtarışlar yaparak en az Messi kadar kupayı kazanmalarını sağladı. Son olarak bu ay sevgili arkadaşım Merve sayesinde Turkcell tarafından kazıklanmaktan kurtuldum. Çok iyi bir fiyata çok GB’lı bir tarifeye geçtim.

  • Maykıl Ceksın Kulübü olarak 10 yıl sonra yeniden Çanakkale’ye gittik. 10 yıl önce Volkan, Alper ve Sercan’la yaptığımız turu bu sefer Volkan gelemediği için üçümüz gerçekleştirdik. Yılın son ayına oldukça yüksek bir enerjiyle giriş yapmış oldum böylece. Gelibolu‘ya Temmuz 2014’ten sonra yeniden dönmek beni oldukça tuhaf, hüzünlü ve daha çok mutlu hissettirdi.

Evet, koskoca bir yılın özeti bu şekildeydi. Ancak elbette blogda yazmadığım pek çok başka güzel gelişmeler de olmadı değil. Bunlardan en önemlilerinden birisi Ender ve Semra‘nın düğünü oldu. Çok güzel bir tarihte, 29 Ekim günü düğünleri yapıldı. Düğünde çok uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı da gördüm üstelik. Hatta ilginç bir tesadüf eseri, Fehmi‘ye arkadaşımın düğüne gittim diye anlatıp fotoğrafları gösterdiğimde fotoğraftaki arkadaşlardan Murat, Fehmi’nin çocukluk arkadaşı çıktı. Yine Eylül ayının 5’inde Doğan ve Sinem‘in düğünleri oldu. Sevgili kuzenimiz Doğan’ı ve tüm ailesini Eskişehir’de ağırladık. Biricik kardeşim Okan‘la hasret giderdik. 18 Haziran Cumartesi günü Bilecik’e Emre ve Şeyma‘nın düğünü için gittim. Düğüne gelemeyen birkaç kişi hariç herkesle görüştüm. Evlenen tüm kardeşlerimize ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Adam Spor Merkezi‘ne büyük bir titizlikle devam ediyorum. Burada oldukça güzel bir arkadaş ortamımız oldu. Yıl boyunca Erhan Abi‘yle antrenmanlar yapıp eğlendik. Eğlendik dediğime bakmayın, daha çok o güldü. Sonbahar aylarında omzumdan sakatlandım. Ancak hocanın ve Enes‘in tavsiyesiyle glucosamin kullanmaya başladım. Kısa sürede etkisini gösterdi ve umarım böyle devam eder.

Bu yıl tıpkı blog yazamadığım gibi, pek fazla kitap da okuyamadım. Okuduğum en iyi kitaplar Sessiz Ev ve Tiamat oldular. Bu yıl kitaplığıma yaklaşık 130 kitap daha eklenmiş ancak bu sayının hepsi roman değil. Yaklaşık 30 tanesi Atlas Özel Koleksiyon Serisinden, 25 tanesi Jules Verne eserlerinden, ayrıca ders kitapları ve çizgi romanlar da var.

Bu yıl Sevda, Yiğit, Çağlar, Cem, Ahmet Ali ve Alper’le çeşitli stüdyolar yaptık ve eğlendik. Instagram’da da güzel işler paylaştığımıza inanıyorum. Bu yılın en büyük katkılarından birisi olan sevgili Çağlar sayesinde müzik işlerimiz biraz hareket kazandı. Hali hazırda başlayıp da bitiremediğimiz birkaç şarkı daha var. Onları da en kısa sürede umarım paylaşacağız.

Yıllardır olduğu gibi bu yıl da dolunay yazılarımı sektirmeden yazdım. Bu yazılarda o aya ait müzikal gelişmeleri, hayatımdan kesitleri ve yazdığım mini öyküleri paylaştım. Yılımın Özeti yazısının da bir dolunay zamanına rastlaması benim için bir ilk olacak. Dolunay konseptinden vazgeçmeyeceğim. Hatta podcast işini becerebilirsem belki aylık dolunay yazılarım için bir periyot bile oluşturabilirim. Ancak bir önceki yılı yeniden gözden geçirince blogda pek çok şeyin yarım kaldığını görüp not aldım. Önceliğim eksiklikleri gidermek.

Neler dinledim? Açıkçası bu sene en çok dinlediğim şarkı Köfn – Bi’ Tek Ben Anlarım oldu. Bunun dışında Mabel Matiz‘in pek ilgi görmeyen Nerelere Gideyim isimli Yeni Türkü coverı da beni benden aldı. Eşin dostun sayesinde ya da kendi şansıma keşfedip hayran olduğum şarkılar ise Nova Norda – Beni Biraz, Oscar And The Wolf – Joaquim, SMS – Ay Karanlık, Mabel Matiz – Nerelere Gideyim isimli şarkılar oldu. SMS grubunu Çanakkale’de keşfettik. Çok daha fazlası da var aslında ancak yazıyı yazarken bunlar aklıma geliyor. Metal müzik türünde bir önceki sene olduğu gibi bu sene de Mgla en fazla dinlediğim grup oldu. Sabhankra, Hope To Find, Amon Amarth, Gojira, Halo Effect ve Pentagram yoğunlukla dinlediğim gruplar olmuşlar. Yazın Türkiye’ye gelen The Halo Effect’e Tahir Abi sayesinde bir kart imzalatabildim. Koleksiyonum için güzel bir parça oldu. Grubun bu yıl nihayet yayımlanan Days Of The Lost albümünü ve aynı adı taşıyan şarkısının klibini çok sevdim. Ülkedeki hemen her şeyin fiyatının üçe beşe katlanması sebebiyle bu sene çok fazla plak alamadım.

Almaya niyetlendiğim albümlerden olan Pentagram’ın son albümü Makina Elektrika ise yayımlanalı aylar geçmesine rağmen halen basılmadı! Bu yılın müzikal hayal kırıklığı galiba Pentagram oldu benim için. Acoustic Live 2017 ve son albümlerinin yalnızca dijitalde yayımlanarak basılmaması ve Eskişehir’deki son konserleri bu kanıya varmam için yeterli oldu. Everybody’s Fool şarkısını coverladığımız için yılın o döneminde de Evanescence‘in 2003 tarihli Fallen albümünü dinledim sürekli. Bunun dışında bu yıl boyunca iki müthiş podcasti dinleyip durdum. Bunlardan ilki Getik Dergi döneminden arkadaşlarım Levent ve Furkan‘ın içerisinde bulunduğu (Onur ve Anıl’ı da unutmadım) “Kat 3 Daire 5” ekibinin aynı isimli podcastlari. Korku temalı hikayeleri ve sonrasındaki yarı komik yarı ürkütücü muhabbetlerini dinlemek çok keyifli oluyor. Ve değerli arkadaşım Civan‘ın büyük ve meşakkatli bir araştırma sürecinin ardından yayımlamaya başladığı 1. Dünya Savaşı Podcast Serisi yılın diğer en iyi podcast kanalı oldu benim için. Hem Levent’e hem de Civan’a teşekkürler ve selamlar.

Neler izledim? Netflix‘te bu yıl yayımlanan tüm popüler içerikleri izledim. IPTV sayesinde aslında tüm platformlarda öne çıkan ne varsa izledim. Bu yıl da favorim geçen sene olduğu gibi “Gibi” oldu. Ayrıca bu yıl keşfettiğim Ayak İşleri dizisine bayıldım. Netflix’teki 1899 isimli diziyi Dark’ın referansına güvenip izledik ve beğendik. Avatar‘ın ve Top Gun‘ın yeni filmini henüz izlemedik. Bu sene yayımlanan hiçbir süper kahraman filmini de izlemedim. Tıpkı trap müik furyası gibi lütfen şu süper kahraman furyası da azalarak bitsin. Yine Netflix’te yayımlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli film bu yıl izlediğim en iyi film oldu. Savaş ve özellikle Dünya Savaşları konulu filmler favorilerimdir zaten.

Evet yazının en özel ve önemli bölümlerinden bir tanesine geldik: Hedefler. Bu bölüm, bir önceki yıl nasıl yaşadığımın da aslında en kısa özeti oluyor. Ne kadar çok hedefi başarırsam o kadar iyi bir hayat sürmüşüm demektir. 2022’de koyduğum hedeflere ve gerçekleşme durumlarına bakalım:

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak (başardım)
  • Makale yazıp yayınlatmak (olmadı)
  • Çadır kampı yapabilmek (yaptık)
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak (tam da belirttiğim kadarını tamamladım)
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek (vakit olmadı)
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek (yapamadım)

Eh, ne çok iyi ne çok kötü bir yıl geçmiş. Haydi şimdi de önümüzdeki yıl için kendime hedefler koyayım bakalım:

  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Bilgisayarımda Windows 10’a geçmek
  • Yıl sonunda en az 30 podcast kaydı yapabilmiş olmak
  • Alfa Yayınları Olağanüstü Yolculuklar serisini tamamlayabilmek
  • Alper’le birlikte bir makale yayımlayabilmek
  • Yurt dışına bir seyahat yapmak

Hoş geldin 2023. Her yeni yıl gibi sen de umutlarla dolu olarak geldin. Üstelik cumhuriyetimizin ilk yüzyılını müjdeleyerek geldin. Umarım ülkemiz ve milletimiz için güzel bir yıl olur. Bombalar patlamaz, cehalet övüne övüne sokaklarda gezmeye devam edemez, eşimiz, ailemiz ve dostlarımızla mutlu mesut bir yıl yaşarız. Nice güzel yıllara!

Babalar Günü Özel Konseri – Film Müzikleri

Geçen hafta Cuma günü, Eskişehir Atatürk Kültür Sanat ve Kongre Merkezi’nde, Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nın “Film Müzikleri – Babalar Günü Özel Konseri”ne gittik sevgili okur. Bu konser için, sürpriz olarak bana bilet temin eden İnanç’a yazının başında teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Haftalar önce, şu yazımda bahsettiğim “İtalyan Film Müzikleri” temalı bir başka senfoni konserine daha katılmıştım. O konserle ilgili birkaç küçük eleştirim olmuştu. Program “film müziği” temalı olduğu için, dinleyici olarak görsel içeriğin de tatmin edici olmasını beklemiştim. Ancak konserin görsel kısmı biraz baştan savmaydı. Ancak bu konserde her şey yerli yerinde planlanmıştı.

Cuma günü, Mert’i babaannesine bırakıp konserin yapılacağı mekâna Seçil, Betül, Mustafa ve Merve’yle geçtik. Saat 20.30’da konser başladı. Tüm ekip yan yana ve hatta arka sıramızda da Eftade Hocalarla konser izlemeye başladık. İnanç sağ olsun önlerden ve sahneyi oldukça iyi gören bir konumdan almış biletleri.

Konserin çalma listesi hemen herkesin aşina olduğu, popüler filmlere ait müziklerden oluşuyordu. İstisnasız her parça için bir video/kolaj hazırlanmıştı. Her bir parça, ilgili filmin afişiyle başlayıp filmdeki unutulmaz sahnelerin kolajlarıyla devam etti. Yalnızca bir filmde, “Cennet Sineması”nda, filmin 4K restorasyon fragmanını verdiler. Bunun dışındaki tüm videolar gayet güzeldiler.

Şef Işın Metin yönetimindeki orkestrada ilk defa timpani de dahil tam 6 perküsyoncu saydım. Brass grubu başta olmak üzere orkestranın hemen her grubu gerçekten alkışı fazlasıyla hak ettiler. Şef de sadece solo icralarını değil, her grubu ayrı ayrı takdim ederek alkışlatmasını bildi.

Film müzikleri, müzikal zevklerim içerisinde apayrı ve oldukça da geniş bir hacme sahiptir. Yıllarca peşinden koştuğum bir sürü soundtrack ve motion picture sound albüm vardır örneğin. Koleksiyonumda da Türkiye örneği olmayan ya da ancak birkaç tane olan bazı çok değerli soundtrack albümler vardır. Dolayısıyla “film müziği” başlığıyla düzenlenen konserlere ve benzer etkinliklere ayrı bir heyecanla giderim. Televizyonda yayımlanan senfoni orkestralarının film müziği konserlerini kaydedip saklarım. Bu konserlerin DVD’lerini ya da farklı formatlardaki medyalarını toplarım.

Neyse biz konsere dönelim. Salon neredeyse tamamen doluydu. Henüz ilk parça başladığında nefesimi tuttum. The Raiders March (Indiana Jones) gerçekten çok ama çok başarılı bir açılış parçası oldu. Şef her parçadan önce, parçalar hakkında ufak ufak bilgiler verdi. Konseptli gösterimlerde bu küçük izahatlar bence oldukça faydalı oluyor. Tüm çalma listesini yazmak yerine aldığım notlardan bazı önemli anları bahsetmek istiyorum. İkinci sırada Titanic filminin motion picture soundlarından bir düzenleme çaldılar. Çok meşhur My Hearth Will Go On, şüphesiz en öne çıkan bölüm oldu. Bu kısımda özellikle pikolo flüt çok başarılıydı. Sanatçıyı hayran bakışlarla izledik. Harry Potter ve Kadın Kokusu filmi için hazırlanan video sunumlar çok başarılıydı. Harry Potter’da Hedwig’s Flight isimli parçayı çalarken misafir piyanist Özgecan Üçkaya farklı bir keyboard kullandı. Kadın Kokusu filminin Por Una Cabeza isimli soundtrack müziği ise çok meşhur tango sahnesi eşliğinde verildi.

Yıldız Savaşları (Suite, Main Title ve The Imperial March) konserin ilk zirve anlarından bir tanesiydi. Burada Şef, orijinal üçlemede ilk filmin “Bölüm 4” ismiyle vizyona girdiğinden bahsetti ancak bu bilgi kısmet hatalı bir bilgiydi. Kendi adıma özellikle The Imperial March, konserin en iyi üç eserinden bir tanesiydi. Brass grubu bir kere daha efsaneleşti.

Schindler’in Listesi’nden “Theme” başlıklı eserde solo kemanı Canan Dalgaç çaldı. Bu eser aslında obuanın da çok parladığı bir eserdir. Şef de parçanın sonunda hem keman hem de obua sanatçısını seyirciye takdim ederek alkışlattı.

Konserin finali ise muhtemelen herkesin heyecanla beklediği The Pirates Of Caribbean oldu. Medley denilen, Türkçe’ye de potpori olarak çevirdiğimiz bir düzenlemeyle, konserin son parçası başladı. Parçanın son kısmı “esas müzik” diyebileceğimiz, Klaus Badelt‘in çok meşhur eseri “He’s a Pirate” oldu. Aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.

Konserde yer verilen toplam 11 eserin tam 5 tanesi John Williams‘a ait. Bunun dışında bir parça yaşayan efsane Hans Zimmer‘e, bir parça maestro Ennio Morricone‘ye aitti. Sırf bu üç saydığım ismin yaptığı film müzikleri bile birer kere dinleyebilirseniz hatırı sayılır bir film müziği ufkunuz olacaktır.

Bu zamana kadar izlediğim en iyi üç konser arasına girebilecek kadar beğendiğim konserde, şef biss yaparak He’s A Pirate’ı bir kere daha çaldı. Saat 22.00 civarı konser bitti ve biz de son sürat Mert’i almaya gittik. Kulaklarımızda hala Karayip Korsanları çalıyordu. Umarım yakın zamanda, şehrimize gelmesini çok beklediğimiz Yüzüklerin Efendisi müziklerini de çalarlar. Haydi Büyükşehir Senfoni, takipteyiz!

Aytemiz Reklamında Tanıdık Bir Yüz

Birkaç gün önce televizyonda Pinhani‘nin Hele Bi Gel isimli parçası eşliğinde yayımlanan bir reklam görünce gözlerimi ekrana çevirdim ve kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım: Üniversiteden arkadaşım Seyhan reklamda oynuyordu!

Bu blogta yıllardır (13 yılı geride bıraktık) pek çok arkadaşımın ulusal ve yerel basında çıkan pek çok haberine, oyunculuk deneyimlerine ve kliplerine yer verdim. Sevgili arkadaşım Seyhan’ın da böylesine ilgi çekici ve ulusalda yayımlanan bir reklamda rol alması, eh yıllar sonra kendisini gördüğüm için de beni mutlu etti.

Seyhan’la mezun olduğumuzdan beri yüz yüze görüşemesek de pek çok defa çalıştığı yetkilendirilmiş kuruluştaki görevi sayesinde telefonla konuştuk ve yazıştık. Birkaç defa sağ olsun, projelerimize materyal desteği de verdi hatta. Ancak ben mühendislik dışında, bir oyunculuk kariyeri de olduğunu bilmiyordum.

Hele Bi Gel parçasını motto olarak kullanan reklam filmini Piramit Reklam firması adına Burak Yıldırım çekmiş. Reklamın henüz açılış sahnesinde görünen kişi Seyhan 🙂 Reklamın ortalarına doğru yine görünüyor. Reklamın ve markanın vermeye çalıştığı “huzur ve güven” duygusunu, Seyhan’ın gülüşüne yerleştirmiş yönetmen. Reklamdaki oyuncuların büyük kısmının ve ön planda olanların çoğunlukla kadın olması, bilinçli bir tercih. Özellikle kadın sürücülerin markadan ve istasyonlarından güvenle kaliteli bir hizmet alabileceğini vurgulamışlar. Reklamdaki motosiklet sürücüsünün de alışılagelmişin dışında, erkek yerine bir kadın olarak yer alması da yine trafikte çoğunlukla zorbalığa uğrayan kadınların algılarına cezbedici yönde hitap eden bir unsur.

Şöyle küçük bir araştırmayla arkadaşımın bir ajansta kaydının bulunduğunu gördüm. Bu da demek ki kendisini önümüzdeki günlerde çok daha güzel işlerin, markaların ekran yüzü olarak görebiliriz. Yolun açık olsun Seyhan!

150. Yılında 80 Günde Devriâlem (2021 – Dizi)

Jules Verne‘nin en tipik ve sinemaya en çok uyarlanan eserlerinden birisidir 80 Günde Devrialem. Pek çoğumuzun çocukluğunda kısaltılmış versiyonunu okuduğu, ancak özellikle kısaltılmamış çevirilerden okuyunca içerisinde pek çok siyasi eleştirinin de yer aldığı güzel bir öyküdür. Türkçe’ye ilk defa çevrildiğinde bu isimle çevrilmiş olduğu için, bugün hala pek çok yayınevi, eski çevirmen üstatların anısına da bir saygı duruşu niteliğinde olduğundan, “devrialem” sözcüğünü başlıkta halen kullanıyorlar. “Dünya’nın çevresinde” demek yerine bunu tek bir sözcükle ifade edebiliyoruz böylece. Ali İhsan Tokgöz ve Ferid Namık Hansoy ustaların ruhu şad olsun.

Bu ay Jules Verne ile dopdoluydu yine. Atlas Tarih‘in Şubat – Mart 2022 sayısında, Verne’nin Türkçe’ye ilk çevrilen eseri 80 Günde Devrialem’in 150. yaşına girmesi anısına güzel bir yazı kaleme alınmış. Kansu Şarman tarafından yazılan bu müthiş yazı, özellikle yazıyı desteklemek için kullanılan görselleriyle son yıllarda okuduğum en güzel Verne makalelerinden birisi olmuş. Burada yer alan bazı güzel bilgilere yer vermek istiyorum. Roman, eski harflerle ilk defa 1875 yılında İstanbul’da basılmış. Çevirisini kimin yaptığı bilinmemekle birlikte toplam 80 sayfadan ibaretmiş. Burada isimsiz çevirmen “lüzumsuz bazı yerleri çıkarttığını” belirten bir ön notla Şeyh Yahya Efendi Matbaası‘nda bu kitabı resimsiz olarak basmış. Sonraki yıllarda eksiksiz ve edebi olarak halen çok kıymetli olan çevirileri yapılmış. 1889 yılında Servet-i Fünun dergisinin yayıncısı Ali İhsan Tokgöz tarafından yapılan çeviriyi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise Ferid Namık Hansoy’un benim de arşivimde bulunan çevirileri izlemiş. Bu iki üstat, romanları eksiksiz ve aslına sadık kalarak çevirmişler. Altmışlı yıllardan itibaren çocuk kitabı piyasasının gelişmeye başlamasıyla kısaltılmış çeviriler ülkemiz yayım piyasasına kazandırılmış.

Jules Verne bu romanı ilk kez Le Temps isimli bir gazetede tefrika halinde yayımlamış. O dönemin modasına uyarak, 44 günlük yayım periyodu sonunda da meşhur yayıncısı Hetzel tarafından kitaplaştırılarak basılmış. Üstadı Dünya çapında üne kavuşturan eseri bu olmuş. Peki “Dünya’nın etrafında dolaşma fikri” nereden gelmiş aklına? Kansu Şarman, Atlas Tarih’e yazdığı bu güzel yazısında bizi kitabın künye bilgilerine boğmamış. Tam aksine, az önce sorduğum sorudan yola çıkarak yazmış. Jules Verne’nin hayatta olduğu bir dönemde açılan “Süveyş Kanalı” o dönemin dünyasında müthiş bir olay olmuş. Çünkü böyle bir kanalın, su yolunun varlığı özellikle gemi yolculuklarının tek alternatif olduğu bir çağda, insanoğlunun “doğuya” olan erişimi için muazzam bir kolaylık sağlıyordu. Böyle bir kanalın açılması sayesinde örneğin Hindistan’a, Çin’e gitmek için bütün bir Afrika kıyısını dolaşmaya gerek kalmıyordu.

Eh bu kolaylık elbette insanların aklına “Dünya’nın etrafını kaç günde dolaşabiliriz?” sorusunu da getirmiş olmalıdır. “80” ise çok güzel bir sayı. Elbette Verne bu sayıyı kafadan atmadı. O dönem bazı gezginler çoktan bu denemeleri yapmaya başlamıştı bile (Hatta bir tanesinin soyadı kitaptaki kahramanımızla aynıydı: Fogg). Bir de çizeceğiniz rotaya ve kullanacağınız ulaşım aracına göre güzel bir hesap yapabiliyordunuz. Verne de bunu kullandı. Roman, başa gelen aksilikler ve tipik Jules Verne coğrafyacılığının final bir sürpriziyle okuyan herkesin beğenisini kazandı.

2021 yılında bu güzel eser, 8 bölümlük bir mini dizi halinde yayımladı. Bu diziyi planlarken eserin 150. yılı olup olmadığını düşündüler mi bilmiyorum. Jackie Chan‘in başrolünde oynadığı aynı isimli 2004 yapımı komedi macera filmini o dönem beğenmiştim. Daha sonra filmin 1956’da çekilen diğer versiyonunu da izlemiştim ancak çok beğenmemiştim. Bu diziyi ise Facebook’taki Jules Verne İstanbul grubumuzda sevgili Uğur sayesinde keşfettim ve çok beğendim. Dizinin tema müziği yaşayan efsane Hans Zimmer imzası taşıyor!

Bu mini dizi, yapımcısı ve başrol oyuncusu David Tennant sayesinde ilk görüşte dikkatimi çekti. Bu büyük oyuncu halen gelmiş geçmiş en iyi Dr. Who olarak anılmasının yanı sıra, kariyeri boyunca tiyatrodan da hiç kopmamış. Dizinin diğer iki başrol oyuncusu İbrahim Koma ve Leonie Benesch de oldukça sempatik tavırlarıyla dikkati çekiyorlar. Orijinal romandan farklı olarak, ekibe kadın gazeteci Abigail Fix olarak katılan Leonie Benesch bence yıldızı parlayacak bir İngiliz oyuncu. Siyahi oyuncu İbrahim Koma, romanın en sevimli karakteri Passepartout‘ya politik anarşist ve ırkçılık karşıtı bir kimlik getirmiş ve başarılı. Fogg rolündeki Tennant ise senaryonun da gücüyle aynı bölüm içerisinde hem güldürüp, hem üzen hem de heyecanlandıran bir tempo sergilemiş. Dediğim gibi, bu sekiz bölümlük mini diziyi ben çok beğendim. İzledikleri rota kitapla uyumlu sayılabilir ancak senaryonun kitaptan farklı olan yerleri çoğunlukta. Balona binmeleri, Ejderha kolyesi, Hindistan’daki düğün, Amerika’daki Güney/Kuzey çekişmesi gibi olaylar kitabın dışında. Son dönemde özellikle Yüzüklerin Efendisi dizisi üzerinden yeniden alevlenen “ırkçılık karşıtıymış ve LGBTi destekçisiymiş gibi olmaya ‘çalışan’ yapımlar” gibi olmadan, orijinali siyahi olmayan bir karakteri siyahi olarak kurgulayıp mesajlarını da olay örgüsü içerisinde ve hatta kimi zaman çözümün de parçası olarak vermişler. Yani ırkçılık karşıtı mesaj vermek “siyahi elf yapmakla, çekik gözlü cüce kurgulamakla” olmuyor. Medium is the message.

Diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Aslında yazılabilecek çok fazla şey var ancak hem diziyi izlemeyen hem de Atlas Tarih Dergisi’ni okumayanlar olduğu için burada son veriyorum. Ülkemizdeki tüm süreli yayınları, dönem dönem Jules Verne’ye de yer ayırmaya davet ediyorum. Emin olun, okudukça ve dikkat ettikçe çok daha fazlasını keşfedeceksiniz.

Pentagram Acoustic Live 2017 Yayımlandı!

Sevgili Pentagram, iki gün önce Youtube kanalında 2017 yılındaki akustik konserinin prodüksiyonlu kliplerini yayımlamaya başladı sevgili okur.

19 Aralık 2017’de Zorlu PSM‘de verdikleri bu konserde orijinal kadroya ek olarak geçmişte grupla çalışmış diğer müzisyenler (Ogün Sanlısoy, Murat İlkan, Demir Demirkan) ve Ozan Tügen de yer alıyor. Bu haliyle Türk metal müzik tarihinin en önemli sahnelerinden bir tanesiydi bu konser.

Henüz konserin başında, sahneyi en önden izleyen seyirciler arasında rahmetli Çağlan Tekil ve sevgili arkadaşımız Onat Hafız da görülebiliyor. Bu konserden sonra grup Akustik isimli albümlerini hem CD hem de plak formatında yayımlamıştı ve satın almıştım. Ancak bu konseri henüz sadece dijital platformlarda yayımladılar. Geçtiğimiz günlerde 666 adet sınırlı sayıda basılan MMXII picture diskini fiyatından dolayı alamadım. Keşke o plak yerine bu konseri bluray ya da DVD formatında basıp yayımlasalarmış.

Henüz hiçbir şey için geç değil. Her ne kadar grubun Youtube kanalında yer alsa da bence bu güzel prodüksiyonlu işin muhakkak basılı olarak da piyasaya sürülmesi gerekli. Youtube kanalında çalma listesi olarak hazırlanan videolarda, toplam 14 parça yer alıyor. Akustik düzenlemeler şarkıların albüm versiyonlarından daha uzunlar. Ayrıca pek çok şarkıda konuk müzisyenler (Mor ve Ötesi, Athena ve Şebnem Ferah) yer alıyor. Her parçanın Youtube videosuna bağlantı verdim.

No Parça AdıSüre
1Apokalips (Akustik Konser 2017)06:04
21000 In The Eastland (Akustik Konser 2017)06:03
3No One Wins The Fight (Akustik Konser 2017)05:04
4Şeytan Bunun Neresinde (Akustik Konser 2017)04:08
5Uzakta (Akustik Konser 2017)04:54
6In Esir Like An Eagle (Akustik Konser 2017)05:58
7Fly Forever (Akustik Konser 2017) (feat. Ihsan Sen)06:43
8Lions In a Cage (Akustik Konser 2017)05:59
9Give Me Something to Kill The Pain (Akustik Konser 2017)05:15
10For The One Unchanging (Akustik Konser 2017) (feat. Kerem Özyeğen)06:25
11Geçmişin Yükü (Akustik Konser 2017) (feat. Harun Tekin & Kerem Özyeğen)06:28
12Bir (Akustik Konser 2017) (feat. Gökhan Özoğuz & Hakan Özoğuz)06:03
13Sonsuz (Akustik Konser 2017)06:27
14Gündüz Gece (Akustik Konser 2017) (feat. Gökhan Özoğuz, Hakan Özoğuz, Harun Tekin, Kerem Özyeğen & Şebnem Ferah)04:53

Favorim tabi ki Lions In A Cage! Murat İlkan’ı çok severim ve tek geçerim. Bu çalışmanın en büyük eksiği bence This Too Will Pass‘i çalmamış olmaları. Albümde ve bu videolarda olmamasına rağmen Eskişehir’de o dönem verdikleri konserde çalmışlardı.

Pentagram, 19 Şubat’ta Eskişehir’e geliyor. Ancak özellikle Eskişehir’de epey agresif bir şekilde ilerleyen bir covid dönemi var. Gider miyim bilemiyorum. Çünkü Pentagram daima kalabalık salonlara çalıyor ve izlerken sosyal mesafe falan hikaye oluyor 🙂

Umarım bu yıl Pentagram, çok uzun süredir beklediğimiz o yeni albümünü yayımlar. 2020 ve 2021’de yayımladıkları üç parça açıkçası çok da gazımızı alamadı. Artık akustik konseptini yavaş yavaş bırakıp elektrikli setlerini çalmaya başlasalar çok daha muazzam olacaklar. Sevgi ve saygıyla!