Category Archives: Eğlenceli Şeyler

Güldüğüm, güldürdüğüm ama düşündürme ihtiyacı hissetmediğim yazılar bu kategoridedir.

İş Bankası Kumbarası ve 3D Modeller

Koleksiyonda yıllardır öylece durup duran bir İş Bankası Kumbarası vardı. Bu kumbara, anahtarının da olmaması sebebiyle, kutuların içerisinde yıllardır oradan oraya sürüklenerek yaşamına devam ediyordu. Sonra ne oldu nasıl oldu bilmiyorum, Mert bunu ele geçirdi. “Baba bu benim kumbaram olsun” dedi. Ben de onayladım ve güzelce temizledim. Eskiden üretilen pek çok şey gibi, bu kumbara da tamamen metalden üretilmişti ve kullanılan malzeme gerçekten çok iyiydi. Bu durum, kumbarayı birazcık ağır yapıyordu ancak ömürlük bir ürün olarak da gelecek nesillere aktarılmasını sağlıyordu.

Mert, bizden aldığı bozuklukları yavaş yavaş bu kutuya atmaya başladı. Sonra bir gün geldi ve “Paralarıma bakmak istiyorum” dedi. Yavrum benim, saymak değil bakmak istiyormuş. Evet ama anahtarım yoktu ki!

İnternetten bakıp ataçla geçici bir anahtar yapmaya çalıştım, birazcık uğraştım derken zor bela açabildim. Mert paralarına baktı. Ama sonra da şöyle bir sıkıntı oldu: Artık kumbarayı kapatamıyorduk.

Uzatmayayım, bu iş böyle olmaz diyerek internetten İş Bankası Kumbarası anahtarı aramaya başladım. Kargo ücreti de eklenince bir anahtara ödeyeceğim ücret saçma bir hal almıştı. Pekâlâ, biz bunu 3D baskı olarak yapamaz mıydık?

Şansımıza, tıpkı bizim gibi aynı mağduriyeti yaşamış bir kullanıcının bu anahtarın modelini üç boyutlu olarak çizdiğini ve ücretsiz olarak dağıttığını keşfettim. Hemen Kingdom Of 3D’den Süha’ya ulaşıp durumu aktardım. Ufak bir modifikasyonla Süha bu anahtarı baskı olarak üretti.

Baskı çıktıktan sonra heyecanla eve gelip anahtarı kumbaraya soktum. Bingo! Anahtar çalışıyordu. Baskı ürünün dayanımı bir yere kadar olduğu için, kullanırken çok dikkatli ve yavaş davranıyorum. Nihayetinde anahtar da çok bir dirençle karşılaşmadığından kolaylıkla kumbarayı açıp kapatabiliyor. Harika!

Hızımı almışken bu modelleme işini ben neden yapmıyorum ki dedim. Bir süredir açık şekilde kullandığım bir Li-Po pil şarj devresi vardı. Bu devreyi bir kutuya koyup, doğru dürüst bir şarj aletine çevirmek istedim.

Kumpasla devrenin ölçülerini alıp bunu içerisine alabilecek, bir kutu çizdim. Google Sketch Up’ta çok uzun süredir çizim yapmıyordum. Pek çok kısayolu unutmuşum. Türker’den de destek alarak çizimi tamamladım. Yine Süha’ya yolum düştü. Sevgili kardeşim bu baskıyı da kusursuz bir şekilde yaptı. Ufak tefek baskı talaşlarını da aldıktan sonra elimdeki devreye dört dörtlük oturan bir kutuyu hazırlamıştı. Yalnız ufak bir sorun vardı: Ben kutuya kablo deliği açmayı unutmuşum!

O ufak deliği de açtıktan sonra type-C usb ile çalışan bir Li-Po Pil Şarj cihazım oldu. Sorunsuz çalıştığını da test ettim.

Bu kutuyu almaya gittiğimde Süha’nın vitrinindeki ürünlerden birisi çok dikkatimi çekti. Witcher evreninden sevgili Witcher’ımız Rivyalı Geralt bir ateşin başında diz çökmüş düşünüyordu. İlgilendiğimi görünce Süha şovunu yapıp modelin içerisine yerleştirdikleri küçük led lambayı yaktı. Böylece oldukça gerçekçi bir sahneyi kurgulamışlardı. Tıpkı yanan bir alev gibi dalgalanarak yanıyordu minik led. Bu figürü bana hediye ettiler.

Üç boyutlu baskıda yıllardır değişmeyen kalite Kingdom Of 3D’de desteği için teşekkür ederim. Üç boyutlu yazıcı teknolojisi, giderek günlük kullanımda ihtiyacı hissedilmeye başlanan bir teknolojiye evrilmiş durumda. An itibariyle Türkiye’de bu yazıcıların ve sarf malzemelerinin fiyatları birazcık daha pahalı olsa da ihtiyaç duyulan irili ufaklı objelerin ve parçaların anlık olarak üretilmesini sağlayabildiği için bence önümüzdeki on yıl içerisinde evlerin standart bilişim donanımlarından birisi haline gelecektir.

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

Kat 3 Daire 5’ten Yeni Proje: korku101.com

Kat 3 Daire 5 Podcast, dördüncü yeni sezonuyla müthiş bir dönüş yaptı. Sevgili arkadaşlarım Levent ve Furkan, 5 Ekim’de yaptıkları ilk yayında bir süredir üzerinde çalıştıkları harika bir korku platformunun haberini verdiler: korku101.com

Aylar sonra gelen bu ilk yayın yine tüm takipçiler için çok öğretici ve ilham verici oldu. Bu yayında bahsettikleri Dr. Gizem ŞİMŞEK KAYA’yı biraz araştırınca Türkiye’deki en önemli korku sineması izleyicilerinden biriyle ve hatta ülkenin en çok korku filmi izleyen kişisiyle tanışmış oldum. Kendi blogunda yıllardır yazdığı film incelemeleri hem teknik hem de akademik açıdan oldukça müthiş bir kaynakça olmuş durumda. Bu kadar çok içeriği aslında basılı hale getirmek çok daha iyi olurdu diye düşünürken aslında Dr. Gizem ŞİMŞEK KAYA’nın yayımlanmış kitapları olduğunu gördüm. Bunlar özellikle 5 ciltlik Türk Korku Sineması Kronolojisi isimli eser bu konudaki referans yayın niteliğinde. Bu satırları yazarken 1914-2015 yılları arasını konu alan ilk cildi sipariş verdim.

Korku101.com aslında basit bir proje değil. Ekibin podcast ve Youtube üzerinden yaptıkları yayınların çok ötesinde folklorik korku, korku kültürü, edebiyat, sinema ve oyunlardaki korku ögeleri ve haberleri gibi içerikleri barındırıyor. Buradaki favorim özellikle yayınlarda da bahsettikleri memoratları ve şehir efsanelerini paylaştıkları bölüm. Eskişehir’deki Cinli Hamam, Antalya’daki Perili Ev gibi ülkemizin meşhur korku fenomenleri de bu bölümde yer alıyor.

Yeni sezonda jingle değişmiş. Değişen bir diğer şey ise ekibin bir üyesi: Onur artık yok. Yola iki kişi devam ediyorlar. Belki ilerleyen bölümlerde vakit bulabilirse yine onun da sesini duyabiliriz yeniden. Geçen yıl hatırlarsanız onlardan ilham alarak yazdığım bir öyküyü podcastte konuk etmiş ve üzerine konuşmuşlardı. Bu sezonki ilk bölümlerini dinleyince, benim de epey sancılı bir taşınma sürecinin öncesi ve sonrasında yaşananlar sebebiyle bir türlü kaydedemediğim podcast yayınlarıma dönme vaktimin geldiğini anladım. Kat 3 Daire 5, yıllardır acemice bir heves ve adını koyamadığım bir ilgiyle takip ettiğim bu korku kültürünü ve buna dair her şeyi, çok daha sistematik ve derli toplu bir şekilde takip etmem için bana ilham verdi. Sevgili arkadaşlarım Levent ve Furkan’a bir kere daha teşekkür ederim. Konuya ilgi duyanları Podcast’e ve Türkiye’nin en yeni korku platformuna bekliyoruz.

PODCAST: https://open.spotify.com/show/6iiEamIFv2hNq5mtAIegmR?si=1ad4a5ceac5d41d0

http://korku101.com

,

Antika Pazarı – Aküm Bitti – Aslan Modeli

Yine oldukça gecikmiş yazılarla karşınızdayım. Ufak tefek sağlık problemleri yaşadığım için bu yazılar gecikti. Ancak gecikmiş olmaları tüm bu yaşananların blogda yer almalarına engel değil.

Önceki hafta sonu sevgili arkadaşım Burak’la birlikte Eskişehir Antika Pazarı’nda Donkişot Sahaf’ın tezgâhını açtık. Burak, her ayın ikinci Pazar günü yapılan bu etkinlikte zaten düzenli olarak tezgâh açıyor. Bu sefer de ben de kendisine yardım edebileceğimi söyleyince sağ olsun teklifimi geri çevirmedi.

Sabah 07.30’de sahaf dükkânında buluşup pazarda tezgâha koyacağımız malzemelerle birlikte yola çıktık. Saat 08.00 civarında Espark Alışveriş Merkezi yanında bulunan boş otopark alanına geldiğimizde onlarca tezgâhın çoktan kurulmuş olduğunu gördük. Burak’la birlikte bize ayrılan yeri bulup hemen tezgâhımızı doldurmaya başladık. Pek çok kaset, CD, ilk baskı kitap, çizgi roman, efemera ve objeden oluşan oldukça renkli bir masa donattık.

Öğlene doğru Hicri Abi de yanımıza geldi. Sattığımızdan fazlasını almaktan hiç çekinmiyorduk. Daha tezgâhı kurduğumuzun ilk dakikalarında Burak başka bir satıcıdan birkaç kitap ve kaset aldı. Ben de günün ilerleyen saatlerinde bir ses sistemi ve Leopard tank modeli aldım. Hicri Abi geldiğinde birlikte tüm kaset, CD ve DVD satan tezgâhları dolaştık. O da birkaç kaset satın aldı. Buralarda benim de görüp almadığım birkaç albüm oldu. Pazarda en çok ilgimi çeken tezgâhlar oyuncak ve figür satanlar oldular. Bunların da fiyatlarını yüksek bulup almadım ancak aklımda kalan birkaç figürü bir sonraki pazarda kovalayacağım.

İskenderun’da Şark Nakliyat isimli şirketin kasasının soyulduğunu gösteren fotoğraf tezgahımızdaki ilginç ürünlerden birisiydi

Etkinliğin bitmesine birkaç saat kala Burak’tan müsaade isteyip eve döndüm. Kendi adıma çok eğlendiğim, yeni insanlarla tanıştığım güzel bir pazar oldu, gün boyunca sevinçliydim. Aldığım ses sisteminin kusursuz çalıştığını görünce sevincim iki katına çıktı. Akşam da oturup aldığım tank üzerinde bir restorasyon çalışmasına giriştim.

Tankın ilk hali ve tamir için demonte hali

Tank oldukça kötü, kirli ve açıkçası iğrenç görünen bir şeyle kaplı haldeydi. Tüm parçalarını sökerek fırçayla tek tek temizledim. Sonra içerisindeki basit devreyi tamir ettim. Üzerindeki düğmeye basınca tankın namlusunun ucunda kırmızı ışık yanıp patlama sesi çıkartıyor 🙂 Tekerlek mekanizmasında kırılmış bir plastik parçayı da eski yerine yapıştırınca tank yürümeye başladı. Suyla ve sabunla temizleyemediğim bazı lekeleri çıkarmak için de izopropil alkol kullandım. Taretin 360 derece dönüşüne engel olan plastik çapaklarını da maket bıçağıyla kazıdım. Tüm parçaları toparlayınca bu emektar Alman hayata dönmüş oldu.

Tankın tamir edilip yıkanıp paklandığı son hali

Opel Corsa’yı çok seviyorum. İlk arabam olması sebebiyle arabama karşı oldukça şefkatle doluyum. Bu blogda dönem dönem arabayla yaşadığım sorunlara da yer veriyorum. Google’da benzer arızaları yaşayanların da bloğuma ulaşıp faydalanmaları beni mutlu ediyor.

Geçen sabah kontağı çevirdiğimde şu görseldeki gibi ekran yandı söndü, yandı söndü araba çalışmadı. Şaşkınlık ve üzgünlükle ne olduğunu anlamaya çalıştım. Aküye bakıp ışığının hala yeşil yeşil parladığını gördüm. Tamircime ulaşıp durumu anlattım. “Akünün ışığına inanma, senin akün bitmiş abi” dedi. Waov! İki yıllık acemi şoförlük tecrübelerim arasında “akü bitmesi” durumunu hiç yaşamamıştım, böyle oluyormuş demek 🙂

Durum böyle olunca aklıma başka bir aküden takviye yapmak geldi. Google’da küçük bir araştırma yapınca özellikle otomatik vites araçlarda, yeni nesil elektronik beyinli araçlarda takviye yapma işinin oldukça riskli olduğunu öğrendim. Doğru yapılmazsa araçta ciddi elektronik arızalar oluşuyormuş. Canım arabamı bu riske atamazdım. Yine arama motoruna “Eskişehir akü satıcıları” yazdım. İlk sırada eskisehirakugetir.com isminde bir site çıktı. Adres kısmına bakınca arabayla 3 dakika, yürüyerek 10 dakika mesafede olduğunu gördüm. Aradım. Telefonu açan kişiye durumumdan bahsedip aracın üzerindeki akünün marka model kapasitesini söyledim.

Yaklaşık 10 dakika sonra yeni bir akü gelmişti. Varta marka yeni akünün üzerinde önceki akümde olduğu gibi bir şarj göstergesi yoktu. Yerinde montaj yapan ustaya sorunca yalnızca yerli akülerde bu göstergelerin olduğunu, ancak hiçbirinin de doğru dürüst çalışmadığını, bu göstergeye asla güvenmemem gerektiğini söyledi. İthal akülerde böyle bir gösterge yokmuş. Akünün ortalama ömrünün 3,5-4 yıl olduğunu söyledi. Akü takıldıktan sonraki dördüncü yılda herhangi bir akücüden akünün kapasitesine baktırarak hazırlıklı olmamız gerektiğini de tavsiye ederek yanımdan ayrıldı. Akü ücreti haricinde herhangi bir ilave ücret almadı, üstelik kredi kartıyla ödeyebildim.

Bir ay kadar önce internette şöyle bir aslan modeli görünce daha Kingdom Of 3D‘ye yaptırıp eşe dosta gururla sergilediğimiz Argonath heykelleri ile portal kapısının yanında çok iyi durabileceğini düşündük. Diğer pek çok figürün aksine aslan heykelindeki saçlar makineden tel tel çıkıyor, baskı bittikten sonra ısıl işlemle bu tellerin her biri yele haline getiriliyordu. Böyle bir çalışma yapıp yapamayacaklarını sorunca Kingdom Of 3D ekibi hiç tereddüt etmeden projeyi kabul etti. Sonuçta Galatasaraylıydık ve Gryffindor‘a gönül vermiştik. Evde bir aslanımız olmalıydı.

Aşağıdaki ürünlerin tamamını çeşitli tarihlerde yaptırdım ve her biri vitrinimi süslüyor. Gelen eşin dostun da ilgisini çekiyor ve beğenisini kazanıyor. Teşekkürler KO3D ve Süha!

Mercan Yokuşu & Armaret – Jules Verne İstanbul Buluşması

İstanbul’da ismini duyup merak ettiğim yerlerden bir diğeri Mercan Yokuşu’ydu. Birkaç yıl önce Ankara’da buluştuğum bir komutan bana İstanbul’da bir Ermeni ustanın ülkenin en iyi bröve ve rozetlerini yaptığını, bu adamın dükkânının Mercan Yokuşu’nda olduğunu söylemişti. İşte o tarihten bugüne hep aklımın ve hatırlatma listemin bir köşesinde o isim, Arman Etyemez (Armaret) ismi yazıyordu.

Umur’la Doğubank’ta buluşup sohbet ettikten ve bir de yemek yedikten sonra sıkı sıkı kucaklaştık. Umur’un tarif ettiği yoldan Mercan Yokuşu denilen yere gittim. Askeri malzeme, çeşitli nalbur malzemeleri, bayrak, flama ve bilumum pirinç, döküm ürünlerin satıldığı, onlarca dükkânın ve toptancının bulunduğu bir yerdi burası. Kendine has bir dünyaydı. Sanki kapısından yüz yıldır kimsenin girmediği halde inatla açık duran dükkânlar vardı. Diğer taraftan askeri malzeme toptancıları… Biraz merak da olunca içim içime sığmadı.

Nihayet yokuşu tırmanıp o küçücük, tabelası bile olmayan dükkâna ulaştım. İçeride güleç yüzlü bir usta, Arman Etyemez, tezgahın arkasında oturuyor, arkadaşı olduğu belli olan bir diğeri ise bir tepsi içerisinde yüzlerce minik vidayı ve rozeti poşetlere yerleştirmekle meşguldü.

Beni görünce, ikisi de işlerini bırakıp yüzüme baktılar. Ben de kısaca kendimi tanıtıp Eskişehir’den sırf tanışmak için geldiğimi söyledim. Böyle söyleyince Arman Usta gülümsedi hoş geldiniz dedi. Yıllar önce Eskişehir’de de bröve ve rozet yapan iyi bir usta olduğunu söyledi ancak bir türlü ismini hatırlayamadı.

Dükkan oldukça küçük olduğundan ben de kalabalık etmemek adına oldukça az hareket ederek duvarlardaki raflara dizili onlarca kutuyu, ufacık vitrinde dizili rozet ve bröveleri incelemeye başladım. Hayatımda ilk ve muhtemelen son defa süvari brövesi gördüm. Tek kaldığı için satın alamadım. Eski dönemlerde denizaltı sınıfı astsubayların taktığı bir bröveyi aldım. Birkaç tane daha irili ufaklı bröve aldım.

Arman Usta artık perakende satış yapmıyor. Ya toptan üretiyor ya da çok özel projeler için üretim yapıyor. Tezgahın bir köşesinde Nazi armaları görünce şaşırarak sordum. Bir tiyatro oyunu için özel olarak kostüm tasarımı yaptığını söyledi. Pek çok tiyatro oyunu ve sinema filmi için bu çalışmaları yapıyormuş. Örneğin yakın zamanda çekilen Ayla filminde Kore’ye giden tüm tugayın arma ve rozetleri bizzat usta ve oğlu Ari Bey tarafından yapılmış.

Armaret’te daha fazla zaman geçirmek isterdim ancak hem meşgul etmek istemediğim hem de görülecek başka yerler olduğu için Mercan Yokuşu No: 30’daki bu küçük dükkanı geride bıraktım.

Bröve koleksiyonum son yıllarda çok ön planda olan ve neredeyse her ay yeni bilgilerle takviye ettiğim bir birikimin en güzel gösterisi niteliğinde. İşte bu işin yaşayan en büyük ustalarından biriyle tanışmak da bu işin koleksiyoncusu için paha biçilemez bir tecrübeydi gerçekten.

Jules Verne İstanbul Buluşması

Yaklaşık altı ay kadar önce Facebook’taki Jules Verne İstanbul isimli grubumuzda Murat Abi grup olarak yeterli olgunluğa eriştiğimizi ve artık buluşma vaktimizin geldiğini müjdeledi. Jules Verne’i seven, okuyan ve ilham alan grup sakinleri olarak nihayet bilgisayarın başından kalkıp, sahaf rafları arasında “J” harfinin bulunduğu rafları didiklemeye ara verip aynı zevklere sahip olduğumuz arkadaşlarımızla bir araya gelmeye böylece karar vermiş olduk. Peki ama ne zaman ve nerede?

İşte bu noktada yardımımıza Jules Verne’nin Türk topraklarında geçen tek romanı olan İnatçı Keraban (Keraban Le Têtu) imdadımıza yetişti. Romanın giriş cümlesi şu şekilde: “O gün, 16 Ağustos, akşam saat altıda, kalabalığın gelişi gidişi ve gürültüsüyle her zaman gayet hareketli olan İstanbul’un Tophane Meydanı sessiz, mahzun, neredeyse ıssızdı.” Evet, 16 Ağustos saat 18.00’de Tophane civarında buluşacaktık.

Buluşmaya İstanbul dışından yalnızca ben katılıyordum. Daha doğrusu etkinlikten önce oluşturduğumuz haberleşme grubunda, son gün bunu anladım. Öğleden sonra Cihan’la vedalaşıp yola çıktım. Planım basitti: Bindiğim otobüs etkinliği yapacağımız Galataport’a yürümeyle birkaç dakika mesafede beni indirecekti. Ben de rahatlıkla gidip mekânda oturup arkadaşlarımızı bekleyecektim. Ancak öyle olmadı.

Hiç bitmeyen yol çalışmalarından bir tanesi sebebiyle, otobüs beni Unkapanı Köprüsü’nde bıraktı. Buradan köprüyü geçip Karaköy’e, oradan da yürüyerek buluşmanın yapılacağı yere yarım saatte ulaştım. Dolayısıyla saat 18.00’deki bu tarihi buluşmaya 18.30’da gelebildim.

Son birkaç yıldır Jules Verne koleksiyonculuğumun makus tarihini değiştiren sevgili Murat Haser’le ilk kez yüz yüze görüşme fırsatımız oldu. Etkinliğe beklediğimden daha az kişi geldi. Ancak olayın nicelik değil nitelik olduğu noktasında hepimiz hem fikir olduğumuzdan kimse sayıya takılmadı. Çocukluğumdan beri okuduğum Atlas Dergisi’nden ismini tanıdığım Kansu Şarman buradaydı. Sevgili Kansu Abi’yi Jules Verne okurları olarak Açık Radyo’daki “Balonla 25 Hafta” isimli programından tanıyoruz. Ayrıca Twitter/X platformunda da Jules Verne Türkiye (JulVernTR) isimli hesapta yazıyor. Yine, taa 2000 yılında Kitap-lık dergisinde yayımlanan ve ülkenin ilk derli toplu Jules Verne bibliyografisini kaleme alan yayıncı-araştırmacı-edebiyatçı Mehmet Sabri Koz da buluşmamızın konukları arasındaydı. Sabri Hoca’nın hazırladığı bu çalışma Türkiye’deki Jules Verne hayranları için referans nitelikte bir yayındı. Ülkenin Jules Verne isimli tek sahafı Jules Verne Sahaf – Hüseyin Bey, Fatmagül Hanım ve eşi Philip, Bedirhan ve Murat Abi’nin oğlu Atlas ilk buluşmaya gelen diğer misafirlerimizdi. Bu ilk buluşmanın anısına şöyle bir de Buluşma Hatırası hazırladım.

İlk buluşmamız daha ziyade birbirimizi tanımakla geçti. Herkes kendi Jules Verne macerasını anlattı. Yaşça bizden büyük olan ağabeylerimiz yurt içinde ve yurt dışında yaptıkları arama/tarama çalışmalarından bahsettiler. Verne’in Türkçe yayımlanan ilk dönem eserlerinin peşinde düşen bu edebiyat ve tarih aşığı adamlar tıpkı birer çocuk heyecanıyla arşivlerinin en kıymetli parçalarını paylaştılar, anlattılar.

Dağılmadan önce birkaç kare fotoğraf çektik. Misafirlerimizi yolcu ettikten sonra Murat Abi ve Bedirhan’la birlikte Uğur’u beklemeye başladık. Daha önce Eskişehir’de tanıştığımız sevgili arkadaşım Uğur’la bir kere daha buluştuk böylece. Buluşmaya yetişemedi ancak Murat Abi’yle birlikte yakında olan bir kahveciye çöküp oldukça keyifli bir saat daha geçirmeyi bildik. Sonra Uğur’la birlikte yanlarından ayrılıp otobüse bineceğim durağa kadar yürüdük. Uğur’la kucaklaşıp otobüse bindiğimde işte Jules Verne’nin tarif ettiği o 16 Ağustos günü sona ermişti. Buluşmuş, tanışmış, konuşmuş, neler yaptığımızı ve yapabileceğimizi tartışmıştık.

Böylece sonbahar aylarında bir kere daha bir araya gelmeye karar verdik. Herkesin katkı vereceği süreli bir yayın, belki bir internet sitesi ya da bir kitap… Sonuç ne olursa olsun, bu ekipte yer alan her bir kişi için değişmeyecek tek şey Verne’e olan tutku olacaktır. Eh, önemli olan da budur zaten değil mi?

Chaos Magazine #10

Yıllar sonra, tam 11 sene sonra Türkiye’nin Postmodern, Neoklasik, Sürreal, Marjinal, Extreme, Underground, Ultraviole, Antiperspirant Rock ve Kültür Dergisi Chaos Magazine, 10. sayısıyla merhaba dedi!

Girizgahtaki onca tabiri okuyup şaşırmış olanlar için bir açıklama yapmak gerekecek. Chaos Magazine, tek yazarlı yapısıyla, Türkiye’nin en protest ve aslında olduğunu iddia ettiği tüm o sıfatlarla birazcık eğlenen bir fanzin. Süreli ama süresini ancak Lainmelun‘un (Murat Gökbulut) bildiği, müthiş bir kaynak.

Eskişehir’de ilk defa yayımlanmaya başladığı dönemden Murat Abi’nin İstanbul’a taşındığı döneme kadar parayla satın alıp, arkadaştan ödünç isteyip, Adımlar Kitabevi‘nde uğrayıp tadımlık okumaya çalıştığım, özellikle underground metal piyasasıyla ilgili çok fazla şey öğrendiğim bir fanzindir Chaos.

Derginin iğneli ve taviz vermeyen üslubu sayesinde tanınır hale gelmesi ve Eskişehir-İstanbul illerinde geçmiş yıllarda yapılan konserler sayesinde, yaratıcısına ortamlarda “Chaos Murat” lakabını bahşeden bu “Chaos Zihniyeti“, benim de 2000’lerin son yıllarından beri peşinde koştuğum bir oluşumdur.

İstanbul’da yapılacak en iyi şeylerden bir tanesi de elbette Murat Abi’yle buluşmaktı. Üstelik fanzinin yeni sayısı çıkmışken sorulacak onlarca sorum vardı. Oldukça şanslıydım çünkü hemen hemen aynı dönemde Sabhankra da yeni bir EP’nin haberini vermişti. Savaş Sungur‘u İstanbul’a gitmeden önce arayıp birlikte Murat Abi’nin yanına gitme planı yapınca, zaten fazlasıyla anlamlı olan seyahat, daha da bir önem kazanmıştı.

Mercan Yokuşu‘nda işlerimi halledip Savaş Abi’yi aradım. Murat Abi’nin Mecidiyeköy’deki ofisinin konumu yollayıp orada buluşmak üzere sözleştik. Metroya atlayıp Mecidiyeköy’de indim ve yaklaşık 5 dakikalık bir yürüme mesafesindeki ofise geldim. Burası Murat Abi’nin birkaç yıldır paylaşımlarını gördüğüm, zaman zaman troll ordularını yönettiği, senaryolu şakalarını kayda aldığı yerdi. Son zamanlarda, ofis arkadaşlarını da arsızca bu batağa çekmiş, videolarına onları da konuk etmişti 🙂

Savaş Abi’nin de gelip bize katılmasıyla, gelen misafirlerine vadettiği buzlu kahvesini yapıp ikram etti Murat Gökbulut. Dergiyi konuşmaya başladık. Tam 100 sayfa! Dış kapak renkli, diğer sayfalar ise siyah beyaz dijital baskı. Bir kere daha yazayım tam 100 sayfa! 2012’den beri yazacak çok şey birikti, dedi. Öyle ya, 9. sayı Temmuz 2012’de çıkmıştı. Beş yıl sonra bir sayı daha yapmaya karar vermişse de vazgeçmişti piyasaya biraz da gücenip. Yakın dostlarının çok iyi ve Facebook arkadaşlarının ise kısmen bildiği üzere bir takım sağlık problemleri yaşadı Murat Abi. Ancak kendi ifadesiyle yine bir delilik yapıp yalnızca 1 lira 25 kuruş kârla, yeniden dergiyi yayımlamaya karar verdi. Evet, alacağınız her dergiyle Murat Gökbulut’un cebine 1 lira 25 kuruş gidecek. Şakası bir yana, maliyetine dergi yayımlamak, üstelik bunu büyük kısmı underground grupların röportajlarıyla ve kendi tabiriyle “yalnızca üç-dört kişinin okuyacağı” film/kitap/konser kritikleriyle (hayır, fanzinde albüm kritiği yok, hiç olmadı) yapmak, takdire şayan bir harekettir. Bu kültürü ancak ve ancak gerçekten seven birinin göze alabileceği bir cürettir.

Chaos Magazine #10’da en sevdiğim şey, dikkat çekici bir şekilde pek çok grubun Lainmelun’a röportajlarındaki “soruların güzelliği” için teşekkür etmesi oldu. Bu zamana kadar okuduğum profesyonel/amatör dergilerin hemen hepsinde gruplar nezaketen “röportaj” için teşekkür etmiştir. Bu sayıda dikkat çekici bir şekilde “ilginç, kaliteli ve dikkat çekici sorular” için teşekkür ediyorlar Ereb Altor, Nightfall, Ultha, Sacramentum, Mörk Gryning, Master gibi gruplar. Bu durum elbette bir tesadüf değil. Koleksiyonculuk/arşivcilik illetinden muzdarip olduğunu bildiğim Murat Abi, özellikle extreme ve underground türlerde inanılması güç çeşitlikte bir arşive sahip. Bu kadar fazla materyale sahip olunca, ister istemez detay bilgiye hakim olduğu gibi ve merak ettiği ayrıntılar da çok oluyor. Ayrıca kendisi bir röportaja hazırlanırken, röportaj yapacağı grubun bulabildiği tüm diğer röportajlarını okuyormuş. Dolayısıyla ortaya çıkan iş, laf salatası ya da “neden black metal?” klişelerinden epey bir uzak oluyor. Okuması keyifli oluyor.

On puntoyla yazılmış 100 sayfalık bir dergi çıkaran bir yazar, editör ve büdütör (Murat Abi şakası) okuyucudan ne bekler? Okumanızı! Para vermenize gerek yok, paylaşın, okuyun, okutun yeter.

Bu son sayıda en sevdiğim içerikler Sodom röportajı, Sacramentum röportajı, Pakistanlı Thrash metal grubu Tabahi röportajı, Mgla konser kritiği, Metalciler Kitapsız Değildir! yazı dizisi oldu. İçerikler aslında bir yandan da ilginç detaylar barındırıyor. Örneğin Sacramentum’un In Flames’e 90’lı yıllarda verdiği ayarı şaşırarak ve gülerek okudum. Mgla konserinin kritiği ise fanzinin başlı başına en komik yazısı! Son sayfalarda yer alan Fanzin Dayanışması bölümü ise gerçekten ülkedeki bir avuç fanzinin adına adresine derli toplu ulaşabileceğiniz güzel bir derleme niteliğinde olmuş.

Bu tişört Savaş Abi’nin hediyesi!

Murat Abi’nin yaptığı röportajlarda, grupların Türkiye’yle ilgili anılarını, bilgilerini ve ülkemizden tanıdıkları grupları sorduğu bir de klasik son sorusu var. Aslında birkaç röportaj okumaya başlayınca bu soruyu bekler hale geliyorsunuz çünkü bazı cevaplar gerçekten şaşırtıcı olabiliyor. “Vatansız” olduğu için pasaportu olmayan davulcunun ülkemize konser için girememesi, Tabahi’nin ceketlerindeki tüm patchleri Türkiye’de Akmar’dan satın alması, Almanya’daki Türk arkadaşına nikah şahidi olan gitarist, orta okul öğretmeni olduğu için Türkiye hakkında pek çok T.C. vatandaşlarından daha fazla bilgi sahibi olan grup elemanı, Türkiye’den bildiği tek grubun Duman olduğu black metalci ve daha niceleri… Bunlar gerçekten Chaos Magazine’i okutan ve okurken bıktırmayan, şablon dergi olmaktan kurtaran detaylar.

Peki hiç mi kötü şey yok? Elbette ufak tefek şeyler var. Editör/büdütör Murat Abim tek tük yazım yanlışları yapmış. “Trampet” yerine pek çok farklı yerde “trompet” yazılmış. Dizgide birkaç yerde hatalar var, yazılar okunmuyor. Bir de son dönem davulcuları arasındaki favorim, maskeyle çalmasıyla meşhur ilham kaynağım Darkside hakkında yazdığı “Spiderman maskeyi çıkartınca Peter Parker’a döndü” benzetmesine hem kahkaha attım hem de gücendim. Herifin gözümdeki tüm karizması çizildi. Murat Abi neden böyle yapıyorsun ya!

Buluşmamızda, bu sayıya sığmayan en az 50 sayfalık materyal ve yirmiye yakın röportaj ve bir bu kadar daha cevap beklediği grup olduğundan bahsetti patron. Dolayısıyla 11. sayının da müjdesini vermiş oldu. Bu sayıda, son dakikada baskıcının attığı kazığı da bir şekilde sindirebilmiş. Gelecek sayıyı başka bir yerde bastıracağını, büyük oranda renkli ve ciltli olacağını söyledi.

Chaos, Murat Gökbulut, Savaş Sungur, Sabhankra, buzlu kahve, emlak sektörü ve metal piyasası goygoyuyla dopdolu bir günü böylece geride bırakıp yola çıktım. Hava kararmıştı. Çantamda Eskişehir’e götürmek üzere aldığım 5 tane daha Chaos Magazine vardı. Eskişehir’deki Chaos sevdalarına duyurulur!

Adam Spor Merkezi 6 Yaşında!

Kapısından ilk defa Eylül 2017’de girdiği ve o tarihten bugüne kadar evimden ve işyerimden sonra muhtemelen en çok gittiğim yer olan Adam Spor Merkezi 6 yaşında!

En iyi salon, mahallendeki salondur” felsefesi pek çok iyi sporcunun da benimsediği, aslında temelde “evine en yakın salonda antrenman yapabilme imkanı seni üşenmekten alıkoyar” mantığını barındıran bir felsefedir. Benim de Adam Spor’a kayıt olmam bu şekilde başladı. O günlerde halen Bilecik‘te çalışıyor, saat 17.30’da Bilecik’ten yola çıkıp en iyi ihtimalle saat 18.30’da Eskişehir’e varıyordum. İşte evimin salona çok yakın olması sayesinde de çok kısa sürede hazırlanıp salonda çalışmaya başlayabiliyordum. Özellikle o yılın son aylarında çok iyi kilo verip biraz da vücudum güçlenmeye başlayınca Adam Spor giderek bir tutkuya dönüştü.

Aradan geçen bunca yıl da yalnızca Covid sürecinde salonlar kapatıldığında ve Mert‘in doğumundan sonra yaklaşık üç ay kadar hiç gitmedim. Bunun dışındaki tüm zamanlarda neredeyse aksatmadan antrenman yaptım. Elbette bu istikrarımın adını da koydum: An itibariyle salonda aktif üyeler arasında en çok antrenman yapan benim 🙂 Bu yazıyı, bu istikrarımın bir nişanesi olarak yazmaya karar verdim.

Hocamız, Erhan Abimizin kendisinin de sporcu olması aslında salonumuzun en büyük alametidir. Çünkü mahallesindeki salona, üstelik çoğu diğer “marka” salona göre fiyat olarak aynı olmasına rağmen, kayıt yaptıran pek çok genç sporcu, karşısında Erhan Abi gibi sporcu disiplinine sahip bir eğitmen görünce, ona sürekli sporcu takviyesi satmaya çalışmayan, “özel” program yazmak gibi bir teklifle gelmeyen ya da tam tersi bir alakayla “hadi git oyna” demeyen bir hoca bulunca, salonda devamlı olarak ve kuralına uygun şekilde antrenman yapmaya başlıyor.

Bizim salonumuz erkek sporculara özel. Kadın sporculara özel saatler de var elbette. Kadın sporcu demişken, ciddi anlamda vücut geliştirme ve ağırlık antrenmanı yapabilmek için salonumuza kaydolan kadın sporcular var. Çünkü pek çok diğer salonda, kadın sporculara potansiyel yoga ve pilates müşterisi olarak bakılıyor. Bizde yoga yok, pilates yok, grup dersi yok, özel ders, PT (kişisel antrenör) yok. Bizim salonumuzda kafeterya, havuz, buhar odası, hamam, jakuzi yok. Jaluzi var, o da hep yarı kapalı durur. Şaka bir yana, bizim salonumuzda antrenman yapmaya gelen sporcunun spor yapmaktan başka bir şansı yoktur çünkü dikkatini dağıtabilecek, onu üşengeçliğe sevk edebilecek başka bir alternatif yoktur. Sırf bu yüzden pek çok “marka” salondan bizim salona “antrenman yapmak istediği” için gelen sporcular oluyor. Eh tabi tam tersi, herkesin beklentileriyle alakalı olarak, bizim salondan başka salonlara giden sporcu arkadaşlarımız da oluyor elbette. Hatta salonda tanışıp oldukça samimi olduğumuz pek çok iyi arkadaşımız dönem dönem başka salonlara gidiyorlar.

Adam Spor’da antrenman yaparken ağırlıklı olarak metal müzik çalar. Öyle klasik rock şarkılarından söz etmiyorum. Baya baya Necrophagist, Amon Amarth, Dimmu Borgir, Gojira gibi extreme metal grupları çalar. Hatta salonumuz sayesinde keşfedip beğenerek dinlemeye başladığım onlarca şarkı var.

Salonumuzda dört senedir devam eden ve aylık olarak güncellenen bir Bench Press Challenge aktivitemiz var. Bench press aletinde vücut ağırlığının yüzde yetmişi kadar ağırlık takılıyken, en fazla kaç tekrar yapabileceğimizi hemen her ay deniyoruz. Aslında ortaya koyduğu kriter ve sporcunun fiziksel yapısının da etkisiyle bu ödülsüz yarışma, çok da iyi bir performans göstergesi oluyor. Üstelik bu challenge, üye olsun olmasın herkese ücretsiz olarak açık!

Erhan Abi yukarıdaki videoyu yapmış altıncı yılımıza özel olarak. Burada onlarca farklı yüz görüyorsunuz. Pek çoğu arkadaşım, sokakta, çarşıda görünce selamlaştığım, salonda denk geldiğimizde büyük bir eğlenceyle antrenman yaptığımız arkadaşlarım. Galiba benim bu salona olan tutkumun temelinde de bu yatıyor: yeni insanlarla tanışmanın verdiği mutluluk. Erhan Abi, Ali Abi, Enes, Emre, Süha, Zahir, Ahmet, Ömer, Oğuz, Başar, Ulaş, Tahsin, Batuhan Abi, Bilal ve onlarca diğer arkadaşıma selamlar olsun!

Umarım bir gün six pack karın kaslarımın olduğu ya da dikişlerinden patlayacak gibi duran bir tişörtün altında görünen kol kaslarımın göz kırptığı bir fotoğraf ben de paylaşırım. Paylaşamasam da önemli değil. Ancak Erhan Abi’yle yaptığımız tüm o kahkaha dolu muhabbetlerin daha uzun yıllar sürmesini daha çok diliyorum.

Çok yaşa Adam Spor!

Dolunay: Kimlik Kartı, Çevre Haftası, Galatasaray

Merhaba dolunay. Sana olan özlemimi artık kelimelerle ifade edemiyorum. Hayaller bile siliniyor. Zamanın o katı ve değişmez kuralına karşı koyamıyorum. Gözlerim açıkken hatıralar, gözlerim kapalıyken rüyalar sarmalıyor beni. Ve nihayet gözlerimi göğe çevirmekten başka yapabileceğim bir şey yok ne yazık ki.

Geride kalan Mayıs ayı, toplumdaki kutuplaşmadan nasibini alan herkesin, oldukça merakla ve heyecanla beklediği ve yaşadığı bir ay oldu. Ülkenin yavaş yavaş geride bıraktığı seçim atmosferi, sosyal hayatımızı da etkiledi elbette. Tıpkı 2019 yılındaki yerel seçimlerde olduğu gibi, bu seçimlerde de sandık kurulu üyesi oldum. Bana göre sandık kurullarında görev almak, oy kullanabilme yetisine sahip her Türk vatandaşının, hayatı boyunca en az bir kere yapması gereken bir vatandaşlık görevi olmalı. Çünkü her seçimden sonra iktidar-muhalefet fark etmeden, yandaş-sırdaş gözetmeden hemen herkes hile yapıldığından ya da yapılabileceğinden bahsediyor. Sandık kurullarında görev alıp süreci ilk elden takip ederek mevcut sistemin varsa açıklarını görebilir, gerekirse bu hallere göre bir savunma tedbiri düşünebilirsiniz.

Her ne kadar seçimde sandık görevlisi olsam da seçim günü görevimi yapabilmek ve oyumu görevli olduğum sandıkta kullanabilmek için kimliğimi göstermem gerekiyordu. İkinci tur seçimlerinin yapıldığı pazar günü, sandık başında görevliyken oy kullanma sırası bana gelince kimliğimi göstermek için cüzdanımı açtım. O anda kimlik kartımın olmadığını görünce ehliyetimi göstererek oyumu kullandım. Ancak aklımın orta yerinde, dev gibi bir sorun belirmişti bile: Kimlik kartıma ne oldu?

İkinci tur seçimleri bitip de dönünce altını üstüne getirdim tüm evin. Ancak ne yazık ki kimlik kartımı bulamadım. Ertesi gün, yani pazartesi akşamı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü‘nün Alo 199 hattını aradım. Kaybettiğim kimliğim, yeni tip çipli kimlik olduğu için iptal işlemini telefonda kolayca yapabildiler. Kayıp durumdaki kimlik kartının çipini iptal ettiler. Yeni kimlik alabilmem için de en yakın tarihe (hemen ertesi güne) randevu verdiler.

Ertesi gün Ziraat Bankası ATM’sinden 166 TL’lik kimlik kartı ücretini (yani bir tür ceza aslında) ödedikten sonra en yakın fotoğrafçıya gittim. Burada da dört tane biyometrik fotoğrafa 80 TL ödedim. Daha sonra randevu aldığım İlçe Nüfus Müdürlüğü’ne randevuma henüz bir saat varken gittim. Ancak girişteki otomat, bana son yarım saat kala sıra numarası verebileceğini belirten bir hata mesajı gösterince, orada yarım saat boş oturdum. Daha sonra ise sıramı alıp yaklaşık 5 dakika süren işlemleri tamamladım. Bu arada görevli memur, yanımda ehliyetim olup olmadığını sordu. Yani eğer bir gün bu işlem için giderseniz yanınızda ehliyet ya da pasaportunuz muhakkak olsun. Yeni düzenlenecek kimlik kartımın çipine ehliyetimin de işlenmiş olarak geleceğini söylediler.

Üç gün sonra PTT görevlisinden yeni kimlik kartımı teslim aldım. Umarım bir daha özellikle böyle bir dönemimde benzer bir sıkıntı yaşamam. Çünkü her sene özellikle Mayıs ayının son iki haftasından itibaren türlü türlü sıkıntının tam ortasında yer alıyorum. 2013 yılından itibaren (askerde olduğum 2014 yılı hariç) çalıştığım kurumlarda düzenlenen istisnasız bütün 5 Haziran Dünya Çevre Günü etkinliklerinin merkezinde görev aldım. Üniversite yıllarımdan beri destek verdiğim, parçası olduğum veya bizzat üstlendiğim organizasyonları sayarsam, herhalde 2007 yılından bugüne organizasyon yapmadan geçen bir yılım olmadığı ortaya çıkar. Eskişehir’de de özellikle son iki yıldır, Türkiye Çevre Haftası kapsamında oldukça geniş çaplı organizasyonlar tasarlıyor ve hayata geçiriyoruz. Ancak bu süreçler elbette oldukça yorucu oluyor.

Bu yıl 5 Haziran Pazartesi günü Eskişehir’de Millet Bahçesi‘nde Çevre Şenliği düzenledik. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Sevda ile birlikte sunuculuğu üstlendik. Sahne arkasında ve etkinlik alanında çalışan, emek veren tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Bu yıl sahne programımız oldukça çeşitli ve doluydu. Bir önceki yıl ağırlıklı olarak yarışma tabanlı bir sahne akışı varken bu sene daha çok performansa dayalı etkinliklere yer verdik.

Bugün yani 6 Haziran Salı günü ise Eskişehir’de yer alan, oldukça bakımlı ve gezmesi müthiş eğlenceli bir parkurda çevre temizliği ve doğa yürüyüşü yaptık. Parkurun varış noktasındaki yangın gözetleme kulesinin manzarasının güzelliği, yol boyunca çektiğimiz tüm yorgunluğa değdi. Keşke bu kuleye bir başka dolunayda, hava karardıktan sonra gitme şansım olsa. 360 derecelik görüş açısıyla muazzam çekimler yapabileceğimden hiç şüphem yok.

Sevgili dolunay, bu perşembe kendi tarihimde bir ilki yaşayacağım. Ancak bu tecrübem, başlı başına bir yazının konusu olacak kadar heyecanlı olacak. Heyecan demişken yıllardır olduğu gibi, bu yıl da Mayıslar bizim oldu ve sevgili Galatasarayımız lig şampiyonu oldu. Heyecana, sevince, mutluluğa boğulduk. Şampiyonluğun matematiksel olarak garantileneceği Ankaragücü maçını, işyerimizdeki en fanatik Cimbomlu Mahmut Abimizle ve oldukça keyifli bir grupla birlikte izledik.

O maçta tam dört gol atıp şampiyonluğumuzu tescilledikten sonra, geçtiğimiz Pazar günü oynanan ve ligdeki son maçımız olan Fenerbahçe maçına odaklandık. En nihayetinde Galatasarayımız, rakibini bu büyük derbide 3-0’lık skorla mağlup etti. Böylece lig şampiyonu olduk, ezeli rakibimizi yendik ve bir diğer ezeli rakibimizin ikinci olabilmesi için onlara büyük bir avantaj sağladık. Neresinden bakarsan bak müthiş değil mi 🙂

Gillette Blue 3 Koleksiyonumun Yeni Üyeleri – Kartpostallar

Koleksiyonunu yaptığım pek çok arasında insanların en ilgi duyduğu ve görünce şaşkınlıklarını dile getirdikleri şeyler Gillette markalı tıraş bıçaklarım oluyor. Hatta blogun üst sekmesinde bu koleksiyonum için ayrı bir sayfa bile yer alıyor.

Gillette Blue 3 tıraş bıçaklarının Türkiye’de satışa sunulan tüm modellerini 2014 yılından beri topluyorum. Bazıları sürekli olarak üretilmeye devam etse de bazı modelleri (renkleri) artık bulmak imkansız.

Neredeyse üç yıldır yeni bir Gillette Blue 3 modeli üretilmiyordu. Ben de son bir yıldır bu koleksiyonumun artık nihayete erdiğini ve sergilemek için kalıcı bir camekan yaptırmanın zamanının geldiğini düşünüyordum. Geçen hafta Migros’ta Blue 3 Plus Cool ve Blue 3 Comfort Slalom isimli yeni modelleri görünceye kadar…

Blue 3 Plus Cool

Özellikle son iki yıldır üçe katlayan fiyatlarıyla, bırakın koleksiyon yapmayı satın alırken bile iki kere düşündüren bir ürün haline geldi artık tıraş bıçakları. Elbette bu durum yerli markaların işine yaradı. Neyse ki düzenli tıraş olmamız yönündeki yasal gereklilik, yerinde bir mahkeme kararıyla iptal edildi de artık sadece gerektiği yerde ve gerektiği kadar tıraş oluyoruz. Dolayısıyla pahalı da olsa kullanım sıklığım azaldığı için halen Gillette’in bıçaklarını almaya devam ediyorum.

Gillette markası, elbette ürün yelpazesini sadece Blue 3 kullan at bıçaklarıyla sınırlandırmıyor. Blue 3’ün bir de yalnızca başlıklarının değiştiği Sensor 3 modeli var. Bıçak olarak Blue 3 bıçaklarının aynısını kullanıyor ve fiyat olarak daha ucuz. Çok uzun süredir bu modelde tek bir sap üretilmişken artık üç farklı renkte sap olduğunu görüyoruz.

İşte yıllar sonra eklenen bu yeni modellerden sonra koleksiyonumun son hali.

Gillette Blue 3 Koleksiyonum (Mayıs 2023)
Gillette Mach 3 ve Mach 3 Turbo Koleksiyonum (Mayıs 2023)

Geçen hafta Perşembe günü oldukça yorucu bir etkinlikten sonra eve gidip bayıldım. Tüm geceyi de yarı baygın geçirdim. Ertesi gün bir nebze olsun kendime geldim. İşyerine gelip masamın üzerinde Caner’in Avrupa turu esnasında İtalya’dan yolladığı kartpostalları görünce çok ama çok sevindim. Tüm gün yine koşuşturmacayla geçse de, Caner’in güzel sürprizi sayesinde günün geri kalanını ayakta geçirebildim.

Koleksiyonumda epey bir kartpostal var. Bu fotoğrafta gördükleriniz ise son altı ayda sevgili arkadaşlarımın bana yurtdışı seyahatlerinden gönderdikleri şehir kartpostalları. Elbette bu koleksiyonumun ilk taşını koyan sevgili Alper’i anmadan geçmeyeceğim. Onun seyyahlığı ve güzel fikri sayesinde, bu kartpostallarım artık elle tutulur bir biriktirme tutkusuna dönüştü.

Şu anda yurtiçi ve yurtdışında kartpostal gönderimi halen en ucuz postalama şekli. Zarfsız ve takipsiz olduğu için hemen hemen tüm uluslararası posta teşkilatlarında kartpostal gönderisi en ucuz gönderilerdir. Dolayısıyla siz de ister yurtiçi ister yurtdışı olsun, yaptığınız seyahatlerden güzel bir anı bırakmak ya da sevdiklerinize ucuz ve uzun yıllar boyu unutulmayacak bir sürpriz yapmak isterseniz kartpostal gönderebilirsiniz.

Yeni nesil bilmez” klişesine girmeyeceğim çünkü biliyorlar. Örneğin bu fotoğrafta yer alan iki kartpostal, çok sevdiğim iki genç meslektaşımın bana gönderdikleri kartlar. Çekya için Buket’e ve Auschwitz için Fatih’e çok teşekkür ederim. Düşünüp vakit ayıran ve bu koleksiyonumun bir parçası olan tüm arkadaşlarıma da teşekkür ederim.

Kingdom Of 3D – Seninle Yeni Portallara Doğru

Çok kızmıştım. Eve her zamankinden daha uzak bir durakta indim. Yürüdükçe öfkem yatışır diye düşündüm. Duyduğum o son lafları, artık tahammül edemediğim boyuttaydı. Biliyordum o da çok öfkeliydi ama belki yarın, belki birkaç gün sonra hatasını anlayacaktı. Ben öfkelendiğim anlarda elimle, dilimle kimseye zarar vermemek için susup uzaklaşmaya çalışıyorum. O ise elindeki körükle ortaya düşen kıvılcımları yakıp yıkan alevlere dönüştürüyordu. İşte şimdi ikimiz de o alevlerle paramparça olmuştuk.

Yürüdükçe yatışmak şöyle dursun, içimdeki her duydu daha bir karmaşıklaşıyor, göze alabileceğim şeylerin sayısı ve büyüklüğü artıyordu. Kapımın önüne geldiğimde bir an durdum ve artık düşünmekten bile korktuğum şeyin kaçınılmaz olduğunu anladım. Aklımdaki o büyük kırmızı düğmeye bastım: Titreyerek ve gözlerim dolarak. Artık bu işin gerçeklerle bir alakası kalmamış, kendimi düşler ve ötesinde kurgulayabileceğim yepyeni bir sensizlik evrenine mahkum etmiştim. Geriye dönüş yoktu ama önümde hayallerle doldurabileceğim sonsuz bir yol uzanıyordu.

—–oo-oo—–

Evet, zihnen ve fikren yeni sonsuzluklara yelken açmak, böyle acı verici tecrübelerin ardından çok daha mümkün olabiliyorken, fiziksel bedenimizi başka evrenlere göndermenin bir yolunu henüz bulamadık. Taa ki Kingdom Of 3D’nin yepyeni şu ürününe kadar!

Her şey geçen hafta Sercan’ın maykıl ceksın grubuna attığı bir video mesajıyla başladı. Videoda izlediğimiz şeyin ne olduğunu anlar anlamaz, Kingdom Of 3D’den Süha ile iletişime geçtim. Çok kısa sürede geri dönerek videoda izlediğimiz üç boyutlu baskı ürününü yapabileceklerini belirtti.

Antik dönemlerden kalma bir kapı şeklinde görünen modelin, üst kısmındaki kapağı açtığınızda içerisine bir telefonun sığabileceği bir kızak çıkıyor. Telefondan Youtube ya da benzeri bir uygulama üzerinden istediğimiz herhangi bir portal videosunu açıp modelin içerisine yerleştiriyoruz. Üst kapağı kapatınca bingo! Tıpkı fantastik filmlerde gördüğümüze benzer bir portal görüntüsü oluşuyor.

Modelin en güzel yanı, içerisine konacak telefonun ebatlarına göre iç kızağın ebatlarının ayarlanabiliyor olması. Buna bir de Kingdom Of 3D’nin çok kaliteli boyama işçiliği de eklenince gerçekten adından söz ettiren bir modele kavuşmuş oluyoruz.

İyi ki var oldun! Şimdi el ele tutuşup bu geçidin ötesine gitme zamanı.