Tag Archives: Pentagram

Chaos Magazine 11. ve 12. Sayılar

Aylar önce Chaos Magazine’in geri dönüş sayısının haberini yaptıktan sonra, yıl bitmeden bir yeni sayı ve devamında da yepyeni bir 12. sayı daha yayımladı LainmeunMurat Chaos Gökbulut. Derginin 10. sayısıyla birlikte başlayan renkli ve ciltli bookazin formatı öylesine sevildi ki geriye dönüp yıllar önce siyah beyaz çıkan 9. sayıyı bile “yalandan renkli” bastı. Dolayısıyla bu yepyeni renkli ve ciltli olarak yayımlanan bookazin formatlı sayılar artık bir Chaos standardı haline geldi. Chaos Magazine, ülkenin yerinde sayan ve kendini bir türlü aşamayan fanzin piyasasına müthiş bir hareket getirmiş oldu. Bu son yazdığım iddialı gelmiş olabilir ancak 11. ve 12. sayıların henüz baskıya girerken sipariş yöntemiyle tükenmiş olduğunu, bu ivmeyle birlikte derginin yıllar önce çıkan 9. sayısının bile yeni baskı yaptığı ve tükendiğini dikkate almak gerekiyor. Derginin yazar, çizer, editör ve büdütörü Murat Gökbulut, Chaos ismiyle ne yayımlasa kelimenin tam anlamıyla kapışılıyor.

Kasım-Aralık 2023 tarihinde yayımlanan 11. sayı 130 sayfadan oluşuyor. Kapağı çevirir çevirmez editörümüzün mesajıyla Chaos’a girmiş oluyoruz. Derginin kapağında Urgehal var ve bana göre Chaos tarihindeki en güzel kapaklardan birisi olmuş bu. Arka kapakta ise Sabhankra’nın Rotting Helios albümünün kapağına yer verilmiş. Sınırlı sayıda basılan derginin #052 no.lu kopyası bende. Derginin son sayfasında ise yıllardır uyguladığı “içindekiler koymama” kuralına biraz nazire yaparak “içinde içindekiler vardır” mesajıyla bir indeks yer alıyor ve bu 130 sayfalık dev eser “cemiyete hapsolmuş adamlardan olmama savaşı sürecek” mesajıyla son buluyor. Derginin arkasındaki isim, her şeyi, frontmani, beyin takımı, emektarı, EYT’lisi, editörü, büdütörü Murat Gökbulut iken çevirilerde Serkan Kaya’nın ve çizer olarak da Zeynep Özkazanç’ın desteğini görüyoruz.

Dergi muhtemelen yazarının da tahmininin ötesinde çok ilgi gördü. Basılan kopyalar çok kısa sürede tükendi. Dolayısıyla artık bu sayıları bulmak için çok şanslı olmak ya da eşten dosttan ricacı olmak gerekiyor. Yazarın bu konuda hiçbir kaygısı yok. Fotokopi çekin, basın, dağıtın, yeter ki okuyun! Ben de bu yazıda he Chaos’un bugün geldiği nokta ve ülkemizdeki metal piyasası bakımından kazandığı öneme değineceğim, hem de bu son iki sayıdan ufak notlar vereceğim. 11. sayıyla başlayalım.

  • Convocation’ın Ashes Coalesce albüm kapağını çizen grup elemanı Lauri’ye, “albüm kapağı çiziminde Caravaggio etkisi var” deyince eleman hem şaşırıyor hem de mutlu oluyor. “Fark ettiğiniz için tebrikler” diyor. Röportaj ve enteresan sorular için de teşekkür ediyor.
  • Yine aynı sayıda 10. ve 11. sayfalarda arka plandan dolayı, GRA röportajının büyük kısmı okunamıyor.
  • Bir başka bomba detay: Afterbirth röportajında Murat Gökbulut, grubun Four Dimensional Flesh albümünün kapağında ressam Maurits Cornellis Escher’e saygı duruşunda bulunduklarını söylüyor. Grubun gitaristi Cody ise şaşırarak “bunu anlamana hayran kaldım” diyor. Gerçekten de grubun albüm kapağını yapan sanatçı, bu eseri üretirken Escher’den ilham almış. Cody röportajı “iyi bir sanatseversin dostum, detayı yakaladığın için tebrik ederim” diyerek tamamlıyor.
  • Dergideki röportajların büyük kısmında Türkiye denilince akıllara Cenotaph geliyor. Ayrıca Enfulged ve Diabolizer de uluslararası tanınırlığı yüksek gruplarımız.
  • 11. sayının en uzun röportajı Forgetten Tomb’un tam 6 sayfalık ilgi çekici röportajı. Bu adamın da Türkiye deyince aklına Galatasaray geliyormuş.
  • Acherontas röportajı, sorulara verdiği birbirinden ilginç cevaplarla Chaos tarihinin çevirmesi en zor röportajı olmuş.
  • Peki, Omnium Gatherum grubundan Markus’un Öztürk Serengil’in oğluyla Wolitrap isimli bir grubunun olmasına ne diyorsunuz? (Jussi I. Cengizhan Serengil, Finlandiya’da yaşıyor, annesi Seija Mirja, ablası Seren Serengil)
  • Cruciamentum grubundan D.L.’nin, Türk-Fransız progressive rock grubu Asia Minor’ı ve özellikle grubun ikinci albümü Between Flesh and Divine’ı çok sevmesini ben de çok sevdim.
  • Dergideki en özel röportaj Urgehal’inki. Editörün heyecanı grubun kurucu üyesi Enzifer’le yaptığı röportajdan anlaşılıyor.
  • Lainmeun’un dergiye yazdığı konser kritikleri, aslında bir mizah dergisinde yayımlansa büyük ses getirir ve epey taraftarı olur. Mizah dozu fazla, yerinde göndermeleri ve bolca müzik kültürüyle harmanlanmış bu kritikler bile ayrı bir dergi olarak yayımlanmayı hak ediyor bence. Üstelik derginin son yayımlanan üç sayısı ve gelecek sayısı sayesinde ülkenin bu dönemde İstanbul’da gerçekleşmiş neredeyse tüm ekstrem müzik konserlerine gitmiş kadar oluyoruz. Bu noktada bir tavsiye verebilirim. Chaos Magazine, yayımlandığı dönemdeki konserler hakkında farklı ilerden belli sayıda konuk yazarı davet edebilir. Bu sayede örneğin Ankara’da yapılan ve ses getiren bir konseri de derginin sayfalarında hem okuma hem de ölümsüzleştirme imkânı bulmuş oluruz.
  • Editörün konser kritiklerinde ısrarla bahsettiği, kâh güldüğü, kâh eğlendiği, kâh gözlerinin aradığı “metalarchives dayı” isimli kişi kimdir?
  • Yine dergide yer alan tam altı sayfalık bir Agathodaimon röportajı var ki eski dostların buluşması tadında. Sadece bu içeriği okuyarak grup hakkında hatır sayılır oranda bilgi sahibi olabilirsiniz. Grubun ülkemize ilk gelişinde yaşadıklarıyla ilgili dikkat çekici detaylar var.

Her sayıda olduğu gibi 11. sayıda da röportajlar haricinde ciddi bir sinema içeriği mevcut. Lainmeun, bu dergi için pek çok şey olmanın yanı sıra esasen iyi de bir sinefildir. (Zebra var, o ayrı 🙂 Chaos’ta, popüler akım sinema dergilerinde asla okuyamayacağınız sinema içerikleri yer alıyor. Filmler, sadece yönetmenleri değil, temsilcisi olduğu akımlar ve içerikleri semboller bakımından da ele alınıyor. Derginin son kısmında, bir önceki sayıdan devamla “Metalciler Kitapsız Değildir Vol. II” yer alıyor. Bu seride ülkemizdeki ünlü/az ünlü pek çok metalci yazarın kaleme aldığı eserler tanıtılıyor.

Evet, 11. sayı böyleydi. Gelelim 12. sayıya. Chaos tarihinin en kapsamlı ve hacimli yayınıyla baş başayız. Yalnızca dört aylık bir sürede hazırlanan bu sayı tam 200 sayfa! Kapakta Paradise Lost var. İçeriği, mizanpajı, dizgisi ve baskı kalitesiyle en kurumsal Chaos Magazine açık ara 12. sayıdır. Bu sayıyla Chaos, artık yavaş yavaş yeraltından çıkmaya başlamış gibi görünüyor. Murat Gökbulut, kendisine 11. Sayıyı okuduktan sonra ilettiğim sertifika önerisini de beğenmiş olacak ki bu sayıdan bir sertifika çıktı. Sınırlı üretilen derginin alıcısına ve ismen yazılmış bu sertifika çok kıymetli. Sayfa tasarımları önceki sayılara göre çok daha iyi. Sayfa arka plan nedeniyle okunamayan röportaj yok.

Yine 12. sayıda da derginin her şeyi, yazarı, çevirmeni, editörü ve büdütörü Murat Gökbulut. Çizerlere ise Zeynep Özkazanç’a destek olarak bu sayıda Berk Balkaç eklenmiş. Sınırlı sayıda basılan bu sayının da #052 no.lu kopyası bende

Röportaj yapmayı, müzik yazıları yazmayı öğrendiğim Chaos’a, bu konuda elbette tavsiye verecek değilim. Ancak özellikle derginin şekilsel ve görsel tasarımına ilişkin ufak tavsiyeler vermek, iyi bir Chaos fanı olarak hakkımdır diye düşünüyorum. Bookazin formatındaki bu yayında, kapağı çevirir çevirmez editör notuyla karşılaşmak yerine, belki bir iç kapağa da artık yer verilebilir. Bir de virgülden sonra boşluk bırakılmadığı için bazı kelimeler bitişik duruyor. Bu hata sürüm farkından da kaynaklanmış olabilir. Ve bir minik tavsiye de paragraf içerisinde kullanılan görsellerin yerleşime dikkat etmek gerekli. Bazı yerlerde görseller paragrafları tam ortadan ikiye böldüğü için cümleyi okurken gözlerimiz bir sola bir sağa zıplamak zorunda kalıyor. Bu da biraz zorlayıcı oluyor.

Şimdi dergiden öne çıkan, ilgi çeken bazı notlara yer vereceğim.

  • Alman Convictive grubunun röportajında Türkiye’den Sabhankra övülüyor.
  • Singapurlu Infernal Execrator grubundan Lord Ashir’in ülkemizden dinlediği grupların ancak yarısını biliyor olmamdan utandım.
  • Lainmeun’un röportajlarında bir klasiktir. Röportaj yaptığı gruptan, kendi ülkelerindeki metal piyasasından tavsiye isimler ister. Manbryne grubunun vokalisti Sonnelion, Polonya black metal sahnesinden hiçbir grubu tavsiye etmiyor. Şaka gibi!
  • Tam beş sayfayı kaplayan Persecutory röportajı yerli piyasamıza da dair pek çok detayı barındırıyor. Çağatay’la yapılan röportajda çok önemli bir detay yakaladım. Tayland’da yayımlanan Darkest Against Light Zine isimli bir fanzinde “Kadıköy Metal Sahnesi” isimli oldukça geniş bir yazı yayımlanmış.
  • Derginin kapak grubu olan Paradise Lost ile yapılan röportaj, belki de röportajın kendisinden çok, öncesinde ve sonrasında yaşanan kaotik durumlarla birlikte hem komik hem de sinir bozucu. Biz bu durumu derginin yayımlanmasından çok önce Murat Gökbulut’un sosyal medya hesaplarından an be an takip edebilmiştik. Yapılan röportaj, derginin adına yakışır bir kaosun sonunda bizlerle buluşabilmiş. Ancak bana göre dergideki en zayıf röportaj da bu. Çünkü ancak 15 dakikalık bir vakitte Zoom üzerinden yapılmış ve grup pek çok noktayı kısıtlamış.
  • Ancient grubunun frontman’i Magnus, “desteği ve ayırt edici soruları” için Chaos’a teşekkür etmiş.
  • Blind Guardian konserinin kritiği hayatımda okuduğum en komik konser kritik yazısı olabilir. Yine benzer şekilde Rotting Christ konseri kritiği de ne beklerken ne buldum temalı, tam bir Gökbulut klasiği olmuş.
  • Pantheis grubuyla yapılan röportajda grup Closer to God isimli albümleri için “bu albümde Ennio Morricone’nun hayaleti dolaşıyor” diyor.
  • Bu sayıda pek çok grup ülkemizden Mezarkabul’u (Pentagram) tanıdığını söylüyor. Shade Empire grubundan Eero, Anatolia albümünü çok sevdiğini ekliyor.
  • Grabak ve Antrisch gruplarına sorduğu soruların iki üç tanesi aynı sorular. Ben Antrisch’in cevaplarını daha çok beğendim. Ancak Maurice’in ülkemizle ilgili verdiği cevaplarda, darbe yapan orduyu “heyecan verici” bulmasına anlam veremedim. Yine, ülkemiz piyasasından İlkim Oulanem’den etkilendiğini söylüyor Maurice. Oulanem için “Black Metal’e sahip çıkıyor” diyor. Ancak anlaşılan bilmiyor ki aynı sanatçı önce adından Oulanem ismini atıp rock müziğe, sonra ise tamamen piyasan çıkıp klasik müziğe (orkestra şefi olarak) yöneldi. Üstelik eski kariyerine dair tüm izleri de kaldırarak. Dolayısıyla ortada sahip çıkılan bir şey de sahip çıkan biri de yok artık. Maurice, “özen gösterilmiş ve ilginç soruları için” teşekkür etmiş. İşte bir müzik dergisi için bundan daha kıymetli bir şey var mıdır bilemiyorum.
  • Yıllardır ilk defa bir müzisyenin (Vomitory’den Tobias) ülkemizden bahsederken Türk zillerini övdüğüne şahit oldum. Tobias, Meinl zillerinin el yapımı olarak Türkiye’de üretildiğinden bahsetmiş. Normalde bu markanın zilleri makine baskısıdır. Ancak bir araştırma yapınca Alman menşeili firmanın gerçekten de ülkemizde 30 kişinin çalıştığı bir atölye kurduğunu ve Samsun’da Amisos markasıyla üretim yaptığını öğrendim.
  • Dergide Agathodaimon konser kritiği yer alıyor. Bu kritikte Lainmeun, 11. sayıya atıf yaparak Agathodaimon’ın ülkemize ilk defa geldiğinde yaşadığı müthiş olaylı konsere değiniyor. Hatta grubun da o dönemki organizatöre hiç acımadan nasıl sövüp saydığını anlatıyor.
  • Tıpkı önceki sayılar gibi bu sayıda da sinema içeriği önemli yer tutuyor. Darren Aronofsky’nin 2017 tarihli Mother filmi için Türkçe’de yazılmış en kapsamlı kritik kaleme alınmış.
  • Koleksiyonerler için harika özel baskı film (bluray, DVD ve box set) tavsiyeleri yer alıyor. Benim en ilgimi çeken Hitchcok Tin Box seti oldu.
  • Yine bu sayıda da son iki sayıda olduğu gibi, “Metalciler Kitapsız Değildir” dizisinin 3. bölümü yer alıyor. Ancak bu bölümde Altay Öktem ve Orkide Ünsür’e daha çok yer verilmiş.

Evet, Chaos Magazine dopdolu içeriklerle piyasaya çıktı ve hatta tükendi. Ee sen bu yazıyı neden yazdın o zaman? Tarihe not düşmek için ve olur da bir yerde karşınıza çıkarsa mutlak suretle arşivinize katın diye. Yukarıda da yazdığım gibi, Chaos’un artık yavaş yavaş yeraltından çıkıp (çok da şımarmadan) bir yayıneviyle anlaşıp ülke çapında dağıtılır hale gelmesi lazım. Tek bir dergiyle bu kadar yoğun içeriği sunabilen başka bir mecra yok. Ellerine sağlık Lainmeun – Murat Gökbulut ve doğum günün kutlu olsun. Nice mutlu yaşlarında müzikle ve bizlerle olman dileğiyle.

Black Tooth & Pentagram Konseri – 23 Şubat 2024 Milyon Eskişehir

O akşam Batuhan aradığında aklımdaki son şeydi konsere gitmek. “Sevinç gelemiyor, birlikte gidelim” dedi. “Ben aslında Pentagram‘a kırgınım, sen git” dedim. “Pentagram’a kırgın olmak ne demek?” dedi. “Demir Demirkan, Eskişehir konserinde son şarkıdan sonra neredeyse gitarını söküp atarak sahneden kaçar gibi gittiğinden, seyirciye bir selamı çok gördüğünden beri kırgınım” dedim ben de. “Olsun ya, sen Pentagram’ı çok seversin hem bak bu sefer Black Tooth da var.

Yıllar önce, Eskirock ile yaptığımız festivalde Black Tooth ile None Shall Return gruplarını davet etmiştik Eskişehir’e. Konsere birkaç gün kala Van Depremi olmuştu. Tuna Abi de grubun bassçısının Vanlı olduğunu ve ailesinin depremden etkilenmesi sebebiyle sahne alamayacaklarını söylemişti. O konsere None Shall Return ile birlikte gelememişlerdi. Biz de konseri yapıp tüm gelirini o dönem okulumuzda deprem bölgesi için düzenlenen kampanyaya bağışlamıştık.

İşte yıllar sonra Black Tooth karşımızdaydı. 23 Şubat akşamı Batuhan’la buluşup önce bir yemek yedik. Mehmet de bize katıldıktan sonra konserin yapılacağı Eskişehir Milyon Performance Hall‘e doğru yollandık. Kapıdaki aramada üzerimde buldukları keçeli kaleme el koydular. Birine saplama riskim olabilirmiş. Oysa benim amacım Eskişehir’deki son 5 konserlerinde asla imza vermeyen, hayranlarıyla bir araya gelmeyen Pentagram’a bir türlü imzalatamadığım Akustik albümünü imzalatmaktı.

Mekana girdik. Daha önce gittiğim konserler gibi havalandırma pek de iyi çalışmıyordu. Konser sebebiyle oldukça da sıkışıktı. Önümde yaptığı şey headbang’ten başka her şeye benzeyen ve bu haliyle sallanan bir sandalye gibi ritmik halde sürekli bana çarpan çocuğu birkaç defa sertçe iteklemek zorunda kaldım. Bu sıkışıklıkta bir de beşer dakikalık düzenli aralıklarla, ellerinde beyaz kovalar içerisinde içecek satmaya çalışan mekan görevlilerinden pek çok defa illallah ettik! Sıkış tepiş, çoğu zaman kıpırdayamadan konser izlemeye çalışırken, bir de “Müsaade etmemizi” isteyen bu arkadaşlarımızın zamanlaması hiç de hoş değildi.

Uzatmayayım. Üzerimizi aradılar, içeri girdik. İlerleyebildiğimiz kadar ilerleyip yerimizi aldık ve grup tam saatinde sahneye çıktı! Black Tooth! Böyle bir enerji yok! Grubun vokalisti, frontmani Tuna Abi tam bir enerji bombasıydı. Groove/Thrash soundunun ülkemizdeki en başarılı temsilcisi olan grup önceki yıl Wacken‘daydı. Bu yıl da orada olacaklar. Eskişehir’deki bu konsere de “Dirty White Tour” ismini verdikleri turne kapsamında gelmişlerdi. Grubun sahnedeki kadrosu şu şekildeydi: Tuna – Vokal, Orcan – Gitar, Dağhan – Gitar, Deniz – Bass ve Onur Akça – Davul. Onur Akça, bu konser için aylar sonra ilk defa gruba eşlik ediyordu. Şansa bak ki ben yıllar önce Chaos Fest‘te Black Tooth’u ilk defa izlediğimde davulda yine Onur Akça vardı.

Black Tooth, tedirgin ve durağan başlayan seyirciyi ısıtıp henüz ikinci şarkıda circle pit‘e sevk etti. Neler olmadı ki… Wall Of Death yaptırdı hepi topu 10 metre genişliğindeki mekanda. O neydi öyle! Sevdiğimiz tüm Black Tooth şarkılarının yanı sıra yıllardır dinlemediğim “God Damned All” isimli müthiş parçalarını çaldılar. İtiş kakıştan liste de tutamadım ama Iron Clad, Drink Drive Go To Hell, Destroy Everyting, Walk gibi kendi kulvarlarının hit parçalarına yer verdiler. “The Wolf Is Down” isimli parçalarının öncesinde kaybettiğimiz güzel insanları andılar ve parçanın başlamasıyla kelimenin tam anlamıyla ortalık karıştı. Tuna Abi’nin seyirciyi yönetmesi, zaman zaman epik anların da yaşanmasına sebep oldu. Ancak konserin şüphesiz en müthiş anı Walk çalarken, önlerde yer alan kadın seyircileri sahneye davet ettiği an oldu. Çok uzaklardan Selvin Flames‘i tanıdım bir tek ancak sahneye çıkan kızların hepsi de enerjisine ayak uydurdular. Yine Tuna Abi’nin stagedive’ı görülmeye değerdi. Wacken’dan getirdiği ve üzerinde “Metal Battle” yazan bayrağı dalgalandırdı sürekli.

Konser bitti bitiyor derken Onur Akça da dur durak bilmedi. İki parça daha çaldılar. Herhalde sahne önünden organizatör işaret etmiş olacak ki Tuna abi gülerek “Onur Akça istiyor yahu kısa bir parça daha çalacağız” dedi. İşte bu jest, seyirciye verdiği bu değer tüm salonu mest etti, alkışlar koptu.

Black Tooth’ta tüm enerjisini tüketen seyirci, konser bitince bir nebze olsun dışarı çıkar, hava alır diye düşündük. Ancak o da ne? Herkes çakılmış gibi Pentagram bekliyor! Black Tooth’tan sarkan süreyi de ilave ederek Pentagram’ın sahnesinin hazırlanmasını bekledik. Epey yorulmuştuk ve beklemek daha çok yoruyordu.

İntroyu duyduk. Bu introyu daha önce duymamıştım. Kanun sesinin baskın olduğu, alaturka sayılabilecek oldukça da gaz bir intro çaldılar. Sonrasında grup sahneye çıktı. Alışık olduğumuz üzere vokale ilk olarak Hakan Utangaç geçti. Hakan Abi vokaldeyken Pentagram muazzam bir thrash grubuna dönüşüyor. İşin ilginç yanı, eski yeni demeden tüm kuşaktan seyirciler konserin bu bölümünde çalan şarkılara eşlik ettiler. Konserin tutabildiğim kadarıyla çalma listesini kaydettim telefonuma. Hakan Utangaç’ın vokallerini yaptığı şarkılar şunlardı:
1. Sır
2. Powerstage
3. Rotten Dogs
4. Sensiz
5. Bu Alemi Gören Sensin – Aşağıda bu şarkının kaydı yer alıyor. İzleyebilirsiniz.

Bu parçadan sonra grup sahneye Gökalp Ergen‘i davet edince ben oldukça şaşırdım. Çünkü bundan önceki son üç konserde olduğu gibi Ogün Sanlısoy gelir sanıyordum. Ancak gecenin sonunda anlayacaktım ki bu gece Pentagram Murat İlkan, Ogün Sanlısoy ve Demir Demirkan olmadan çalacaktı. Yani MMXII albümündeki kadrosuyla. Bu oldukça şaşırtıcı bir gelişmeydi. Gökalp Ergen Sahneye çıktıktan sonra çaldıkları parçalar şu şekilde oldu:
6. 1000s In The Eastland
7. Doğmadan Önce
8. Lions In A Cage
9. Uzakta
10. Wasteland
11. It’s Down Again
12. Sur
13. Şeytan Bunun Neresinde
14. Anatolia
15. Geçmişin Yükü
16. Gündüz Gece
17. Tigris + Bir

Bu konserde de This Too Will Pass yoktu. Anlaşılan uzunca bir süre daha olmayacak. Grubun Lions In A Cage ile birlikte en sevdiğim şarkısı olmasına rağmen bir türlü konserlerinde dinleyemiyorum. Babalar olur da burayı okurlarsa lütfen dikkate alsınlar. Artık sürekli aynı şarkıları, üstelik üçer dörder ay arayla sahne aldığınız aynı şehirlerde dinlemeyelim. This Too Will Pass, In Esir Like An Eagle, Behind The Veil gibi olağanüstü şarkılarınıza da yer verin. Bizi üzmeyin.

Değerli dostum Batuhan’a nazik daveti için teşekkür ederim. Pentagram umarım bir sonraki konserde artık bambaşka bir sahne şovu izletir. Black Tooth’u ise umarım çok daha geniş bir konser alanında izleme şansını yakalarım. Selamlar, sevgiler.,

NOT: Üzerinde proofhead.net ibaresi olmayan fotoğrafları grupların Instagram hesaplarından aldım.

Müzik Fanzin Sunar: Pentagram MMXII – Özel Basım Plak

Müzik Fanzin platformunda devam ettiğimiz müzik yayıncılığı projemizde yepyeni bir video daha kaydettik. Pentagram’ın 2012 yılında yayımlanan MMXII albümü üzerine konuştuk biraz. Hicri Abi, albümün limited edition picture disk plağını alınca ben de bu güzide ürünü elimdeki diskografiyle birleştirdim. Böylece Pentagram’ın bu albümü hakkında oldukça kapsamlı bir inceleme videosu üretmiş olduk.

Pentagram’ın, Gökalp Ergen’le birlikte yayımladığı ilk albümü olan MMXII, yayımlandığı dönemde CD ve 2014’te plak olarak piyasaya sürülmüştü. Ancak plak baskısında hayret verici bir şekilde, albümde yer alan iki parça yer almıyordu. Yani CD’de 10 parçanın tamamı varken bu sayı plakta 8 parçadan oluşuyordu. Grup nihayet albüm yayımlandıktan 10 yıl sonra, bu defa eksiksiz bir parça listesiyle, sınırlı sayıda (666 adet) ve plak koleksiyonerlerini mutlu eden picture disc sürümle yeni bir versiyonunu yayımladı albümün. İşte bizim sohbetimize şekil veren de bu plak baskısı oldu.

Kaydettiğimiz yarım saatlik videoda gruba ve albüme dair çok fazla şeyden bahsettik. Albümün yayımladığı döneme gidip öncesi ve sonrasında grubun içerisinde bulunduğu durumu, albümün çıkışı sonrasında gelen tepkileri değerlendirdik. En önemlisi de albümün ortaya koyduğu konsepti detaylı olarak ele aldık. Çekim esnasında bir de aksilik başımıza geldi. İlk çekimde yaklaşık yarım saatlik kayıt alıp bitirdikten sonra, kameranın yalnızca on beş dakika kayıtta kaldığını fark ettik. Dolayısıyla videonun ikinci kısmını yeniden konuşmak ve çekmek zorunda kaldık. Ses kaydını harici bir mikrofonla yaptık. Dolayısıyla videonun ilk haline ait ses kaydı, kayıpsız olduğundan bu kısmı belki ilerleyen günlerde podcast olarak da yayımlayabilirim.

Sohbet boyunca elimizde plakları tutunca, konu ister istemez biraz da plak kültürü çerçevesinde şekillendi. Daha önce blogda da bahsettiğim, Murat İlkan’ın ilk albüm talihsizliğine değinmezsek olmazdı elbette. Hatalı bir mastering işlemi sonucunda, piyasaya çoktan sürülmüş olan plakların toplanması gerekmişti o dönemde. Burada özensiz iş yaptığı için ibre Sony Music firmasının Türkiye’de ürettiği plaklara döndü.

Eh, bu kadar konuşup grubun geçtiğimiz yılın son aylarında çıkardığı Makina Elektrika albümünden bahsetmezsek olmazdı. MMXII ve Makina Elektrika albümleriyle ortaya konan konsepti ve grubun müzikal tavrını değerlendirip Pentagram’ın yakın gelecekte neler yapabileceğini tartıştık. Bu noktada oldukça heyecan verici beklentilerimiz olduğunu fark ettik. Grubu biraz eleştirdik ancak izleyince siz de göreceksiniz ki bunu da sevdiğimiz, çok sevdiğimiz için yaptık.

Pentagram’ın son yıllarda büyük bir özveriyle piyasaya sürdüğü plak baskılarını heyecanla takip ediyorum. Blogda da zaten aldığım her yeni Pentagram plağını görebiliyorsunuz. Üstelik grubun son albümünü, dijital platformlardan sonra yalnızca plak formatında yayımlamış olması da oldukça dikkate değer bir gelişmeydi.

Müzik Fanzin çatısı altında çok daha güzel albümlerle ve videolarla buluşmak dileğiyle.

Pentagram – Makina Elektra Plağım (2023)

Eylül 2022’de Pentagram‘ın 8. stüdyo albümü Makina Elektrika, tüm dijital platformlarda yayımlandığında kendi kendime “biraz daha bekleyeyim CD’si ya da plağı yayımlansın, bloga o zaman bir yazı yazarım” demiştim. Bu bekleyiş aylarca sürüp grubun henüz bir fiziksel baskı (CD ya da Plak) yayımlamaya niyetini anlayınca, bu yıl Ocak ayında şu yazıyı yazarak -yayımlandıktan tam dört ay sonra- albüm hakkında bir inceleme yapabilmiştim.

Ocak’ta yazdığım inceleme yazısını olabildiğince zengin tuttuğum için, şu anda okumakta olduğunuz yazıda da o yazıdaki bilgilerden besleneceğim ve yazıyı yazma sebebim olan albümün plak baskısı hakkında incelemelerde bulunacağım.

Pentagram, Akustik isimli çalışmasından beri tam sekiz ve hatta Ozan Tügen‘le dokuz kişilik bir grup. Bu dokuz müzisyen, Türk müzik tarihinde (yalnızca rock ve metal değil, komple bir müzik tarihinde) ayrı ayrı öneme sahip müzisyenlerdir. Perde arkasında yaptıkları işler, çaldıkları isimler, prodüktörlüğünü yaptıkları gruplar ve müzisyenler, çektikleri klipler, kaydettikleri ve yayınladıkları albümler, kazandıkları başarılar olarak bakınca da galiba Türkiye’nin en celebrity grubu olma sıfatını hak ediyorlar. İşte Makina Elektrika, böyle bir kadroyla kaydedildi. Ocak ayında yazdığım yazıda, albüm henüz fiziksel olarak yayımlanmadığı için prodüksiyon notlarına çok değinemedim. Ancak albümün kadrosu ve prodüksiyon karnesi şu şekilde:

  • Hakan Utangaç – Ritm gitar, vokal
  • Cenk Ünnü – Davul
  • Tarkan Gözübüyük – Bass gitar
  • Metin Türkcan – Solo gitar
  • Gökalp Ergen – Vokal
  • Murat İlkan – Vokal
  • Ogün Sanlısoy – Vokal
  • Demir Demirkan – Solo gitar
  • Ozan Tügen – Klavye, bağlama, cura

Albümde toplam 10 parça yer alıyor. Bu şarkılar neyse ki plağa da eksiksiz olarak aktarılmış. Şimdi diyeceksiniz ki bu ne demek? Pentagram, MMXII albümünü plak olarak yayımladığında, albümdeki en iyi iki parçayı plağa koymamıştı! Bunu hangi sebeple, ne mantıkla yaptılar, bizzat kendi ağızlarından duyduğumuz bir bilgi yok, ancak elbette tahminlerimiz var. Bu tahminlerimizi de birkaç gün sonra Müzik Fanzin Platformu için yayımlayacağımız videoda konuşacağız. Albümün parça listesi, benim şarkılar hakkındaki küçük değerlendirmelerimi de içerecek şekilde şöyle:

  • A1-Bu Düzen Yıkılsın: Single olarak çıktığından beri pek de sevemediğim şarkı. “Davullar çalınsın” kısmı beni benden alıyor(!).
  • A2-Sur: Hem single hem de albümün genelindeki en iyi şarkılardan birisi. Sözleri, melodisi ve akılda kalıcılığıyla harika bir Pentagram şarkısı. “Sonuna kadar taşıyamazsın, dökülür bütün sırlar!”
  • A3-Pride: Parçanın giriş bölümü grubun Unspoken ve öncesi dönemlerine selam çakıyor. Koro vokal sevemediğim için sonrasında gelen kısımlara ısınamadım. Gitar ve davul partisyonları müthiş olan bu şarkıya farklı, agresif bir vokal yazılsaydı parçanın çok daha iyi olacağını düşünüyorum.
  • A4-Revenant: Parça inanılmaz bir enerjiyle, twin pedallar ve Gökalp Ergen’in Slayervari vokaliyle başlıyor. Albümdeki en metal parçalardan birisi derdim ancak nakarat böyle bir enerjiye göre çok ama çok aşağıda kalıyor.
  • A5-Seek and Destroy (Metallica Cover): Ne gerek vardı bilmiyorum. Metallica da bir Pentagram şarkısı coverlamadığı sürece bu şarkıyı sevmeyeceğim. Yaklaşık 7 dakikalık süresiyle albümün en uzun şarkısı.
  • B1-Sensiz: İşte albümün en metal parçası! Çok büyük hayranı olduğumuz Hakan Utangaç’ın vokalleriyle hayat bulan şarkı, ağır aksak bir ritme sahip olsa da gitarların disstortiona boğulduğu, nakaratıyla akıllara kazınan ve olağanüstü “sen-siz” bölümleriyle albümde Sur’la birlikte en iyi Türkçe şarkı.
  • B2-Maymunlar Gezegeni: Albümde ismiyle ve Ogün Sanlısoy vokaliyle öne çıkan orta şeker bir şarkı. Konserde bu şarkıdaki “Hu ha” kısımlarına tüm salon eşlik ediyor. Single parçaları saymazsak, Spotify‘da en çok dinlenen şarkı da bu.
  • B3-Damn the War: Koronun vokale geçtiği bir diğer şarkı. Herkes kendi bölümünü söylüyor. Parçanın en önemli özelliği ise girişteki ve parça içerisindeki yaylı tamburun Cahit Berkay tarafından çalınmasıdır. Yine albümdeki en klas gitar soloları da bu parçada yer alıyor.
  • B4-Dünya (Yavuz Çetin Cover): Albümdeki favorim. Evet enstrümental ancak muhteşem bir cover olmuş. Hem parçanın orijinal ruhunu korumuşlar hem de kendilerinden bir şeyleri katabilmişler. Kendileri de çok sevmiş olmalılar ki konserlerinde intro olarak kullanmaya başladılar. Bu şarkı aslında Yavuz Çetin Tribute albümü için kaydediliyor ancak bu albüme ekleniyor. Solo gitarları, ritm melodileri, davulları ve yapısıyla bayıla bayıla dinlediğim, albümde Sur’la birlikte en çok dinlediğim şarkı budur. Altı dakikalık çalma süresiyle de albümdeki diğer şarkılara göre epey öne çıkıyor.
  • B5-Ödenmez: Pentagram’ın en sevdiğimiz üyesi Murat İlkan’dır. Gel gör ki Makina Elektrika’daki vasat şarkılardan birisi ona düşmüş. Belki de kendi tercihidir, bilemiyorum. Bu parçada gruba bir başka duayen isim Erkan Oğur perdesiz gitar ve kopuzla eşlik etmiş. Ayrıca Murat İlkan’ın eşi Alper İlkan da bass gitarları çalmış.

Çalma süresi 45 dakikadan biraz daha uzun olan albümün üçte birini “Dünya” ile “Seek and Destroy” isimli coverlar oluşturuyor. Plak baskısı neyse ki gatefold yani açılır kapak olarak yapılmış ancak tek plaktan ibaret. İlerleyen dönemlerde belki yeni baskılarda çift plak olarak basabilirler. Hatta biraz daha farklı bir düzenleme yapıp parçaları Türkçe, İngilizce ve cover olarak üç grup halinde disklerin farklı yüzeylerine dağıtabilirler.

Plak, Sony Music ve A.K. Müzik Yapım firmalarının ortaklığıyla yayımlandı. Fotoğraflar ve iç kapaktaki muhteşem kolaj sevgili Levan Uzbay‘ın eseri. Teşekkürler’in de yer aldığı bu müthiş kolajda, onlarca farklı ismin fotoğrafı yer alıyor ve bir süre bakmaya devam edince, bu bakışlar keyifli bir isim bulmaca oyununa dönüşüyor. Arka kapakta ise grubun tamamının olduğu bir fotoğraf yer alıyor ki burada grup üyesi sıfatıyla Ozan Tügen’i de görüyoruz. Eh fazlasıyla hak ediyordu zaten.

İç sayfada en altta “Kemal Kenan Ergen anısına” ibaresi düşülmüş. Gökalp Ergen’in ağabeyi senarist ve yazar Kemal Kenan Ergen tam da bir yıl önce vefat etmişti. Mekanı cennet olsun.

Sony’den çıkan hemen her plak gibi, bu baskıda da ne bir insert, ne bir zarf baskısı görüyoruz. Plağa basılan bir albüm olunca bu tip ekstralara yönelik beklentim daima oluyor. Ya bir özel insert baskısı, bir poster, bir el yazısı mektup, birkaç çıkartma ya da en azından birkaç exclusive içerik için şifre/kod vs. olsun. Ancak nafile. Yurtdışında basılan pek çok plakta müzikseverleri cezbetmek için böyle ekstralar kullanılıyor. Türkiye’de Sony’den çıkan pek çok plakta ise ne yazık ki bunları bulmak çok ama çok zor.

İrili ufaklı eleştirilerim olsa da Makina Elektrika, Pentagram’ın halen kendi kulvarında ülkemizin en iyi gruplarından birisi olduğunun altını çiziyor. Grup son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanında konserler veriyor, konserlerinde neredeyse üç kuşağa birden hitap ediyor, her kuşak kendi döneminin şarkılarında daha bir mest oluyor. Olabilecek her şekilde ayrıştırılmaya çalışan toplumda, bu tür müzikal kuşak çatışmaları belki de ayrışmanın en naif yanı olarak kalıyor. İşte Pentagram kendi diskografisinde belki de çoktan birbirinden uzaklaşmış bu jenerasyonları bir araya getirebiliyor. Bu yüzden önemliler ve hala her konserlerinde salonları dolduruyorlar. Ürettikleri her şey için teşekkürler.

Not: Evde plakları ve enstrümanları sahiplenen birisi daha var. Kendi isteği üzerine bu fotoğrafı ekliyorum 🙂

Pentagram – Makina Elektrika (2022)

2022 yılının müzikal sürprizlerinden en büyüğü Pentagram‘dan geldi. Grup tam 10 yıl sonra, yepyeni şarkılardan oluşan 8. albümü Makina Elektrika‘yı yayımladı. Yayımlandıktan dört ay sonra, artık albümün CD ya da plak olarak basılmasından umudu kestiğim için albüm inceleme yazısını küçük düzeltmelerle yayımlıyorum.

Yılın ortalarına doğru grubun davulcusu Cenk Ünnü rahatsızlanıp grupla birkaç konsere çıkmayınca, kendisini ilk defa Murat İlkan‘ın Yaramaz Çocuk şarkısının klibinde görüp takibe aldığım ve devam eden süreçte de ülkemizdeki en iyi davulcular arasında olduğunu anladığım Erce Arslan, Pentagram tarihinde ilk defa davula geçen isim oldu. Çünkü o güne dek Cenk Ünnü’nün olmadığı hiç bir Pentagram konseri yapılmamıştı. (Aslında Erce Arslan’ın Yaramaz Çocuk klibinde oynaması da bir diğer ünlü davulcu Aykan İlkan’ın rahatsızlanması sebebiyle olmuştu.)

Sevgili Cenk Abi kısa süre sonra sağlığına kavuştu ve sahalara dönüş haberini “yeni bir albüm” müjdesiyle verdi. Bu süreçte Erce Aslan yaptığı bir sosyal medya paylaşımında ise grubun yeni albümünden birkaç şarkı dinlediğini ve özlenen Pentagram rifflerini duyacağımız, çok sert bir albümle karşı karşıya olacağımız bilgisini deyim yerindeyse sızdırdı.

Pentagram aslında bu albüm için 2020 yılında çalışmaya başlamış ancak pandemi nedeniyle çalışmaları kesintiye uğramıştı. 2020’nin son haftalarında yayımlanan “Bu Düzen Yıkılsın“, 2021 yılı başında yayımlanan “Sur” ve aynı yılın ortalarında yayımlanan “Pride” isimli şarkılar, grup tarihinde ilk defa single olarak yayımlanan şarkılar oldular. Yayımlanacak albümün bütünü hakkında çelişkili izlenimler, karışık hisler uyandıran bu şarkılarından özellikle Sur, efsane giriş melodisi ve sözleriyle akıllarda yer etti ve devam eden konserlerde de epey reaksiyon aldı. 

Makina Elektrika, nihayet 9 Eylül 2022’de tüm dijital platformlarda yayımlandı. Aynı sabah işe gitmek için bisiklet yerine tramvaya bindim ve albümü dinlemeye başladım. Tam 10 yıl sonra gelen on şarkılık yepyeni albüm nihayet kulaklarımdaydı. Ancak bu on şarkıdan üç tanesi, albümden aylar önce yayımlanan single parçalarıydı. Geriye kalan yedi parçadan, biri enstrümantal olmak üzere ikisi ise cover parçalardan oluşuyordu. Kalan beş yeni besteyi, aradan geçen 10 yılı göze alarak büyük beklentilerle dinlemeye başladım. 

Pentagram, Akustik isimli çalışmasından beri tam sekiz ve hatta Ozan Tügen‘le dokuz kişilik bir grup. Bu dokuz müzisyen, Türk müzik tarihinde (yalnızca rock ve metal değil, komple bir müzik tarihinde) ayrı ayrı öneme sahip müzisyenlerdir. Perde arkasında yaptıkları işler, çaldıkları isimler, prodüktörlüğünü yaptıkları gruplar ve müzisyenler, çektikleri klipler, kaydettikleri ve yayınladıkları albümler, kazandıkları başarılar olarak bakınca da galiba Türkiye’nin en celebrity grubu olma sıfatını hak ediyorlar. Grubun bu albümdeki kadrosu şu şekilde:

  • Hakan Utangaç – Ritm gitar, vokal
  • Cenk Ünnü – Davul
  • Tarkan Gözübüyük – Bass gitar
  • Metin Türkcan – Solo gitar
  • Gökalp Ergen – Vokal
  • Murat İlkan – Vokal
  • Ogün Sanlısoy – Vokal
  • Demir Demirkan – Solo gitar
  • Ozan Tügen – Klavye, bağlama, cura

Kendime milat aldığım bu son 10 yılda, bu kadar farklı ismin uyum içerisinde bir arada çalıştığı Pentagram’dan, çok daha fazla yeni şarkı yayımlanmasını beklerdim. Şu noktada bilmediğimiz şey, Pentagram adına yapılan üretim sürecine bu müzisyenlerin hangileri dahil oluyor? Besteler, bu dokuz kişi bir araya gelince mi yapılıyor yoksa grubun herkesçe bilinen beş üyesi besteleri yapıp sonra diğer üyelere paylaştırıyor mu? Tahminim ve bestelerin yapıları, ilk seçeneğin daha makul olduğunu gösteriyor. Sıkça koro vokal kullanımı eleştirilen grup, Makina Elektrika da şarkıları vokalistlere göre dağıtarak işe başlamış. Bu sistem konserlerinde de uyguladığı bir tarife. Albümde her vokalin lead olarak söylediği bir şarkı var. Kişisel favorim olan Murat İlkan’a albümün en slow parçası olan Ödenmez‘i layık görenlere de çok kızgınım (belki kendi şarkısı da olabilir, o halde kızmıyorum, kızamıyorum).

Şarkılar üzerinden konuşmak daha iyi olacak. Bu arada, albüm halen CD ya da başka bir formatta basılmadı. Dolayısıyla satın almadığım albüme yorum yazmama geleneğimi mecburen bozuyorum. Hatta grubun ilk duyurusuna güvenip aylardır bu yazıyı taslakta bekletip albümün basılmasını ümit ettiğim için de kendime kızıyorum. Yukarıda kısmen bahsetmiş olsam da albümün parça listesi ve her parçayla ilgili değerlendirmelerim şu şekilde:

  1. Bu Düzen Yıkılsın: Single olarak çıktığından beri pek de sevemediğim şarkı. “Davullar çalınsın” kısmı beni benden alıyor(!).
  2. Sur: Hem single hem de albümün genelindeki en iyi şarkılardan birisi. Sözleri, melodisi ve akılda kalıcılığıyla harika bir Pentagram şarkısı. “Sonuna kadar taşıyamazsın, dökülür bütün sırlar!”
  3. Pride: Parçanın giriş bölümü grubun Unspoken ve öncesi dönemlerine selam çakıyor. Koro vokal sevemediğim için sonrasında gelen kısımlara ısınamadım. Gitar ve davul partisyonları müthiş olan bu şarkıya farklı, agresif bir vokal yazılsaydı parçanın çok daha iyi olacağını düşünüyorum.
  4. Revenant: Parça inanılmaz bir enerjiyle, twin pedallar ve Gökalp Ergen’in Slayervari vokaliyle başlıyor. Albümdeki en metal parçalardan birisi derdim ancak nakarat böyle bir enerjiye göre çok ama çok aşağıda kalıyor. Yine de albümün iyi parçalarından olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Grupta an itibariyle dört kişi vokal yapıyor ancak bu isimlerin en enerjik ve en öfkeli olanının Gökalp Ergen olduğunu düşünüyorum. Özellikle konserlerde kendisini izlerken göz bebeklerimiz büyüyor.
  5. Sensiz: İşte albümün en metal parçası! Çok büyük hayranı olduğumuz Hakan Utangaç’ın vokalleriyle hayat bulan şarkı, ağır aksak bir ritme sahip olsa da gitarların disstortiona boğulduğu, nakaratıyla akıllara kazınan ve olağanüstü “sen-siz” bölümleriyle albümde Sur’la birlikte en iyi Türkçe şarkı. Parçanın son 10 saniyesinde duyduğumuz maymun çığlıkları ise bir sonraki parçayı müjdeleyen bir intro.
  6. Maymunlar Gezegeni: Albümde ismiyle ve Ogün Sanlısoy vokaliyle öne çıkan orta şeker bir şarkı. Bu arada tüm Pentagram diskografisinde özellikle davul trafiği ve tekniği bakımından en üstün albüm budur. Neredeyse her parçada bol tamtam ataklı, aksak ritimler, twin pedallı davul partisyonları dinliyoruz. Konserde bu şarkıdaki “Hu ha” kısımlarına tüm salon eşlik ediyor. Single parçaları saymazsak, Spotify‘da en çok dinlenen şarkı da bu.
  7. Damn the War: Koronun vokale geçtiği bir diğer şarkı. Herkes kendi bölümünü söylüyor. Parçanın en önemli özelliği ise girişteki ve parça içerisindeki yaylı tamburun Cahit Berkay tarafından çalınmasıdır. Yine albümdeki en klas gitar soloları da bu parçada yer alıyor.
  8. Dünya (Yavuz Çetin Cover): Albümdeki favorim. Evet enstrümental ancak muhteşem bir cover olmuş. Hem parçanın orijinal ruhunu korumuşlar hem de kendilerinden bir şeyleri katabilmişler. Kendileri de çok sevmiş olmalılar ki konserlerinde intro olarak kullanmaya başladılar. Bu şarkı aslında Yavuz Çetin Tribute albümü için kaydediliyor ancak bu albüme ekleniyor. Solo gitarları, ritm melodileri, davulları ve yapısıyla bayıla bayıla dinlediğim, albümde Sur’la birlikte en çok dinlediğim şarkı budur. Altı dakikalık çalma süresiyle de albümdeki diğer şarkılara göre epey öne çıkıyor.
  9. Ödenmez: Pentagram’ın en sevdiğimiz üyesi Murat İlkan’dır. Gel gör ki Makina Elektrika’daki vasat şarkılardan birisi ona düşmüş. Belki de kendi tercihidir, bilemiyorum. Ne yazık ki Spotify’da da en az dinlenen şarkı bu olmuş. Bu parçada gruba bir başka duayen isim Erkan Oğur perdesiz gitar ve kopuzla eşlik etmiş. Ayrıca Murat İlkan’ın eşi Alper İlkan da bass gitarları çalmış.
  10. Seek and Destroy (Metallica Cover): Ne gerek vardı bilmiyorum 🙂 Metallica da bir Pentagram şarkısı coverlamadığı sürece bu şarkıyı sevmeyeceğim. Yaklaşık 7 dakikalık süresiyle albümün en uzun şarkısı. Bence kapanış parçası olarak Dünya çok daha iyi bir seçim olabilirdi. Çalma süresi 45 dakikadan biraz daha uzun olan albümün üçte birini “Dünya” ile “Seek and Destroy” isimli coverlar oluşturuyor.

Biraz sitem ettim ama umudumu da kesmiş değilim. Bu yıl içerisinde umarım bu albüm CD veya plak veya her iki formatta da basılır. Eğer albüm bu şekilde piyasaya sürülürse mutlak suretle bir yazı daha yazacağım, belki daha kısa. İrili ufaklı eleştirilerim olsa da Makina Elektrika, Pentagram’ın halen kendi kulvarında ülkemizin en iyi gruplarından birisi olduğunun altını çiziyor. Grup son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanında konserler veriyor, konserlerinde neredeyse üç kuşağa birden hitap ediyor, her kuşak kendi döneminin şarkılarında daha bir mest oluyor. Olabilecek her şekilde ayrıştırılmaya çalışan toplumda bu tür müzikal kuşak çatışmaları, belki de ayrışmanın en naif yanı olarak kalıyor. İşte Pentagram kendi diskografisinde belki de çoktan birbirinden uzaklaşmış bu jenerasyonları bir araya getirebiliyor. Bu yüzden önemliler ve hala her konserlerinde salonları dolduruyorlar.

Kariyerlerinin son yirmi yılında, onar yıllık periyotlarla üç albüm yayımladılar ve ara dönemlerde de boş durmadılar. Ortaya çıkan hiçbir albümleri bir kenara kolayca atılmadı, muhakkak herkesin kulaklarına kazınmayı başaran parçalar yaptılar. Ürettikleri her şey için teşekkürler.

Love fear, born and die; keep the dream alive!

2022 Yılımın Özeti

Şansa bak, yılın ilk yazısı yılın ilk dolunayına denk geldi. Bir My Resort klasiği haline gelen Yılımın Özeti yazısı başlıyor. Sıkılmadan okumanız dileğiyle.

Refah düzeyimin iyice düştüğü, ekonomik karamsarlıklarla boğuştuğumuz, buna rağmen eşimiz dostumuzla oldukça güzel zamanlar geçirip güzel işler ve ilkler başarabildiğim bir yıl oldu. 2013 yılından sonra, galiba hayatımın en hızlı geçen yıllarından birisi de olduğunu söyleyebilirim. Eskişehir’deki iş yerimde 5. yılımı, mesleğimde ise 10. yılımı geride bıraktım. Eskişehir’de geçirdiğim süre, artık Bilecik’te geçirdiğim süreyi geride bıraktı. Eskişehir’de yaşadığım her tecrübe de zaten Bilecik’i geride bıraktı.

2008 yılında Windows’un ilkel denilebilecek blog platformu olan Live Spaces altında blog yazmaya başladım. Yaklaşık bir yıl sonra, 2009 yılının Şubat ayında ise akıllıca bir hamle yaparak, o güne dek yazdığım yüzden fazla yazıyı birkaç gece uyumadan WordPress üzerine taşıdım. Ve o tarihten beri de WordPress altyapısını kullanmaya devam ediyorum. On üç yıldan uzun süredir My Resort, WordPress çatısı altında varlığını sürdürüyor.

Blog bu yıl yazı sayısı bakımından oldukça düşük bir performansa sahip. Sadece 48 yazı yazabilmişim. Ortalama olarak haftada bir yazı yazmışım. Bu benim açımdan oldukça yetersiz ancak hayatımızın en önemli parçası olan Mert Ekin‘in varlığı bu sayı üzerinde oldukça etkili 🙂 Bu yılın ikinci yarısında eşimin çalışma koşullarının değişmesi sebebiyle hafta sonumu tamamen Mert’le birlikte geçiriyorum. Hafta sonlarında kendime yazı yazmak şöyle dursun, kitap okuyacak bile imkan yaratamadım. Eh, bunda biraz benim de acemiliğim var elbette. Halil Abi‘den ders alacağım. Geçen sene de yazı ortalaması için Mert’i bahane etmişim ancak geçen yıl henüz 1,5 yaşında olan Mert’in bu sene olduğu kadar oyuna ve ilgiye ihtiyacı yoktu sanırım. Görünen o ki bu ihtiyacı da her geçen yıl daha da artacak.

Yılın son ayında blogla hiç ilgilenemedim. Çünkü bu yıl içerisinde yapmayı planladığım ancak ekipman eksikliğinden dolayı yapamadığım podcast projem için çalışmalar yapıyordum. Üstüne bir de Mert’in ufak tefek rahatsızlıkları olunca blogda yayımlanacak yazıların ancak taslaklarını yazabildim. Yayımlayamadım. Geçen yıldan yazmaya başlayıp da yayımlayamadığım taslaklarım şu şekilde:

  • Tübitak’tan Astronomi ve Popüler Bilim Kitapları
  • Pentagram – Makina Elektrika
  • Kayıp Tabur (öykü)

Bunlardan özellikle Pentagram’ın bir türlü CD ve plak formatında yayımlayamadığı albümünün yazısı büyük pişmanlık oldu benim için. Keşke albüm çıktığı dönem yayımlasaydım. Bu taslakları yılın ilk ayı içerisinde tamamlayıp yayımlayacağım. Hatta kendime koyduğum ilk hedef de bu olsun.

Bu yıl blogda en çok okunan yazılar İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) başlıklı yazılar oldular. Bu yazılar önceki yıllarda yazdığım halen reyting almaya devam eden yazılar. Bu yıl yazdığım yazılardan ise en çok okunanlar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri ve İhsan Oktay Anar – Tiamat (2022) İnceleme başlıklı yazılar oldular. Bu yıl önceki yıllara göre bloga okuyucu yönlendiren mecralarda da ciddi değişiklikler olmuş. Blogun yayım hayatının başından beri ilk defa bu yıl bloga en çok okuyucuyu Facebook değil, WordPress Mobil Uygulaması yönlendirmiş. Bu muhteşem bir gelişme. Yine, geçen yıl blog için açtığım Instagram hesabı sayesinde Instagram da Facebook’u geçerek, bloga en çok okuyucu yönlendiren ikinci platform olmuş. An itibariyle 258 takipçi var burada. Umarım bin kişiye yaklaşır. Bu yıl ilk defa denediğim WhatsApp anlık gönderileri ise beklediğimden daha az okuyucu göndermiş göndermesine ancak özellikle arkadaş ve iş çevremden bu anlık gönderiler sayesinde çok fazla kişiyle etkileşim kurabildiğim için bu yıl da aynı platformlara devam edeceğim.

Şimdi gelelim, blogun aylık maceralarına. Bu yazıları iş yerinde tuttuğum günlükten notlarla da destekleyeceğim.

Ocak 2022: Ocak ayında 7 yazı yazmışım. Yılın en çok yazı yazdığım ayı da bu ay olmuş. Elbette bu durumda bir haftalık Covid karantinam da etkili oldu. Bu ay 19 Ocak sabahı Eskişehir’de yoğun bir kar yağışı başlamış. Bu yağış bütün hafta devam etmiş.

  • Metis Ajanda koleksiyonuna başladım. Hatta o koleksiyon bu yıl da devam ediyor. 2023 yılı Metis Ajandası‘nın sloganı ArzuHal.
  • Covid oldum: Pandeminin son atağında ben de hastalığa yakalandım. Üçüncü doz biontech aşımı olduktan aşağı yukarı bir hafta sonra, birkaç seri hapşırmanın ardından gidip test verdim ve sonucum pozitif çıktı. Bir hafta evde kaldım. En ufak bir ağrı sızı hissetmedim. Zaten benim karantinam bittikten sonra da Bilim Kurulu pandemi koşullarını oldukça hafifletti.
  • İhsan Oktay Anar‘ın Tiamat isimli yepyeni bir roman yayımlayacağı müjdelendi.
  • İş Yerinde Yepyeni Yüzlerle Tanıştık: Bu yıl iş yerimiz açısından en büyük gelişme özelleştirilen Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‘ndan bizim kuruma geçiş yapan arkadaşlarımız oldu. Numan, Serkan, Kübra, Merve ve Hasan ben karantina altındayken Ocak ayı içerisinde yeni çalışma arkadaşlarımız oldular. Bu kadar kısa sürede bu arkadaşlarımızla çok samimi arkadaşlıklar kurduk. Serkan’la okuldan da arkadaştık zaten. Ancak diğer arkadaşlarımızla da sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir uyum yakaladık.
  • Pentagram – Acoustic Live 2017 isimli çalışmasını yayımladı: Ama Youtube’dan. DVD ya da bluray olarak basılmadı bu güzel çalışma. Birkaç defa sosyal hesaplarından yazmama rağmen cevap dahi alamadım bu soruya.

Şubat 2022: Şubat ayında dört yazı yayımlamışım. Bu ayın başında tıpkı geçen ay bana olduğu gibi Merve ve annem Covid pozitif çıktı. Yabancı Dil Sınavına başvurdum. Yine bu ayın son günlerinde halı saha maçlarımıza başladık.

  • Org aldım: Her defasında midi klavyeyi kurmak artık zor geliyordu. Ufak tefek melodiler aklıma geldiğinde yutmak zorunda kalıyordum. Casio marka ikinci el sağlam bir org denk getirip aldım. Bu orgu yılın ilerleyen günlerinde kaydettiğimiz videolarda da kullandım.
  • Seksen Günde Devri Alem Dizisi: Bu yıl, Jules Verne‘nin meşhur kitabından uyarlanan Seksen Günde Devri Alem isimli diziyi izledim. İngiliz yapımı ve oldukça keyifli bir diziydi. Bu diziyi ve Jules Verne hakkındaki tüm gelişmeleri çok sevgili Murat Haser ve Instagram grubumuz sayesinde takip ediyorum. Ayrıca bir süredir kıymetli Ahmet Öncüer hocamı da ihmal ettiğimin farkındayım. Ankara’ya ilk gidişimde kendisini arayacağım.
  • Annem, babam, kardeşlerim ve eşim de Covid oldu: Ailecek covid olma hakkımızı kullandık ve şükür ki bir daha hastalık yaşamadık.
  • Pentagram konserine gittik: Yılın ilk konseri oldu bu. Oldukça kalabalık bir ekiple gittiğimiz konserde ön sıralardaydık ve çok eğlendik. Yılın ikinci yarısında gittiğimiz konserde neler olacağını bilseydim daha da eğlenirdim.

Mart 2022: Kış devam ediyor, nasıl bir soğuk varmış! Bu ay 5 yazılık bir performans sergilemişim. Mert Ekin sünnet olduğu için sağ olsun iki taraftan da sürekli misafirimiz ve sürekli Mert’le ilgilenenler oldu. Bu sayede blogla ilgilenebildim. Ah canım blogum! Bu arada Mert’in sünnet olacağı gün arabayı ufak bir sürttüm.

Nisan 2022: Nihayet bahar gelmiş. Belli çünkü sadece 3 yazı yazabilmişim. Bu ay Yabancı Dil Sınavı’na girdim. Sınavdan birkaç gün önce oturup biraz kelime çalışıp deneme çözdüm. Ders çalışmayı seviyorum galiba. Bu ayın son iki haftası özellikle iş yerinde oldukça yoğun ve koşturmacayla geçti. 23 Nisan için özel bir etkinlik organize ettik. Bu organizasyonda çeşitli görevlerim vardı. Yine bu ayın ilk günlerinde Sertan‘ın babası vefat etti. İşyerindeki bilgisayarım bozuldu. İkame bir bilgisayarla yılı tamamladım. Neyse ki yeni bilgisayarım çok iyi. Telefonum yere düştü ve kalemi fırlayıp kırıldı. Yeniledim.

Mayıs 2022: Yoğun bir ay olmasına rağmen blogda 5 yazı yazmışım. Havalar iyice ısınmıştı. İşyerinde gündem yine yoğundu ancak keyifliydim. Mert bu ay iki yaşına girdi. He-Man temalı bir doğum günü yaptık. Bayramı evde geçirmemiz dolayısıyla hem yazdım hem de bol bol okudum. Bu ayın ortalarında Eskişehir’de güzel bir kitap fuarı oldu. Türk Dil Kurumu’ndan kitaplar aldım. Ayrıca bu ay implant tedavisine başladım. Yine bu ayın son günlerinde Eftade Hocam ve ekibiyle birlikte “Geleceğin Yeşil Yakalıları” isimli TÜBİTAK projemizi gerçekleştirdik. Benim için harika bir tecrübe oldu. Emeği geçen başta Merve ve Esra olmak üzere, Mine ve Sevda ve tüm diğer arkadaşlarımıza teşekkür ederim. 29 Mayıs Cumartesi günü kurum olarak İstanbul’a gidip geldik günü birlik şekilde.

  • Yabancı Dil Sınavı açıklandı: Sınav aslında Nisan ayının son haftası açıklandı ancak yazabildim. Sınava 70 ve üzeri bir puan almak hedefiyle girdim. 80 üzeri bir puan alarak hedefimi gerçekleştirmiş oldum.
  • Madeni Para Koleksiyonumun 1 TL serilerini paylaştım. Bu yazım, bu yıl yazdığım ve en çok ilgi gören bir diğer yazım oldu. Bu yazıyı yazdıktan kısa süre sonra Erdem Abi sayesinde elimdeki yıl eksiklerinin hepsini tamamladım. Sadece o değil, çevremdeki çoğu arkadaşım da bu koleksiyonuma destek oldular.

Haziran 2022: Bu ay 4 yazı yazmışım. Ayın ilk günleri Çevre Haftası etkinlikleri sebebiyle koşturmacayla geçti. İş yerinden sevgili Burak Abimiz bana bir kaset ve radyo deck hediye etti. Kaset deck’in tamiratını evimin karşısında bu yıl açılan Alisa Elektronik‘te Ali Abi’ye yaptırdım. Canavar gibi oldu! Muhteşem bir set kurdum böylece. Bu ayın son günlerinde doktora mezuniyet törenimiz oldu ancak yazısını Temmuz ayı içerisinde yazdım.

  • Jules Verne koleksiyonuma yeni kitaplar eklenmiş. Ayrıca Ötüken Yayınları’ndan Denizler Altında 20000 Fersah romanının oldukça müthiş bir baskısı çıktı. Bu yıl ağırlığımı Alfa Yayınları’ndaki Olağanüstü Yolculuklar Serisi’ne verdim. Yayınevi, serinin 2023’te tamamlanacağını duyurdu.
  • Türkiye Çevre Haftası’nı kutladık: Normalde iş yerindeki etkinliklerden oldukça yüzeysel bahsederim. Ancak bu etkinlik ciddi anlamda emek verip her aşamasında saatlerimizi harcadığımız bir organizasyon olunca ben de yazdım elbette. Sevda’yla birlikte sunuculuk yapmamız, düzenlediğimiz voleybol turnuvası, bisiklet turu gibi etkinliklerle oldukça kapsamlı bir organizasyon yaptık. Öncesindeki bütün bir Mayıs ayı ve Haziran ayının ilk haftasını bu işe adadık. Voleybolda başarılı olamadık. Takımımız Kübra, Halil Abi, Rıdvan Abi, Numan ve benden oluşuyordu.

Temmuz 2022: Bu yılın şüphesiz en iyi ayı bu aydı. Çok mutluydum. Bloga dört yazı yazdım. Çünkü Haziran ayı sonunda güzel bir mezuniyet töreni yaşamış, ayın ortalarında da Maykıl Ceksın kulübüyle tatile gitmiştik. Yine bu ayın ortalarında bu yıl ki stajyerlerimiz başladılar. Hepsi çok güzel ve iyi arkadaşlarımız oldular. Egehan, Fatih, Begüm, Almina, İpek, İrem ve Çağlar birbirinin peşi sıra kurumumuzda staj yaptılar. Oldukça saygılı ve sevgi dolu bu arkadaşlarımızın bahtları ve yolları açık olsun. Başta Fatih ve Çağlar olmak üzere hepsiyle halen görüşüyorum ve görüşmeye de devam edeceğim. Yeri gelmişken sürpriz yılbaşı hediyesi için sevgili Egehan’a ve çok uzaklardan bir kart yollayarak beni mutlu eden sevgili Buket’e selamlar sevgiler.

  • Doktora mezuniyet törenine katıldık: Bir yıl önce mezun olmuş ancak pandemi nedeniyle mezuniyet töreni yapılamadığından pek de anlayamamıştık mezun olduğumuzu. Bir önceki yılın mezunlarıyla birlikte bu yıl nihayet bir mezuniyet töreni düzenlendi ve Alper’le birlikte katıldık. Bu törende Lisansüstü Eğitim Enstitüsü mezunları adına konuşmayı ben yaptım. Birinci olmuşum 🙂
  • James Webb Uzay Teleskobu faaliyete girdi. Bu teleskop insanoğlunun evrene açılan yepyeni bir gözü oldu. Artık çok daha uzakları görebiliyoruz. Üstelik görüşümüz de daha keskinleşti. Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde çok büyük keşifler yapılacağına olan inancım arttı.
  • Şerit rozet ve bröve koleksiyonuna başladım. Aslında bu merakım çok daha eskiye dayanıyordu ancak bu yıl ilk defa planlı bir şekilde piyasan bröve ve rozet toplamaya başladım. Bu noktada seritrozet.com isimli siteye çok şey borçluyum. Sahibiyle Ankara’da da buluşup tanıştım. Konuya ilişkin çok daha fazla bilgi elde etme şansım oldu. Ayrıca bir de çok kaliteli bir posterim oldu. Bu koleksiyona bu yıl da devam edip yakın zamanda birkaç görsel daha paylaşacağım.
  • Maykıl Ceksın kulübüyle Datça’ya gittik: İşte yılın en keyifli yazılarından birisi daha! Önce Denizli’ye gidip Turgutlar’la buluştuk. Ertesi gün ise Sercan ve Alper’le yol üzerinde buluşup üç aile Datça’ya gittik. Burada çok şirin bir otelde kalıp oldukça keyifli bir hafta geçirdik. Denize doyduk. Dönüşte de Volkan’ın ailesini ziyaret ettik Çubucak’ta. Ciddi anlamda yorucu bir yol tecrübesi oldu benim için. Özellikle dönüş yolunda Mert’in de huzursuzlanmasıyla mücadele ettik ve kazasız belasız dönebildik.

Ağustos 2022: Evet, yaz ayları oldukça keyifli geçmeye devam ediyor. Bu ay da 4 yazı yazarak adeta kendime bir standart oturtmuşum. Bu ayın bir kısmını yollarda geçirdim. Yine bu ay yılın ilk kamp tecrübesini yaşadık. Ayın ilk haftasında Mert ve annesi Antalya’ya gittiler. Ayın sonlarına doğru iş yerinden arkadaşımız Osman vefat etti. Mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

  • Umut Sarıkaya’nın külliyatı tek seferde yayımlandı. Komik Şeyler Yayıncılık güzel bir çalışmaya imza atıp Umut Sarıkaya’nın çalışmalarından oluşan üç kitap ve iki albümü koskoca bir set olarak yayımladı. O günden beri Umut Sarıkaya’nın Eskişehir’e gelmesini bekliyorum. Blogda yazmadım ama birkaç ay sonrada yine Dünya Klasikleri isimli bir kitabı üstelik özel baskısıyla yayımlandı.
  • Kardeşim Mustafa burun ameliyatı oldu. Blog elbette benim dışımdaki aile fertlerinin ve yakın dostlarımın da hayatlarındaki önemli olayları anlatıyor. Kardeşimin taa lisedeyken geçirdiği trafik kazasının ardından yıllardır kademe kademe geçirdiği ameliyatların sonuncusu da nihayet oldu. Ben de o gece refakatçi olarak kaldım yanında.
  • KİM Tiyatro Ekibiyle tanıştık. Biricik arkadaşımız İnanç’ın harika performanslar sergilediği bir tiyatro oyunu dolayısıyla KİM Tiyatro ekibiyle tanıştık.
  • Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık: Emre’nin Ankara’da yaşamaya başlamasının bir kutlaması olarak Alper ve Emre’yle Ankara’da Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık. Müthiş bir kamp oldu. Sonradan bu alanın sevgili arkadaşım Özge Şefimin sorumluluk sahasındaki bir tabiat parkı olduğunu da anladım. Eh biraz sitem etti o da.

Eylül 2022: Oldukça keyifli geçen bir yazdan sonra sonbahar başladı. Ortalamayı koruyor ve 4 yazıyla devam ediyorum. Bu ay KÖFN’ün hit parçası Bi’ Tek Ben Anlarım’ı coverladık Instagram’da. Yıl boyunca yaptığımız cover parçaları yazının sonlarına doğru liste şeklinde vereceğim. Alper’in doğum gününde İngiltere Kraliçesi Elizabeth öldü. Ölmez denilen kadın öldü. Dünya ona da kalmadı. Bu ay yeşil pasaport aldık.

Ekim 2022: Sonbaharın artık iyice kendini hissettirdiği, soğuğun iliklere işlemeye başladığı bir ay olmuş. Yine bu ay da 4 yazı yazmışım. Bu ay kısa süreli bir Ankara ziyaretim oldu. Temmuz ayında başladığım şerit rozet koleksiyonuyla ilgili olarak Ankara’da seritozet.com isimli sitenin sahibiyle buluşup tanıştım.

Kasım 2022: Yoğun bir yağmur vardı ay boyunca. Ay boyunca 3 tane yazı yazabildim.

  • Mezunlar buluşmasına gittik: Mezuniyetimizin 10. yılında pandemi nedeniyle yapılamayan ve bu yıl telafisi yapılan mezunlar buluşmasına gittik. Dönem arkadaşlarımızın yanı sıra hocalarımızla da bir araya gelebildik bu sayede. Aynı gün Alper, Emre, Ahmet Ali ve Çağlar‘la stüdyoya girdik.

Aralık 2022: Ve yılın son ayı. Bu tembel kardeşiniz sadece bir yazı yazabildi. 2014 yılındaki askerliğimden beri hiç bir ayda iki yazının altına düşmemiştim. Neyse sağlık olsun. Yılın son ayının en güzel yanı 2022 Dünya Kupası Turnuvası oldu. Katar’da oynanan turnuvayı favorim olan Arjantin kazandı. Ve böylece Messi gezegenin yaşayan en iyi futbolcusu oldu. Bizim nesil de tıpkı önceki nesiller gibi (Pele, Maradona) kendi döneminin efsanesi Messi‘yi nihayet Dünya Kupası alırken görebildi. Arjantin takımında kamuoyunda oldukça itici karşılansa da kaleci Martinez de turnuvanın bir diğer yıldızı oldu. Olağanüstü kurtarışlar yaparak en az Messi kadar kupayı kazanmalarını sağladı. Son olarak bu ay sevgili arkadaşım Merve sayesinde Turkcell tarafından kazıklanmaktan kurtuldum. Çok iyi bir fiyata çok GB’lı bir tarifeye geçtim.

  • Maykıl Ceksın Kulübü olarak 10 yıl sonra yeniden Çanakkale’ye gittik. 10 yıl önce Volkan, Alper ve Sercan’la yaptığımız turu bu sefer Volkan gelemediği için üçümüz gerçekleştirdik. Yılın son ayına oldukça yüksek bir enerjiyle giriş yapmış oldum böylece. Gelibolu‘ya Temmuz 2014’ten sonra yeniden dönmek beni oldukça tuhaf, hüzünlü ve daha çok mutlu hissettirdi.

Evet, koskoca bir yılın özeti bu şekildeydi. Ancak elbette blogda yazmadığım pek çok başka güzel gelişmeler de olmadı değil. Bunlardan en önemlilerinden birisi Ender ve Semra‘nın düğünü oldu. Çok güzel bir tarihte, 29 Ekim günü düğünleri yapıldı. Düğünde çok uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı da gördüm üstelik. Hatta ilginç bir tesadüf eseri, Fehmi‘ye arkadaşımın düğüne gittim diye anlatıp fotoğrafları gösterdiğimde fotoğraftaki arkadaşlardan Murat, Fehmi’nin çocukluk arkadaşı çıktı. Yine Eylül ayının 5’inde Doğan ve Sinem‘in düğünleri oldu. Sevgili kuzenimiz Doğan’ı ve tüm ailesini Eskişehir’de ağırladık. Biricik kardeşim Okan‘la hasret giderdik. 18 Haziran Cumartesi günü Bilecik’e Emre ve Şeyma‘nın düğünü için gittim. Düğüne gelemeyen birkaç kişi hariç herkesle görüştüm. Evlenen tüm kardeşlerimize ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Adam Spor Merkezi‘ne büyük bir titizlikle devam ediyorum. Burada oldukça güzel bir arkadaş ortamımız oldu. Yıl boyunca Erhan Abi‘yle antrenmanlar yapıp eğlendik. Eğlendik dediğime bakmayın, daha çok o güldü. Sonbahar aylarında omzumdan sakatlandım. Ancak hocanın ve Enes‘in tavsiyesiyle glucosamin kullanmaya başladım. Kısa sürede etkisini gösterdi ve umarım böyle devam eder.

Bu yıl tıpkı blog yazamadığım gibi, pek fazla kitap da okuyamadım. Okuduğum en iyi kitaplar Sessiz Ev ve Tiamat oldular. Bu yıl kitaplığıma yaklaşık 130 kitap daha eklenmiş ancak bu sayının hepsi roman değil. Yaklaşık 30 tanesi Atlas Özel Koleksiyon Serisinden, 25 tanesi Jules Verne eserlerinden, ayrıca ders kitapları ve çizgi romanlar da var.

Bu yıl Sevda, Yiğit, Çağlar, Cem, Ahmet Ali ve Alper’le çeşitli stüdyolar yaptık ve eğlendik. Instagram’da da güzel işler paylaştığımıza inanıyorum. Bu yılın en büyük katkılarından birisi olan sevgili Çağlar sayesinde müzik işlerimiz biraz hareket kazandı. Hali hazırda başlayıp da bitiremediğimiz birkaç şarkı daha var. Onları da en kısa sürede umarım paylaşacağız.

Yıllardır olduğu gibi bu yıl da dolunay yazılarımı sektirmeden yazdım. Bu yazılarda o aya ait müzikal gelişmeleri, hayatımdan kesitleri ve yazdığım mini öyküleri paylaştım. Yılımın Özeti yazısının da bir dolunay zamanına rastlaması benim için bir ilk olacak. Dolunay konseptinden vazgeçmeyeceğim. Hatta podcast işini becerebilirsem belki aylık dolunay yazılarım için bir periyot bile oluşturabilirim. Ancak bir önceki yılı yeniden gözden geçirince blogda pek çok şeyin yarım kaldığını görüp not aldım. Önceliğim eksiklikleri gidermek.

Neler dinledim? Açıkçası bu sene en çok dinlediğim şarkı Köfn – Bi’ Tek Ben Anlarım oldu. Bunun dışında Mabel Matiz‘in pek ilgi görmeyen Nerelere Gideyim isimli Yeni Türkü coverı da beni benden aldı. Eşin dostun sayesinde ya da kendi şansıma keşfedip hayran olduğum şarkılar ise Nova Norda – Beni Biraz, Oscar And The Wolf – Joaquim, SMS – Ay Karanlık, Mabel Matiz – Nerelere Gideyim isimli şarkılar oldu. SMS grubunu Çanakkale’de keşfettik. Çok daha fazlası da var aslında ancak yazıyı yazarken bunlar aklıma geliyor. Metal müzik türünde bir önceki sene olduğu gibi bu sene de Mgla en fazla dinlediğim grup oldu. Sabhankra, Hope To Find, Amon Amarth, Gojira, Halo Effect ve Pentagram yoğunlukla dinlediğim gruplar olmuşlar. Yazın Türkiye’ye gelen The Halo Effect’e Tahir Abi sayesinde bir kart imzalatabildim. Koleksiyonum için güzel bir parça oldu. Grubun bu yıl nihayet yayımlanan Days Of The Lost albümünü ve aynı adı taşıyan şarkısının klibini çok sevdim. Ülkedeki hemen her şeyin fiyatının üçe beşe katlanması sebebiyle bu sene çok fazla plak alamadım.

Almaya niyetlendiğim albümlerden olan Pentagram’ın son albümü Makina Elektrika ise yayımlanalı aylar geçmesine rağmen halen basılmadı! Bu yılın müzikal hayal kırıklığı galiba Pentagram oldu benim için. Acoustic Live 2017 ve son albümlerinin yalnızca dijitalde yayımlanarak basılmaması ve Eskişehir’deki son konserleri bu kanıya varmam için yeterli oldu. Everybody’s Fool şarkısını coverladığımız için yılın o döneminde de Evanescence‘in 2003 tarihli Fallen albümünü dinledim sürekli. Bunun dışında bu yıl boyunca iki müthiş podcasti dinleyip durdum. Bunlardan ilki Getik Dergi döneminden arkadaşlarım Levent ve Furkan‘ın içerisinde bulunduğu (Onur ve Anıl’ı da unutmadım) “Kat 3 Daire 5” ekibinin aynı isimli podcastlari. Korku temalı hikayeleri ve sonrasındaki yarı komik yarı ürkütücü muhabbetlerini dinlemek çok keyifli oluyor. Ve değerli arkadaşım Civan‘ın büyük ve meşakkatli bir araştırma sürecinin ardından yayımlamaya başladığı 1. Dünya Savaşı Podcast Serisi yılın diğer en iyi podcast kanalı oldu benim için. Hem Levent’e hem de Civan’a teşekkürler ve selamlar.

Neler izledim? Netflix‘te bu yıl yayımlanan tüm popüler içerikleri izledim. IPTV sayesinde aslında tüm platformlarda öne çıkan ne varsa izledim. Bu yıl da favorim geçen sene olduğu gibi “Gibi” oldu. Ayrıca bu yıl keşfettiğim Ayak İşleri dizisine bayıldım. Netflix’teki 1899 isimli diziyi Dark’ın referansına güvenip izledik ve beğendik. Avatar‘ın ve Top Gun‘ın yeni filmini henüz izlemedik. Bu sene yayımlanan hiçbir süper kahraman filmini de izlemedim. Tıpkı trap müik furyası gibi lütfen şu süper kahraman furyası da azalarak bitsin. Yine Netflix’te yayımlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli film bu yıl izlediğim en iyi film oldu. Savaş ve özellikle Dünya Savaşları konulu filmler favorilerimdir zaten.

Evet yazının en özel ve önemli bölümlerinden bir tanesine geldik: Hedefler. Bu bölüm, bir önceki yıl nasıl yaşadığımın da aslında en kısa özeti oluyor. Ne kadar çok hedefi başarırsam o kadar iyi bir hayat sürmüşüm demektir. 2022’de koyduğum hedeflere ve gerçekleşme durumlarına bakalım:

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak (başardım)
  • Makale yazıp yayınlatmak (olmadı)
  • Çadır kampı yapabilmek (yaptık)
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak (tam da belirttiğim kadarını tamamladım)
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek (vakit olmadı)
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek (yapamadım)

Eh, ne çok iyi ne çok kötü bir yıl geçmiş. Haydi şimdi de önümüzdeki yıl için kendime hedefler koyayım bakalım:

  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Bilgisayarımda Windows 10’a geçmek
  • Yıl sonunda en az 30 podcast kaydı yapabilmiş olmak
  • Alfa Yayınları Olağanüstü Yolculuklar serisini tamamlayabilmek
  • Alper’le birlikte bir makale yayımlayabilmek
  • Yurt dışına bir seyahat yapmak

Hoş geldin 2023. Her yeni yıl gibi sen de umutlarla dolu olarak geldin. Üstelik cumhuriyetimizin ilk yüzyılını müjdeleyerek geldin. Umarım ülkemiz ve milletimiz için güzel bir yıl olur. Bombalar patlamaz, cehalet övüne övüne sokaklarda gezmeye devam edemez, eşimiz, ailemiz ve dostlarımızla mutlu mesut bir yıl yaşarız. Nice güzel yıllara!

Pentagram Konseri – 14 Ekim Eskişehir Milyon Performance Hall

14 Ekim Cuma günü Pentagram, aylar sonra yeniden Eskişehir‘de sahne aldı. Çok sevdiğim bu grubu bir kere daha izlemeye teşvik eden belki de en önemli şey ise grubun Eskişehir’de bu kez Demir Demirkan‘la sahneye çıkıyor olmasıydı. Kendi mekanında, kendi organize ettiği etkinliğe, kendi mobil uygulaması üzerinden bilet satıp üstelik bunu 1+1 şeklinde iki bilet almaya mecbur bırakarak, bir de üstüne hizmet bedeli adı altında bir ücret ekleyerek toplamda 160 TL vermeme sebep olan Milyon Organizasyon’un Eskişehir’deki eğlence tesisi olan Milyon Performance Hall’de konser saatini bir türlü gelmek bilmiyordu.

Haftalar önce yazmaya başladığım, yeni albümleri Makina Elektrika‘nın kritiği blogun “taslaklar” bölümünde duruyor. Albüm henüz fiziksel formatta yayımlanmadığı için ben de yazıyı yayımlamayı geciktiriyorum. Önce, konser kritiğiyle albüm kritiğini birleştirmeyi düşündüm ancak o zaman da iki farklı performansı tek yazıya indirgemiş olacaktım. En iyisi ben konser kritiğini yazayım. Belki önümüzdeki haftalarda albüm nihayet fiziksel formatta yayımlanır ve ben de blogdan yayımlarım.

Saat 21.00’de diye duyurulan konser başlangıcı, yarım saat gecikmeyle başladı. 21.30’da karanlıkların içerisinden vokalde Hakan Utangaç‘ın olduğu grup sahnede Metin TürkcanTarkan GözübüyükDemir DemirkanOzan Tügen ve Cenk Ünnü‘den oluşan giriş kadrosuyla seyirciye merhaba dedi. Bana göre Pentagram en “metal” kadrosu da bu kadrosudur. Sahnede üç gitarist, bass, davul ve klavye destekli bu haliyle oldukça etkili bir sound yakalıyorlar. Üstelik Hakan Utangaç’ın vokalleri grubun ilk ve en sert yıllarını fazlasıyla hissettiriyor.

Konseri çalma listesi üzerinden değerlendirmek istiyorum. Konser boyunca her şarkı başladığında telefonuma şarkı adı ve şarkıdaki önemli anları not ettim. Hatta Mehmetblogun ilk taslağını gördüm” diyerek epey bir mutlu oldu 🙂

  • Dünya (Yavuz Çetin cover): Grup sahneye çıkarken intro olarak bu şarkıyı kullandı. Son albüm Makina Elektrika’da da yer alan bu parça albümün de bana göre en iyileri arasında.
  • Bu Alemi Gören Sensin: Hakan Utangaç’ın vokallerinde konser başladı. Oldukça sert bir giriş oldu, tüm salon bir ağızdan eşlik ettik.
  • Sensiz: Makina Elektrika’daki bir diğer en iyi şarkı. Albümü dinlerken şarkıyı ilk defa duyduğumda bu şarkıyı kesinlikle konserlerde çalarlar demiştim.
  • Noone Wins The Fight: Ogün Sanlısoy sahneye bu şarkıyla çıktı.
  • Maymunlar Gezegeni: Yine bir Makina Elektrika şarkısı. Şarkı yeni olmasına rağmen özellikle aralardaki tezahüratlar oldukça coşkuluydu.
  • Fly Forever: Konserin başından beri bir gözüm Demir Demirkan’ın üzerindeydi. Yeri gelmişken belirteyim, konserdeki tüm soloları Metin Türkcan çaldı. Demir’in solo attığı yerleri özellikle buraya yazdım. Bu şarkının girişi Demir Demirkan solosuyla başladı. Yine parça boyunca back vokaller ve ana soloyu da kendisi yaptı.
  • Şeytan Bunun Neresinde: Ogün’ün solo olarak söyledi son şarkıydı bu. Çok bilinen bir şarkı olduğu için tüm salon baştan sona söyledik.
  • Doğmadan Önce: Ogün sahneden inince yerine Gökalp Ergen çıktı. Vokaller içerisinde bana göre en güçlü o. Bir de şarkıları albümde söylediği gibi değil, o anki enerjiye göre farklı notalara çıkarak söylüyor. Sahnedeki hırslı ve öfkeli duruşu seyirciye geçiyor. Önceki konserde de bunu fark etmiştim. Belki de şimdilerde yirmili yaşlarda olan nesil Pentagram’ı ilk kez onun sesiyle tanıdığı için bu enerji geçiyor olabilir. Örneğin benim favorim Murat İlkan’dır çünkü ben de onun sesiyle tanımıştım grubu.
  • Uzakta
  • Wasteland: İlk notalar duyulunca salonda kıyamet koptu. En sevdiğim şarkılarından birisi olduğu için ben de kendi çapımda ufak bir headbang yaptım 🙂 Şarkıdaki back vokalleri Ozan Tügen yaptı.
  • Geçmişin Yükü: Vee bana göre gecenin en çok reaksiyon alan şarkısı. Neredeyse baştan sona tüm salon birlikte söyledik. Şarkı bittiğinde Gökalp sahneyi kan ter içerisinde terk ediyor ve çok ama çok sevdiğimiz Murat İlkan‘ı müjdeliyordu.
  • Anatolia: Murat İlkan! Biraz yorgun görünüyordu. Girişte ismiyle tezahürat yaptık.
  • Lions In A Cage: Müthiş müthiş müthiş! Şarkının orta kısmındaki geçişi atlayıp direkt soloyla devam ettiler. Burada altyapı desteği de oldukça iyiydi.
  • Ölümlü
  • Tigris + Bir: Şarkı başlamadan önce tüm salon “Bir bir bir” diye tezahürata başladı. Murat İlkan da bize destek verdi ve Tigris’in ilk notaları duyulmaya başladı. Bir’e bağladıkları an ise yine konserin en reaksiyon alan anlarından birisiydi.
  • Bu Düzen Yıkılsın: Diğer iki vokal de sahneye geldi ve koro bölümü başladı. Bu şarkı Makina Elektrika’dan çıkan single parçalardan birisiydi ve açıkçası hiç de sevememiştim. Konser de dinledim hala sevemiyorum 🙂 Şarkının son kısmındaki soloyu Demir Demirkan çaldı.
  • Sur: Makina Elektrika’nın bir diğer single’ı ve albümün tamamındaki en iyi üç şarkıdan birisi. Çok büyük coşkuyla eşlik ettik ancak koroyla birlikte ses sistemi oldukça kötüleşti. Murat İlkan’ın vokalleri duyulmadı ve hatta diğer enstrümanlar da duyulmadı zaman zaman. Şarkının sololarını Metin ve Demir birlikte çaldılar.
  • Gündüz Gece: Aradaki ufak soloyu Demir Demirkan’dan duyduk.
  • Damn The War: Şarkı başlamadan önce birkaç dakikalık bir sessizlik oldu. Teknik sorunlar iyice baş göstermeye başlamıştı. Ogün Sanlısoy bu boşluğu anonslarıyla kapattı. Şarkının orijinalinde girişteki kemane sesi sample’dan çaldı.
  • Seek and Destroy (Metallica Cover): Pentagram’ın Makina Elektra için bu coverı neden seçtiğini ve albüme koyduğunu hala düşünüyorum. Şarkı esnasında Demir Demirkan ciddi bir teknik sıkıntı yaşamış olmalıydı. Oldukça canı sıkkın görünüyordu. Zaten şarkı biter bitmez gitarını çıkarıp sahneyi terk etti.
  • Sonsuz: Konserin outro parçası oldu. Tüm grup üyeleri, Demir Demirkan hariç, daha önceki konserlerinde olduğu gibi sahnenin önüne gelip seyircileri selamladılar. Sonsuz’u hep bir ağızdan söyledik.

Demir Demirkan’ın son şarkıdan sonra grubun kalanını beklemeden sahneyi terk etmesi bende şok etkisi yarattı. Bu esnada Hakan Utangaç kendisine bir şeyler demesine rağmen dönüp bakmadan sahneyi terk etti. Bu planlı bir olay mıydı bilmiyorum. Çünkü grup üyeleri hiçbir şey olmamış gibi ve aslında doğru olanı yaparak, artık bir Pentagram klasiği olan konser sonrası selfiesini çektiler. Hayat işte, Demir Demirkan Pentagram’la Eskişehir’de çalacak diye konsere git ancak son fotoğrafta olmasın.

Milyon Yapım’ın bu küçük mekan için açık kontenjanlı bilet satmayı bırakması lazım. İnsanlara üst üste konser izletiyorlar. Üstelik ses sistemi de tıpkı Demir Demirkan’ın yaşadığı gibi sıkıntılar çıkartıyor. Konserde izleyiciler olarak zaten sıkışıklıkla mücadele ederken, bir de elinde tepsiyle içecek satmak için seyircileri yara yara ilerleyen elemanlar ise bir süre sonra kabak tadı veriyor. İçecek satacak elemanlarla birlikte belki bir güvenlik görevlisi de dolaşsa iyi olacak. Çünkü o kalabalığın içerisinde sigara içen insanların varlığından da bıktık usandık.

Evet özetle, izlediğim en iyi Pentagram konseri değildi. Yeni albüm ve Demir Demirkan detayıyla bu konserin unutulmaz bir etkinlik olacağını düşünüyordum Öyle olmadı, sağlık olsun. 19 Şubatta yine aynı mekanda verdikleri konser sonrası yazdığım şu yazıya bir göz gezdirdim. Aynı şarkıları aynı sırada çaldıklarını fark ettim şaşırarak. Bence biricik Pentagram’ımız artık bu paket servisi bırakıp konserde çalacakları şarkılarla ilgili bir güncelleme yapabilir. Çalmadıkları o kadar iyi şarkıları var ki!

Dolunay Vakti: Ankara, Alper, Şerit Rozet, Hope To Find

1994 yılında eğitim hayatımın başladığı o sınıf

Sonbaharı iliklerime kadar hissediyorum. Havalar soğudu. Geceler iyice karanlıklaştı. Bulutlar gökyüzünü gizliyor gözlerden. Başımızı kaldırıp yine de göğe bakıyor ve düşlüyoruz.

Geride kalan haftalar bol nostaljiyle geçti yine. Uzakta ve kavuşamayacak olmanın verdiği rahatlıkla, yine kağıdın ve kelimelerin üzerinde didiklenip durdum. Sivrihisar‘a gittim mesela. Orada en son 23 sene önce kapısından çıktığım Hasan Karacalar İlkokulu‘na gittim. Hala küçücük ve bir o kadar da sıcacık geldi. Geceleri rüyalarıma giren o merdivenleri, her birinde bir yıl geçirdiğim sınıfları… İnsan zaman zaman böyle anları yaşayınca büyüdüğünü ve hatta yaşlandığını hissediyor. En apaçık şekilde.

Önceki hafta Faik‘i askere uğurladık. İskenderun’a denizci er olarak gidiyor. Kardeşi Fatih ise onunla neredeyse aynı günlerde Erasmus programıyla Polonya’ya gitti. İki kardeşi uğurlamak için bir akşam buluştuk. Elimdeki askeri malzeme koleksiyonundan iki parçayı (denizci er şapkası ve palet) sürpriz olarak götürdüm. Faik bunları görünce epey bir heyecanlandı. Umarım sağlıkla gidip gelirsin Faikcim.

Geçen hafta Sanem Abla‘yla Ankara‘ya gittik bir eğitim için. Bakanlığımızın böyle nokta atışı eğitimlerini çok beğeniyorum. Çarşamba sabahı saat 06.15’te Yüksek Hızlı Tren‘e bindik ve saat 08.00’e doğru Ankara YHT Garı‘nda indik. Kalacağımız otel yürüyüş mesafesinde olduğu için sohbet ederek otele ulaştık. Aynı gün büyük bir sürprizle sevgili arkadaşımız Sevim‘in de Adana‘dan aynı eğitime katılmak üzere geldiğini gördük. Böylece en son birkaç yıl önce görüştüğümüz arkadaşımızla adeta dün ayrılmış gibi muhabbete başladık.

Eğitim akşam 17.00’de bitince hızlıca otelden ayrıldım ve bir süredir takip ettiğim seritrozet.com isimli sitenin sahibiyle tanışmaya gittim. Buluşma saatine dek oyalanıp kitapçı ve sahafları gezdim. Dost Kitabevi‘nden Tübitak Yayınları‘na ait birkaç kitap satın aldım. Daha sonra Kızılay AVM‘nin önünde nihayet “komutanımla” tanıştık. Türkiye’deki hemen her askerin muhakkak kullandığı şerit rozet ve bröveleri, en kaliteli olarak alabilecekleri seritrozet.com isimli sitenin nasıl ortaya çıktığını konuştuk. Ürünlerin imalatı hakkında bilgi aldım. Ben de kısaca kendi koleksiyonumu ve bu merakımın nasıl başladığını anlattım. Böylece sürekli iletişim halinde kalmak üzere sözleşerek ayrıldık. Ankara’ya gelmeden siparişini verdiğim yeni bir şerit rozet ile birkaç bröveyi de teslim alarak koleksiyonuma ekledim.

Bröve koleksiyonumdan parçalar

Bu buluşmadan sonra, Alper ve Özge‘ye misafir olmak üzere yeniden yola çıktım. Google Maps kullanarak Kızılay’dan Alperler’in evin kapısına kadar ulaştım. Özellikle toplu taşımada hangi otobüse binip nerede, hangi durakta ineceğinize kadar belirtmesi bile bu yazılımı benim için vazgeçilmez yapıyor. Umarım yakında tüm illerde bu toplu taşıma özelliği kullanıma açılır.

Alperler’e gidince olmazsa olmaz bir müzik faslı yaşadık. Gece böylece müzik ve sohbet eşliğinde geçti. Sağ olsun saat gece yarısını geçe Alper beni otele bıraktı. Bir saat kadar o gün aldığım kitapları inceledikten sonra uyudum. Ertesi sabah da eğitimin kalan kısmını tamamladık. Burada Ankara’daki bazı dostlarımızla bir araya geldik. Öğlen 13.00 civarı yine hızlı trene binerek Eskişehir’e doğru yola çıktık.

Dönüşte epey heyecanlıydım çünkü yıllar sonra ilk defa Hope To Find‘dan Zafer Abi‘yle buluşacaktık. 2014 yılında çıkardıkları Our Story About You albümünden sonra Hope To Find dağılmadı. Dağılmadı ancak oldukça yavaş seyreden bir sürece girdi. Zafer Abi’nin Almanya’ya, grubun bassçısı Koray Hoca’nın ise Amerika’ya taşınması gibi etkenlerle grup bu süreyi kendi ev stüdyolarında geçirdi.

Trenden inip hemen Zafer Abi’yle buluştum. Birlikte Adalar’daki Adımlar Kitabevi & Kafe‘ye gittik. Burada Hicri Abi sağ olsun masamıza konuk oldu. Yaşları itibariyle Zafer Abi’yle birlikte Eskişehir’deki metal müzik piyasasının ilk adımlarını, özellikle doksanların sonu ve iki binlerde şehirde yaşanan metal müzik tutkusunu konuşup eski günleri yad ettiler. Ben o dönemlerin sonuna yetişmiştim çünkü 2004 yazında, Lise 2. sınıfta Merkez’e taşınmıştık Sivrihisar’dan. Şansıma, yeni okulumdaki sınıf arkadaşlarımın büyük kısmı da metal müzik dinliyorlardı. Bu sayede bu kültürle tanışmıştım.

Zafer Abi’yle birlikte Hope To Find’ın gelecek planlarından ve yakın zamanda yayımlanacak olan şarkılarından bahsettik. Grup, büyük bir aksilik olmazsa önümüzdeki dönemde birkaç single yayımlayıp ardından bir albüm daha yapacak. Üstelik bu albümün plak olarak yayımlanması da söz konusu. Üstelik 2014 tarihli albümün de yeniden kaydedilip yayımlanması ihtimaline de “hiç uzak değil” dedi Zafer Abi. Dolayısıyla progresif rock dinleyicileri ve grubun destekçileri için güzel haberler çok yakında geliyor. Zafer Abi’nin Eskişehir’deki eviyle benim evim oldukça yakın mesafedeymiş. Hatta bizim apartmanın altındaki Evrensel Müzik Merkezi‘nden Aydın Yavaş‘ın öğrencisiymiş zamanında 🙂 Öyle olunca eve kadar birlikte yürüdük. Yolda da davul sahnesi ve donanımlarıyla ilgili tecrübesizliğimden bahsettim. Kulakiçi kulaklık nasıl buluruz, Almanya menşeili bir siteden alabilir miyim gibi şeylerden bahsettim. Bir gün sonra Hope To Find’ın Ankara’da girdiği yeni şarkı kayıtları haberini, grubun Instagram profilinden “kulakiçi kulaklık” paylaşarak bana bir selam çaktı. En azından ben öyle düşünmek istiyorum 🙂

Bu eğitim yılında Merve‘nin çalışma planı değişti. Hafta sonu hem cumartesi hem pazar günleri çalıştığı için Mert‘le baş başa geçiyor hafta sonlarımız 🙂 Sağ olsun bizimkilerin desteğini almak için bazen bir gün annemlere gidiyoruz. Dolayısıyla önceki yıllarda haftalık işlerimi rahatlıkla yapıp bitirdiğim o hafta sonlarım yok. 2,5 yaşında bir yaramazla “oğlum bunu ye, hayır yemiycem” oyunu oynuyoruz bütün gün. Blogdaki yazıların gecikme sebebi birazcık bu. Yine de sadık okuyuculara teşekkür ederim. Bir de geçen ayın başında sağ omzumdan sakatlandım. Antrenmanda ters bir hareket oldu. Neyse ki bu ay biraz biraz toparlıyor gibiyim.

Pentagram‘ın yeni albümünü dinliyorum ancak albüm CD ya da plak olarak yayımlanıncaya kadar yazmayacağım. Görüşmek üzere.

Denizli, Datça, Marmaris: Maykıl Ceksın Kulübü

Biraz uzun, ancak nerede ne yapılır ne yapılmaz tarzında, faydalı bir gezi yazısı olacak.

Kökenleri neredeyse 15 seneyi bulan dostluğumuz boyunca, “maykıl ceksın” kulübü olarak pek az kere bir yerlere gezmeye gidebildik ve tatil yapabildik. Bu yıl “onuncu yıl dönümünü” kutlayacağımız Road Trip planımızı saymazsak, ailelerimizin de içerisinde olduğu bir buluşmayı henüz yapamadık.

Durum böyle olunca, bu yaz tatilimizi hep birlikte planlamaya karar verdik. Ancak kısa süre sonra bu sefer de Volkan’ın katılamayacağı kesinleşti. Böylece Alper ve Sercan’la birlikte rezervasyonumuzu yaptırım sessizce beklemeye başladık. Rotamız Alper ve Özge’nin uğrak mekanı olan Datça olacaktı.

16 Temmuz’u 17 Temmuz’a bağlayan gece saat 05.00’te yola çıktık. Planımız bir gece Denizli’de kalıp ertesi gün Alperler ve Sercanlarla buluşarak yola devam etmekti. Denizli yolculuğumuz Mert’in epey bir süre uyuması sayesinde, neredeyse hiç sıkıntısız tamamlandı. Ancak yolculuk esnasında, yaklaşık 1 saat süren bir köy yolu maceramız oldu ki burada navigasyon kurbanı olduk. Sorunsuz bir şekilde, saat 10.00 civarında bir önceki yıl da kaldığım Denizli Polisevi’ne ulaştık. Yıllardır görüşemediğim sınıf arkadaşım Turgut’u aradım. Sağ olsun kısa süre sonra ailesiyle birlikte yanımıza geldi ve birlikte Pamukkale’ye gittik. Burada korkunç bir sıcak vardı, ancak buna rağmen yılmadan travertenleri gezdik ve geçen sene Togay’la gittiğimizde hayran olduğum o antik tiyatroyu bir kere daha görme fırsatım oldu.

Burada epey bir gezdikten sonra birlikte yine Denizli’ye döndük ve Polisevi’nde birlikte vakit geçirdik. Turgut’a ve sevgili eşi İlkay’a misafirperverlikleri için bir kere daha teşekkür ederiz.

Ertesi gün sabah saat 06.00’da bu sefer Alperler ve Sercanlar’la buluşmak üzere Denizli’den hareket ettik. Buluşacağımız yer Muğla’nın biraz dışındaki bir akaryakıt istasyonuydu. Buraya kadar yine sorunsuz geldik. Buluşma noktamıza önce Alper ve Özge gelmişti. Daha sonra biz ulaştık. Bizden çok kısa süre sonra ise Sercan ve Ülkü geldiler. Altı yetişkin ve iki bebekten oluşan kafilemiz böylece ilk kez bir araya gelmiş olduk. Çok kısa bir araç yıkama faslından sonra konvoy olarak Datça’ya yolculuğa başladık. Daha önce böylesine virajlı ve rampalı yollarda araç kullanmamıştım. Geliş ve gidişimizde beni zorlayan tek şey de bu yollar oldu.

Yolda tostu çok meşhur olan “Meşhur Akçapınar Tostçusu” isimli mekanda kahvaltı için mola verdik. Çok meşhur olan ama çok da güzel olmayan tostu ve kahvaltısı sayesinde, biraz dinlendik ve yolun asıl zorlu olan kısmına çıktık.

Yolların kötü olmasının galiba, Datça’ya olan turist akınını kısıtlayabilmek gibi bir özelliği var. Zira buradaki doğanın, denizin ve diğer güzelliklerin bu denli korunarak kalabilmiş olmasının sebebi, ulaşımın nispeten zor olması gibi geliyor bana. Otele vardığımız anda otelin duvarlarında asılı birkaç gazete haberinde “Datça’yı Yazmayın” şeklinde başlıklar gördüm. Haberi hazırlayan gazeteci, yerel halkın kendisine sık sık bunu tembihlediğini, Datça’nın güzelliklerinin sürdürülebilir kalması için burayı daha az insanın keşfetmesini istediklerini aktarmış.

Uslu Hotel Royal Yachting isimli otelimize vardık. Butik denilebilecek boyutlarda, sevimli bir yerdi. Güler yüzle ve profesyonel bir samimiyetle karşılandık. Otelin sahibi Yiğit Bey, bize Datça ve otel hakkında kısa bir bilgilendirme yaptı.

İlk gün biraz da yol yorgunluğuyla günü otelde geçirip akşamüzeri yemek için yürüyüş mesafesindeki Sevinç’in Lezzet Sofrası isimli lokantaya gittik. Yemekleri çok lezzetli ancak bazı ürünlerin fiyatları anlamsız şekilde pahalı. Sipariş etmeden önce muhakkak sormak lazım. Burada içtiğim paça çorbasının bir benzerini daha içmedim. Müthişti.

Okumaya devam et

Pentagram – 19 Şubat 2022 Eskişehir Konseri

Önceki gece (19 Şubat 2022’de), çok uzun süre sonra ilk defa bir konsere gittim. Pentagram, Eskişehir’de Milyon Performance Hall‘de sahne aldı. Uzun süre kararsız kalıp ve hatta gitmemeyi düşünürken bir anda karar değiştirmemi sağlayan gelişmelerle başlıyoruz. Güzel bir konser yazısı olacak.

Ülkemizin en popüler metal müzik grubu Pentagram’ı Eskişehir‘de daha önce de defalarca izlemiştim. Ancak 19 Şubat’ta yapılacak konsere gitmekle ilgili ciddi tereddütlerim vardı. Sanki benim bu hissimi anlamışlar gibi arkadaş ve iş çevremdeki herkes “Geliyor musun?“, “Gidiyor muyuz?” diye mesajlar attılar hafta boyunca. Konserden iki gün önce yine arkadaş grubumuzda yazışırken Mustafa, “Ben Pentagramı hep seninle izledim. Bu sefer de öyle olsun isterdim.” dedi. Birkaç dakika sonra Biletix‘ten (3,5 lira e-posta gönderme ücreti ilaveli olarak) biletimi almıştım bile.

Konser akşamı Mustafa’yla birlikte Milyon Performance Hall’e gittik. Aynı gün Yiğit ve Mehmet‘le mesajlaşmıştık ancak kapı açılışına yarım saat kala gelip kapıda beklemeye başlayınca nasılsa kuyrukta denk geliriz diye bir daha aramadım. Kuyruktayken Kübra, Hazal, Tuğba, Utku, Koray, Mustafa (küçük kardeşim) ve Fatih Mert geldiler. Yarım saat kuyrukta bekledikten sonra saat 19.30’da kapı açıldı. Girişte HES kodu, kimlik, bilet kontrolü yapılıp üstümüzü aradılar. Sonra da konser alanına girdik. Eskişehirliler bilir, burası eski Hayal Kahvesi isimli mekan. Yalnız sahneyi bu işletmeci ters tarafta, yani sırtını cadde tarafına vererek kurmuş. İçeri girdiğimizde en önler dolmaya başlamıştı. Biz de grupça gidip oraya yerleştik. Ben o ana kadar konseri akustik sanıyordum 🙂 Sahnede Metoboy gitarını görünce şimşekler çaktı! Elektrik set çalacaklardı!

Konser 21.00’de başlayacaktı ancak elbette olmadı. Saat 21.00’e doğru rodiler son kontrolleri yaptılar. Davula kamera kuruldu. Tek tek gitarlar ve mikrofonlar kontrol edildi. Işık sistemi kontrol edildi. Mekan giderek doluyordu. Bu esnada Metallica ve Megadeth başta olmak üzere epey iyi şarkılar çalıp milleti gazladılar sürekli.

Nihayet saat 21.30’da Pentagram sahneye çıktı. Ancak vokalleri yoktu. O anda anladım ki Hakan Utangaç vokale geçecek ve epey sert bir başlangıç olacaktı. Hakan Abi sahnenin ortasında sırtı dönük bir poz verdi ki anlatamam! Levan umarım bu anı yakalamıştır. Bu arada grubun çok iyi bir de foto ve kamera ekibi var. Bu ekipten Levan Uzbay, ülkemizin son yıllardaki en iyi konser fotoğrafçısı. Sabhankra‘yla yaptığı çekimlerden tanıdığım bu arkadaşımız son üç dört yıldır Pentagram’ın da kadrolu fotoğrafçısı 🙂

Mustafa – Furkan – Fatih Mert

Konser’in bundan sonraki kısmını çalma listesi eşliğinde anlatacağım. Açıklama yazmadığım şarkılarda da parantez içerisinde parçayı kimin söylediğini yazacağım.

  • Bu Alemi Gören Sensin: Vokalde Hakan Utangaç’la başladılar. Seyircinin de katılımıyla çok gaz bir başlangıç oldu. Hazır vokalde Hakan Abi varken belki Rotten Dogs da çalarlar dedim ancak olmadı, çalmadılar.
  • Vita Es Morte: Hakan Utangaç, tek bir şarkı söyleyip sahneye Ogün Sanlısoy‘u davet etti. Ogün Sanlısoy, grubun ilk albümlerinde vokal olarak yer aldığından söylediği parçalar da o yıllardan oldu. Şarkıları bilen kemik fanlar eşlik etti kendisine. Ancak nakaratlarda yine tüm salon peşindeydi.
  • Noone Wins The Fight: (Ogün Sanlısoy)
  • Fly Forever: (Ogün Sanlısoy)
  • Şeytan Bunun Neresinde: Tüm gece boyunca Murat İlkan’ın söyledikleri hariç, Türkçe şarkılar İngilizce olanlardan daha çok reaksiyon aldı. Şeytan Bunun Neresinde ise Ogün Sanlısoy’un sesiyle ve tarzıyla çok güzel oldu bence. Salonda tam dört kuşak izleyici vardı. Hemen herkes nakaratta birleşti, tek ses oldu.
  • Doğmadan Önce: Ogün Sanlısoy, sahneye Gökalp Ergen‘i davet etti. Vokalist değişimlerinde küçük introlar çalındı. Gökalp Ergen sahneye inanılması zor bir enerji ve hırsla çıktı. Konserden bir gün önce grubun resmi hesabında, sahnedeyken mikrofon sehpasıyla yaptığı güç gösterisi paylaşılmış ve sağlamlık testini geçti şeklinde bir espri yapılmıştı. Bu gece de aynı şovu yaptı Gökalp Ergen. Doğmadan Önce, 2012’de yani tam 10 sene önce çıkan Pentagram’ın yeni bestelerinden oluşan son, Gökalp Ergen’in ise bu grupla kaydettiği ilk albüm olan MMXII‘den bir parça. Marş niteliğindeki nakaratlara tüm salon eşlik ettik. Yanılmıyorsam bu şarkıda Levan’ın da sahne önünde epey eğlenip eşlik ettiğini, konserdeki izleyicilerden pek de farklı olmadığını gördüm.
  • Uzakta: (Gökalp Ergen)
  • Wasteland: Çok sevdiğim bir parça. Gökalp Abi de çok iyi söyledi. Ancak bu şarkıda benim favorim gruba klavyelerde eşlik eden Ozan Tügen oldu. Şarkıdaki back vokalleri talk box kullanarak yaptı. Tüm şarkılardaki etnik enstrümanları ve synth altyapılarını o çaldı. O çok büyük bir müzisyen!
  • Geçmişin Yükü: Pentagram’ın son yıllardaki en popüler şarkılarından birisi dersem yalan olmaz. Herkesin bildiği ve eşlik ettiği şarkılardan birisiydi. Nakaratları seyirci söyledi.
  • 1000 In The Eastland: Gökalp Ergen, şarkıyı bitirince sahne yine karanlıklara büründü ve Murat İlkan anons edildi! Aman tanrım! Ne müthiş bir çığlık koptu salondan. Arkamı döndüm ve “biz galiba Murat İlkan’ı daha çok seviyoruz” dedim. Herkes gülerek bana katıldı. Parçanın efsane introsu Ozan Tügen’in klavyeleriyle daha bir epik oldu. Biz bu şarkıyı Alper‘le 2008’de günlerce dinledik, çaldık, melodi yaptık. Diskografilerindeki en sevdiğim şarkılardan biridir. Konserde tüylerimin diken diken olduğu ilk an bu an oldu.
  • Anatolia: Murat İlkan, şarkıyı Türkçe söylemeyi tercih etti. Eski bir şarkı olmasına rağmen yine tüm salon hep bir ağızdan eşlik ettik. Anatolia, Bir, MMXII albümündekiler ve son yayımlanan single şarkılarla birlikte, grubun hatırı sayılır miktarda Türkçe şarkısı olduğunu fark ettim.
  • Lions In A Cage: İşte o şarkı! This Too Will Pass‘le birlikte grubun en sevdiğim parçası! Murat İlkan’ın sesinden bir kere daha dinledim. Henüz ilk notalarında tüylerim diken diken oldu, 2. defa! Parçadaki ara bölümü yapmayıp iki defa solo çaldılar. Kim daha iyi vokaldir tartışmasına hiç girmiyorum ancak Unspoken‘daki şarkıları kimse Murat İlkan kadar iyi söyleyemez diyebiliyorum. Bu ülkede Murat İlkan gibi bir ses, böyle bir sanatçı var!
  • Ölümlü: Ben This Too Will Pass‘i çalarlar diye bekliyordum, hatta emindim. Ancak olmadı, çalmadılar. Bu yüzden Ölümlü’yi dinlerken biraz hayal kırıklığım vardı.
  • Bu Düzen Yıkılsın: Murat İlkan, sahneye yeniden Ogün ve Gökalp abileri davet etti. Sırada grubun single olarak yayımladığı şarkılar vardı anlaşılan. Öyle de oldu. Bu Düzen Yıkılsın, özellikle davul soundunun zirve yaptığı bir şarkı oldu. Davullar çalınsın kısmında cidden davul ön plana olabildiğince çıkmıştı.
  • Sur: Pentagram’ın geçtiğimiz yıl yayımladığı bu üç single’da da koro vokal vardı. Ben çok beğenememiştim. Ancak bu şarkı melodik girişiyle bir anda konserde başlayınca aslında gayet klas bir şarkı olduğunu fark ettim. Hatta şu anda yazıyı yazarken Sur çalıyor.
  • Gündüz Gece: Üç vokalle hiç dinlememiştim. Ancak çok popüler bir eser olduğundan tüm salon coşkuyla eşlik etti.
  • Tigris + Bir: Gecenin son performası oldu. Parçaya Tigris’le girdiler. Hayatımda Tigris kadar gaz ve gerilim dolu intro az dinlemişimdir. Ne zaman, nerede dinlersem dinleyeyim etkisi muazzam oluyor. Bir’i çalmaya o kadar gaz ve yüksek başladılar ki anlatamam. Ortalara doğru davulcu Cenk Ünnü bile Gökalp abinin uzattığı mikrofonla parçaya eşlik ediyordu. Parça biter bitmez rodiler ve fotoğraf kamera ekibi sahneye fırladı, böylece konserin de bittiğini anlamış olduk.
  • Sonsuz: Ogün Sanlısoy, sahneden anons etti: Bu şarkıyı sizin söylemenizi istiyoruz! Böylece tüm salon Sonsuz’u söylerken onlar da sahnede bizleri selamladılar. Salon bağıra çağıra şarkıyı söylerken onlar da seyircileri kameraya çektiler. O anları aşağıya ekliyorum. Böylece gece bitti.
Yukarıdaki videoda bizim göründüğümüz an

Sahnedeki tüm müzisyenler gece boyunca çok iyiydiler. Metin Türkcan, galiba bir parça hariç tüm şarkılarda soloları çaldı. Cenk Ünnü kusursuzdu. Piyasada open hand çalan davulcu çok az olduğundan setup kurulumundan başlayarak, çok dikkatli izledim onu. Ancak genel soundda davullar çok baskındı. Çoğu yerde gitarları örttü. Vokaller arasında en güçlü Gökalp Ergen idi. Parçalardaki tüm çıkışları ve hatta fazlasını yaptı. Gizli kahraman Ozan Tügen idi. Altyapılarla desteklenen parçalar grubun soundunu biraz daha yumuşatsa da müzikal kaliteyi inanılmaz arttırıyor.

Başka Mustafa, Mehmet ve Yiğit olmak üzere, konsere gelmem konusunda beni teşvik eden herkese teşekkür ederim. Konserde olduğu halde görüşemediğim dostlar İnanç, Emre Abi ve Burki‘ye selamlar. Konser bitince kulis kapısında yığılan kalabalığı görüp mekandan ayrıldık. Geride kalan kardeşim Mustafa kulise girip tüm grup üyeleriyle fotoğraf çektirip CD’sini imzalatabilmiş. Çok mutlu oldu. Ayrıca Mehmet de en az benim koleksiyonum kadar geniş Pentagram koleksiyonunun bir kısmını imzalatabilmiş.

Yazıda yer alan fotoğrafları yukarıda saydığım arkadaşlarım ve ben çektik. Her birine ayrı ayrı teşekkür ederim. Pentagram, halen Türkiye’nin en büyük gruplarından birisi ve çok yetenekli müzisyenlerden oluşuyor. Umarım yeni bestelerinden oluşan albümleri için bizleri daha fazla bekletmezler. Keşke This Too Will Pass’i de çalsaydılar da “GEÇÇEK” “GEÇÇEK” diye bağırsaydık biz de.

Fotoğraf: Levan Uzbay

EKLEME: 01.03.2022 Lions In A Cage videosu eklendi.