Tag Archives: jules verne

Jules Verne’nin Atlas Tarih’teki Yolculuğu

Ülkemizin yayımlandığı günden beri kalitesini hiç bozmayan, pek çok konuyu ülkemizde tarihi belgeler ışığında ilk kez dile getiren ve özellikle yayımlandığı ilk dönemlerde ciltli olarak yayımlanması sayesinde her sayısı ayrı bir kıymetli olan Atlas Tarih Dergisi’nde elbette dünyanın gördüğü en büyük fantezi bilim ve coğrafya yazarı Jules Verne de kendisine yer bulmuştur.

Blogda önceki yıllarda bunun ilgili çeşitli içeriklere yer versem de özellikle koleksiyoncular ve araştırmacılar için Verne’ye yer veren tüm sayıların derli toplu bir yerde bulunması önemlidir diye düşünüyorum.

Atlas Tarih Dergisi deyince benim aklıma kıymetli büyüğümüz Kansu Şarman geliyor. Bu yazının ortaya çıkmasında kendisi bilmese de en büyük pay ona aittir. Şarman’la önceki yıl İstanbul’da yaptığımız Jules Verne buluşmasında bir araya gelmiş, Jules Verne’nin ülkemiz topraklarındaki ilk baskılarını toplamak yönündeki insanüstü gayretlerine şapka çıkarmıştım. Kansu Şarman, hem bir gazeteci hem bir yayıncı olmanın avantajıyla hayatı boyunca izini sürdüğü Jules Verne’nin bugün bulunması imkânsız pek çok kitabını, çevirisini toparlayabilmiş. Kendisinin Atlas Tarih dergisinin yanı sıra İş Bankası Yayınları’ndan çıkan kitapları da özellikle tarih meraklıları için dikkate değer eserler. İkinci Dünya Savaşı döneminde gerçekleşen bir deniz operasyonuyla alakalı Adamlı Torpidolar kitabı okurken çok keyif aldığım bir kitabıydı mesela.

Neyse biz uzatmadan Jules Verne’e, bu deli dâhinin Atlas Tarih Dergisi’nin sayfalarına nasıl konuk olduğuna bir bakalım.

İlk olarak Ocak 2012’de yayımlanan 10. sayıda kapakta “Jules Verne’nin Türk Kahramanı Keraban Tophane’den Üsküdar’a Karayoluyla Geçti!” başlığıyla verilmiş. Bu yazıyı Alpaslan Akkuş kaleme almış. Ancak ilk sayfada kullanılan görselde “Kansu Şarman arşivi” ibaresi hemen göze çarpıyor. Yazıda Verne’nin Fransız yayıncısı Hetzel’in gravürleri kullanılmış. Sekiz sayfalık makalede oldukça ilginç bilgiler de yer alıyor. Örneğin Keraban Ağa’nın bir inat uğruna Karadeniz üzerinden yaptığı yolculuğun kitabın yayınından elli yıl kadar önce 1817 yılında Trabzonlu Rahip Bıjışkan tarafından tersi yönde yaptığını öğreniyoruz. Bu seyahati kitaplaştıran rahibin kitabı 1969 yılında Türkçe’ye de çevrilmiş.

Yine Atlas Tarih’in Kasım-Aralık 2020’de yayımlanan 66 no.lu 10. Yıl Sayısı’nın kapağında “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah 150 Yaşında – Kaptan Nemo Jules Verne’dir” alt başlığıyla verilmiş. Bu yazı Kansu Şarman tarafından kaleme alınmış olup toplamda sekiz sayfadan oluşuyor. Yine bu sekiz sayfalık içerikten bu romana ilham veren kişinin Jules Verne’ye yazılmış 1865 tarihli mektubuyla Fransız kadın yazar George Sand olduğunu anlıyoruz. Bayan Sand mektubunda “bizi denizlerin derinliklerine götüren bir roman yazın” şeklinde bir dilekte bulunuyor. Birkaç yıl sonra 1867’de Fransa’da tüm Dünya ülkelerinin katılımına açık Evrensel Sergi isimli organizasyonda Verne bir denizaltı görüyor. Hatta ilginç bir bilgi olarak aynı sergiye dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz ile Şehzade Murat (V) ve Şehzade Adbülhamit (II) de katılıyorlar. Aynı günlerde oralarda bulunan yazarla tanışıp tanışmadıklarını bilmiyoruz ama.

Verne’nin “Kaptan Nemo” ismini bulurken meşhur Odysseia destanından esinlendiğini biliyoruz. Burada “Nemo” ismi Latince kökenli olup “hiç kimse” anlamına geliyor. Romanı okuyanlar da zaten neden böylesi bir isim seçtiğini pekâlâ anlayacaktırlar. Kansu Şarman, yazısında romanın Türkçe dilindeki yolculuğundan da bahsediyor. Bu eserin ilk defa 1891 yılında Ahmet İhsan Tokgöz tarafından Türkçe’ye çevrildiğini öğreniyoruz. Yine yazı içerisinde bir alt bilgi olarak, romanda kısacık değinilen Girit İsyanı’nda, Verne’nin Yunanlıların tarafını tutarak Türklere karşı çıkardığı isyanı anlatan başlı başına bir romanı “L’Archipel en Feu – Takımadalar Yanıyor”un halen Türkçe’ye çevrilmediğinden bahsediyor. Şarman’ın yazısının en güzel yanı ise son kısımda yer alan çok kapsamlı bir bibliyografya içeriyor olmasıdır. Ayrıca Kaptan Nemo’nun beyaz perde uyarlamalarına da değiniliyor.

Bu yazıdan yaklaşık 1 yıl sonra bu defa Şubat-Mart 2022’de yayımlanan 73. sayıda “Jules Verne: 150. Yılında Seksen Günde Devrialem” üst başlığıyla yayımlanmış dergi. Blogda da şuradaki yazımda bahsetmiştim hatta. Burada sevgili Kansu Şarman şov yaparak tam 10 sayfalık bir içerik hazırlamış. Yine bu içeriği bir bibliyografya ile desteklemiş. Kansu Abi’nin bu eseri seçmesi elbette tesadüf değil. Yazılışının 150. yılını dolduran bu roman Türkçe’ye de ilk defa çevrilen Verne romanıdır. Ancak bu ilk çevirinin çevirmeni ne yazık ki belli değildir. Bir parantez açmak gerekirse Jules Verne’in ülkemizde yayımlanan ilk baskıları konusunda Kansu Şarman, öncü bir isim ve referans bir kişidir. Bu yayınlara ait bugün bildiklerimizi büyük ölçüde kendisine borçluyuz. Bilgiyi kendisi için saklamayıp yayımlıyor oluşu sayesinde bizler de faydalanabiliyoruz. Ali İhsan Tokgöz’ün “Matbuat Hatıralarım” isimli kitabını bu sayede öğrendim mesela. Bu eser, Verne’in dilimizdeki yolculuğu için yol gösterici niteliktedir.

Şarman, dergide kaleme aldığı bu yazılarda bahse konu eserlerin yalnızca konusuna değil, dilimizdeki geçmişlerine de detaylı olarak yer veriyor. Dolayısıyla Atlas Tarih’te yayımlanan bu içerikler çok daha kıymetli bir hale geliyorlar.

Ve son olarak geçen ay yayımlanan Mart-Nisan 2024 tarihli 84. sayıda yine kapakta “Balonla Yirmi Dört Dakika – Jules Verne” başlığıyla bir yazı kaleme aldı Kansu Abi. Bu yazı da yine bir Verne romanı (Balonla Beş Hafta) ekseninde yazılmış ve tarihi bir önem taşıyor. Zira Verne’in hayatı boyunca yaptığı ilk ve tek 24 dakikalık balon yolculuğunun macerasını anlatan mektup bu sayıda ilk kez Türkçe’ye çevrilmiş. Mektubu Devrim Çetinkasap orijinal dilinden çevirmiş.

Metnin içerisinden balon maceraları için Verne’e ilham veren kişinin Edgar Allan Poe olduğunu öğreniyoruz. Yine Verne’in dönemdaşı, yakın arkadaşı ve bir fotoğraf efsanesi Nadar’dan da bu yazıda bahsediliyor.

Evet, özetle Atlas Tarih’te bu güne dek yayımlanmış ve benim bulabildiğim tüm Jules Verne içerikleri bunlardır. Eğer gözümden kaçanlar varsa başta Kansu Abi olmak üzere ilgililerin dönüşlerini bekliyorum. Ben Kansu Abi’nin yıllar içerisindeki tüm birikimiyle, Tükçe’de yazılmış en kapsamlı Jules Verne kitaplarından birisini yayımlayacağını düşünüyorum. Kendisine de bir Verne hayranı olarak teşekkür ederim.

Dolunay Düşleri: Atina’da Hafta Sonu (Atina Rehberi)

Şubat ayının dolunayı bakır bir para gibi, gökyüzünde parlıyordu. Biz böyle bir dolunay gecesinde itiraf etmiştik seninle astronomiye olan merakımızı. Bulutlar süpürülür gibi dağılıyor, dolunayın güzelliği ve büyüklüğüne, gölge dahi düşmüyordu. Aklıma Atina’da aldığım o çok güzel kartpostal geldi. Atina’da, Partenon’un ardında yükselen Dünya’nın en güzel yüzü. Sahi ben Atina’ya gitmiştim. Onu anlatmadım değil mi?

Öyle bir iki ay değil, neredeyse bir yıl önce almıştı Alper biletleri. Hiç beklemediğim bir anda, telefonuma Pegasus’tan gelen mesajı görünce önce dolandırılıyorum sanmıştım. Hemen ardından Alper arayıp müjdeyi verdi: Atina’ya gidiyorduk! Ancak tam 10 ay sonra.

Sayılı gün, öyle ya da böyle geçiyor. Nihayet önceki hafta sonu yolculuğumuz başladı. Cuma akşamı Alper’in Ankara’dan bindiği trene ben de Eskişehir’den dahil oldum ve restoran bölümünde sohbet ede ede İstanbul’a vardık. Pendik’te inip yürüyerek istasyondan ayrıldık. Önce bir şeyler atıştırıp daha sonra da yakındaki metro durağına gittik. Buradan metroyla doğrudan Sabiha Gökçen Havalimanı’na gittik.

Sabiha Gökçen’e ulaştığımızda saat gece yarısını geçmişti. Kontrol noktalarından geçip biraz da Duty Free mağazasını gezdik. Saat ilerledikçe yorgunluğumuz da tavan yapmıştı. Hemen lounge bölümüne geçip burada yaklaşık dört saat süreyle uyuduk. Daha önce lounge kullanmamıştım. Çok büyük nimetmiş gerekten.

Sabah 08.00’de ki uçağımıza dinlenmiş bir şekilde geçtik. Yanımızda yalnızca birer sırt çantası olduğu için bagaj vs. sorunumuz da olmadı üstelik. Vakit gelince uçağa yerleştik. Yarım saat rötarlı olarak havalandık. Uçakta da uyuyarak yaklaşık 1 saat süren yolculuğu tamamladık.

Atina’da, Venizelos Uluslararası Havalimanı’na indikten sonra pasaport kontrol sırasına geçtik. Yunan Polisi burada yalnızca tek gişeden geçiş açtığı için neredeyse uçak yolculuğu kadar bekledik sırada. Havalimanından hızlıca ayrılıp hemen bitişiğinde bulunan metro istasyonuna geçtik. Burada nakit parayla, havaalanına bir kere gidip gelmeye izin veren ancak üç gün boyunca tüm hatlarda sınırsız olarak geçerli metro kartından aldık 20 Euro’ya. Bu detay önemli çünkü adamlar bu kartı turistler için tasarlamışlar. Havaalanından çık, şehri gez, geri havaalanına dön ve evine git. Mantık bu.

Neyse uzatmayayım. Tam 1 saat süren bir metro yolculuğundan sonra otelimizin bulunduğu Omonia durağında indik. Şimdiki aklım olsa direkt Akropolis durağında inerdim. Bu detayı da birazdan açıklayacağım. Omonia’da inip yürüyerek otelimize geçtik. Ancak otel sahibi Yorgos, odalarımızın henüz hazır olmadığını söyledi ve şehri gezmemiz noktasında bazı tavsiyelerde bulundu. Biz de ağırlığımızın bir kısmını burada bırakıp yola çıktık.

Atina’nın en önemli turistik duraklarını birazcık yorulmayı göze alıp yürüyerek gezebiliyorsunuz. Hızlı adımlarla Monastiraki Meydanı’na geldik. Burada Yunanistan’da yaptığımız en büyük keşiflerden birisi olan Mavile isimli müzik grubunun müthiş performansını izledik. Yunanistan’da dikkat çekici şekilde, şehrin hemen her kısmında sokak müzisyenleri var. Kendi kurdukları küçük sistemlerle müzik yapıyorlar. Amfileri, mikserleri, davul setuplarıyla sahne alan gruplardan farksızlar. Mavile, hemen herkesin bildiği ve eşlik ettiği klasik rock parçaları seslendiriyor.

Bu meydandan şehrin en büyük bitpazarına (flea market) geçtik. Burada bir sahaftan Yunanca ve oldukça şık basılmış bir Jules Verne kitabı, Balonla Beş Hafta’yı aldım. Türkiye’deki Jules Verne baskıları neden böyle değil ki? Buradaki bit pazarında oldukça çeşitli nitelikte ve türde eşya, elektronik cihaz, kitap, basılı materyal ve plakları bulmak mümkün. Yalnız bir uyarım olacak: Esnaf pazarlığı sevmiyor. Pazarlık yapmaya çalışırsanız “Thank you” deyip kapıyı gösteriyorlar.

Burada arkamızda görünen heykellerin kopyalarını Partenon’da sergiliyorlar

Bitpazarında dolaştıktan sonra kart postal almak istedik. Ancak hafta sonu olması nedeniyle postaneler kapalıydı ve pul satan başka da bir yer yoktu. O yüzden daha sonra göndermek üzere kartpostallarımızı aldık. Tam gaz Akropolis Müzesi’ne doğru yola çıktık. Dediğim gibi Atina’da, tarihi turistik yerleri yürüyerek turlayabilirsiniz. Bunun için birkaç rota oluşturmak mümkün. Ancak yaptığımız araştırmada, hemen her tecrübeli rehberin, Atina’da dünyaca ünlü Partenon’u görmeden önce muhakkak Akropolis Müzesi’ni görmek gerektiği tavsiye ettiğini gördük. Biz de planımızı buna göre şekillendirdik. Yukarıda bahsetmiştim. Atina’ya bizim gibi kısa süreliğine geliyorsanız, tavsiyem havaalanında metroya bindikten sonra doğrudan Akropolis durağında inmeniz. Metroda bir aktarma yapmanız gerekecek ancak metro sistemi hiç de karmaşık olmadığı için rahatlıkla bunu yapabilirsiniz. Metro durağı müzenin hemen yanında. Buraya havaalanından eşyalarınızla bile gelseniz müzenin içerisinde eşyalarınızı, valizinizi ücretsiz olarak bırakabileceğiniz bir vestiyer var. Zira müze içerisinde bırakın valizi, sırt çantasıyla dahi dolaşmanıza izin verilmiyor. Müzenin giriş ücreti 10 Euro. Ancak 25 yaşın altındaki tüm AB vatandaşlarına ücretsiz. Müzeye girip dolaştıktan sonra valizinizi orada bırakıp hemen müzenin karşısındaki girişleri kullanarak Partenon’a gidebilir, en son müzeye uğrayıp valizinizi de alarak şehre dönebilirsiniz.

Müzeye girdik. Ücreti ödedik. Burada ve genel olarak Atina’nın her yerinde Türkiye’den geldiğimizi söyleyince gülümsedi insanlar. Umduğumuz gibi bir ırkçılıkla karşılaşmadık. Zaten buradaki halk da fenotip olarak ülkemizin insanlarına benziyor. “Avrupalı” imajı öyle çok da keskin değil. Dükkânlara girdiğimizde bizi “Kalimera, kalosarisoti” diyerek karşılıyorlar; biz “Hello” deyince de turist olduğumuzu anlayıp hediyelik eşyaları göstererek “three for ten euros” diyorlardı. Kim Yunan kim Türk genel de pek anlaşılmıyor ancak Avrupa’nın ve Dünya’nın diğer halklarına mensup diğer turistler, tıpkı Umut Sarıkaya karikatürlerindeki gibi adeta parlıyorlardı.

Bu kitabede bir tamirat işinde köleler ile masonların birlikte çalıştıkları yazılmış.

Müzeyi pek de etkileyici bulduğumu söyleyemem. Müzenin düzeni ve yerleşimi, en azından bizim arkeoloji müzelerimize göre daha zayıf. Partenon’da bulunan tüm heykel ve eserlerin orijinalleri müzeye taşınarak koruma altına alınmış. Sizin tarihi alanı gezerken gördükleriniz ise aslına uygun yapılmış taklitleri. Üst katında bir kafeterya ve müze shop var. Ancak biz vakit kaybetmemek için burada zaman geçirmedik. Hızlı bir şekilde turumuzu tamamladık. Bu arada müzenin zemin katında (girişin altı) kazı çalışması vardı. Belki de birkaç on yıl içerisinde bu müzenin eksi birinci katı da olacaktır. Müzeden çıkıp hemen karşımızda, Partenon’un da bulunduğu Akropolis alanına gidebilirdik. Ancak çok acıkmıştık.

Okumaya devam et

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

Bu Yılın Jules Verne Eserleri

Bu yıl artık bitiyor. Ben ise halen tam anlamıyla düzene girmemiş bir odada, büyük hayal kırıklıkları içerisinde ve gecenin bir yarısında bu blog gönderisini kaleme alıyorum.

Yıllık iznimin yanmaktan kurtarabildiğim kadarını koparttım ve bu süreçte evde, kitaplarım ve kasetlerimle oturmaktan büyük keyif alıyorum. Evde olunca İrili ufaklı pek çok işimi de hallettim. Eh ekonomik açıdan pek de parlak bir dönemde olmadığımdan, evimde ve odamda olmak, oğlumla vakit geçirmek beni oldukça mutlu ediyor. Hayal kırıklıklarım var, büyük hayal kırıklıkları. Ancak artık inanıyorum ki içinde olduğumuz kısır döngü bir şekilde değişecek ve hayatımızda büyük bir döneme daha gireceğiz. Oturmuş bunu bekliyorum.

Yıl içerisinde yine pek çok sahafın, kitapçının, eşin ve dostun kapısını aşındırdım. Elime de oldukça güzel Jules Verne kitapları geçti. Bir kısmı hediye olan bu kitapların birkaç tanesi de şans eseri keşfettiğim dip köşe sahaflardan elime geçti.

Sevgili Hicri Abi’nin Koridor’unu ilk defa ziyaret ettiğimde Meteor Avı isimli kitabın Tübitak tarafından basılan karton kapaklı bir baskısını buldum. Böylece Tübitak tarafından basılan dört Jules Verne kitabının ciltli ve karton kapaklı baskılarından oluşan sette yalnızca Macellanya isimli kitabın ciltli baskısı eksik kaldı. Bunu da bulacağım.

Tübitak koleksiyonumda durum bu şekilde

Geçtiğimiz aylarda bloguma ulaşarak Jules Verne yazılarıma ilgili gösteren Sebahattin Kuralay’ın müthiş bir desteği oldu. Verne’in kitaplarını toplamaya başlayan bu kıymetli takipçime istediği bazı baskıların bilgilerini vererek yardımcı olmaya çalıştım. Sağ olsun o da bana elimde bulunmayan Gezginci Cambazlar ve Balonla Beş Hafta baskılarını gönderdi. Buda’nın İntikamı isimli kitap ise bende mevcuttu ancak onun gönderdiği baskı bendekinden çok daha iyi durumdaydı. Sağ olsun var olsun.

Şu ya da bu sebeple Ankara’ya gittiğimizde, günlerce evde oturmak yerine kendime bir takım yeni alışkanlıklar edinmeye başladım. Bunların en güzeli Kızılay’da Alper’le buluşmak oldu. Evin yakınından geçen metro sayesinde, Keçiören’den Kızılay’a gitmek son dönemde oldukça kolay oluyor. Alper’le buluşamadığımız bir hafta sonu, Keçiören’de hiç sahaf ziyaret etmediğimi fark ettim. Ufak bir araştırma yaparak eve yakın mesafede bir tane buldum. Şansıma bu sahafın Nadirkitap sitesinde de profili vardı. Böylece elindeki tüm Jules Verne’leri listeleyebildim. Hemen aynı gün dükkâna gittim. Satıcı biraz ilgisiz ve sert mizaçlı olsa da aradığım kitapları ve hatta çok daha fazlasını bulup aldım. “Dünyanın Merkezine İniş” isimli kitabı oradan buldum mesela.

İnkılap Aka Yayınları ve bu yayınevinin Ferid Namık Hansoy tarafından yapılan çevirileri, Verne’nin dilimize kazandırılması noktasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Yukarıdaki fotoğrafta yer alan Robensonlar Okulu kitabı da bu baskılardan birisi. Ancak beni oldukça şaşırtan baskı, 1994 yılında İnkılap Kitabevi tarafından (bu sefer yanında Aka olmadan) basılan ve çevirisi yine Hansoy’a ait olan İki Yıl Okul Tatili isimli roman oldu. Ben böyle bir seri olduğunu, hatta bu baskının bir seri olup olmadığını bile bilmiyorum. Yayınevinin İnkılap Aka iş birliğinde çıkan üç baskısından sonra galiba bu kitap da bir dördüncü seri olarak yayımlanmış. Çünkü önceki baskılarda iki ayrı cilt halinde verilen bu roman, dördüncü baskıda tek cilt içerisinde birinci ve ikinci kitap olarak toplanmış. En arka sayfada kapakta ise serinin diğer baskıları görülüyor.

Fotoğrafta tam ortada bir de Sabit Fikir isimli dergi görülüyor. Derginin Ağustos 2023’te basılan 150. sayısında kapakta Jules Verne yer alıyor. Dergide Ayşe Banu Karadağ’ın “Jules Verne’nin Kahramanları” isimli yazısı yer alıyor. D&R’larda satılan bu dergi, esasında takip ettiğim bir yayın değil. Bu “benim için özel” sayıyı alıp inceledim ve fark ettim ki esasında kapak konusu olan yazıda da “Yeni Başlayanlar İçin Verne” tadında, yazarın Verne ile olan ilk tecrübelerine yer verilmiş. Bu noktada yazarın yaptığı şu tespit gerçekten çok değerli: Verne romanlarındaki kahramanların çoğu bilim insanları. Okuduğum onlarca romanı düşününce “ben bunu nasıl fark etmedim?” dedim. Aynı sayıda Ali Emre Değirmenci‘nin “İnatçı Keraban 140 Yaşında” isimli bir de inceleme yazısı yer alıyor. Bu yazı, kapak konusundan daha çok hoşuma gitti. Verne’nin Osmanlı’da geçen tek romanı olması bakımından zaten oldukça sevdiğim romanın iki sayfaya sığdırılan güzel bir incelemesi kaleme alınmış. Hatta biz bu yıl Ağustos ayında tam da bu romanın ilk cümlesinde belirtilen tarih ve saatte, aynı yerde buluşmuştuk. Dergide başka bir Verne içeriği yok. Dolayısıyla bugün Türkiye’de halen daha, Dünya’nın en meşhur yazarlarından olan Jules Verne hakkında, Kitap-lık Dergisi’nin 2000 yılında yayımlanan 44. sayısından daha iyi ve daha güncel bir edebiyat dergisi yayımlanmadı. Bu açıdan sevgili arkadaşım Uğur Karabürk’ün Neon Nexus için yazdığı yazılar belki ileride çok daha değerli olacaktır.

Büyük fotoğrafta sağ alt tarafta Kiril harfleriyle basılmış bir baskı görüyorsunuz. Bu da çok değerli arkadaşım, bu yıl tanıştığımız stajyerim Sumru’nun Bulgaristan’dan bana getirdiği bir hediye. “Jul Vern – Hubaviyat Jult Dunav” yani “Güzel Sarı Tuna”. Kendisine çok teşekkür ederim. Kitapla birlikte güzel de bir kartpostal getirmişti sağ olsun. Bu kitabı biraz inceleyince aynı Bulgar yayınevinden çıkan Kaptan Nemo isimli kitabı da (ki bu muhtemelen bizim bildiğimiz adıyla Denizler Altında 20000 Fersah) umarım bir gün kendim bulup alırım.

Evet, bu yılın küçük bir Jules Verne özeti oldu bu yazı. Konuya ilgisi olmayanlar için elbette çok bir anlam ifade etmeyebilir ancak var olduğunu bildiğim pek çok koleksiyoncu için de faydalı olacağına inanıyorum. Alfa Yayınları’ndan halen devam eden seride iki yeni kitap daha yayımlandı. Bu seri nihayet yayınevi tarafından tamamlanınca bununla ilgili başlı başına bir yazı yazacağım. Evde de oldukça yer kaplayan bu seriden sonra muhtemelen Verne adına büyük bir boşluk tamamlanmış olacaktır.

Dolunay: Çağıl Duru, Voleybol, Hicri Abi’nin Yeri

Keşke bana bunu hiç dememiş olsaydın, dedi. Üzgünüm ama gerçek bu, dedim. Ben mi sebep oldum peki, diye sordu. Elbette sen, dedim. Suçlamıyorum ve hatta beni “bu duruma” düşürdüğün için teşekkür bile edebilirim. Öylece yüzüme bakmaya devam etti. Hava iyiden iyiye soğumuştu, birlikte yürüdüğümüz patika yer yer çamurla ve çoğunlukla buzla kaplıydı. Düşmemek için büyük çaba sarf ediyor, mecbur kalınca koluma giriyordu. Ancak yol biraz daha açılınca hemen ellerini çekiyordu. Pekâlâ, şimdi ne olacak, nasıl hareket edeceğiz, diye sordu. Bu soru aslında bir ayrılığın ön eki, beklediği cevabın ne mahiyette olacağına dair bir işaretti. Ben artık gideceğim, dedim. Seni görünce dahi heyecandan vücudumu karıncalanmaya başladığı bu yerlerden gideceğim. Zaten beklediğim birkaç haber vardı. En az birinden olumlu dönüş olacak. Böylece gideceğim. Sonra biraz daha yürüdük. Son bir defa sarıldık. Arkamı döndüm ve uzaklaştım. Beklediğim hiçbir haber yoktu.

Merhaba sevgili dostlar, bu ay gökyüzündeki o muazzam güzellikteki dolunayı görmeyen yoktur herhalde. Her dolunay bir müjdedir aslında. Bu ayın müjdesi de sevgili Seçil ve Nezih’ten geldi. Biricik yavrumuz Çağıl Duru Pazartesi akşamı gözlerini dünyaya açtı. Bu minnoş kızımız, bir dolunay gecesi ve Kasım ayında dünyaya gelerek, hayatımdaki en güzel insanların doğum ayı olan Kasım ayına bir doğum günü kutlaması daha eklemiş oldu. Nezih kardeşimi ve Seçil’i tebrik ediyorum. Çağıl Duru’nun da bahtı açık olsun inşallah.

Yaşanan ufak tefek sıkıntıları saymıyorum ve Kasım ayını bu yılın en iyi ilan ediyorum. Bu ay kendime aldığım yeni bilgisayarım, oldukça güzel geçen doğum günleri, Erkin‘in yaptığı müthiş sürpriz (bundan ayrıca bahsederim), Antalya gezimiz derken dolu dolu ve eğlenceli geçti. Bu ay iyiden iyiye tadına vardığımız yepyeni bir etkinliğimiz daha var üstelik: Keyfi Voleybol! Adam Spor‘dan Alper sayesinde dahil olduğumuz bu yeni etkinliğimizde, 6 ya da 12 kişi organize olup ya bir rakibe karşı ya da kendi aramızda oyun oynuyoruz. Instagram’da Keyfi Voleybol hesabının organize ettiği etkinlikte hafta sonları kapalı bir spor salonunda ve hakem eşliğinde oynadığımız oyunlar, beklediğimden çok daha keyifli geçiyor. Hatta bu gün Erhan Hoca sitem etti: Voleybol deyince şartları zorlayıp geliyorsun ama ağırlık deyince salona gelmiyorsun diye. Evet, bu ay açıkçası salonu biraz aksattım. Ancak bu yoğunluğun içerisinde yetişemiyorum ne yapayım 😦 Eğer sizin de voleybol oynamak için altı kişilik bir takımınız varsa lütfen haber verin ve bir voleybol maçı yapalım. Yensek de yenilsek de oyundan büyük keyif alıyoruz!

Önceki gün eve gelirken bir süredir görüşemediğim ancak kendisine yeni bir ofis açan Hicri Abi‘nin yanına uğradım. Ah keşke uğramaz olsaydım! Bu yeni açtığı ofisinde orta halli bir sahaftan hallice, yüzlerce kitap, CD ve kasetle raflarını donatmış. Epey de bir satılık ürünü var. İnsan oturduğu yerde duramıyor! Hemen çayımı yudumlayıp ofisin raflarını kurcalamaya başladım. Yıllardır bir türlü denk gelmediğim bir Jules Verne baskısına denk gelince hemen aldım. Birkaç tane de güzel kaset seçtim raflardan. Güzel haber şu ki Hicri Abi, elindeki materyalleri hem Instagram hem de nadirkitap.com üzerinde açtığı Koridor Kitap ve Müzik dükkanı aracılığıyla satıyor. Listelediği onlarca ürüne bakabilirsiniz.

Hicri Abi’yi ziyaretim esnasında Nur isminde bir de yeni arkadaşla, bir meslektaşımla tanıştık. Nur bizim bölümde son sınıfta okuyor. Hicri Abi sayesinde tanıştığım, bir kaset meraklısı. Önümüzdeki günlerde yeniden görüşeceğimizden şüphem yok 🙂

Bu ay böyle geçti sevgili dolunay. Yetişemediğim, yazamadığım ve kaydedemediğim tüm işler için mahcubum. Hep umarım umarım diyorum ama galiba önümüzdeki birkaç yıl, en azından Mert ilkokula başlayıncaya kadar böyle gidecek gibi görünüyor. Zaman bize, bana ve sana neler gösterir bilmiyorum. Ama vazgeçmeden, koşturmaya devam!

Mercan Yokuşu & Armaret – Jules Verne İstanbul Buluşması

İstanbul’da ismini duyup merak ettiğim yerlerden bir diğeri Mercan Yokuşu’ydu. Birkaç yıl önce Ankara’da buluştuğum bir komutan bana İstanbul’da bir Ermeni ustanın ülkenin en iyi bröve ve rozetlerini yaptığını, bu adamın dükkânının Mercan Yokuşu’nda olduğunu söylemişti. İşte o tarihten bugüne hep aklımın ve hatırlatma listemin bir köşesinde o isim, Arman Etyemez (Armaret) ismi yazıyordu.

Umur’la Doğubank’ta buluşup sohbet ettikten ve bir de yemek yedikten sonra sıkı sıkı kucaklaştık. Umur’un tarif ettiği yoldan Mercan Yokuşu denilen yere gittim. Askeri malzeme, çeşitli nalbur malzemeleri, bayrak, flama ve bilumum pirinç, döküm ürünlerin satıldığı, onlarca dükkânın ve toptancının bulunduğu bir yerdi burası. Kendine has bir dünyaydı. Sanki kapısından yüz yıldır kimsenin girmediği halde inatla açık duran dükkânlar vardı. Diğer taraftan askeri malzeme toptancıları… Biraz merak da olunca içim içime sığmadı.

Nihayet yokuşu tırmanıp o küçücük, tabelası bile olmayan dükkâna ulaştım. İçeride güleç yüzlü bir usta, Arman Etyemez, tezgahın arkasında oturuyor, arkadaşı olduğu belli olan bir diğeri ise bir tepsi içerisinde yüzlerce minik vidayı ve rozeti poşetlere yerleştirmekle meşguldü.

Beni görünce, ikisi de işlerini bırakıp yüzüme baktılar. Ben de kısaca kendimi tanıtıp Eskişehir’den sırf tanışmak için geldiğimi söyledim. Böyle söyleyince Arman Usta gülümsedi hoş geldiniz dedi. Yıllar önce Eskişehir’de de bröve ve rozet yapan iyi bir usta olduğunu söyledi ancak bir türlü ismini hatırlayamadı.

Dükkan oldukça küçük olduğundan ben de kalabalık etmemek adına oldukça az hareket ederek duvarlardaki raflara dizili onlarca kutuyu, ufacık vitrinde dizili rozet ve bröveleri incelemeye başladım. Hayatımda ilk ve muhtemelen son defa süvari brövesi gördüm. Tek kaldığı için satın alamadım. Eski dönemlerde denizaltı sınıfı astsubayların taktığı bir bröveyi aldım. Birkaç tane daha irili ufaklı bröve aldım.

Arman Usta artık perakende satış yapmıyor. Ya toptan üretiyor ya da çok özel projeler için üretim yapıyor. Tezgahın bir köşesinde Nazi armaları görünce şaşırarak sordum. Bir tiyatro oyunu için özel olarak kostüm tasarımı yaptığını söyledi. Pek çok tiyatro oyunu ve sinema filmi için bu çalışmaları yapıyormuş. Örneğin yakın zamanda çekilen Ayla filminde Kore’ye giden tüm tugayın arma ve rozetleri bizzat usta ve oğlu Ari Bey tarafından yapılmış.

Armaret’te daha fazla zaman geçirmek isterdim ancak hem meşgul etmek istemediğim hem de görülecek başka yerler olduğu için Mercan Yokuşu No: 30’daki bu küçük dükkanı geride bıraktım.

Bröve koleksiyonum son yıllarda çok ön planda olan ve neredeyse her ay yeni bilgilerle takviye ettiğim bir birikimin en güzel gösterisi niteliğinde. İşte bu işin yaşayan en büyük ustalarından biriyle tanışmak da bu işin koleksiyoncusu için paha biçilemez bir tecrübeydi gerçekten.

Jules Verne İstanbul Buluşması

Yaklaşık altı ay kadar önce Facebook’taki Jules Verne İstanbul isimli grubumuzda Murat Abi grup olarak yeterli olgunluğa eriştiğimizi ve artık buluşma vaktimizin geldiğini müjdeledi. Jules Verne’i seven, okuyan ve ilham alan grup sakinleri olarak nihayet bilgisayarın başından kalkıp, sahaf rafları arasında “J” harfinin bulunduğu rafları didiklemeye ara verip aynı zevklere sahip olduğumuz arkadaşlarımızla bir araya gelmeye böylece karar vermiş olduk. Peki ama ne zaman ve nerede?

İşte bu noktada yardımımıza Jules Verne’nin Türk topraklarında geçen tek romanı olan İnatçı Keraban (Keraban Le Têtu) imdadımıza yetişti. Romanın giriş cümlesi şu şekilde: “O gün, 16 Ağustos, akşam saat altıda, kalabalığın gelişi gidişi ve gürültüsüyle her zaman gayet hareketli olan İstanbul’un Tophane Meydanı sessiz, mahzun, neredeyse ıssızdı.” Evet, 16 Ağustos saat 18.00’de Tophane civarında buluşacaktık.

Buluşmaya İstanbul dışından yalnızca ben katılıyordum. Daha doğrusu etkinlikten önce oluşturduğumuz haberleşme grubunda, son gün bunu anladım. Öğleden sonra Cihan’la vedalaşıp yola çıktım. Planım basitti: Bindiğim otobüs etkinliği yapacağımız Galataport’a yürümeyle birkaç dakika mesafede beni indirecekti. Ben de rahatlıkla gidip mekânda oturup arkadaşlarımızı bekleyecektim. Ancak öyle olmadı.

Hiç bitmeyen yol çalışmalarından bir tanesi sebebiyle, otobüs beni Unkapanı Köprüsü’nde bıraktı. Buradan köprüyü geçip Karaköy’e, oradan da yürüyerek buluşmanın yapılacağı yere yarım saatte ulaştım. Dolayısıyla saat 18.00’deki bu tarihi buluşmaya 18.30’da gelebildim.

Son birkaç yıldır Jules Verne koleksiyonculuğumun makus tarihini değiştiren sevgili Murat Haser’le ilk kez yüz yüze görüşme fırsatımız oldu. Etkinliğe beklediğimden daha az kişi geldi. Ancak olayın nicelik değil nitelik olduğu noktasında hepimiz hem fikir olduğumuzdan kimse sayıya takılmadı. Çocukluğumdan beri okuduğum Atlas Dergisi’nden ismini tanıdığım Kansu Şarman buradaydı. Sevgili Kansu Abi’yi Jules Verne okurları olarak Açık Radyo’daki “Balonla 25 Hafta” isimli programından tanıyoruz. Ayrıca Twitter/X platformunda da Jules Verne Türkiye (JulVernTR) isimli hesapta yazıyor. Yine, taa 2000 yılında Kitap-lık dergisinde yayımlanan ve ülkenin ilk derli toplu Jules Verne bibliyografisini kaleme alan yayıncı-araştırmacı-edebiyatçı Mehmet Sabri Koz da buluşmamızın konukları arasındaydı. Sabri Hoca’nın hazırladığı bu çalışma Türkiye’deki Jules Verne hayranları için referans nitelikte bir yayındı. Ülkenin Jules Verne isimli tek sahafı Jules Verne Sahaf – Hüseyin Bey, Fatmagül Hanım ve eşi Philip, Bedirhan ve Murat Abi’nin oğlu Atlas ilk buluşmaya gelen diğer misafirlerimizdi. Bu ilk buluşmanın anısına şöyle bir de Buluşma Hatırası hazırladım.

İlk buluşmamız daha ziyade birbirimizi tanımakla geçti. Herkes kendi Jules Verne macerasını anlattı. Yaşça bizden büyük olan ağabeylerimiz yurt içinde ve yurt dışında yaptıkları arama/tarama çalışmalarından bahsettiler. Verne’in Türkçe yayımlanan ilk dönem eserlerinin peşinde düşen bu edebiyat ve tarih aşığı adamlar tıpkı birer çocuk heyecanıyla arşivlerinin en kıymetli parçalarını paylaştılar, anlattılar.

Dağılmadan önce birkaç kare fotoğraf çektik. Misafirlerimizi yolcu ettikten sonra Murat Abi ve Bedirhan’la birlikte Uğur’u beklemeye başladık. Daha önce Eskişehir’de tanıştığımız sevgili arkadaşım Uğur’la bir kere daha buluştuk böylece. Buluşmaya yetişemedi ancak Murat Abi’yle birlikte yakında olan bir kahveciye çöküp oldukça keyifli bir saat daha geçirmeyi bildik. Sonra Uğur’la birlikte yanlarından ayrılıp otobüse bineceğim durağa kadar yürüdük. Uğur’la kucaklaşıp otobüse bindiğimde işte Jules Verne’nin tarif ettiği o 16 Ağustos günü sona ermişti. Buluşmuş, tanışmış, konuşmuş, neler yaptığımızı ve yapabileceğimizi tartışmıştık.

Böylece sonbahar aylarında bir kere daha bir araya gelmeye karar verdik. Herkesin katkı vereceği süreli bir yayın, belki bir internet sitesi ya da bir kitap… Sonuç ne olursa olsun, bu ekipte yer alan her bir kişi için değişmeyecek tek şey Verne’e olan tutku olacaktır. Eh, önemli olan da budur zaten değil mi?

2022 Yılımın Özeti

Şansa bak, yılın ilk yazısı yılın ilk dolunayına denk geldi. Bir My Resort klasiği haline gelen Yılımın Özeti yazısı başlıyor. Sıkılmadan okumanız dileğiyle.

Refah düzeyimin iyice düştüğü, ekonomik karamsarlıklarla boğuştuğumuz, buna rağmen eşimiz dostumuzla oldukça güzel zamanlar geçirip güzel işler ve ilkler başarabildiğim bir yıl oldu. 2013 yılından sonra, galiba hayatımın en hızlı geçen yıllarından birisi de olduğunu söyleyebilirim. Eskişehir’deki iş yerimde 5. yılımı, mesleğimde ise 10. yılımı geride bıraktım. Eskişehir’de geçirdiğim süre, artık Bilecik’te geçirdiğim süreyi geride bıraktı. Eskişehir’de yaşadığım her tecrübe de zaten Bilecik’i geride bıraktı.

2008 yılında Windows’un ilkel denilebilecek blog platformu olan Live Spaces altında blog yazmaya başladım. Yaklaşık bir yıl sonra, 2009 yılının Şubat ayında ise akıllıca bir hamle yaparak, o güne dek yazdığım yüzden fazla yazıyı birkaç gece uyumadan WordPress üzerine taşıdım. Ve o tarihten beri de WordPress altyapısını kullanmaya devam ediyorum. On üç yıldan uzun süredir My Resort, WordPress çatısı altında varlığını sürdürüyor.

Blog bu yıl yazı sayısı bakımından oldukça düşük bir performansa sahip. Sadece 48 yazı yazabilmişim. Ortalama olarak haftada bir yazı yazmışım. Bu benim açımdan oldukça yetersiz ancak hayatımızın en önemli parçası olan Mert Ekin‘in varlığı bu sayı üzerinde oldukça etkili 🙂 Bu yılın ikinci yarısında eşimin çalışma koşullarının değişmesi sebebiyle hafta sonumu tamamen Mert’le birlikte geçiriyorum. Hafta sonlarında kendime yazı yazmak şöyle dursun, kitap okuyacak bile imkan yaratamadım. Eh, bunda biraz benim de acemiliğim var elbette. Halil Abi‘den ders alacağım. Geçen sene de yazı ortalaması için Mert’i bahane etmişim ancak geçen yıl henüz 1,5 yaşında olan Mert’in bu sene olduğu kadar oyuna ve ilgiye ihtiyacı yoktu sanırım. Görünen o ki bu ihtiyacı da her geçen yıl daha da artacak.

Yılın son ayında blogla hiç ilgilenemedim. Çünkü bu yıl içerisinde yapmayı planladığım ancak ekipman eksikliğinden dolayı yapamadığım podcast projem için çalışmalar yapıyordum. Üstüne bir de Mert’in ufak tefek rahatsızlıkları olunca blogda yayımlanacak yazıların ancak taslaklarını yazabildim. Yayımlayamadım. Geçen yıldan yazmaya başlayıp da yayımlayamadığım taslaklarım şu şekilde:

  • Tübitak’tan Astronomi ve Popüler Bilim Kitapları
  • Pentagram – Makina Elektrika
  • Kayıp Tabur (öykü)

Bunlardan özellikle Pentagram’ın bir türlü CD ve plak formatında yayımlayamadığı albümünün yazısı büyük pişmanlık oldu benim için. Keşke albüm çıktığı dönem yayımlasaydım. Bu taslakları yılın ilk ayı içerisinde tamamlayıp yayımlayacağım. Hatta kendime koyduğum ilk hedef de bu olsun.

Bu yıl blogda en çok okunan yazılar İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) başlıklı yazılar oldular. Bu yazılar önceki yıllarda yazdığım halen reyting almaya devam eden yazılar. Bu yıl yazdığım yazılardan ise en çok okunanlar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri ve İhsan Oktay Anar – Tiamat (2022) İnceleme başlıklı yazılar oldular. Bu yıl önceki yıllara göre bloga okuyucu yönlendiren mecralarda da ciddi değişiklikler olmuş. Blogun yayım hayatının başından beri ilk defa bu yıl bloga en çok okuyucuyu Facebook değil, WordPress Mobil Uygulaması yönlendirmiş. Bu muhteşem bir gelişme. Yine, geçen yıl blog için açtığım Instagram hesabı sayesinde Instagram da Facebook’u geçerek, bloga en çok okuyucu yönlendiren ikinci platform olmuş. An itibariyle 258 takipçi var burada. Umarım bin kişiye yaklaşır. Bu yıl ilk defa denediğim WhatsApp anlık gönderileri ise beklediğimden daha az okuyucu göndermiş göndermesine ancak özellikle arkadaş ve iş çevremden bu anlık gönderiler sayesinde çok fazla kişiyle etkileşim kurabildiğim için bu yıl da aynı platformlara devam edeceğim.

Şimdi gelelim, blogun aylık maceralarına. Bu yazıları iş yerinde tuttuğum günlükten notlarla da destekleyeceğim.

Ocak 2022: Ocak ayında 7 yazı yazmışım. Yılın en çok yazı yazdığım ayı da bu ay olmuş. Elbette bu durumda bir haftalık Covid karantinam da etkili oldu. Bu ay 19 Ocak sabahı Eskişehir’de yoğun bir kar yağışı başlamış. Bu yağış bütün hafta devam etmiş.

  • Metis Ajanda koleksiyonuna başladım. Hatta o koleksiyon bu yıl da devam ediyor. 2023 yılı Metis Ajandası‘nın sloganı ArzuHal.
  • Covid oldum: Pandeminin son atağında ben de hastalığa yakalandım. Üçüncü doz biontech aşımı olduktan aşağı yukarı bir hafta sonra, birkaç seri hapşırmanın ardından gidip test verdim ve sonucum pozitif çıktı. Bir hafta evde kaldım. En ufak bir ağrı sızı hissetmedim. Zaten benim karantinam bittikten sonra da Bilim Kurulu pandemi koşullarını oldukça hafifletti.
  • İhsan Oktay Anar‘ın Tiamat isimli yepyeni bir roman yayımlayacağı müjdelendi.
  • İş Yerinde Yepyeni Yüzlerle Tanıştık: Bu yıl iş yerimiz açısından en büyük gelişme özelleştirilen Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‘ndan bizim kuruma geçiş yapan arkadaşlarımız oldu. Numan, Serkan, Kübra, Merve ve Hasan ben karantina altındayken Ocak ayı içerisinde yeni çalışma arkadaşlarımız oldular. Bu kadar kısa sürede bu arkadaşlarımızla çok samimi arkadaşlıklar kurduk. Serkan’la okuldan da arkadaştık zaten. Ancak diğer arkadaşlarımızla da sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir uyum yakaladık.
  • Pentagram – Acoustic Live 2017 isimli çalışmasını yayımladı: Ama Youtube’dan. DVD ya da bluray olarak basılmadı bu güzel çalışma. Birkaç defa sosyal hesaplarından yazmama rağmen cevap dahi alamadım bu soruya.

Şubat 2022: Şubat ayında dört yazı yayımlamışım. Bu ayın başında tıpkı geçen ay bana olduğu gibi Merve ve annem Covid pozitif çıktı. Yabancı Dil Sınavına başvurdum. Yine bu ayın son günlerinde halı saha maçlarımıza başladık.

  • Org aldım: Her defasında midi klavyeyi kurmak artık zor geliyordu. Ufak tefek melodiler aklıma geldiğinde yutmak zorunda kalıyordum. Casio marka ikinci el sağlam bir org denk getirip aldım. Bu orgu yılın ilerleyen günlerinde kaydettiğimiz videolarda da kullandım.
  • Seksen Günde Devri Alem Dizisi: Bu yıl, Jules Verne‘nin meşhur kitabından uyarlanan Seksen Günde Devri Alem isimli diziyi izledim. İngiliz yapımı ve oldukça keyifli bir diziydi. Bu diziyi ve Jules Verne hakkındaki tüm gelişmeleri çok sevgili Murat Haser ve Instagram grubumuz sayesinde takip ediyorum. Ayrıca bir süredir kıymetli Ahmet Öncüer hocamı da ihmal ettiğimin farkındayım. Ankara’ya ilk gidişimde kendisini arayacağım.
  • Annem, babam, kardeşlerim ve eşim de Covid oldu: Ailecek covid olma hakkımızı kullandık ve şükür ki bir daha hastalık yaşamadık.
  • Pentagram konserine gittik: Yılın ilk konseri oldu bu. Oldukça kalabalık bir ekiple gittiğimiz konserde ön sıralardaydık ve çok eğlendik. Yılın ikinci yarısında gittiğimiz konserde neler olacağını bilseydim daha da eğlenirdim.

Mart 2022: Kış devam ediyor, nasıl bir soğuk varmış! Bu ay 5 yazılık bir performans sergilemişim. Mert Ekin sünnet olduğu için sağ olsun iki taraftan da sürekli misafirimiz ve sürekli Mert’le ilgilenenler oldu. Bu sayede blogla ilgilenebildim. Ah canım blogum! Bu arada Mert’in sünnet olacağı gün arabayı ufak bir sürttüm.

Nisan 2022: Nihayet bahar gelmiş. Belli çünkü sadece 3 yazı yazabilmişim. Bu ay Yabancı Dil Sınavı’na girdim. Sınavdan birkaç gün önce oturup biraz kelime çalışıp deneme çözdüm. Ders çalışmayı seviyorum galiba. Bu ayın son iki haftası özellikle iş yerinde oldukça yoğun ve koşturmacayla geçti. 23 Nisan için özel bir etkinlik organize ettik. Bu organizasyonda çeşitli görevlerim vardı. Yine bu ayın ilk günlerinde Sertan‘ın babası vefat etti. İşyerindeki bilgisayarım bozuldu. İkame bir bilgisayarla yılı tamamladım. Neyse ki yeni bilgisayarım çok iyi. Telefonum yere düştü ve kalemi fırlayıp kırıldı. Yeniledim.

Mayıs 2022: Yoğun bir ay olmasına rağmen blogda 5 yazı yazmışım. Havalar iyice ısınmıştı. İşyerinde gündem yine yoğundu ancak keyifliydim. Mert bu ay iki yaşına girdi. He-Man temalı bir doğum günü yaptık. Bayramı evde geçirmemiz dolayısıyla hem yazdım hem de bol bol okudum. Bu ayın ortalarında Eskişehir’de güzel bir kitap fuarı oldu. Türk Dil Kurumu’ndan kitaplar aldım. Ayrıca bu ay implant tedavisine başladım. Yine bu ayın son günlerinde Eftade Hocam ve ekibiyle birlikte “Geleceğin Yeşil Yakalıları” isimli TÜBİTAK projemizi gerçekleştirdik. Benim için harika bir tecrübe oldu. Emeği geçen başta Merve ve Esra olmak üzere, Mine ve Sevda ve tüm diğer arkadaşlarımıza teşekkür ederim. 29 Mayıs Cumartesi günü kurum olarak İstanbul’a gidip geldik günü birlik şekilde.

  • Yabancı Dil Sınavı açıklandı: Sınav aslında Nisan ayının son haftası açıklandı ancak yazabildim. Sınava 70 ve üzeri bir puan almak hedefiyle girdim. 80 üzeri bir puan alarak hedefimi gerçekleştirmiş oldum.
  • Madeni Para Koleksiyonumun 1 TL serilerini paylaştım. Bu yazım, bu yıl yazdığım ve en çok ilgi gören bir diğer yazım oldu. Bu yazıyı yazdıktan kısa süre sonra Erdem Abi sayesinde elimdeki yıl eksiklerinin hepsini tamamladım. Sadece o değil, çevremdeki çoğu arkadaşım da bu koleksiyonuma destek oldular.

Haziran 2022: Bu ay 4 yazı yazmışım. Ayın ilk günleri Çevre Haftası etkinlikleri sebebiyle koşturmacayla geçti. İş yerinden sevgili Burak Abimiz bana bir kaset ve radyo deck hediye etti. Kaset deck’in tamiratını evimin karşısında bu yıl açılan Alisa Elektronik‘te Ali Abi’ye yaptırdım. Canavar gibi oldu! Muhteşem bir set kurdum böylece. Bu ayın son günlerinde doktora mezuniyet törenimiz oldu ancak yazısını Temmuz ayı içerisinde yazdım.

  • Jules Verne koleksiyonuma yeni kitaplar eklenmiş. Ayrıca Ötüken Yayınları’ndan Denizler Altında 20000 Fersah romanının oldukça müthiş bir baskısı çıktı. Bu yıl ağırlığımı Alfa Yayınları’ndaki Olağanüstü Yolculuklar Serisi’ne verdim. Yayınevi, serinin 2023’te tamamlanacağını duyurdu.
  • Türkiye Çevre Haftası’nı kutladık: Normalde iş yerindeki etkinliklerden oldukça yüzeysel bahsederim. Ancak bu etkinlik ciddi anlamda emek verip her aşamasında saatlerimizi harcadığımız bir organizasyon olunca ben de yazdım elbette. Sevda’yla birlikte sunuculuk yapmamız, düzenlediğimiz voleybol turnuvası, bisiklet turu gibi etkinliklerle oldukça kapsamlı bir organizasyon yaptık. Öncesindeki bütün bir Mayıs ayı ve Haziran ayının ilk haftasını bu işe adadık. Voleybolda başarılı olamadık. Takımımız Kübra, Halil Abi, Rıdvan Abi, Numan ve benden oluşuyordu.

Temmuz 2022: Bu yılın şüphesiz en iyi ayı bu aydı. Çok mutluydum. Bloga dört yazı yazdım. Çünkü Haziran ayı sonunda güzel bir mezuniyet töreni yaşamış, ayın ortalarında da Maykıl Ceksın kulübüyle tatile gitmiştik. Yine bu ayın ortalarında bu yıl ki stajyerlerimiz başladılar. Hepsi çok güzel ve iyi arkadaşlarımız oldular. Egehan, Fatih, Begüm, Almina, İpek, İrem ve Çağlar birbirinin peşi sıra kurumumuzda staj yaptılar. Oldukça saygılı ve sevgi dolu bu arkadaşlarımızın bahtları ve yolları açık olsun. Başta Fatih ve Çağlar olmak üzere hepsiyle halen görüşüyorum ve görüşmeye de devam edeceğim. Yeri gelmişken sürpriz yılbaşı hediyesi için sevgili Egehan’a ve çok uzaklardan bir kart yollayarak beni mutlu eden sevgili Buket’e selamlar sevgiler.

  • Doktora mezuniyet törenine katıldık: Bir yıl önce mezun olmuş ancak pandemi nedeniyle mezuniyet töreni yapılamadığından pek de anlayamamıştık mezun olduğumuzu. Bir önceki yılın mezunlarıyla birlikte bu yıl nihayet bir mezuniyet töreni düzenlendi ve Alper’le birlikte katıldık. Bu törende Lisansüstü Eğitim Enstitüsü mezunları adına konuşmayı ben yaptım. Birinci olmuşum 🙂
  • James Webb Uzay Teleskobu faaliyete girdi. Bu teleskop insanoğlunun evrene açılan yepyeni bir gözü oldu. Artık çok daha uzakları görebiliyoruz. Üstelik görüşümüz de daha keskinleşti. Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde çok büyük keşifler yapılacağına olan inancım arttı.
  • Şerit rozet ve bröve koleksiyonuna başladım. Aslında bu merakım çok daha eskiye dayanıyordu ancak bu yıl ilk defa planlı bir şekilde piyasan bröve ve rozet toplamaya başladım. Bu noktada seritrozet.com isimli siteye çok şey borçluyum. Sahibiyle Ankara’da da buluşup tanıştım. Konuya ilişkin çok daha fazla bilgi elde etme şansım oldu. Ayrıca bir de çok kaliteli bir posterim oldu. Bu koleksiyona bu yıl da devam edip yakın zamanda birkaç görsel daha paylaşacağım.
  • Maykıl Ceksın kulübüyle Datça’ya gittik: İşte yılın en keyifli yazılarından birisi daha! Önce Denizli’ye gidip Turgutlar’la buluştuk. Ertesi gün ise Sercan ve Alper’le yol üzerinde buluşup üç aile Datça’ya gittik. Burada çok şirin bir otelde kalıp oldukça keyifli bir hafta geçirdik. Denize doyduk. Dönüşte de Volkan’ın ailesini ziyaret ettik Çubucak’ta. Ciddi anlamda yorucu bir yol tecrübesi oldu benim için. Özellikle dönüş yolunda Mert’in de huzursuzlanmasıyla mücadele ettik ve kazasız belasız dönebildik.

Ağustos 2022: Evet, yaz ayları oldukça keyifli geçmeye devam ediyor. Bu ay da 4 yazı yazarak adeta kendime bir standart oturtmuşum. Bu ayın bir kısmını yollarda geçirdim. Yine bu ay yılın ilk kamp tecrübesini yaşadık. Ayın ilk haftasında Mert ve annesi Antalya’ya gittiler. Ayın sonlarına doğru iş yerinden arkadaşımız Osman vefat etti. Mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

  • Umut Sarıkaya’nın külliyatı tek seferde yayımlandı. Komik Şeyler Yayıncılık güzel bir çalışmaya imza atıp Umut Sarıkaya’nın çalışmalarından oluşan üç kitap ve iki albümü koskoca bir set olarak yayımladı. O günden beri Umut Sarıkaya’nın Eskişehir’e gelmesini bekliyorum. Blogda yazmadım ama birkaç ay sonrada yine Dünya Klasikleri isimli bir kitabı üstelik özel baskısıyla yayımlandı.
  • Kardeşim Mustafa burun ameliyatı oldu. Blog elbette benim dışımdaki aile fertlerinin ve yakın dostlarımın da hayatlarındaki önemli olayları anlatıyor. Kardeşimin taa lisedeyken geçirdiği trafik kazasının ardından yıllardır kademe kademe geçirdiği ameliyatların sonuncusu da nihayet oldu. Ben de o gece refakatçi olarak kaldım yanında.
  • KİM Tiyatro Ekibiyle tanıştık. Biricik arkadaşımız İnanç’ın harika performanslar sergilediği bir tiyatro oyunu dolayısıyla KİM Tiyatro ekibiyle tanıştık.
  • Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık: Emre’nin Ankara’da yaşamaya başlamasının bir kutlaması olarak Alper ve Emre’yle Ankara’da Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yaptık. Müthiş bir kamp oldu. Sonradan bu alanın sevgili arkadaşım Özge Şefimin sorumluluk sahasındaki bir tabiat parkı olduğunu da anladım. Eh biraz sitem etti o da.

Eylül 2022: Oldukça keyifli geçen bir yazdan sonra sonbahar başladı. Ortalamayı koruyor ve 4 yazıyla devam ediyorum. Bu ay KÖFN’ün hit parçası Bi’ Tek Ben Anlarım’ı coverladık Instagram’da. Yıl boyunca yaptığımız cover parçaları yazının sonlarına doğru liste şeklinde vereceğim. Alper’in doğum gününde İngiltere Kraliçesi Elizabeth öldü. Ölmez denilen kadın öldü. Dünya ona da kalmadı. Bu ay yeşil pasaport aldık.

Ekim 2022: Sonbaharın artık iyice kendini hissettirdiği, soğuğun iliklere işlemeye başladığı bir ay olmuş. Yine bu ay da 4 yazı yazmışım. Bu ay kısa süreli bir Ankara ziyaretim oldu. Temmuz ayında başladığım şerit rozet koleksiyonuyla ilgili olarak Ankara’da seritozet.com isimli sitenin sahibiyle buluşup tanıştım.

Kasım 2022: Yoğun bir yağmur vardı ay boyunca. Ay boyunca 3 tane yazı yazabildim.

  • Mezunlar buluşmasına gittik: Mezuniyetimizin 10. yılında pandemi nedeniyle yapılamayan ve bu yıl telafisi yapılan mezunlar buluşmasına gittik. Dönem arkadaşlarımızın yanı sıra hocalarımızla da bir araya gelebildik bu sayede. Aynı gün Alper, Emre, Ahmet Ali ve Çağlar‘la stüdyoya girdik.

Aralık 2022: Ve yılın son ayı. Bu tembel kardeşiniz sadece bir yazı yazabildi. 2014 yılındaki askerliğimden beri hiç bir ayda iki yazının altına düşmemiştim. Neyse sağlık olsun. Yılın son ayının en güzel yanı 2022 Dünya Kupası Turnuvası oldu. Katar’da oynanan turnuvayı favorim olan Arjantin kazandı. Ve böylece Messi gezegenin yaşayan en iyi futbolcusu oldu. Bizim nesil de tıpkı önceki nesiller gibi (Pele, Maradona) kendi döneminin efsanesi Messi‘yi nihayet Dünya Kupası alırken görebildi. Arjantin takımında kamuoyunda oldukça itici karşılansa da kaleci Martinez de turnuvanın bir diğer yıldızı oldu. Olağanüstü kurtarışlar yaparak en az Messi kadar kupayı kazanmalarını sağladı. Son olarak bu ay sevgili arkadaşım Merve sayesinde Turkcell tarafından kazıklanmaktan kurtuldum. Çok iyi bir fiyata çok GB’lı bir tarifeye geçtim.

  • Maykıl Ceksın Kulübü olarak 10 yıl sonra yeniden Çanakkale’ye gittik. 10 yıl önce Volkan, Alper ve Sercan’la yaptığımız turu bu sefer Volkan gelemediği için üçümüz gerçekleştirdik. Yılın son ayına oldukça yüksek bir enerjiyle giriş yapmış oldum böylece. Gelibolu‘ya Temmuz 2014’ten sonra yeniden dönmek beni oldukça tuhaf, hüzünlü ve daha çok mutlu hissettirdi.

Evet, koskoca bir yılın özeti bu şekildeydi. Ancak elbette blogda yazmadığım pek çok başka güzel gelişmeler de olmadı değil. Bunlardan en önemlilerinden birisi Ender ve Semra‘nın düğünü oldu. Çok güzel bir tarihte, 29 Ekim günü düğünleri yapıldı. Düğünde çok uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı da gördüm üstelik. Hatta ilginç bir tesadüf eseri, Fehmi‘ye arkadaşımın düğüne gittim diye anlatıp fotoğrafları gösterdiğimde fotoğraftaki arkadaşlardan Murat, Fehmi’nin çocukluk arkadaşı çıktı. Yine Eylül ayının 5’inde Doğan ve Sinem‘in düğünleri oldu. Sevgili kuzenimiz Doğan’ı ve tüm ailesini Eskişehir’de ağırladık. Biricik kardeşim Okan‘la hasret giderdik. 18 Haziran Cumartesi günü Bilecik’e Emre ve Şeyma‘nın düğünü için gittim. Düğüne gelemeyen birkaç kişi hariç herkesle görüştüm. Evlenen tüm kardeşlerimize ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Adam Spor Merkezi‘ne büyük bir titizlikle devam ediyorum. Burada oldukça güzel bir arkadaş ortamımız oldu. Yıl boyunca Erhan Abi‘yle antrenmanlar yapıp eğlendik. Eğlendik dediğime bakmayın, daha çok o güldü. Sonbahar aylarında omzumdan sakatlandım. Ancak hocanın ve Enes‘in tavsiyesiyle glucosamin kullanmaya başladım. Kısa sürede etkisini gösterdi ve umarım böyle devam eder.

Bu yıl tıpkı blog yazamadığım gibi, pek fazla kitap da okuyamadım. Okuduğum en iyi kitaplar Sessiz Ev ve Tiamat oldular. Bu yıl kitaplığıma yaklaşık 130 kitap daha eklenmiş ancak bu sayının hepsi roman değil. Yaklaşık 30 tanesi Atlas Özel Koleksiyon Serisinden, 25 tanesi Jules Verne eserlerinden, ayrıca ders kitapları ve çizgi romanlar da var.

Bu yıl Sevda, Yiğit, Çağlar, Cem, Ahmet Ali ve Alper’le çeşitli stüdyolar yaptık ve eğlendik. Instagram’da da güzel işler paylaştığımıza inanıyorum. Bu yılın en büyük katkılarından birisi olan sevgili Çağlar sayesinde müzik işlerimiz biraz hareket kazandı. Hali hazırda başlayıp da bitiremediğimiz birkaç şarkı daha var. Onları da en kısa sürede umarım paylaşacağız.

Yıllardır olduğu gibi bu yıl da dolunay yazılarımı sektirmeden yazdım. Bu yazılarda o aya ait müzikal gelişmeleri, hayatımdan kesitleri ve yazdığım mini öyküleri paylaştım. Yılımın Özeti yazısının da bir dolunay zamanına rastlaması benim için bir ilk olacak. Dolunay konseptinden vazgeçmeyeceğim. Hatta podcast işini becerebilirsem belki aylık dolunay yazılarım için bir periyot bile oluşturabilirim. Ancak bir önceki yılı yeniden gözden geçirince blogda pek çok şeyin yarım kaldığını görüp not aldım. Önceliğim eksiklikleri gidermek.

Neler dinledim? Açıkçası bu sene en çok dinlediğim şarkı Köfn – Bi’ Tek Ben Anlarım oldu. Bunun dışında Mabel Matiz‘in pek ilgi görmeyen Nerelere Gideyim isimli Yeni Türkü coverı da beni benden aldı. Eşin dostun sayesinde ya da kendi şansıma keşfedip hayran olduğum şarkılar ise Nova Norda – Beni Biraz, Oscar And The Wolf – Joaquim, SMS – Ay Karanlık, Mabel Matiz – Nerelere Gideyim isimli şarkılar oldu. SMS grubunu Çanakkale’de keşfettik. Çok daha fazlası da var aslında ancak yazıyı yazarken bunlar aklıma geliyor. Metal müzik türünde bir önceki sene olduğu gibi bu sene de Mgla en fazla dinlediğim grup oldu. Sabhankra, Hope To Find, Amon Amarth, Gojira, Halo Effect ve Pentagram yoğunlukla dinlediğim gruplar olmuşlar. Yazın Türkiye’ye gelen The Halo Effect’e Tahir Abi sayesinde bir kart imzalatabildim. Koleksiyonum için güzel bir parça oldu. Grubun bu yıl nihayet yayımlanan Days Of The Lost albümünü ve aynı adı taşıyan şarkısının klibini çok sevdim. Ülkedeki hemen her şeyin fiyatının üçe beşe katlanması sebebiyle bu sene çok fazla plak alamadım.

Almaya niyetlendiğim albümlerden olan Pentagram’ın son albümü Makina Elektrika ise yayımlanalı aylar geçmesine rağmen halen basılmadı! Bu yılın müzikal hayal kırıklığı galiba Pentagram oldu benim için. Acoustic Live 2017 ve son albümlerinin yalnızca dijitalde yayımlanarak basılmaması ve Eskişehir’deki son konserleri bu kanıya varmam için yeterli oldu. Everybody’s Fool şarkısını coverladığımız için yılın o döneminde de Evanescence‘in 2003 tarihli Fallen albümünü dinledim sürekli. Bunun dışında bu yıl boyunca iki müthiş podcasti dinleyip durdum. Bunlardan ilki Getik Dergi döneminden arkadaşlarım Levent ve Furkan‘ın içerisinde bulunduğu (Onur ve Anıl’ı da unutmadım) “Kat 3 Daire 5” ekibinin aynı isimli podcastlari. Korku temalı hikayeleri ve sonrasındaki yarı komik yarı ürkütücü muhabbetlerini dinlemek çok keyifli oluyor. Ve değerli arkadaşım Civan‘ın büyük ve meşakkatli bir araştırma sürecinin ardından yayımlamaya başladığı 1. Dünya Savaşı Podcast Serisi yılın diğer en iyi podcast kanalı oldu benim için. Hem Levent’e hem de Civan’a teşekkürler ve selamlar.

Neler izledim? Netflix‘te bu yıl yayımlanan tüm popüler içerikleri izledim. IPTV sayesinde aslında tüm platformlarda öne çıkan ne varsa izledim. Bu yıl da favorim geçen sene olduğu gibi “Gibi” oldu. Ayrıca bu yıl keşfettiğim Ayak İşleri dizisine bayıldım. Netflix’teki 1899 isimli diziyi Dark’ın referansına güvenip izledik ve beğendik. Avatar‘ın ve Top Gun‘ın yeni filmini henüz izlemedik. Bu sene yayımlanan hiçbir süper kahraman filmini de izlemedim. Tıpkı trap müik furyası gibi lütfen şu süper kahraman furyası da azalarak bitsin. Yine Netflix’te yayımlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli film bu yıl izlediğim en iyi film oldu. Savaş ve özellikle Dünya Savaşları konulu filmler favorilerimdir zaten.

Evet yazının en özel ve önemli bölümlerinden bir tanesine geldik: Hedefler. Bu bölüm, bir önceki yıl nasıl yaşadığımın da aslında en kısa özeti oluyor. Ne kadar çok hedefi başarırsam o kadar iyi bir hayat sürmüşüm demektir. 2022’de koyduğum hedeflere ve gerçekleşme durumlarına bakalım:

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak (başardım)
  • Makale yazıp yayınlatmak (olmadı)
  • Çadır kampı yapabilmek (yaptık)
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak (tam da belirttiğim kadarını tamamladım)
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek (vakit olmadı)
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek (yapamadım)

Eh, ne çok iyi ne çok kötü bir yıl geçmiş. Haydi şimdi de önümüzdeki yıl için kendime hedefler koyayım bakalım:

  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Bilgisayarımda Windows 10’a geçmek
  • Yıl sonunda en az 30 podcast kaydı yapabilmiş olmak
  • Alfa Yayınları Olağanüstü Yolculuklar serisini tamamlayabilmek
  • Alper’le birlikte bir makale yayımlayabilmek
  • Yurt dışına bir seyahat yapmak

Hoş geldin 2023. Her yeni yıl gibi sen de umutlarla dolu olarak geldin. Üstelik cumhuriyetimizin ilk yüzyılını müjdeleyerek geldin. Umarım ülkemiz ve milletimiz için güzel bir yıl olur. Bombalar patlamaz, cehalet övüne övüne sokaklarda gezmeye devam edemez, eşimiz, ailemiz ve dostlarımızla mutlu mesut bir yıl yaşarız. Nice güzel yıllara!

Jules Verne Koleksiyonumda Son Durum: Alfa, Ötüken, Modern Klasikler

Bu yıl koleksiyon için güzel bir yıl oluyor sevgili okur. İthaki serisini tamamladıktan sonra rotayı Alfa Yayınları‘na çevirmişim bu yıl. Yayınevinden de güzel bir haber geldi ve Olağanüstü Yolculuklar Serisi‘nin 2023 yılında tamamlanacağı duyuruldu. Bu sayede Alfa Yayınları’ndan çıkan kitaplarda artık önümüzü görebildik. Sayfa sayısı fazla olan kitaplara öncelik vererek seriyi tamamlıyorum.

Facebook’taki grubumuzda Murat Abi paylaşmasa hayatta haberim olmazdı. Ötüken Neşriyat, sınırlı sayıda baskıyla Denizler Altında 20.000 Fersah‘ı bastı. “Ciltli” kitap basıyorum diyen diğer yayınevleri alsın da görsünler nasıl ciltli kitap basılırmış! Tek kelimeyle mükemmel. Bir okuyucu ve Jules Verne hayranı olarak bu eserin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Sıvama cilt, kullanılan yaldızlı özel tasarım kapağıyla tıpkı yurt dışındaki baskılara benziyor ve an itibariyle kitaplıktaki en şık Jules Verne kitabı oldu bile. Böylesine kaliteli bir kitabı olabilecek en uygun fiyata da satın alınca “demek ki olabiliyormuş” dedim. Ahmet İhsan Tokgöz tarafından döneminde yapılan çeviriyi esas almışlar. Haliyle dili de biraz eski Türkçe. Tokgöz üstadın o dönem yazdığı önsöze de yer vermişler üstelik. Tokgöz, o dönem orijinal eserden formalar halinde çevirmiş ve toplam 16 formadan oluşan kitabın her bir formasının “40 paraya” satılacağını da not düşmüş. Kitap orijinal eserde yer alan gravürleri de içeriyor. Toplam 400 sayfalık romanda yer yer kendi yazdığı dip notları da görüyoruz. Umarım Ötüken, yine Tokgöz tarafından çevrilen bizim Esrarlı Ada olarak bildiğimiz, onun ise Gizli Ada olarak yayımladığı eseri de düzenleyip aynı kalitede yayımlar.

Kitabın dili çevrildiği dönemdeki Türkçe’ye uygun olarak biraz ağdalı
Sırt cildinin güzelliğine bakar mısınız!

İş Bankası Modern Klasikler Serisi, aynı kitabı hem ciltli hem de karton kapaklı olarak basıp epey sinir bozucu olsa da, seriden yeni Jules Verne eserleri gelmeye devam ediyor ve edecek gibi de görünüyor. Wilhem Storitz’in Sırrı son olarak bu seriden yayımlandı. Bu seriyi yayımlandıkça almaya devam edeceğim.

Üst sıra ciltli, alt sıra karton kapak

Geçen gün çok sevdiğim Ömer Abimle yıllar sonra nihayet bir araya geldik. Üstelik Murat ve Utku da bizimleydi. Bu üçlüyle ayrı ayrı çeşitli zamanlarda bir araya gelmiştik fakat bir arada ilk defa oturduk 🙂 Bu buluşmanın en güzel sürprizi Nar Genç Yayınları‘ndan çıkan Ay’a Yolculuk kitabı oldu. Sağ olsun Ömer Abi hediye etti. Kitap Hetzel koleksiyonundaki orijinal illüstrasyonları içeriyor ve eksiksiz metinden Muhammed Şamil Karahisar tarafından çevrilmiş.

Son olarak geçen hafta Donkişot Sahaf‘tan, yayım tarihi belirsiz ancak Milliyet Gazetesi’nin bir dönem hediye olarak verdiği 2 Yıl Okul Tatili çizgi romanını aldım. Mevcut halde yalnızca iç formalardan ibaret olan bu çizgi romana kendim bir kapak tasarladım. Bunun yanı sıra, halen toplamaya devam ettiğim İnkılap Aka Yayınları‘nın Ferid Namık Hansoy çevirilerine yeri kitaplar eklenmeye devam ediyor. Elimdeki Jules Verne koleksiyonunun güncel durrumu aşağıdaki ve Jules Verne sayfasında paylaştığım şekilde devam ediyor. Hep söyleyip yazıyorum. Kitaplığınızda yer kapladığını düşündüğünüz tüm Jules Verne kitaplarına talibim. Atmayın, satmayın, bana verin 🙂

İthaki Jules Verne Kitaplığı – Eksiksiz Tam Seri
Altın Kitaplar ilk üç sıra ciltli, diğerleri karton kapak
İnkılap ve Aka Yayınevi
Tübitak YayınlarıSadece dört eser hem ciltli hem de karton kapak basıldı
Macellanya kitabının ciltli, Meteor Avı kitabının ise karton kapaklı baskısı eksik
Çeşitli Yayınevleri

Dolunay: Bir Kadın Var – Bahara Hazırlık

Bir kadın var Sevda” dedim. Ne diyeceğini bilemedi. Böyle bir cümleyi beklemiyordu benden. Şaşkınlık, kızgınlık ve bu beklenmedik itiraf üzerine farkında bile olmadan dört açılmış gözleriyle birkaç saniye suspus bekledi. “Anlayamadım yani ne alakası var?” diyebildi.

Bir kadın var. Bana tanıdığım bir yüzü hatırlatıyordu ama tüm tanıdıklarımdan farklı bir bakışı da vardı. Bir ay kadar önce her zaman bindiğim vapuru kaçırınca mecburen bir sonrakine bindim. O gün fark ettim. Şu lanet maskeler yüzünden yalnızca gözlerini görebildim gerçi. O an olduğum yere çivilendim. İşe biraz geciktim ilk defa o gün. Kimsenin dikkatini çekmedim. Böyle olunca, bu sefer ertesi gün bilerek bir sonraki vapuru bekledim. İşte yine orada, önceki gün oturduğu taraftaydı. Maskesi vardı ve ben yine yüzünün ancak yarısını görebildim.

Sevda kuşkuyla baktı bana. “Sen Beşiktaş’tan biniyorsun değil mi? Bu anlattığına inanmamı bekleme lütfen. Bu kesinlikle bir bahane olamaz. Sen tam iki haftadır her gün giderek artan sürelerde işe geç kalıyorsun. Elbetteki tolerans gösterebildiğim kadar idare ettim. Ancak bu sorun artık tahammül edemeyeceğim bir duruma dönüştü.

“Bu sabah buraya gelirken öyle bir şey oldu ki artık bu işin böyle devam etmeyecek. Söz veririm. Lütfen anlatmama izin ver ve benim için son bir kere daha yönetime karşı sorumluluk al.

Bu sabah öyle mi? Ne yapabilirim bilmiyorum ama seni de tanıyorum. N’oldu anlat lütfen.” Meraklanmış ve şaşkınlığı iyice artmıştı.

Tamam. İkinci gün bu kadını yine görünce, tahmin edebileceğin gibi üçüncü gün de aynı saatteki vapura işe geç kalmayı göze alarak bindim ve artık emindim. Bu kadın her gün bu saatlerde bu vapurla işe gidiyor. Ya da her nereye gidiyorsa. Böylece iki haftadır her sabah kadını izledim, vapurdan birlikte indik. O indiğimiz yerden taksiye bindi. Ben ise hüzünle uzaklaşmasını izledim. Bu sabah artık dayanamayıp bir sonraki taksiye atladım ve onu takip ettim. Taksiden kalabalık bir yerde indi. Birkaç kere seninle de birlikte gittiğimiz o kalabalık kafeteryanın önünden geçtik hatta. Sonra bir ara sokağa girdik. Dikkat çekmemeye çalışarak izledim onu. Yürüyüşü, endamı, saçlarının kesimi… Hepsi bana tanıdığım bir yüzü hatırlatıyordu ama biliyordum, o değildi. Sokağın köşesini döndü, izini kaybetmemek için hızlanıp köşeyi döndüğüm anda karnıma müthiş bir tekme yedim. Dizlerimin üzerine çöktüm. Sokak bomboştu. Cebinden bir kimlik çıkarıp suratıma doğru uzattı. ‘Bir daha bana baktığını görürsem seni mahvederim’ dedi. Kadın polismiş Sevda.

Sevda kahkahayı patlattı: “Sana inanamıyorum yahu! Bu şehirde, bu koskoca şehirde denk geldiniz hem de öyle mi?” diyebildi zorlukla ve kahkahasını bastıramadan. “Bak artık bu kadar yeter. Şöyle kendine bir çeki düzen ver. Lütfen şu iş yerine doğru düzgün gelip gitmeye devam et. Yarın akşam da kimseye söz verme. O kalabalık kafeteryaya gideceğiz. Bir misafirimle seni tanıştıracağım, belki de senden özür bile diler. O polis kızın adı Gülşen.”

————————–(..”..”..)————————–

Bu hikayenin ilk taslağı, Sevda iş yerindeki ofiste beni ziyarete geldiği anda kafamda belirdi. Sevda’nın bir şey demesine fırsat bırakmadan girişteki cümleyi söyleyiverdim. Birkaç cümle daha söyleyip tepkisini bekledim. Bu minik öykü onun sayesinde vücut bulabildi. Yepyeni bir dolunayda buluşmanın da anahtarı oldu böylece.

Çalıştığımız kurumun önümüzdeki aylarda epey yoğun bir etkinlik programı olacak gibi görünüyor. Hiç hesapta yokken ortaya çıkan “23 Nisan Çevre ve Çocuk Şenliği” ile artık kadim bir gelenek halini alan “5 Haziran Dünya Çevre Günü” etkinliklerini heyecanla ve biraz da tedirginlikle bekliyorum.

Bir önceki hafta sonu YDS sınavına girdim. Umarım sonucu fena olmaz. YDS’den sonraki hafta pek bir şey yapmadım. Şu yukarıdaki mini öykü hariç pek bir kalem de oynatmadım. Üstelik iş yerindeki bilgisayarım da bozuldu. Teknik aksiliklerden bunaldım biraz. Neyse ki müzik var. Bu ay iki müthiş parça yayımlandı. Yayımlandıkları günden beri kulaklarımdalar. Mabel Matiz‘in Yeni Türkü’den coverladığı Nerelere Gideyim ilk duyduğum andan beri çok ama çok sevdiğim bir parça oldu. Parçanın düzenlemesini yapan büyük davulcu Can Güngör‘e ayrıca bir teşekkür etmek gerekiyor. Yani utanmasam orijinalinden daha güzel olmuş diyeceğim. Bu şarkıyı dinlemeye başladıktan birkaç hafta sonra Mabel yeni bir şarkı daha -kendi bestesini- yayımladı ancak o şarkı bunun önüne geçemedi.

İsveçli yeni grup The Halo Effect, henüz dört gün önce yeni bir şarkı daha yayımladı. Bana çok fena halde In Flames‘in Reroute The Remain dönemini anımsatan parçayı dinlemeye başlayınca da hayatımın o dönemleri (dolmuşla okula gittiğim yıllar) aklıma geldi durmadan. Her sabah tramvay rutinimin parçası oldu bu sayede de. Ağustos’ta çıkaracakları söylenen albümleri bu yılın en ses getiren albümü olabilir.

Son olarak, bu ay yine Instagram’a yaptığımız cover parçalara hız verdik. Bu hafta sonuna yetişmedi ancak ilk defa Metallica çalacağız. Elimde biriken ve bitmeyi bekleyen çok iş var. Okunacak kitaplar var. Kitaplar demişken, İş Bankası Modern Klasikler serisinden yeni bir Jules Verne kitabı daha çıktı: Wilhelm Storitz’in Sırrı. Alfa‘dan çıkmaya devam eden Olağanüstü Yolculuklar Serisi‘ni de toparlıyorum bu yıl. Birkaç ay önce nihayet son kitabını bulup tamamladığım İthaki Jules Verne Kitaplığı‘ndan daha kolay oluyor bu seriyi tamamlamak. Böyle giderse yıl sonuna kadar tamamlanmış olacak.

Bu aylık bu kadar. Yeni yazılarda görüşmek dileğiyle.

150. Yılında 80 Günde Devriâlem (2021 – Dizi)

Jules Verne‘nin en tipik ve sinemaya en çok uyarlanan eserlerinden birisidir 80 Günde Devrialem. Pek çoğumuzun çocukluğunda kısaltılmış versiyonunu okuduğu, ancak özellikle kısaltılmamış çevirilerden okuyunca içerisinde pek çok siyasi eleştirinin de yer aldığı güzel bir öyküdür. Türkçe’ye ilk defa çevrildiğinde bu isimle çevrilmiş olduğu için, bugün hala pek çok yayınevi, eski çevirmen üstatların anısına da bir saygı duruşu niteliğinde olduğundan, “devrialem” sözcüğünü başlıkta halen kullanıyorlar. “Dünya’nın çevresinde” demek yerine bunu tek bir sözcükle ifade edebiliyoruz böylece. Ali İhsan Tokgöz ve Ferid Namık Hansoy ustaların ruhu şad olsun.

Bu ay Jules Verne ile dopdoluydu yine. Atlas Tarih‘in Şubat – Mart 2022 sayısında, Verne’nin Türkçe’ye ilk çevrilen eseri 80 Günde Devrialem’in 150. yaşına girmesi anısına güzel bir yazı kaleme alınmış. Kansu Şarman tarafından yazılan bu müthiş yazı, özellikle yazıyı desteklemek için kullanılan görselleriyle son yıllarda okuduğum en güzel Verne makalelerinden birisi olmuş. Burada yer alan bazı güzel bilgilere yer vermek istiyorum. Roman, eski harflerle ilk defa 1875 yılında İstanbul’da basılmış. Çevirisini kimin yaptığı bilinmemekle birlikte toplam 80 sayfadan ibaretmiş. Burada isimsiz çevirmen “lüzumsuz bazı yerleri çıkarttığını” belirten bir ön notla Şeyh Yahya Efendi Matbaası‘nda bu kitabı resimsiz olarak basmış. Sonraki yıllarda eksiksiz ve edebi olarak halen çok kıymetli olan çevirileri yapılmış. 1889 yılında Servet-i Fünun dergisinin yayıncısı Ali İhsan Tokgöz tarafından yapılan çeviriyi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise Ferid Namık Hansoy’un benim de arşivimde bulunan çevirileri izlemiş. Bu iki üstat, romanları eksiksiz ve aslına sadık kalarak çevirmişler. Altmışlı yıllardan itibaren çocuk kitabı piyasasının gelişmeye başlamasıyla kısaltılmış çeviriler ülkemiz yayım piyasasına kazandırılmış.

Jules Verne bu romanı ilk kez Le Temps isimli bir gazetede tefrika halinde yayımlamış. O dönemin modasına uyarak, 44 günlük yayım periyodu sonunda da meşhur yayıncısı Hetzel tarafından kitaplaştırılarak basılmış. Üstadı Dünya çapında üne kavuşturan eseri bu olmuş. Peki “Dünya’nın etrafında dolaşma fikri” nereden gelmiş aklına? Kansu Şarman, Atlas Tarih’e yazdığı bu güzel yazısında bizi kitabın künye bilgilerine boğmamış. Tam aksine, az önce sorduğum sorudan yola çıkarak yazmış. Jules Verne’nin hayatta olduğu bir dönemde açılan “Süveyş Kanalı” o dönemin dünyasında müthiş bir olay olmuş. Çünkü böyle bir kanalın, su yolunun varlığı özellikle gemi yolculuklarının tek alternatif olduğu bir çağda, insanoğlunun “doğuya” olan erişimi için muazzam bir kolaylık sağlıyordu. Böyle bir kanalın açılması sayesinde örneğin Hindistan’a, Çin’e gitmek için bütün bir Afrika kıyısını dolaşmaya gerek kalmıyordu.

Eh bu kolaylık elbette insanların aklına “Dünya’nın etrafını kaç günde dolaşabiliriz?” sorusunu da getirmiş olmalıdır. “80” ise çok güzel bir sayı. Elbette Verne bu sayıyı kafadan atmadı. O dönem bazı gezginler çoktan bu denemeleri yapmaya başlamıştı bile (Hatta bir tanesinin soyadı kitaptaki kahramanımızla aynıydı: Fogg). Bir de çizeceğiniz rotaya ve kullanacağınız ulaşım aracına göre güzel bir hesap yapabiliyordunuz. Verne de bunu kullandı. Roman, başa gelen aksilikler ve tipik Jules Verne coğrafyacılığının final bir sürpriziyle okuyan herkesin beğenisini kazandı.

2021 yılında bu güzel eser, 8 bölümlük bir mini dizi halinde yayımladı. Bu diziyi planlarken eserin 150. yılı olup olmadığını düşündüler mi bilmiyorum. Jackie Chan‘in başrolünde oynadığı aynı isimli 2004 yapımı komedi macera filmini o dönem beğenmiştim. Daha sonra filmin 1956’da çekilen diğer versiyonunu da izlemiştim ancak çok beğenmemiştim. Bu diziyi ise Facebook’taki Jules Verne İstanbul grubumuzda sevgili Uğur sayesinde keşfettim ve çok beğendim. Dizinin tema müziği yaşayan efsane Hans Zimmer imzası taşıyor!

Bu mini dizi, yapımcısı ve başrol oyuncusu David Tennant sayesinde ilk görüşte dikkatimi çekti. Bu büyük oyuncu halen gelmiş geçmiş en iyi Dr. Who olarak anılmasının yanı sıra, kariyeri boyunca tiyatrodan da hiç kopmamış. Dizinin diğer iki başrol oyuncusu İbrahim Koma ve Leonie Benesch de oldukça sempatik tavırlarıyla dikkati çekiyorlar. Orijinal romandan farklı olarak, ekibe kadın gazeteci Abigail Fix olarak katılan Leonie Benesch bence yıldızı parlayacak bir İngiliz oyuncu. Siyahi oyuncu İbrahim Koma, romanın en sevimli karakteri Passepartout‘ya politik anarşist ve ırkçılık karşıtı bir kimlik getirmiş ve başarılı. Fogg rolündeki Tennant ise senaryonun da gücüyle aynı bölüm içerisinde hem güldürüp, hem üzen hem de heyecanlandıran bir tempo sergilemiş. Dediğim gibi, bu sekiz bölümlük mini diziyi ben çok beğendim. İzledikleri rota kitapla uyumlu sayılabilir ancak senaryonun kitaptan farklı olan yerleri çoğunlukta. Balona binmeleri, Ejderha kolyesi, Hindistan’daki düğün, Amerika’daki Güney/Kuzey çekişmesi gibi olaylar kitabın dışında. Son dönemde özellikle Yüzüklerin Efendisi dizisi üzerinden yeniden alevlenen “ırkçılık karşıtıymış ve LGBTi destekçisiymiş gibi olmaya ‘çalışan’ yapımlar” gibi olmadan, orijinali siyahi olmayan bir karakteri siyahi olarak kurgulayıp mesajlarını da olay örgüsü içerisinde ve hatta kimi zaman çözümün de parçası olarak vermişler. Yani ırkçılık karşıtı mesaj vermek “siyahi elf yapmakla, çekik gözlü cüce kurgulamakla” olmuyor. Medium is the message.

Diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Aslında yazılabilecek çok fazla şey var ancak hem diziyi izlemeyen hem de Atlas Tarih Dergisi’ni okumayanlar olduğu için burada son veriyorum. Ülkemizdeki tüm süreli yayınları, dönem dönem Jules Verne’ye de yer ayırmaya davet ediyorum. Emin olun, okudukça ve dikkat ettikçe çok daha fazlasını keşfedeceksiniz.