Category Archives: Konser & Festival Mevzuları

Gittiğim konser ve festivallerle ilgili yazılarım bu kategoridedir.

Black Tooth & Pentagram Konseri – 23 Şubat 2024 Milyon Eskişehir

O akşam Batuhan aradığında aklımdaki son şeydi konsere gitmek. “Sevinç gelemiyor, birlikte gidelim” dedi. “Ben aslında Pentagram‘a kırgınım, sen git” dedim. “Pentagram’a kırgın olmak ne demek?” dedi. “Demir Demirkan, Eskişehir konserinde son şarkıdan sonra neredeyse gitarını söküp atarak sahneden kaçar gibi gittiğinden, seyirciye bir selamı çok gördüğünden beri kırgınım” dedim ben de. “Olsun ya, sen Pentagram’ı çok seversin hem bak bu sefer Black Tooth da var.

Yıllar önce, Eskirock ile yaptığımız festivalde Black Tooth ile None Shall Return gruplarını davet etmiştik Eskişehir’e. Konsere birkaç gün kala Van Depremi olmuştu. Tuna Abi de grubun bassçısının Vanlı olduğunu ve ailesinin depremden etkilenmesi sebebiyle sahne alamayacaklarını söylemişti. O konsere None Shall Return ile birlikte gelememişlerdi. Biz de konseri yapıp tüm gelirini o dönem okulumuzda deprem bölgesi için düzenlenen kampanyaya bağışlamıştık.

İşte yıllar sonra Black Tooth karşımızdaydı. 23 Şubat akşamı Batuhan’la buluşup önce bir yemek yedik. Mehmet de bize katıldıktan sonra konserin yapılacağı Eskişehir Milyon Performance Hall‘e doğru yollandık. Kapıdaki aramada üzerimde buldukları keçeli kaleme el koydular. Birine saplama riskim olabilirmiş. Oysa benim amacım Eskişehir’deki son 5 konserlerinde asla imza vermeyen, hayranlarıyla bir araya gelmeyen Pentagram’a bir türlü imzalatamadığım Akustik albümünü imzalatmaktı.

Mekana girdik. Daha önce gittiğim konserler gibi havalandırma pek de iyi çalışmıyordu. Konser sebebiyle oldukça da sıkışıktı. Önümde yaptığı şey headbang’ten başka her şeye benzeyen ve bu haliyle sallanan bir sandalye gibi ritmik halde sürekli bana çarpan çocuğu birkaç defa sertçe iteklemek zorunda kaldım. Bu sıkışıklıkta bir de beşer dakikalık düzenli aralıklarla, ellerinde beyaz kovalar içerisinde içecek satmaya çalışan mekan görevlilerinden pek çok defa illallah ettik! Sıkış tepiş, çoğu zaman kıpırdayamadan konser izlemeye çalışırken, bir de “Müsaade etmemizi” isteyen bu arkadaşlarımızın zamanlaması hiç de hoş değildi.

Uzatmayayım. Üzerimizi aradılar, içeri girdik. İlerleyebildiğimiz kadar ilerleyip yerimizi aldık ve grup tam saatinde sahneye çıktı! Black Tooth! Böyle bir enerji yok! Grubun vokalisti, frontmani Tuna Abi tam bir enerji bombasıydı. Groove/Thrash soundunun ülkemizdeki en başarılı temsilcisi olan grup önceki yıl Wacken‘daydı. Bu yıl da orada olacaklar. Eskişehir’deki bu konsere de “Dirty White Tour” ismini verdikleri turne kapsamında gelmişlerdi. Grubun sahnedeki kadrosu şu şekildeydi: Tuna – Vokal, Orcan – Gitar, Dağhan – Gitar, Deniz – Bass ve Onur Akça – Davul. Onur Akça, bu konser için aylar sonra ilk defa gruba eşlik ediyordu. Şansa bak ki ben yıllar önce Chaos Fest‘te Black Tooth’u ilk defa izlediğimde davulda yine Onur Akça vardı.

Black Tooth, tedirgin ve durağan başlayan seyirciyi ısıtıp henüz ikinci şarkıda circle pit‘e sevk etti. Neler olmadı ki… Wall Of Death yaptırdı hepi topu 10 metre genişliğindeki mekanda. O neydi öyle! Sevdiğimiz tüm Black Tooth şarkılarının yanı sıra yıllardır dinlemediğim “God Damned All” isimli müthiş parçalarını çaldılar. İtiş kakıştan liste de tutamadım ama Iron Clad, Drink Drive Go To Hell, Destroy Everyting, Walk gibi kendi kulvarlarının hit parçalarına yer verdiler. “The Wolf Is Down” isimli parçalarının öncesinde kaybettiğimiz güzel insanları andılar ve parçanın başlamasıyla kelimenin tam anlamıyla ortalık karıştı. Tuna Abi’nin seyirciyi yönetmesi, zaman zaman epik anların da yaşanmasına sebep oldu. Ancak konserin şüphesiz en müthiş anı Walk çalarken, önlerde yer alan kadın seyircileri sahneye davet ettiği an oldu. Çok uzaklardan Selvin Flames‘i tanıdım bir tek ancak sahneye çıkan kızların hepsi de enerjisine ayak uydurdular. Yine Tuna Abi’nin stagedive’ı görülmeye değerdi. Wacken’dan getirdiği ve üzerinde “Metal Battle” yazan bayrağı dalgalandırdı sürekli.

Konser bitti bitiyor derken Onur Akça da dur durak bilmedi. İki parça daha çaldılar. Herhalde sahne önünden organizatör işaret etmiş olacak ki Tuna abi gülerek “Onur Akça istiyor yahu kısa bir parça daha çalacağız” dedi. İşte bu jest, seyirciye verdiği bu değer tüm salonu mest etti, alkışlar koptu.

Black Tooth’ta tüm enerjisini tüketen seyirci, konser bitince bir nebze olsun dışarı çıkar, hava alır diye düşündük. Ancak o da ne? Herkes çakılmış gibi Pentagram bekliyor! Black Tooth’tan sarkan süreyi de ilave ederek Pentagram’ın sahnesinin hazırlanmasını bekledik. Epey yorulmuştuk ve beklemek daha çok yoruyordu.

İntroyu duyduk. Bu introyu daha önce duymamıştım. Kanun sesinin baskın olduğu, alaturka sayılabilecek oldukça da gaz bir intro çaldılar. Sonrasında grup sahneye çıktı. Alışık olduğumuz üzere vokale ilk olarak Hakan Utangaç geçti. Hakan Abi vokaldeyken Pentagram muazzam bir thrash grubuna dönüşüyor. İşin ilginç yanı, eski yeni demeden tüm kuşaktan seyirciler konserin bu bölümünde çalan şarkılara eşlik ettiler. Konserin tutabildiğim kadarıyla çalma listesini kaydettim telefonuma. Hakan Utangaç’ın vokallerini yaptığı şarkılar şunlardı:
1. Sır
2. Powerstage
3. Rotten Dogs
4. Sensiz
5. Bu Alemi Gören Sensin – Aşağıda bu şarkının kaydı yer alıyor. İzleyebilirsiniz.

Bu parçadan sonra grup sahneye Gökalp Ergen‘i davet edince ben oldukça şaşırdım. Çünkü bundan önceki son üç konserde olduğu gibi Ogün Sanlısoy gelir sanıyordum. Ancak gecenin sonunda anlayacaktım ki bu gece Pentagram Murat İlkan, Ogün Sanlısoy ve Demir Demirkan olmadan çalacaktı. Yani MMXII albümündeki kadrosuyla. Bu oldukça şaşırtıcı bir gelişmeydi. Gökalp Ergen Sahneye çıktıktan sonra çaldıkları parçalar şu şekilde oldu:
6. 1000s In The Eastland
7. Doğmadan Önce
8. Lions In A Cage
9. Uzakta
10. Wasteland
11. It’s Down Again
12. Sur
13. Şeytan Bunun Neresinde
14. Anatolia
15. Geçmişin Yükü
16. Gündüz Gece
17. Tigris + Bir

Bu konserde de This Too Will Pass yoktu. Anlaşılan uzunca bir süre daha olmayacak. Grubun Lions In A Cage ile birlikte en sevdiğim şarkısı olmasına rağmen bir türlü konserlerinde dinleyemiyorum. Babalar olur da burayı okurlarsa lütfen dikkate alsınlar. Artık sürekli aynı şarkıları, üstelik üçer dörder ay arayla sahne aldığınız aynı şehirlerde dinlemeyelim. This Too Will Pass, In Esir Like An Eagle, Behind The Veil gibi olağanüstü şarkılarınıza da yer verin. Bizi üzmeyin.

Değerli dostum Batuhan’a nazik daveti için teşekkür ederim. Pentagram umarım bir sonraki konserde artık bambaşka bir sahne şovu izletir. Black Tooth’u ise umarım çok daha geniş bir konser alanında izleme şansını yakalarım. Selamlar, sevgiler.,

NOT: Üzerinde proofhead.net ibaresi olmayan fotoğrafları grupların Instagram hesaplarından aldım.

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

Eylül Dolunayı: Eskişehir Kahve Festivali

Önceki haftanın en büyük sürprizi bir Instagram çekilişinden Eskişehir Kahve Festivali’ne kombine bilet kazanmam oldu. Herhalde bütün bir yıllık şansımı bu çekilişle harcamış oldum. Festivalinde ikinci gününde Dedublüman ve Yüksek Sadakat gruplarının sahne alacaklarını duyduğumda gitmek için heveslenmiştim. Ancak Merve’nin bir rahatsızlığı ve başka birkaç iş çıkınca pas geçmeye karar vermiştim. Hatta Betül ve Mustafa da bugün için bilet almışlardı.

eskisehir.net isimli platformun Instagram hesabından yaptığı çekilişle, festivale kombine bilet kazanan sekiz kişiden birisi oldum. Bilet kazanmamla birlikte birkaç başka sorun da çözülünce festivale gitmek için bir mani kalmadı. Aynı akşam gidip ofislerinden biletimi aldım. Ertesi gün ise öğlen arasında festivalin ilk gününde Vecihi Hürkuş Havacılık Parkı’ndaki etkinlik alanına gittim. Bu parka gelmeyeli epey zaman olmuştu. Aradan geçen sürede parkın çehresi oldukça değişmişti. Zaman zaman Velvele doğaçlama tiyatro grubunu izlemeye gittiğimiz Museum’un, burada da ikinci bir şube açmakta olduğunu gördüm.

Etkinlik alanına girdim. Sol tarafta kurulu bulunan Kurukahveci Mehmet Efendi standına gittim ve bir kahve alarak içtim. Tadını çıkarmalıymışım. Çünkü festival boyunca içip içebileceğim tek ücretsiz kahve bu oldu. Festivalin ilk günü ve henüz saat 12.00 olmasından dolayı pek çok stant henüz kurulum aşamasındaydı. Cumartesi günü işlerin daha iyi gideceğini umut ederek oradan ayrıldım.

Cumartesi akşamı saat 19.00 civarı Mustafa ve Betül’le birlikte etkinlik alanına gittik. Yağmur çiseliyordu. Dedublüman ve Yüksek Sadakat konserleri vardı o akşam. Ancak yağmur işte, durmuyordu. Dışarıda birbirine karışmış, upuzun bir kuyrukta tam bir saat bekledik. Yağmurluk ve şemsiyelerimiz vardı ancak öylece durup bekleyince eninde sonunda ıslanıyordunuz. Organizasyon ekibinden hiç kimse sırada bekleyen katılımcılar için bir şey yapmadı. Kuyruklar karıştı, kaynaklar yapıldı, bekleme süresi arttı, tartışmalar çıktı ancak organizasyon ekibi, girişteki tentelerin altından bir saniye olsun ayrılıp da sırada bekleyen katılımcıları yönlendirmedi.

İçeri girdik, sahne önüne doğru gittik. Açık şemsiyelerden sahneyi görmek mümkün değildi. Beklemeye başladık. Tam 1,5 saat! Ara ara kısa anonslar yapıldı, yağmur durunca başlayacağız diye. Olmadı, durmadı. Ne gökyüzü bir gram açıldı, ne de yağmur 5 dakika dindi. Bulutların arkasında bir dolunay öylece gizli kaldı. Nihayet organizasyon yetkilisi de dramatik bir konuşma yaparak etkinliğin pazar günü saat 14.00’e ertelendiğini, bilet alan herkesin yarın ki organizasyona da girebileceğini söyledi. Islanmış olarak oradan ayrıldık.

Pazar günü Mustafa ve Betül’le daha bir hazırlanmış olarak etkinlik alanında buluştuk. Önceki güne göre her şey daha güzeldi çünkü güneş parlıyordu. Beklemeden içeri girip sahnenin önüne kadar geldik. Yarım saat kadar beklemiştik ki kalabalık arttı ve Dedublüman tüyler ürperten bir intro ile sahneye tam zamanında, saat 14.00’te çıktı.

2000’lerde Türkçe Rock müziği çok seviyorduk. İşte Dedublüman biraz daha alaturka enstrümanlarla zengileştirilmiş bir Türkçe rock grubuydu. Yayımladıkları son şarkılarının neredeyse hepsi hit olmuştu. Benim favorim ise henüz birkaç hafta önce çıkan Günü Gelir isimli şarkıları ve bu şarkının klibindeki imajları olmuştu.

Oturup playlist tutmadım. Ancak konserden epey notlar aldım. Grup konserin henüz başında bir önceki gün yaşanan aksilikler dolayısıyla içten bir özür diledi. Seyircilerden de büyük alkış aldı. “İstediğiniz her şeyi çalacağız bugün” dediler. İlk iki şarkıda klarnetçileri perküsyon çaldı. Klarnetçi ayağa kalkıp klarnetine doğru yürüdüğünde ise alkış kıyamet koptu. Dediğim gibi ayağa kalkması bile yetti. Kitle öyle aç, öyle gaz bekliyordu yani. Fikrimin İnce Gülü şarkısına muazzam bir giriş yaptılar. İlginçtir, bana göre en iyi şarkıları olan Günü Gelir, o kadar da reaksiyon almadı seyirciden. Kendi bestelerinin yanı sıra yaptıkları coverlarda da çok iyiydiler. Depresyondayım, Firuze, Gamzedeyim… Her biri ayrı ayrı coşturdu kitleyi. Verdikleri sözü tutarak biste en büyük hitleri olan Belki‘yi, Sakladığın Bir Şey Var‘ı (üstelik yarısını funk tarzında) ve Gamzedeyim’i (bağlayarak) çaldılar.

Grubun canlı performansını çok merak ediyordum ve oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Ancak kötü olan şey ses sistemiydi. Grup performans esnasında sürekli olarak ses sorunu yaşadı. Davulcunun tonmaistere dönüp “Şu anda kimse kimseyi duymuyor” demesi ise adeta yaşanan sıkıntının özetiydi. Buna rağmen her biri gerçekten iyi müzisyenler olduklarını gösterdiler. Sahnede tam 6 farklı gitar, lavta, keman, bass, klavye, darbuka, klarnet kullandılar. Altı kişilik ekipte tüm enstrümanlar döndü durdu. Favorim grubun vokali olan Mustafa Yavuz 🙂

Dedublüman sahneden inince yaklaşık 45 dakikalık bir ara oldu. Bu esnada tonmaister ve rodiler neredeyse bir dakika duraksamadan hızlıca sahneyi kurdular. Ve yine tam zamanında, saat 16.00’da Yüksek Sadakat sahneye çıktı. 2000’li yıllar demiştim. O yıllarda küçük bir ilçede, internet yokken, uydu televizyonları yeni yeni popüler olmaya başlamışken rock ve extreme müziğe ulaşmanın tek yolu Blue Jean dergisiydi. İşte Kutlu Özmakinacı bu derginin editörü olarak en az üç jenerasyona bu dergiyi ulaştıran isimlerden birisiydi. Onun kurmuş olduğu ve o yılların en ses getiren gruplarından Yükse Sadakat’i ilk defa sahnede izleyecektim.

Albüm kapağındaki fotoğraflarına öyle alışmışım ki grup tam 16.00’da sahneye çıktığında yalnızca gitarist ve bassçı Kutlu Abi’yi tanıyabildim. Sonra vokalistin efsane Kenan Vural olduğunu, davulcu ve klavyecinin ise müthiş birer imaj değişikliği yapan grubun kurucu elemanları Sefa Deniz Alemdar ve Uğur Onakut olduğunu anladım. Uğur Abi’nin imajına hayran oldum.

Yirmi yılı aşkın süredir sahnesi olan grup tabi ki, sahnede duruşları, pozları bile bir başka. Girişi Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer ile yapınca seyirci zaten yelkenleri suya indirdi. Ancak daha ilk şarkılardan ses problemi yine kendini hissettirdi. Deniz Alemdar’ın davuldaki tiz tonlarında ses sistemi patlayıp durdu. Döneceksin Diye Söz Ver‘i Kutlu Özmakinacı ve seyirciler birlikte söyledik. Şarkının sonundaki soloda gitarist kendini duyamadığı için yanlış tonda girdi ancak hemen toparladı. En sevdiğim şarkıları Kafile‘de ise ses komple patladı, tizler çöp oldu. Oysa davulda harikalar yaratıyordu davulcu.

Günün sürprizlerinden Ben Bir Ceviz Ağacıyım, önce Nazım Hikmet‘in sesinden bir skitle başladı. Hemen ardına grup müthiş girdi şarkıya. Dinleyicilerden acayip reaksiyon aldılar. Son şarkıları “Haydi Gel İçelim” oldu. Şarkıyı seyirciyle söylettiler bir snare roll eşliğinde. Açık ara en çok reaksiyon alan şarkı da bu oldu. Konserin ortalarında bir yerlerde Kenan Abi sahneye birkaç tane kahve istedi. “Biz öyle alkolle anılan bir rock grubu değiliz” gibi bir şey söyledi, çok güldük 🙂

Yüksek Sadakat, kendi tabiriyle şeytanın bacağını kırdı ve nihayet Eskişehir’de sorunsuz bir konser vermiş oldu. Daha önceki girişimlerinde de hep bir aksilik çıkmış ve sahneleri iptal olmuştu. Ama bu sefer onlar da biz de çok eğlendik.

Konserler bitince alanda biraz daha kalmaya karar verdim. Epey bir arkadaşımı gördüm. Yıllar sonra lise arkadaşım Dilek‘i ilk defa gördüm. Aylar sonra Şevkiye ve Betül‘ü birlikte gördüm. Dostlardan yana sıkıntı yoktu ancak organizasyonda ciddi mantık hataları vardı. Adına kahve festivali deyince, ben bedava girdim ancak bilet satıp içeriye katılımcı alınca, insanların içeride tek beklentisi oluyor: farklı kahveleri tatmak. Konuştuğum herkesin şikayeti de buydu. İçeride hiçbir şey yoktu. Fiyatlar absürt pahalıydı. Bir kruvasan 125-140 TL idi, bir taco 180 TL idi, bir pizza ne kadar idi onu hiç bilmiyorum. Dolayısıyla içeride bir festival havası yoktu. En azından önceki festivaller gibi değildi. O akşam doksanlar konserlerine kalmadık. Reyhan Karaca‘nın “Erik Dalı” çaldırdığı bir konser olmuş galiba. Ancak Mansur Ark‘ı çok merak ediyordum. Katılan dinleyen varsa lütfen kısacık da olsa yorum yaparsa sevinirim.

Evet sevgili dolunayım, ıslak ve müzikle dolu bir hafta sonu oldu. Yaptığı çekiliş sayesinde buraya ücretsiz katılmamı sağlayan eskisehir.net platformuna çok teşekkür ederim. Ekim ayı başladı. Yağmurlar ve soğuklar da oldukça hızlıca başladı. Kendimize dikkat etmeliyiz.

Dolunay, Zaferlerim, Havacılık Festivali

Havalar nasıl, diye sordun. İnsanı huzursuz eden, boğan bir sıcaklık vardı. Ayıpmış gibi kimse konuşmuyor, sessizlik yankılanıyordu sokakta. Ben de bir an önce binanın o betonarme soğuğuna kavuşmak için adımlarımı hızlandırdım. Kapat artık şu telefonu, diyecek oldum ama dayanamadım sessizliğe. Sen konuş, lütfen biraz da sen konuş.

Geride kalan günler oldukça hareketli geçti ve nihayet Ağustos dolunayı, büyük zaferin 101. yıl dönümüne denk geldi. İşte şimdi yeni evin arka balkonundan muhteşem bir dolunay fotoğrafı çekebildim. Üzülüyorum. Oysa her şey nasıl bir heyecanla başlamıştı yaz başında. İşte bak, yaz bitti.

Bu sabah oldukça heyecanlı bir şekilde uyanıp ön balkona çıktım. Hemen dürbünümle fotoğraf makinemi hazırladım. Yeni evde vakit geçirmeyi en çok sevdiğimiz yer galiba ön balkon. İlk paragrafta yazdığım o boğucu sıcaklar nihayet güneş batınca bir nebze olsun dinince kendimizi balkona atıyoruz. İşte şimdi bu sabah da Eskişehir’deki 30 Ağustos Zafer Bayramı etkinliklerini izlemek için yerimi almıştım.

Saat 10.30’da tören başlayıncaya kadar ve törenin başlamasıyla birlikte onlarca kare fotoğraf çektim. Askerler, komutanlar, protokol, insanlar, araçlar… Başlangıçta karmaşık ve gürültü olan her şeyin tek bir komutla düzene girip aynı sesi çıkarmaya başlaması gerçekten inanılmaz bir duygu. Önceki gece Galatasaray‘ın zaferini yine arkadaşlarımızla hep birlikte kutlamıştık. İşte şimdi bu saatlerde de millet olarak Büyük Taarruz‘un nokta atışı zaferini kutluyoruz. Bir asrı geride bırakan o mücadele ruhundan, özgür ve bağımsız olma düşüncesinden bir santim bile uzaklaşmış olamayız, olmamalıyız. Nice kutlu zaferlere. Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ü, o büyük komutanı ve ebedi önderimizi anlamayan, anladığını sanan, satır aralarında o kıl kadar akıllarıyla laf sokmaya çalışanlara inat zaferleri coşkuyla kutlayacağız. Atatürk’ü anladığımız yanlışına kapılmadan, onu okumaya, araştırmaya devam edeceğiz.

Okumaya devam et

Yavuz Çetin Tribute Konseri – 12 Haziran Eskişehir IF

Geçen hafta Perşembe günü, oldukça yoğun, yorgun, kelimenin tam anlamıyla acı-tatlı bir gün yaşadıktan sonra kendimi koltuğa bıraktım. Birkaç saniye geçmişti ki telefonuma bir Instagram bildirimi düştü: Surge Türkiye sizi gönderisinde etiketledi.

Surge Türkiye hesabı ülkemizde müzik yayıncılığında, özellikle de Rock ve Metal türlerinde oldukça aktif bir platform. Her gün onlarca farklı konser, albüm haberinin yanı sıra temsil ettiği müzik türlerine ait albüm incelemeleri ve magazinsel haberlerle de son derece ilgi çeken bir ortam. Hem internet sitelerini, hem de Instagram hesaplarını takip ediyorum. İşte bu platform, Eskişehir’de IF’te yapılacak Yavuz Çetin Tribute by Yavuzcan Çetin konseri için üç kişilik davetiye çekiliş yaptı. Alper’i ve Merve’yi etiketleyip çekilişe katıldım.

İşte Perşembe günü akşamında telefonuma gelen bildirim, bu çekilişi kazandığımı müjdeliyordu. Surge Ekibi hemen benimle iletişime geçti ve kaydımı yaptırdım.

12 Haziran Pazartesi akşamı saat 21.00’de IF Performance Hall’e gittim. Kapı açılışı saat 20.00, etkinlik başlangıcı ise 21.30 olarak duyurulmasına rağmen içeride çok bir kalabalık yoktu. Ön sıranın hemen ardında sahnenin tam karşısına kuruldum. Saat 22.15’te grubun üyeleri sahnede yer alıp intro niteliğinde bir giriş parçası çalarak konserin başlayacağının müjdesini verdiler. Bu esnada sahnenin arkasındaki ekranda şu yazımda da bahsettiğim BLUE belgeselinin görüntüleri akmaya başladı.

Derken alkışlar eşliğinde grubun solisti ve frontman’i Yavuzcan Çetin geldi ve ilk parçalarına başladılar. Yazının bundan sonraki bölümünde, konserdeki şarkılar üzerinden bir kritik yazacağım. Şarkı listesinin altında konserde kaydettiğim şarkılardan bazı kesitlerin yer aldığı bir video yer alıyor.

  1. Cherokee: Yavuz Çetin denilince akla gelen ve “platin saçlı karıların altında Grand Cherokee” dizesiyle oldukça akılda kalan, en iyi parçalardan birisi. Açılış parçası olarak tercih edilmesi çok yerinde. Yalnız konserin ilk şarkısı olduğundan birazcık ses sisteminin azizliğine uğradı ve finalde çaldıkları solo neredeyse hiç duyulmadı.
  2. Gecenin Rengi: Yalnızca nakaratını biliyordum bu parçanın. Bu parçadan itibaren grubun klavyeci ve gitarist üyesi Yağmur Kerestecioğlu, yeteneği ve enerjisiyle oldukça dikkatimi çekmeye başladı.
  3. Sweet Home Alabama: Grup yalnızca Yavuz Çetin besteleri çalmıyor. Çetin’in ilham aldığı, çalmayı ve söylemeyi sevdiği parçaları da çalıyor. Bu da onlardan birisiydi. Parçanın finalinde Yavuzcan’ın çığlığıyla seyirci, konserin başından itibaren en enerjik haline büründü.
  4. İstanbul’a Ait: Klavyenin kısa bir introsunun ardından bu çok sevdiğim parça başladı. Bana göre Yavuz Çetin’in en melodik şarkısı bu.
  5. Seni Çok İstiyorum: Yavuz Çetin’in İlk albümünden, buram buram Texas Blues kokan bir şarkı. Oldukça eğlenceli. Parça boyunca sololar atıldı, grubun klavyecisinin esasında oldukça başarılı bir gitarist olduğunu da görmüş olduk. Bu arada neden bilmiyorum ama Spotify’da 1997 tarihli İlk albümünde bu parça yok.
  6. Sadece Senin Olmak: Bir önceki parçayla birlikte salondaki çifteler için söylediler. Parçanın nakaratına ve bu kısımdaki vokal melodisine hayranım. Sözlerinin her bir dizesini ilan-ı aşk ederken kullanabilirsiniz 🙂
  7. Old Love: Yavuzcan, grubun klavyecisi ve gitaristi Yağmur’un söyleyeceği Eric Clapton’a ait bu şarkıyı Yavuz Çetin’in çok sevdiğini söyledi.
  8. Çal Genç Adam: Şarkının tam ismi bu şekilde midir emin değilim ancak Yavuzcan’ın 18 yaşındayken yaptığı bir parçaymış.
  9. Everybody Needs Somebody: Stevie Wonder’ın bu parçasını anons ederken “Rahmetli ben küçükken evde bunu çalardı, beni de dans ettirirdi” dedi. Bir dinleyici olarak o an garip hissettim. Yavuzcan’ın babasıyla olan çocukluk anıları aslında ne kadar da kıymetli bizler için. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük birkaç gitaristinden birisi olan Yavuz Çetin’in hayatına dair en ufak bir bilgi kırıntısı bile gerçek hayranları için oldukça ilgi uyandırıcı oluyor.
  10. Birkaç Saat: Bu şarkıyı tınısı bakımından Johnny B. Goode’a benzetiyorum. Enerjisi oldukça yüksek bir parça, sahnede de çok iyi çaldılar. Parça bitince sahneye ara verdiler.
  11. Oyuncak Dünya: Konserin ikinci yarısı Yağmur’un akustik gitarla çaldığı güzel bir introyla başladı. Albümde akustik olarak yer alan bu şarkıyı grup müziğine uyarlamışlar.
  12. Purple Haze: Yukarıda bahsettiğim üzere Yavuzcan’ın babasıyla olan güzel hatıraları bizler için paha biçilemez: Büyük bir samimiyetle anlattığı şu anısı örneğin. Çocukluk döneminde müzik zevkinin yozlaşmaya başlaması üzerine bir gün annesi “daha kaliteli müzikler dinle oğlum” diyerek babasına ait bir çekmeceyi açıyor ve orada babasının satın aldığı albümleri buluyor Yavuzcan. Bu albümler arasında en çok albümü satın alınan sanatçının Jimi Hendrix olduğunu görüyor. Yani Yavuz Çetin çok büyük bir Hendrix hayranıymış. İşte Hendrix’in Purple Haze isimli parçasını da en sevdiği sanatçının en sevdiği şarkısı olarak çaldılar.
  13. Baby Don’t You Wanna Go: İşte yine şüpheye düştüğüm parçalardan bir tanesi. Yavuzcan bu şarkıyı “Blues Marşı” olarak nitelendirdi ancak inanın şarkının ne olduğunu hatırlayamıyorum.
  14. Benimle Uçmak İster misin: Ve salondaki pek çok dinleyici gibi benim de en beklediğim anlardan birisi gelmişti. Bass gitarist Aytaç Er’in elleriyle kanatlanma işareti yaptığını görünce kamerayı da açıp beklemeye başladım. Salonda bir ayin sessizliği vardı. Herkes olanca dikkatiyle grubu izlemeye koyulmuştu. İlk notalarla ve ardından sözlere tüm salon eşlik etti. Kendi adıma bu parçada gitarda, özellikle o ikonik soloyu Yağmur’un çalmasını isterdim. Davulcu Batuhan Yıldırım da parçanın tırmanışa geçen ve zirve yapan bölümlerinde oldukça iyiydi. Parçanın zirvesi olan “Gel Benimle Ol” çıkışının biraz daha orijinaline benzer olmasını isterdim elbette ancak yine de tüylerim diken diken oldu milyonuncu defa.
  15. Yaşamak İstemem: Çetin’in en bilinen, belki de kendine dair her şeyin ipucunu yerleştirdiği parçası Yaşamak İstemem, bir önceki parçanın hemen ardından geldi ve kitle ayağa kalktı.
  16. Unchain My Heart: Ben konser bitti sanıyorken söz sırası Yağmur’a geçti ve bu kült parça başladı. Canlı performansta dinlediğim en iyi Unchain My Heart bu konserde çalındı ve söylendi. Yağmur Kerestecioğlu İnanılmaz vokal yapıyor. Parçanın ortasında bir sürprizle “Resimdeki Gözyaşları’na bağladılar şarkıyı. O şarkı da bitti derken geriye dönüp Unchain’i de bitirdiler.
  17. La Bamba: Yavuzcan’ın şipşak çaldığı giriş riff’inden sonra parça başladı. Şarkının bazı sözlerini Türkçeleştirerek söylediler. Ama mekan inanılmaz reaksiyon verdi bu son iki parçaya.
  18. Kim Kurtarır Canımızı: Yağmur tüm salona “Kerim Çaplı” ismini duyup duymadığımızı sordu. Salonda oldukça çok sayıda bir kitle el kaldırdık. Yağmur daha sonra Kerim Çaplı’nın ölümünden yıllar sonra, oğlu tarafından şans eseri bulunan ve yarım kalmış albümü “Kayıp” albümünü ve sanatçıyı andı. Bu albümün tamamlanıp düzenlenerek yayımlanması sürecinde kendisi de görev almış. Kayıp isimli bu albümü ben de 2021 yazında İstanbul’dayken almıştım. Bu albümde yer alan “Kim Kurtarır Canımızı” isimli şarkıyı çaldılar. Kerim Çaplı’nın biyografisini okuyanlar ya da konser boyunca arkada dönen Blue isimli belgeseli izleyenler hatırlayacaklardır ki Kerim Çaplı’nın Amerika’da müzik yaptığı dönemlerde kendisine “Kim” ismiyle hitap ediyorlarmış. Yani aslında sanatçı “Kim Kutarır” derken belki de gizli anlamda kendisini de kastediyordu.
  19. Köle: Son parça. Yavuzcan konserin başından beri çaldığı babasına ait ve İlk albümünün kapağında da görülen elektrogitarını Yağmur’a verip kendisi klavyenin başına geçti. Son parça başlandığında özellikle mi ayarladılar bilmiyorum ama konserin başından itibaren arkada led ekranda dönen belgeselin de jeneriği akmaya başladı. Böylece tadını çıkara çıkara uzattılar parçayı.

Grup sahne boyunca yer yer deneysel de denilebilecek şeyler yapıyor. Özellikle klavyecilerinin konserin büyük kısmını doğaçlama olarak çaldığını ve hiçbir konserde birbirinin aynısı şeyler çalmadığından eminim. Klavyeci Yağmur Kerestecioğlu, grubun diğer elemanlarından farklı olarak bambaşka ruh hallerine giriyor. Gerçi konser boyunca grup elemanlarının tümü oldukça tutkulu bir şekilde çalıyorlar ancak yine de en temkinli olan Yavuzcan.

Elbette “Yavuz Çetin Tribute” ismiyle sahne almak oldukça da büyük bir sorumluluğu yüklenmek demek oluyor. Kemiklerini sızlatmamak adına çaldığınız her notanın, seçtiğinin her şarkının seyirciye geçmesi ve onay alması gerekiyor. İzlediğim ve dinlediğim kadarıyla grup Yavuz Çetin isminin altında ezilmiyor, bilakis o isme değer katıyor. Yavuzcan Çetin, kesinlikle babası taklit etmeye çalışmıyor, müzikal yeteneği ve grup arkadaşlarıyla sağladığı uyum sayesinde kulaklara iyi gelmeyi başarıyor.

2022 Yılımın Özeti

Şansa bak, yılın ilk yazısı yılın ilk dolunayına denk geldi. Bir My Resort klasiği haline gelen Yılımın Özeti yazısı başlıyor. Sıkılmadan okumanız dileğiyle.

Refah düzeyimin iyice düştüğü, ekonomik karamsarlıklarla boğuştuğumuz, buna rağmen eşimiz dostumuzla oldukça güzel zamanlar geçirip güzel işler ve ilkler başarabildiğim bir yıl oldu. 2013 yılından sonra, galiba hayatımın en hızlı geçen yıllarından birisi de olduğunu söyleyebilirim. Eskişehir’deki iş yerimde 5. yılımı, mesleğimde ise 10. yılımı geride bıraktım. Eskişehir’de geçirdiğim süre, artık Bilecik’te geçirdiğim süreyi geride bıraktı. Eskişehir’de yaşadığım her tecrübe de zaten Bilecik’i geride bıraktı.

2008 yılında Windows’un ilkel denilebilecek blog platformu olan Live Spaces altında blog yazmaya başladım. Yaklaşık bir yıl sonra, 2009 yılının Şubat ayında ise akıllıca bir hamle yaparak, o güne dek yazdığım yüzden fazla yazıyı birkaç gece uyumadan WordPress üzerine taşıdım. Ve o tarihten beri de WordPress altyapısını kullanmaya devam ediyorum. On üç yıldan uzun süredir My Resort, WordPress çatısı altında varlığını sürdürüyor.

Blog bu yıl yazı sayısı bakımından oldukça düşük bir performansa sahip. Sadece 48 yazı yazabilmişim. Ortalama olarak haftada bir yazı yazmışım. Bu benim açımdan oldukça yetersiz ancak hayatımızın en önemli parçası olan Mert Ekin‘in varlığı bu sayı üzerinde oldukça etkili 🙂 Bu yılın ikinci yarısında eşimin çalışma koşullarının değişmesi sebebiyle hafta sonumu tamamen Mert’le birlikte geçiriyorum. Hafta sonlarında kendime yazı yazmak şöyle dursun, kitap okuyacak bile imkan yaratamadım. Eh, bunda biraz benim de acemiliğim var elbette. Halil Abi‘den ders alacağım. Geçen sene de yazı ortalaması için Mert’i bahane etmişim ancak geçen yıl henüz 1,5 yaşında olan Mert’in bu sene olduğu kadar oyuna ve ilgiye ihtiyacı yoktu sanırım. Görünen o ki bu ihtiyacı da her geçen yıl daha da artacak.

Yılın son ayında blogla hiç ilgilenemedim. Çünkü bu yıl içerisinde yapmayı planladığım ancak ekipman eksikliğinden dolayı yapamadığım podcast projem için çalışmalar yapıyordum. Üstüne bir de Mert’in ufak tefek rahatsızlıkları olunca blogda yayımlanacak yazıların ancak taslaklarını yazabildim. Yayımlayamadım. Geçen yıldan yazmaya başlayıp da yayımlayamadığım taslaklarım şu şekilde:

  • Tübitak’tan Astronomi ve Popüler Bilim Kitapları
  • Pentagram – Makina Elektrika
  • Kayıp Tabur (öykü)

Bunlardan özellikle Pentagram’ın bir türlü CD ve plak formatında yayımlayamadığı albümünün yazısı büyük pişmanlık oldu benim için. Keşke albüm çıktığı dönem yayımlasaydım. Bu taslakları yılın ilk ayı içerisinde tamamlayıp yayımlayacağım. Hatta kendime koyduğum ilk hedef de bu olsun.

Bu yıl blogda en çok okunan yazılar İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) başlıklı yazılar oldular. Bu yazılar önceki yıllarda yazdığım halen reyting almaya devam eden yazılar. Bu yıl yazdığım yazılardan ise en çok okunanlar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri ve İhsan Oktay Anar – Tiamat (2022) İnceleme başlıklı yazılar oldular. Bu yıl önceki yıllara göre bloga okuyucu yönlendiren mecralarda da ciddi değişiklikler olmuş. Blogun yayım hayatının başından beri ilk defa bu yıl bloga en çok okuyucuyu Facebook değil, WordPress Mobil Uygulaması yönlendirmiş. Bu muhteşem bir gelişme. Yine, geçen yıl blog için açtığım Instagram hesabı sayesinde Instagram da Facebook’u geçerek, bloga en çok okuyucu yönlendiren ikinci platform olmuş. An itibariyle 258 takipçi var burada. Umarım bin kişiye yaklaşır. Bu yıl ilk defa denediğim WhatsApp anlık gönderileri ise beklediğimden daha az okuyucu göndermiş göndermesine ancak özellikle arkadaş ve iş çevremden bu anlık gönderiler sayesinde çok fazla kişiyle etkileşim kurabildiğim için bu yıl da aynı platformlara devam edeceğim.

Şimdi gelelim, blogun aylık maceralarına. Bu yazıları iş yerinde tuttuğum günlükten notlarla da destekleyeceğim.

Ocak 2022: Ocak ayında 7 yazı yazmışım. Yılın en çok yazı yazdığım ayı da bu ay olmuş. Elbette bu durumda bir haftalık Covid karantinam da etkili oldu. Bu ay 19 Ocak sabahı Eskişehir’de yoğun bir kar yağışı başlamış. Bu yağış bütün hafta devam etmiş.

  • Metis Ajanda koleksiyonuna başladım. Hatta o koleksiyon bu yıl da devam ediyor. 2023 yılı Metis Ajandası‘nın sloganı ArzuHal.
  • Covid oldum: Pandeminin son atağında ben de hastalığa yakalandım. Üçüncü doz biontech aşımı olduktan aşağı yukarı bir hafta sonra, birkaç seri hapşırmanın ardından gidip test verdim ve sonucum pozitif çıktı. Bir hafta evde kaldım. En ufak bir ağrı sızı hissetmedim. Zaten benim karantinam bittikten sonra da Bilim Kurulu pandemi koşullarını oldukça hafifletti.
  • İhsan Oktay Anar‘ın Tiamat isimli yepyeni bir roman yayımlayacağı müjdelendi.
  • İş Yerinde Yepyeni Yüzlerle Tanıştık: Bu yıl iş yerimiz açısından en büyük gelişme özelleştirilen Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‘ndan bizim kuruma geçiş yapan arkadaşlarımız oldu. Numan, Serkan, Kübra, Merve ve Hasan ben karantina altındayken Ocak ayı içerisinde yeni çalışma arkadaşlarımız oldular. Bu kadar kısa sürede bu arkadaşlarımızla çok samimi arkadaşlıklar kurduk. Serkan’la okuldan da arkadaştık zaten. Ancak diğer arkadaşlarımızla da sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir uyum yakaladık.
  • Pentagram – Acoustic Live 2017 isimli çalışmasını yayımladı: Ama Youtube’dan. DVD ya da bluray olarak basılmadı bu güzel çalışma. Birkaç defa sosyal hesaplarından yazmama rağmen cevap dahi alamadım bu soruya.

Şubat 2022: Şubat ayında dört yazı yayımlamışım. Bu ayın başında tıpkı geçen ay bana olduğu gibi Merve ve annem Covid pozitif çıktı. Yabancı Dil Sınavına başvurdum. Yine bu ayın son günlerinde halı saha maçlarımıza başladık.

  • Org aldım: Her defasında midi klavyeyi kurmak artık zor geliyordu. Ufak tefek melodiler aklıma geldiğinde yutmak zorunda kalıyordum. Casio marka ikinci el sağlam bir org denk getirip aldım. Bu orgu yılın ilerleyen günlerinde kaydettiğimiz videolarda da kullandım.
  • Seksen Günde Devri Alem Dizisi: Bu yıl, Jules Verne‘nin meşhur kitabından uyarlanan Seksen Günde Devri Alem isimli diziyi izledim. İngiliz yapımı ve oldukça keyifli bir diziydi. Bu diziyi ve Jules Verne hakkındaki tüm gelişmeleri çok sevgili Murat Haser ve Instagram grubumuz sayesinde takip ediyorum. Ayrıca bir süredir kıymetli Ahmet Öncüer hocamı da ihmal ettiğimin farkındayım. Ankara’ya ilk gidişimde kendisini arayacağım.
  • Annem, babam, kardeşlerim ve eşim de Covid oldu: Ailecek covid olma hakkımızı kullandık ve şükür ki bir daha hastalık yaşamadık.
  • Pentagram konserine gittik: Yılın ilk konseri oldu bu. Oldukça kalabalık bir ekiple gittiğimiz konserde ön sıralardaydık ve çok eğlendik. Yılın ikinci yarısında gittiğimiz konserde neler olacağını bilseydim daha da eğlenirdim.

Mart 2022: Kış devam ediyor, nasıl bir soğuk varmış! Bu ay 5 yazılık bir performans sergilemişim. Mert Ekin sünnet olduğu için sağ olsun iki taraftan da sürekli misafirimiz ve sürekli Mert’le ilgilenenler oldu. Bu sayede blogla ilgilenebildim. Ah canım blogum! Bu arada Mert’in sünnet olacağı gün arabayı ufak bir sürttüm.

Nisan 2022: Nihayet bahar gelmiş. Belli çünkü sadece 3 yazı yazabilmişim. Bu ay Yabancı Dil Sınavı’na girdim. Sınavdan birkaç gün önce oturup biraz kelime çalışıp deneme çözdüm. Ders çalışmayı seviyorum galiba. Bu ayın son iki haftası özellikle iş yerinde oldukça yoğun ve koşturmacayla geçti. 23 Nisan için özel bir etkinlik organize ettik. Bu organizasyonda çeşitli görevlerim vardı. Yine bu ayın ilk günlerinde Sertan‘ın babası vefat etti. İşyerindeki bilgisayarım bozuldu. İkame bir bilgisayarla yılı tamamladım. Neyse ki yeni bilgisayarım çok iyi. Telefonum yere düştü ve kalemi fırlayıp kırıldı. Yeniledim.

Mayıs 2022: Yoğun bir ay olmasına rağmen blogda 5 yazı yazmışım. Havalar iyice ısınmıştı. İşyerinde gündem yine yoğundu ancak keyifliydim. Mert bu ay iki yaşına girdi. He-Man temalı bir doğum günü yaptık. Bayramı evde geçirmemiz dolayısıyla hem yazdım hem de bol bol okudum. Bu ayın ortalarında Eskişehir’de güzel bir kitap fuarı oldu. Türk Dil Kurumu’ndan kitaplar aldım. Ayrıca bu ay implant tedavisine başladım. Yine bu ayın son günlerinde Eftade Hocam ve ekibiyle birlikte “Geleceğin Yeşil Yakalıları” isimli TÜBİTAK projemizi gerçekleştirdik. Benim için harika bir tecrübe oldu. Emeği geçen başta Merve ve Esra olmak üzere, Mine ve Sevda ve tüm diğer arkadaşlarımıza teşekkür ederim. 29 Mayıs Cumartesi günü kurum olarak İstanbul’a gidip geldik günü birlik şekilde.

  • Yabancı Dil Sınavı açıklandı: Sınav aslında Nisan ayının son haftası açıklandı ancak yazabildim. Sınava 70 ve üzeri bir puan almak hedefiyle girdim. 80 üzeri bir puan alarak hedefimi gerçekleştirmiş oldum.
  • Madeni Para Koleksiyonumun 1 TL serilerini paylaştım. Bu yazım, bu yıl yazdığım ve en çok ilgi gören bir diğer yazım oldu. Bu yazıyı yazdıktan kısa süre sonra Erdem Abi sayesinde elimdeki yıl eksiklerinin hepsini tamamladım. Sadece o değil, çevremdeki çoğu arkadaşım da bu koleksiyonuma destek oldular.

Haziran 2022: Bu ay 4 yazı yazmışım. Ayın ilk günleri Çevre Haftası etkinlikleri sebebiyle koşturmacayla geçti. İş yerinden sevgili Burak Abimiz bana bir kaset ve radyo deck hediye etti. Kaset deck’in tamiratını evimin karşısında bu yıl açılan Alisa Elektronik‘te Ali Abi’ye yaptırdım. Canavar gibi oldu! Muhteşem bir set kurdum böylece. Bu ayın son günlerinde doktora mezuniyet törenimiz oldu ancak yazısını Temmuz ayı içerisinde yazdım.

  • Jules Verne koleksiyonuma yeni kitaplar eklenmiş. Ayrıca Ötüken Yayınları’ndan Denizler Altında 20000 Fersah romanının oldukça müthiş bir baskısı çıktı. Bu yıl ağırlığımı Alfa Yayınları’ndaki Olağanüstü Yolculuklar Serisi’ne verdim. Yayınevi, serinin 2023’te tamamlanacağını duyurdu.
  • Türkiye Çevre Haftası’nı kutladık: Normalde iş yerindeki etkinliklerden oldukça yüzeysel bahsederim. Ancak bu etkinlik ciddi anlamda emek verip her aşamasında saatlerimizi harcadığımız bir organizasyon olunca ben de yazdım elbette. Sevda’yla birlikte sunuculuk yapmamız, düzenlediğimiz voleybol turnuvası, bisiklet turu gibi etkinliklerle oldukça kapsamlı bir organizasyon yaptık. Öncesindeki bütün bir Mayıs ayı ve Haziran ayının ilk haftasını bu işe adadık. Voleybolda başarılı olamadık. Takımımız Kübra, Halil Abi, Rıdvan Abi, Numan ve benden oluşuyordu.

Temmuz 2022: Bu yılın şüphesiz en iyi ayı bu aydı. Çok mutluydum. Bloga dört yazı yazdım. Çünkü Haziran ayı sonunda güzel bir mezuniyet töreni yaşamış, ayın ortalarında da Maykıl Ceksın kulübüyle tatile gitmiştik. Yine bu ayın ortalarında bu yıl ki stajyerlerimiz başladılar. Hepsi çok güzel ve iyi arkadaşlarımız oldular. Egehan, Fatih, Begüm, Almina, İpek, İrem ve Çağlar birbirinin peşi sıra kurumumuzda staj yaptılar. Oldukça saygılı ve sevgi dolu bu arkadaşlarımızın bahtları ve yolları açık olsun. Başta Fatih ve Çağlar olmak üzere hepsiyle halen görüşüyorum ve görüşmeye de devam edeceğim. Yeri gelmişken sürpriz yılbaşı hediyesi için sevgili Egehan’a ve çok uzaklardan bir kart yollayarak beni mutlu eden sevgili Buket’e selamlar sevgiler.

  • Doktora mezuniyet törenine katıldık: Bir yıl önce mezun olmuş ancak pandemi nedeniyle mezuniyet töreni yapılamadığından pek de anlayamamıştık mezun olduğumuzu. Bir önceki yılın mezunlarıyla birlikte bu yıl nihayet bir mezuniyet töreni düzenlendi ve Alper’le birlikte katıldık. Bu törende Lisansüstü Eğitim Enstitüsü mezunları adına konuşmayı ben yaptım. Birinci olmuşum 🙂
  • James Webb Uzay Teleskobu faaliyete girdi. Bu teleskop insanoğlunun evrene açılan yepyeni bir gözü oldu. Artık çok daha uzakları görebiliyoruz. Üstelik görüşümüz de daha keskinleşti. Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde çok büyük keşifler yapılacağına olan inancım arttı.
  • Şerit rozet ve bröve koleksiyonuna başladım. Aslında bu merakım çok daha eskiye dayanıyordu ancak bu yıl ilk defa planlı bir şekilde piyasan bröve ve rozet toplamaya başladım. Bu noktada seritrozet.com isimli siteye çok şey borçluyum. Sahibiyle Ankara’da da buluşup tanıştım. Konuya ilişkin çok daha fazla bilgi elde etme şansım oldu. Ayrıca bir de çok kaliteli bir posterim oldu. Bu koleksiyona bu yıl da devam edip yakın zamanda birkaç görsel daha paylaşacağım.
  • Maykıl Ceksın kulübüyle Datça’ya gittik: İşte yılın en keyifli yazılarından birisi daha! Önce Denizli’ye gidip Turgutlar’la buluştuk. Ertesi gün ise Sercan ve Alper’le yol üzerinde buluşup üç aile Datça’ya gittik. Burada çok şirin bir otelde kalıp oldukça keyifli bir hafta geçirdik. Denize doyduk. Dönüşte de Volkan’ın ailesini ziyaret ettik Çubucak’ta. Ciddi anlamda yorucu bir yol tecrübesi oldu benim için. Özellikle dönüş yolunda Mert’in de huzursuzlanmasıyla mücadele ettik ve kazasız belasız dönebildik.

Ağustos 2022: Evet, yaz ayları oldukça keyifli geçmeye devam ediyor. Bu ay da 4 yazı yazarak adeta kendime bir standart oturtmuşum. Bu ayın bir kısmını yollarda geçirdim. Yine bu ay yılın ilk kamp tecrübesini yaşadık. Ayın ilk haftasında Mert ve annesi Antalya’ya gittiler. Ayın sonlarına doğru iş yerinden arkadaşımız Osman vefat etti. Mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

  • Umut Sarıkaya’nın külliyatı tek seferde yayımlandı. Komik Şeyler Yayıncılık güzel bir çalışmaya imza atıp Umut Sarıkaya’nın çalışmalarından oluşan üç kitap ve iki albümü koskoca bir set olarak yayımladı. O günden beri Umut Sarıkaya’nın Eskişehir’e gelmesini bekliyorum. Blogda yazmadım ama birkaç ay sonrada yine Dünya Klasikleri isimli bir kitabı üstelik özel baskısıyla yayımlandı.
  • Kardeşim Mustafa burun ameliyatı oldu. Blog elbette benim dışımdaki aile fertlerinin ve yakın dostlarımın da hayatlarındaki önemli olayları anlatıyor. Kardeşimin taa lisedeyken geçirdiği trafik kazasının ardından yıllardır kademe kademe geçirdiği ameliyatların sonuncusu da nihayet oldu. Ben de o gece refakatçi olarak kaldım yanında.
  • KİM Tiyatro Ekibiyle tanıştık. Biricik arkadaşımız İnanç’ın harika performanslar sergilediği bir tiyatro oyunu dolayısıyla KİM Tiyatro ekibiyle tanıştık.
  • Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık: Emre’nin Ankara’da yaşamaya başlamasının bir kutlaması olarak Alper ve Emre’yle Ankara’da Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık. Müthiş bir kamp oldu. Sonradan bu alanın sevgili arkadaşım Özge Şefimin sorumluluk sahasındaki bir tabiat parkı olduğunu da anladım. Eh biraz sitem etti o da.

Eylül 2022: Oldukça keyifli geçen bir yazdan sonra sonbahar başladı. Ortalamayı koruyor ve 4 yazıyla devam ediyorum. Bu ay KÖFN’ün hit parçası Bi’ Tek Ben Anlarım’ı coverladık Instagram’da. Yıl boyunca yaptığımız cover parçaları yazının sonlarına doğru liste şeklinde vereceğim. Alper’in doğum gününde İngiltere Kraliçesi Elizabeth öldü. Ölmez denilen kadın öldü. Dünya ona da kalmadı. Bu ay yeşil pasaport aldık.

Ekim 2022: Sonbaharın artık iyice kendini hissettirdiği, soğuğun iliklere işlemeye başladığı bir ay olmuş. Yine bu ay da 4 yazı yazmışım. Bu ay kısa süreli bir Ankara ziyaretim oldu. Temmuz ayında başladığım şerit rozet koleksiyonuyla ilgili olarak Ankara’da seritozet.com isimli sitenin sahibiyle buluşup tanıştım.

Kasım 2022: Yoğun bir yağmur vardı ay boyunca. Ay boyunca 3 tane yazı yazabildim.

  • Mezunlar buluşmasına gittik: Mezuniyetimizin 10. yılında pandemi nedeniyle yapılamayan ve bu yıl telafisi yapılan mezunlar buluşmasına gittik. Dönem arkadaşlarımızın yanı sıra hocalarımızla da bir araya gelebildik bu sayede. Aynı gün Alper, Emre, Ahmet Ali ve Çağlar‘la stüdyoya girdik.

Aralık 2022: Ve yılın son ayı. Bu tembel kardeşiniz sadece bir yazı yazabildi. 2014 yılındaki askerliğimden beri hiç bir ayda iki yazının altına düşmemiştim. Neyse sağlık olsun. Yılın son ayının en güzel yanı 2022 Dünya Kupası Turnuvası oldu. Katar’da oynanan turnuvayı favorim olan Arjantin kazandı. Ve böylece Messi gezegenin yaşayan en iyi futbolcusu oldu. Bizim nesil de tıpkı önceki nesiller gibi (Pele, Maradona) kendi döneminin efsanesi Messi‘yi nihayet Dünya Kupası alırken görebildi. Arjantin takımında kamuoyunda oldukça itici karşılansa da kaleci Martinez de turnuvanın bir diğer yıldızı oldu. Olağanüstü kurtarışlar yaparak en az Messi kadar kupayı kazanmalarını sağladı. Son olarak bu ay sevgili arkadaşım Merve sayesinde Turkcell tarafından kazıklanmaktan kurtuldum. Çok iyi bir fiyata çok GB’lı bir tarifeye geçtim.

  • Maykıl Ceksın Kulübü olarak 10 yıl sonra yeniden Çanakkale’ye gittik. 10 yıl önce Volkan, Alper ve Sercan’la yaptığımız turu bu sefer Volkan gelemediği için üçümüz gerçekleştirdik. Yılın son ayına oldukça yüksek bir enerjiyle giriş yapmış oldum böylece. Gelibolu‘ya Temmuz 2014’ten sonra yeniden dönmek beni oldukça tuhaf, hüzünlü ve daha çok mutlu hissettirdi.

Evet, koskoca bir yılın özeti bu şekildeydi. Ancak elbette blogda yazmadığım pek çok başka güzel gelişmeler de olmadı değil. Bunlardan en önemlilerinden birisi Ender ve Semra‘nın düğünü oldu. Çok güzel bir tarihte, 29 Ekim günü düğünleri yapıldı. Düğünde çok uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı da gördüm üstelik. Hatta ilginç bir tesadüf eseri, Fehmi‘ye arkadaşımın düğüne gittim diye anlatıp fotoğrafları gösterdiğimde fotoğraftaki arkadaşlardan Murat, Fehmi’nin çocukluk arkadaşı çıktı. Yine Eylül ayının 5’inde Doğan ve Sinem‘in düğünleri oldu. Sevgili kuzenimiz Doğan’ı ve tüm ailesini Eskişehir’de ağırladık. Biricik kardeşim Okan‘la hasret giderdik. 18 Haziran Cumartesi günü Bilecik’e Emre ve Şeyma‘nın düğünü için gittim. Düğüne gelemeyen birkaç kişi hariç herkesle görüştüm. Evlenen tüm kardeşlerimize ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Adam Spor Merkezi‘ne büyük bir titizlikle devam ediyorum. Burada oldukça güzel bir arkadaş ortamımız oldu. Yıl boyunca Erhan Abi‘yle antrenmanlar yapıp eğlendik. Eğlendik dediğime bakmayın, daha çok o güldü. Sonbahar aylarında omzumdan sakatlandım. Ancak hocanın ve Enes‘in tavsiyesiyle glucosamin kullanmaya başladım. Kısa sürede etkisini gösterdi ve umarım böyle devam eder.

Bu yıl tıpkı blog yazamadığım gibi, pek fazla kitap da okuyamadım. Okuduğum en iyi kitaplar Sessiz Ev ve Tiamat oldular. Bu yıl kitaplığıma yaklaşık 130 kitap daha eklenmiş ancak bu sayının hepsi roman değil. Yaklaşık 30 tanesi Atlas Özel Koleksiyon Serisinden, 25 tanesi Jules Verne eserlerinden, ayrıca ders kitapları ve çizgi romanlar da var.

Bu yıl Sevda, Yiğit, Çağlar, Cem, Ahmet Ali ve Alper’le çeşitli stüdyolar yaptık ve eğlendik. Instagram’da da güzel işler paylaştığımıza inanıyorum. Bu yılın en büyük katkılarından birisi olan sevgili Çağlar sayesinde müzik işlerimiz biraz hareket kazandı. Hali hazırda başlayıp da bitiremediğimiz birkaç şarkı daha var. Onları da en kısa sürede umarım paylaşacağız.

Yıllardır olduğu gibi bu yıl da dolunay yazılarımı sektirmeden yazdım. Bu yazılarda o aya ait müzikal gelişmeleri, hayatımdan kesitleri ve yazdığım mini öyküleri paylaştım. Yılımın Özeti yazısının da bir dolunay zamanına rastlaması benim için bir ilk olacak. Dolunay konseptinden vazgeçmeyeceğim. Hatta podcast işini becerebilirsem belki aylık dolunay yazılarım için bir periyot bile oluşturabilirim. Ancak bir önceki yılı yeniden gözden geçirince blogda pek çok şeyin yarım kaldığını görüp not aldım. Önceliğim eksiklikleri gidermek.

Neler dinledim? Açıkçası bu sene en çok dinlediğim şarkı Köfn – Bi’ Tek Ben Anlarım oldu. Bunun dışında Mabel Matiz‘in pek ilgi görmeyen Nerelere Gideyim isimli Yeni Türkü coverı da beni benden aldı. Eşin dostun sayesinde ya da kendi şansıma keşfedip hayran olduğum şarkılar ise Nova Norda – Beni Biraz, Oscar And The Wolf – Joaquim, SMS – Ay Karanlık, Mabel Matiz – Nerelere Gideyim isimli şarkılar oldu. SMS grubunu Çanakkale’de keşfettik. Çok daha fazlası da var aslında ancak yazıyı yazarken bunlar aklıma geliyor. Metal müzik türünde bir önceki sene olduğu gibi bu sene de Mgla en fazla dinlediğim grup oldu. Sabhankra, Hope To Find, Amon Amarth, Gojira, Halo Effect ve Pentagram yoğunlukla dinlediğim gruplar olmuşlar. Yazın Türkiye’ye gelen The Halo Effect’e Tahir Abi sayesinde bir kart imzalatabildim. Koleksiyonum için güzel bir parça oldu. Grubun bu yıl nihayet yayımlanan Days Of The Lost albümünü ve aynı adı taşıyan şarkısının klibini çok sevdim. Ülkedeki hemen her şeyin fiyatının üçe beşe katlanması sebebiyle bu sene çok fazla plak alamadım.

Almaya niyetlendiğim albümlerden olan Pentagram’ın son albümü Makina Elektrika ise yayımlanalı aylar geçmesine rağmen halen basılmadı! Bu yılın müzikal hayal kırıklığı galiba Pentagram oldu benim için. Acoustic Live 2017 ve son albümlerinin yalnızca dijitalde yayımlanarak basılmaması ve Eskişehir’deki son konserleri bu kanıya varmam için yeterli oldu. Everybody’s Fool şarkısını coverladığımız için yılın o döneminde de Evanescence‘in 2003 tarihli Fallen albümünü dinledim sürekli. Bunun dışında bu yıl boyunca iki müthiş podcasti dinleyip durdum. Bunlardan ilki Getik Dergi döneminden arkadaşlarım Levent ve Furkan‘ın içerisinde bulunduğu (Onur ve Anıl’ı da unutmadım) “Kat 3 Daire 5” ekibinin aynı isimli podcastlari. Korku temalı hikayeleri ve sonrasındaki yarı komik yarı ürkütücü muhabbetlerini dinlemek çok keyifli oluyor. Ve değerli arkadaşım Civan‘ın büyük ve meşakkatli bir araştırma sürecinin ardından yayımlamaya başladığı 1. Dünya Savaşı Podcast Serisi yılın diğer en iyi podcast kanalı oldu benim için. Hem Levent’e hem de Civan’a teşekkürler ve selamlar.

Neler izledim? Netflix‘te bu yıl yayımlanan tüm popüler içerikleri izledim. IPTV sayesinde aslında tüm platformlarda öne çıkan ne varsa izledim. Bu yıl da favorim geçen sene olduğu gibi “Gibi” oldu. Ayrıca bu yıl keşfettiğim Ayak İşleri dizisine bayıldım. Netflix’teki 1899 isimli diziyi Dark’ın referansına güvenip izledik ve beğendik. Avatar‘ın ve Top Gun‘ın yeni filmini henüz izlemedik. Bu sene yayımlanan hiçbir süper kahraman filmini de izlemedim. Tıpkı trap müik furyası gibi lütfen şu süper kahraman furyası da azalarak bitsin. Yine Netflix’te yayımlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli film bu yıl izlediğim en iyi film oldu. Savaş ve özellikle Dünya Savaşları konulu filmler favorilerimdir zaten.

Evet yazının en özel ve önemli bölümlerinden bir tanesine geldik: Hedefler. Bu bölüm, bir önceki yıl nasıl yaşadığımın da aslında en kısa özeti oluyor. Ne kadar çok hedefi başarırsam o kadar iyi bir hayat sürmüşüm demektir. 2022’de koyduğum hedeflere ve gerçekleşme durumlarına bakalım:

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak (başardım)
  • Makale yazıp yayınlatmak (olmadı)
  • Çadır kampı yapabilmek (yaptık)
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak (tam da belirttiğim kadarını tamamladım)
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek (vakit olmadı)
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek (yapamadım)

Eh, ne çok iyi ne çok kötü bir yıl geçmiş. Haydi şimdi de önümüzdeki yıl için kendime hedefler koyayım bakalım:

  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Bilgisayarımda Windows 10’a geçmek
  • Yıl sonunda en az 30 podcast kaydı yapabilmiş olmak
  • Alfa Yayınları Olağanüstü Yolculuklar serisini tamamlayabilmek
  • Alper’le birlikte bir makale yayımlayabilmek
  • Yurt dışına bir seyahat yapmak

Hoş geldin 2023. Her yeni yıl gibi sen de umutlarla dolu olarak geldin. Üstelik cumhuriyetimizin ilk yüzyılını müjdeleyerek geldin. Umarım ülkemiz ve milletimiz için güzel bir yıl olur. Bombalar patlamaz, cehalet övüne övüne sokaklarda gezmeye devam edemez, eşimiz, ailemiz ve dostlarımızla mutlu mesut bir yıl yaşarız. Nice güzel yıllara!

Pentagram Konseri – 14 Ekim Eskişehir Milyon Performance Hall

14 Ekim Cuma günü Pentagram, aylar sonra yeniden Eskişehir‘de sahne aldı. Çok sevdiğim bu grubu bir kere daha izlemeye teşvik eden belki de en önemli şey ise grubun Eskişehir’de bu kez Demir Demirkan‘la sahneye çıkıyor olmasıydı. Kendi mekanında, kendi organize ettiği etkinliğe, kendi mobil uygulaması üzerinden bilet satıp üstelik bunu 1+1 şeklinde iki bilet almaya mecbur bırakarak, bir de üstüne hizmet bedeli adı altında bir ücret ekleyerek toplamda 160 TL vermeme sebep olan Milyon Organizasyon’un Eskişehir’deki eğlence tesisi olan Milyon Performance Hall’de konser saatini bir türlü gelmek bilmiyordu.

Haftalar önce yazmaya başladığım, yeni albümleri Makina Elektrika‘nın kritiği blogun “taslaklar” bölümünde duruyor. Albüm henüz fiziksel formatta yayımlanmadığı için ben de yazıyı yayımlamayı geciktiriyorum. Önce, konser kritiğiyle albüm kritiğini birleştirmeyi düşündüm ancak o zaman da iki farklı performansı tek yazıya indirgemiş olacaktım. En iyisi ben konser kritiğini yazayım. Belki önümüzdeki haftalarda albüm nihayet fiziksel formatta yayımlanır ve ben de blogdan yayımlarım.

Saat 21.00’de diye duyurulan konser başlangıcı, yarım saat gecikmeyle başladı. 21.30’da karanlıkların içerisinden vokalde Hakan Utangaç‘ın olduğu grup sahnede Metin TürkcanTarkan GözübüyükDemir DemirkanOzan Tügen ve Cenk Ünnü‘den oluşan giriş kadrosuyla seyirciye merhaba dedi. Bana göre Pentagram en “metal” kadrosu da bu kadrosudur. Sahnede üç gitarist, bass, davul ve klavye destekli bu haliyle oldukça etkili bir sound yakalıyorlar. Üstelik Hakan Utangaç’ın vokalleri grubun ilk ve en sert yıllarını fazlasıyla hissettiriyor.

Konseri çalma listesi üzerinden değerlendirmek istiyorum. Konser boyunca her şarkı başladığında telefonuma şarkı adı ve şarkıdaki önemli anları not ettim. Hatta Mehmetblogun ilk taslağını gördüm” diyerek epey bir mutlu oldu 🙂

  • Dünya (Yavuz Çetin cover): Grup sahneye çıkarken intro olarak bu şarkıyı kullandı. Son albüm Makina Elektrika’da da yer alan bu parça albümün de bana göre en iyileri arasında.
  • Bu Alemi Gören Sensin: Hakan Utangaç’ın vokallerinde konser başladı. Oldukça sert bir giriş oldu, tüm salon bir ağızdan eşlik ettik.
  • Sensiz: Makina Elektrika’daki bir diğer en iyi şarkı. Albümü dinlerken şarkıyı ilk defa duyduğumda bu şarkıyı kesinlikle konserlerde çalarlar demiştim.
  • Noone Wins The Fight: Ogün Sanlısoy sahneye bu şarkıyla çıktı.
  • Maymunlar Gezegeni: Yine bir Makina Elektrika şarkısı. Şarkı yeni olmasına rağmen özellikle aralardaki tezahüratlar oldukça coşkuluydu.
  • Fly Forever: Konserin başından beri bir gözüm Demir Demirkan’ın üzerindeydi. Yeri gelmişken belirteyim, konserdeki tüm soloları Metin Türkcan çaldı. Demir’in solo attığı yerleri özellikle buraya yazdım. Bu şarkının girişi Demir Demirkan solosuyla başladı. Yine parça boyunca back vokaller ve ana soloyu da kendisi yaptı.
  • Şeytan Bunun Neresinde: Ogün’ün solo olarak söyledi son şarkıydı bu. Çok bilinen bir şarkı olduğu için tüm salon baştan sona söyledik.
  • Doğmadan Önce: Ogün sahneden inince yerine Gökalp Ergen çıktı. Vokaller içerisinde bana göre en güçlü o. Bir de şarkıları albümde söylediği gibi değil, o anki enerjiye göre farklı notalara çıkarak söylüyor. Sahnedeki hırslı ve öfkeli duruşu seyirciye geçiyor. Önceki konserde de bunu fark etmiştim. Belki de şimdilerde yirmili yaşlarda olan nesil Pentagram’ı ilk kez onun sesiyle tanıdığı için bu enerji geçiyor olabilir. Örneğin benim favorim Murat İlkan’dır çünkü ben de onun sesiyle tanımıştım grubu.
  • Uzakta
  • Wasteland: İlk notalar duyulunca salonda kıyamet koptu. En sevdiğim şarkılarından birisi olduğu için ben de kendi çapımda ufak bir headbang yaptım 🙂 Şarkıdaki back vokalleri Ozan Tügen yaptı.
  • Geçmişin Yükü: Vee bana göre gecenin en çok reaksiyon alan şarkısı. Neredeyse baştan sona tüm salon birlikte söyledik. Şarkı bittiğinde Gökalp sahneyi kan ter içerisinde terk ediyor ve çok ama çok sevdiğimiz Murat İlkan‘ı müjdeliyordu.
  • Anatolia: Murat İlkan! Biraz yorgun görünüyordu. Girişte ismiyle tezahürat yaptık.
  • Lions In A Cage: Müthiş müthiş müthiş! Şarkının orta kısmındaki geçişi atlayıp direkt soloyla devam ettiler. Burada altyapı desteği de oldukça iyiydi.
  • Ölümlü
  • Tigris + Bir: Şarkı başlamadan önce tüm salon “Bir bir bir” diye tezahürata başladı. Murat İlkan da bize destek verdi ve Tigris’in ilk notaları duyulmaya başladı. Bir’e bağladıkları an ise yine konserin en reaksiyon alan anlarından birisiydi.
  • Bu Düzen Yıkılsın: Diğer iki vokal de sahneye geldi ve koro bölümü başladı. Bu şarkı Makina Elektrika’dan çıkan single parçalardan birisiydi ve açıkçası hiç de sevememiştim. Konser de dinledim hala sevemiyorum 🙂 Şarkının son kısmındaki soloyu Demir Demirkan çaldı.
  • Sur: Makina Elektrika’nın bir diğer single’ı ve albümün tamamındaki en iyi üç şarkıdan birisi. Çok büyük coşkuyla eşlik ettik ancak koroyla birlikte ses sistemi oldukça kötüleşti. Murat İlkan’ın vokalleri duyulmadı ve hatta diğer enstrümanlar da duyulmadı zaman zaman. Şarkının sololarını Metin ve Demir birlikte çaldılar.
  • Gündüz Gece: Aradaki ufak soloyu Demir Demirkan’dan duyduk.
  • Damn The War: Şarkı başlamadan önce birkaç dakikalık bir sessizlik oldu. Teknik sorunlar iyice baş göstermeye başlamıştı. Ogün Sanlısoy bu boşluğu anonslarıyla kapattı. Şarkının orijinalinde girişteki kemane sesi sample’dan çaldı.
  • Seek and Destroy (Metallica Cover): Pentagram’ın Makina Elektra için bu coverı neden seçtiğini ve albüme koyduğunu hala düşünüyorum. Şarkı esnasında Demir Demirkan ciddi bir teknik sıkıntı yaşamış olmalıydı. Oldukça canı sıkkın görünüyordu. Zaten şarkı biter bitmez gitarını çıkarıp sahneyi terk etti.
  • Sonsuz: Konserin outro parçası oldu. Tüm grup üyeleri, Demir Demirkan hariç, daha önceki konserlerinde olduğu gibi sahnenin önüne gelip seyircileri selamladılar. Sonsuz’u hep bir ağızdan söyledik.

Demir Demirkan’ın son şarkıdan sonra grubun kalanını beklemeden sahneyi terk etmesi bende şok etkisi yarattı. Bu esnada Hakan Utangaç kendisine bir şeyler demesine rağmen dönüp bakmadan sahneyi terk etti. Bu planlı bir olay mıydı bilmiyorum. Çünkü grup üyeleri hiçbir şey olmamış gibi ve aslında doğru olanı yaparak, artık bir Pentagram klasiği olan konser sonrası selfiesini çektiler. Hayat işte, Demir Demirkan Pentagram’la Eskişehir’de çalacak diye konsere git ancak son fotoğrafta olmasın.

Milyon Yapım’ın bu küçük mekan için açık kontenjanlı bilet satmayı bırakması lazım. İnsanlara üst üste konser izletiyorlar. Üstelik ses sistemi de tıpkı Demir Demirkan’ın yaşadığı gibi sıkıntılar çıkartıyor. Konserde izleyiciler olarak zaten sıkışıklıkla mücadele ederken, bir de elinde tepsiyle içecek satmak için seyircileri yara yara ilerleyen elemanlar ise bir süre sonra kabak tadı veriyor. İçecek satacak elemanlarla birlikte belki bir güvenlik görevlisi de dolaşsa iyi olacak. Çünkü o kalabalığın içerisinde sigara içen insanların varlığından da bıktık usandık.

Evet özetle, izlediğim en iyi Pentagram konseri değildi. Yeni albüm ve Demir Demirkan detayıyla bu konserin unutulmaz bir etkinlik olacağını düşünüyordum Öyle olmadı, sağlık olsun. 19 Şubatta yine aynı mekanda verdikleri konser sonrası yazdığım şu yazıya bir göz gezdirdim. Aynı şarkıları aynı sırada çaldıklarını fark ettim şaşırarak. Bence biricik Pentagram’ımız artık bu paket servisi bırakıp konserde çalacakları şarkılarla ilgili bir güncelleme yapabilir. Çalmadıkları o kadar iyi şarkıları var ki!

Babalar Günü Özel Konseri – Film Müzikleri

Geçen hafta Cuma günü, Eskişehir Atatürk Kültür Sanat ve Kongre Merkezi’nde, Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nın “Film Müzikleri – Babalar Günü Özel Konseri”ne gittik sevgili okur. Bu konser için, sürpriz olarak bana bilet temin eden İnanç’a yazının başında teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Haftalar önce, şu yazımda bahsettiğim “İtalyan Film Müzikleri” temalı bir başka senfoni konserine daha katılmıştım. O konserle ilgili birkaç küçük eleştirim olmuştu. Program “film müziği” temalı olduğu için, dinleyici olarak görsel içeriğin de tatmin edici olmasını beklemiştim. Ancak konserin görsel kısmı biraz baştan savmaydı. Ancak bu konserde her şey yerli yerinde planlanmıştı.

Cuma günü, Mert’i babaannesine bırakıp konserin yapılacağı mekâna Seçil, Betül, Mustafa ve Merve’yle geçtik. Saat 20.30’da konser başladı. Tüm ekip yan yana ve hatta arka sıramızda da Eftade Hocalarla konser izlemeye başladık. İnanç sağ olsun önlerden ve sahneyi oldukça iyi gören bir konumdan almış biletleri.

Konserin çalma listesi hemen herkesin aşina olduğu, popüler filmlere ait müziklerden oluşuyordu. İstisnasız her parça için bir video/kolaj hazırlanmıştı. Her bir parça, ilgili filmin afişiyle başlayıp filmdeki unutulmaz sahnelerin kolajlarıyla devam etti. Yalnızca bir filmde, “Cennet Sineması”nda, filmin 4K restorasyon fragmanını verdiler. Bunun dışındaki tüm videolar gayet güzeldiler.

Şef Işın Metin yönetimindeki orkestrada ilk defa timpani de dahil tam 6 perküsyoncu saydım. Brass grubu başta olmak üzere orkestranın hemen her grubu gerçekten alkışı fazlasıyla hak ettiler. Şef de sadece solo icralarını değil, her grubu ayrı ayrı takdim ederek alkışlatmasını bildi.

Film müzikleri, müzikal zevklerim içerisinde apayrı ve oldukça da geniş bir hacme sahiptir. Yıllarca peşinden koştuğum bir sürü soundtrack ve motion picture sound albüm vardır örneğin. Koleksiyonumda da Türkiye örneği olmayan ya da ancak birkaç tane olan bazı çok değerli soundtrack albümler vardır. Dolayısıyla “film müziği” başlığıyla düzenlenen konserlere ve benzer etkinliklere ayrı bir heyecanla giderim. Televizyonda yayımlanan senfoni orkestralarının film müziği konserlerini kaydedip saklarım. Bu konserlerin DVD’lerini ya da farklı formatlardaki medyalarını toplarım.

Neyse biz konsere dönelim. Salon neredeyse tamamen doluydu. Henüz ilk parça başladığında nefesimi tuttum. The Raiders March (Indiana Jones) gerçekten çok ama çok başarılı bir açılış parçası oldu. Şef her parçadan önce, parçalar hakkında ufak ufak bilgiler verdi. Konseptli gösterimlerde bu küçük izahatlar bence oldukça faydalı oluyor. Tüm çalma listesini yazmak yerine aldığım notlardan bazı önemli anları bahsetmek istiyorum. İkinci sırada Titanic filminin motion picture soundlarından bir düzenleme çaldılar. Çok meşhur My Hearth Will Go On, şüphesiz en öne çıkan bölüm oldu. Bu kısımda özellikle pikolo flüt çok başarılıydı. Sanatçıyı hayran bakışlarla izledik. Harry Potter ve Kadın Kokusu filmi için hazırlanan video sunumlar çok başarılıydı. Harry Potter’da Hedwig’s Flight isimli parçayı çalarken misafir piyanist Özgecan Üçkaya farklı bir keyboard kullandı. Kadın Kokusu filminin Por Una Cabeza isimli soundtrack müziği ise çok meşhur tango sahnesi eşliğinde verildi.

Yıldız Savaşları (Suite, Main Title ve The Imperial March) konserin ilk zirve anlarından bir tanesiydi. Burada Şef, orijinal üçlemede ilk filmin “Bölüm 4” ismiyle vizyona girdiğinden bahsetti ancak bu bilgi kısmet hatalı bir bilgiydi. Kendi adıma özellikle The Imperial March, konserin en iyi üç eserinden bir tanesiydi. Brass grubu bir kere daha efsaneleşti.

Schindler’in Listesi’nden “Theme” başlıklı eserde solo kemanı Canan Dalgaç çaldı. Bu eser aslında obuanın da çok parladığı bir eserdir. Şef de parçanın sonunda hem keman hem de obua sanatçısını seyirciye takdim ederek alkışlattı.

Konserin finali ise muhtemelen herkesin heyecanla beklediği The Pirates Of Caribbean oldu. Medley denilen, Türkçe’ye de potpori olarak çevirdiğimiz bir düzenlemeyle, konserin son parçası başladı. Parçanın son kısmı “esas müzik” diyebileceğimiz, Klaus Badelt‘in çok meşhur eseri “He’s a Pirate” oldu. Aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.

Konserde yer verilen toplam 11 eserin tam 5 tanesi John Williams‘a ait. Bunun dışında bir parça yaşayan efsane Hans Zimmer‘e, bir parça maestro Ennio Morricone‘ye aitti. Sırf bu üç saydığım ismin yaptığı film müzikleri bile birer kere dinleyebilirseniz hatırı sayılır bir film müziği ufkunuz olacaktır.

Bu zamana kadar izlediğim en iyi üç konser arasına girebilecek kadar beğendiğim konserde, şef biss yaparak He’s A Pirate’ı bir kere daha çaldı. Saat 22.00 civarı konser bitti ve biz de son sürat Mert’i almaya gittik. Kulaklarımızda hala Karayip Korsanları çalıyordu. Umarım yakın zamanda, şehrimize gelmesini çok beklediğimiz Yüzüklerin Efendisi müziklerini de çalarlar. Haydi Büyükşehir Senfoni, takipteyiz!

Pentagram – 19 Şubat 2022 Eskişehir Konseri

Önceki gece (19 Şubat 2022’de), çok uzun süre sonra ilk defa bir konsere gittim. Pentagram, Eskişehir’de Milyon Performance Hall‘de sahne aldı. Uzun süre kararsız kalıp ve hatta gitmemeyi düşünürken bir anda karar değiştirmemi sağlayan gelişmelerle başlıyoruz. Güzel bir konser yazısı olacak.

Ülkemizin en popüler metal müzik grubu Pentagram’ı Eskişehir‘de daha önce de defalarca izlemiştim. Ancak 19 Şubat’ta yapılacak konsere gitmekle ilgili ciddi tereddütlerim vardı. Sanki benim bu hissimi anlamışlar gibi arkadaş ve iş çevremdeki herkes “Geliyor musun?“, “Gidiyor muyuz?” diye mesajlar attılar hafta boyunca. Konserden iki gün önce yine arkadaş grubumuzda yazışırken Mustafa, “Ben Pentagramı hep seninle izledim. Bu sefer de öyle olsun isterdim.” dedi. Birkaç dakika sonra Biletix‘ten (3,5 lira e-posta gönderme ücreti ilaveli olarak) biletimi almıştım bile.

Konser akşamı Mustafa’yla birlikte Milyon Performance Hall’e gittik. Aynı gün Yiğit ve Mehmet‘le mesajlaşmıştık ancak kapı açılışına yarım saat kala gelip kapıda beklemeye başlayınca nasılsa kuyrukta denk geliriz diye bir daha aramadım. Kuyruktayken Kübra, Hazal, Tuğba, Utku, Koray, Mustafa (küçük kardeşim) ve Fatih Mert geldiler. Yarım saat kuyrukta bekledikten sonra saat 19.30’da kapı açıldı. Girişte HES kodu, kimlik, bilet kontrolü yapılıp üstümüzü aradılar. Sonra da konser alanına girdik. Eskişehirliler bilir, burası eski Hayal Kahvesi isimli mekan. Yalnız sahneyi bu işletmeci ters tarafta, yani sırtını cadde tarafına vererek kurmuş. İçeri girdiğimizde en önler dolmaya başlamıştı. Biz de grupça gidip oraya yerleştik. Ben o ana kadar konseri akustik sanıyordum 🙂 Sahnede Metoboy gitarını görünce şimşekler çaktı! Elektrik set çalacaklardı!

Konser 21.00’de başlayacaktı ancak elbette olmadı. Saat 21.00’e doğru rodiler son kontrolleri yaptılar. Davula kamera kuruldu. Tek tek gitarlar ve mikrofonlar kontrol edildi. Işık sistemi kontrol edildi. Mekan giderek doluyordu. Bu esnada Metallica ve Megadeth başta olmak üzere epey iyi şarkılar çalıp milleti gazladılar sürekli.

Nihayet saat 21.30’da Pentagram sahneye çıktı. Ancak vokalleri yoktu. O anda anladım ki Hakan Utangaç vokale geçecek ve epey sert bir başlangıç olacaktı. Hakan Abi sahnenin ortasında sırtı dönük bir poz verdi ki anlatamam! Levan umarım bu anı yakalamıştır. Bu arada grubun çok iyi bir de foto ve kamera ekibi var. Bu ekipten Levan Uzbay, ülkemizin son yıllardaki en iyi konser fotoğrafçısı. Sabhankra‘yla yaptığı çekimlerden tanıdığım bu arkadaşımız son üç dört yıldır Pentagram’ın da kadrolu fotoğrafçısı 🙂

Mustafa – Furkan – Fatih Mert

Konser’in bundan sonraki kısmını çalma listesi eşliğinde anlatacağım. Açıklama yazmadığım şarkılarda da parantez içerisinde parçayı kimin söylediğini yazacağım.

  • Bu Alemi Gören Sensin: Vokalde Hakan Utangaç’la başladılar. Seyircinin de katılımıyla çok gaz bir başlangıç oldu. Hazır vokalde Hakan Abi varken belki Rotten Dogs da çalarlar dedim ancak olmadı, çalmadılar.
  • Vita Es Morte: Hakan Utangaç, tek bir şarkı söyleyip sahneye Ogün Sanlısoy‘u davet etti. Ogün Sanlısoy, grubun ilk albümlerinde vokal olarak yer aldığından söylediği parçalar da o yıllardan oldu. Şarkıları bilen kemik fanlar eşlik etti kendisine. Ancak nakaratlarda yine tüm salon peşindeydi.
  • Noone Wins The Fight: (Ogün Sanlısoy)
  • Fly Forever: (Ogün Sanlısoy)
  • Şeytan Bunun Neresinde: Tüm gece boyunca Murat İlkan’ın söyledikleri hariç, Türkçe şarkılar İngilizce olanlardan daha çok reaksiyon aldı. Şeytan Bunun Neresinde ise Ogün Sanlısoy’un sesiyle ve tarzıyla çok güzel oldu bence. Salonda tam dört kuşak izleyici vardı. Hemen herkes nakaratta birleşti, tek ses oldu.
  • Doğmadan Önce: Ogün Sanlısoy, sahneye Gökalp Ergen‘i davet etti. Vokalist değişimlerinde küçük introlar çalındı. Gökalp Ergen sahneye inanılması zor bir enerji ve hırsla çıktı. Konserden bir gün önce grubun resmi hesabında, sahnedeyken mikrofon sehpasıyla yaptığı güç gösterisi paylaşılmış ve sağlamlık testini geçti şeklinde bir espri yapılmıştı. Bu gece de aynı şovu yaptı Gökalp Ergen. Doğmadan Önce, 2012’de yani tam 10 sene önce çıkan Pentagram’ın yeni bestelerinden oluşan son, Gökalp Ergen’in ise bu grupla kaydettiği ilk albüm olan MMXII‘den bir parça. Marş niteliğindeki nakaratlara tüm salon eşlik ettik. Yanılmıyorsam bu şarkıda Levan’ın da sahne önünde epey eğlenip eşlik ettiğini, konserdeki izleyicilerden pek de farklı olmadığını gördüm.
  • Uzakta: (Gökalp Ergen)
  • Wasteland: Çok sevdiğim bir parça. Gökalp Abi de çok iyi söyledi. Ancak bu şarkıda benim favorim gruba klavyelerde eşlik eden Ozan Tügen oldu. Şarkıdaki back vokalleri talk box kullanarak yaptı. Tüm şarkılardaki etnik enstrümanları ve synth altyapılarını o çaldı. O çok büyük bir müzisyen!
  • Geçmişin Yükü: Pentagram’ın son yıllardaki en popüler şarkılarından birisi dersem yalan olmaz. Herkesin bildiği ve eşlik ettiği şarkılardan birisiydi. Nakaratları seyirci söyledi.
  • 1000 In The Eastland: Gökalp Ergen, şarkıyı bitirince sahne yine karanlıklara büründü ve Murat İlkan anons edildi! Aman tanrım! Ne müthiş bir çığlık koptu salondan. Arkamı döndüm ve “biz galiba Murat İlkan’ı daha çok seviyoruz” dedim. Herkes gülerek bana katıldı. Parçanın efsane introsu Ozan Tügen’in klavyeleriyle daha bir epik oldu. Biz bu şarkıyı Alper‘le 2008’de günlerce dinledik, çaldık, melodi yaptık. Diskografilerindeki en sevdiğim şarkılardan biridir. Konserde tüylerimin diken diken olduğu ilk an bu an oldu.
  • Anatolia: Murat İlkan, şarkıyı Türkçe söylemeyi tercih etti. Eski bir şarkı olmasına rağmen yine tüm salon hep bir ağızdan eşlik ettik. Anatolia, Bir, MMXII albümündekiler ve son yayımlanan single şarkılarla birlikte, grubun hatırı sayılır miktarda Türkçe şarkısı olduğunu fark ettim.
  • Lions In A Cage: İşte o şarkı! This Too Will Pass‘le birlikte grubun en sevdiğim parçası! Murat İlkan’ın sesinden bir kere daha dinledim. Henüz ilk notalarında tüylerim diken diken oldu, 2. defa! Parçadaki ara bölümü yapmayıp iki defa solo çaldılar. Kim daha iyi vokaldir tartışmasına hiç girmiyorum ancak Unspoken‘daki şarkıları kimse Murat İlkan kadar iyi söyleyemez diyebiliyorum. Bu ülkede Murat İlkan gibi bir ses, böyle bir sanatçı var!
  • Ölümlü: Ben This Too Will Pass‘i çalarlar diye bekliyordum, hatta emindim. Ancak olmadı, çalmadılar. Bu yüzden Ölümlü’yi dinlerken biraz hayal kırıklığım vardı.
  • Bu Düzen Yıkılsın: Murat İlkan, sahneye yeniden Ogün ve Gökalp abileri davet etti. Sırada grubun single olarak yayımladığı şarkılar vardı anlaşılan. Öyle de oldu. Bu Düzen Yıkılsın, özellikle davul soundunun zirve yaptığı bir şarkı oldu. Davullar çalınsın kısmında cidden davul ön plana olabildiğince çıkmıştı.
  • Sur: Pentagram’ın geçtiğimiz yıl yayımladığı bu üç single’da da koro vokal vardı. Ben çok beğenememiştim. Ancak bu şarkı melodik girişiyle bir anda konserde başlayınca aslında gayet klas bir şarkı olduğunu fark ettim. Hatta şu anda yazıyı yazarken Sur çalıyor.
  • Gündüz Gece: Üç vokalle hiç dinlememiştim. Ancak çok popüler bir eser olduğundan tüm salon coşkuyla eşlik etti.
  • Tigris + Bir: Gecenin son performası oldu. Parçaya Tigris’le girdiler. Hayatımda Tigris kadar gaz ve gerilim dolu intro az dinlemişimdir. Ne zaman, nerede dinlersem dinleyeyim etkisi muazzam oluyor. Bir’i çalmaya o kadar gaz ve yüksek başladılar ki anlatamam. Ortalara doğru davulcu Cenk Ünnü bile Gökalp abinin uzattığı mikrofonla parçaya eşlik ediyordu. Parça biter bitmez rodiler ve fotoğraf kamera ekibi sahneye fırladı, böylece konserin de bittiğini anlamış olduk.
  • Sonsuz: Ogün Sanlısoy, sahneden anons etti: Bu şarkıyı sizin söylemenizi istiyoruz! Böylece tüm salon Sonsuz’u söylerken onlar da sahnede bizleri selamladılar. Salon bağıra çağıra şarkıyı söylerken onlar da seyircileri kameraya çektiler. O anları aşağıya ekliyorum. Böylece gece bitti.
Yukarıdaki videoda bizim göründüğümüz an

Sahnedeki tüm müzisyenler gece boyunca çok iyiydiler. Metin Türkcan, galiba bir parça hariç tüm şarkılarda soloları çaldı. Cenk Ünnü kusursuzdu. Piyasada open hand çalan davulcu çok az olduğundan setup kurulumundan başlayarak, çok dikkatli izledim onu. Ancak genel soundda davullar çok baskındı. Çoğu yerde gitarları örttü. Vokaller arasında en güçlü Gökalp Ergen idi. Parçalardaki tüm çıkışları ve hatta fazlasını yaptı. Gizli kahraman Ozan Tügen idi. Altyapılarla desteklenen parçalar grubun soundunu biraz daha yumuşatsa da müzikal kaliteyi inanılmaz arttırıyor.

Başka Mustafa, Mehmet ve Yiğit olmak üzere, konsere gelmem konusunda beni teşvik eden herkese teşekkür ederim. Konserde olduğu halde görüşemediğim dostlar İnanç, Emre Abi ve Burki‘ye selamlar. Konser bitince kulis kapısında yığılan kalabalığı görüp mekandan ayrıldık. Geride kalan kardeşim Mustafa kulise girip tüm grup üyeleriyle fotoğraf çektirip CD’sini imzalatabilmiş. Çok mutlu oldu. Ayrıca Mehmet de en az benim koleksiyonum kadar geniş Pentagram koleksiyonunun bir kısmını imzalatabilmiş.

Yazıda yer alan fotoğrafları yukarıda saydığım arkadaşlarım ve ben çektik. Her birine ayrı ayrı teşekkür ederim. Pentagram, halen Türkiye’nin en büyük gruplarından birisi ve çok yetenekli müzisyenlerden oluşuyor. Umarım yeni bestelerinden oluşan albümleri için bizleri daha fazla bekletmezler. Keşke This Too Will Pass’i de çalsaydılar da “GEÇÇEK” “GEÇÇEK” diye bağırsaydık biz de.

Fotoğraf: Levan Uzbay

EKLEME: 01.03.2022 Lions In A Cage videosu eklendi.

2019 Yılımın Özeti

Koskoca bir yıl geride kaldı. Olanlar bitenler ve yaşananlar hep hatıralarda kaldı. Blogun en geleneksel yazısı olan “2019 Yılımın Özeti” yazısına kavuştuk nihayet. Eh bu yazının yazılması elbette birazcık zaman alıyor. Haydi o zaman başlayalım.

2019 yılı, önceki yıla göre blogun yine aktif kaldığı bir yıl oldu. Bir önceki sene ulaştığı okuyucu ve tekil ziyaretçi sayısı -çok küçük bir farkla- neredeyse aynı. Bu yılın da en çok okunan yazısı tıpkı geçen sene olduğu gibi “İyi Bir Münazara İçin İpuçları” isimli yazı oldu. Daha sonra “Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri” isimli yazı ve tam sekiz yıl önce yazdığım “Diski Kullanabilmeniz İçin Önce Biçimlendirmeniz Gerekiyor Hatası Çözümü” isimli yazılar giriyor sıralamaya. Bu sene Gillette tıraş bıçakları için yeni bir yazı daha yazmayı düşünüyorum. Böylece eski yazıyı da güncellemiş olacağım. 2019 yılında yazdığım ve en çok okunan yazım ise Şef Musa Göçmen‘in muhteşem bir gece yaşattığı “Senforock Eskişehir – Şef Musa Göçmen” isimli yazım oldu. Özellikle Musa Hoca’nın da takdirini aldığım için çok mutlu olmuştum. Bloga ülkemizden sonra en çok okuyucu ABD, Çin ve Almanya’dan gelmiş. Blogun en çok tıklanan görseli müthiş alerji ilacım Levmont’un kutusu, Keşan’daki acemi birliğimin fotoğrafı ve Legolas’ın posteri olmuş. Bloga Google’dan sonra en çok ziyaretçiyi sırasıyla Facebook, Twitter, LinkedIn ve Instagram göndermiş.

Geride bıraktığımız yıl içerisinde bloga toplamda 68 tane yazı yazmışım. Bu sayı bir önceki yıla göre daha fazla. Yazılar belki ay ortalaması olarak az olabilir ancak önceki senelere göre içerikler kesinlikle daha dolu ve zengin. Yazılar biraz daha uzun ancak bir konu üzerine en kapsamlı olacak şekilde yazdım. Şimdi ay ay neler yaptığıma bakalım.

Ocak 2019:

ezgif-5-1424cc83d984

Hayatımda yaptığım en güzel .gif

senforock-2019115172424Bu ay toplam 4 yazı yazmışım. Bunlardan ilk bir önceki yılın özet yazısı olmuş. Onu geçiyorum. Bu ayın en önemli olayı doktora yeterlik sınavını vermem oldu. Yıla müthiş bir başlangıç oldu. Gerçi sizi bilmem ama benim için nedense yıllardır Ocak ayı hep Aralık ayının gölgesinde kalır. Yıl sanki Şubat’la başlıyor gibi gelir.

senforock04

Şubat 2019:

labklar02Tam 7 yazı yazarak güzel ve verimli bir ay geçirmişim. Siyatik ağrılarıyla tanıştığım (ve halen de zaman zaman yaşadığım) bir aydı. Kışın ardından bahar çok güzel geldi.

dreamiskaset

Mart 2019:

Okumaya devam et