Tag Archives: Halil

2021 Yılımın Özeti

Ne yıldı ama!

Koronavirüsün bir artıp bir azaldığı, virüse karşı geliştirilen aşıların da başarılı olması sayesinde virüsün bir dönem epey kontrol altına alındığı, ancak rehavete kapılıp tüm tabloyu yerle bir ettiğimiz, ekonomik krizi iliklerimize kadar hissedip fiyatların akıl almaz bir biçimde yükselişine, fırsatçılığa, üç kağıtçılığa artık kapalı kapıların ardında değil, aleni olarak güpegündüz şahit olduğumuz bir yıl oldu.

Virüse ve ekonomiye dair haber pek parlak olmasa da sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla bir dolu güzellikleri paylaşıp, hatıralar biriktirip, sanatın, edebiyatın ve olmazsa olmaz müziğin dibine iyice vurduğumuz bir yıl oldu. Maddi açıdan çöken yılımızı manevi açıdan zenginleştirdik.

Blogda bu yıl toplam 79 tane yazı yazmışım. Geçen yıl bu sayı 80 imiş. Dolayısıyla eşit bir performans sergilediğimi söyleyebilirim. Bu da haftalık yaklaşık 1,5 yazı ediyor. Aslında haftada 2 yazı yazabilsem çok daha iyi olurdu. Geçmiş yıllarda bu ortalamayı 3’de tutuyordum. Ancak Mert Ekin‘in hayatımıza katılmasıyla birlikte ister istemez bu ortalama da düştü. Bu yılın en çok okunan yazıları İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Bir Reflü Macerası, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Leyla İle Mecnun’daki O Prenses: Elenor başlıklı yazılar oldu. Arama motoruna münazara yazdığınızda bu blogun ilk sıralarda çıkıyor olması sevindirici. Ayrıca muhtemelen Leyla ile Mecnun dizisinin yıllar sonra yeniden başlamasının bir etkisi olarak taa 2013’te yazdığım bir yazının hala hit alması da şaşırttı beni. Blogda en çok tıklanan görseller; bu, bu ve bu olmuş. Keşan‘a askerliği çıkanlara selam olsun. Bu yıl bloga yine en çok ziyaretçi Facebook’tan gelmiş. Ancak önceki yıllara göre şaşırtıcı olan en çok takipçiyi ikinci olarak yönlendiren WordPress‘in kendi mobil uygulaması olmuş. Dünya’nın farklı ülkelerinden gelen kullanıcıları bu sayede kazanabildim. Daha sonra ise Twitter, Instagram (linktr.ee katkısı) ve LinkedIn geliyor. Bu yıl bloga bir Instagram hesabı açtım. Beklediğimden daha çok ilgi gördü. Buradan görüp bana ulaşan bir sürü okuyucu kazandım. Bu yıl da Instagram hesabımıza umarım artan bir ilgiyle devam edeceğiz.

Bu yılın blogla ilgili bir sürprizi ise Spotify üzerinden olacak. Blogdaki bazı çok sevdiğim yazılarımı, eski ve yeni hikayelerimi seslendireceğim. Bunları belki bir podcast gibi düzenli olarak değil ama yine haftada en az bir tane olmak üzere yüklemek niyetindeyim. Bu fikrimi ilk defa Alper‘e anlattım. Mektubunda bu fikrim için aynen şu cümleyi kullanmış: “Podcast fikrin, ince ama sağlam, ilmek ilmek ama boşluksuz işlenmiş bi hayatın çok değerli bir aşaması olacak.” Böyle bir yorumu okuyunca fikri projeye dönüştürdüm bile. Bu ay ilk podcast gelecek.

Blogun aylık performansını değerlendirmeye geldi. Bu kısmı seviyorum. Çünkü koskoca bir yılı birkaç paragrafta özetlemiş oluyorum.

Ocak 2021: Yıla bu ay içerisinde 7 yazı yazarak başlamışım. Yılın ilk ayında ortalama bir performansla yazmışım.

  • Jules Verne Koleksiyonum: İş Bankası İş Çocuk Klasikleri‘nden yayımlanmış 6 kitaplık ciltli seriyi nihayet tamamladım. Bu yıl ALFA Yayınları‘nın Olağanüstü Yolculuklar Serisi‘ni toplamaya başladım. Ayrıca Elma Yayınları‘ndan çıkan ciltli Yayımlanmamış Tüm Hikayeleri isimli kitabı aldım.
  • Black Omen – Demo: Çok sevdiğim grubun 2003 yılında çıkan demosu o dönem yalnızca CDr olarak dağıtılmıştı. Aradan geçen yıllardan sonra nihayet Vaykorus Tapes, bu demoyu çok sınırlı sayıda yeniden bastı, üstelik kaset formatında. Kasetin basılacağı haberini aldığım ilk günden itibaren takip etmeme, defalarca mesaj atmama rağmen kaset tükendi. Neyse ki Serkan Abi sayesinde bir tane bulup alabildim.
  • All About History ile tanıştım: Uzunca bir süredir süreli yayın almıyordum. Ancak bu dergiyle tanışınca nihayet kendini ders kitabı olabilmekten ve üç sayıda bir aynı şeyleri yazmaktan kurtarmış bir tarih dergisi keşfettim.
  • Ekran kartımı değiştirdim: Kerem Bey ve Lütfi Abi sayesinde topladığım bilgisayarımın ekran kartından kaynaklı bir çok hata yaşamaya başlamıştım. Oyun oynamadığım için üst segment bir karta ihtiyacım olmadığından ben de sistemimle uyumlu, güzel bir ekran kartı aldım: MSI GT710. Çok ekonomik bu kartın yanında driver CD’si bile vermediler. Şu güne kadar en ufak bir sorun yaşamadan kullanmaya devam ediyorum.
  • My Resort Instagram’da: Yılın ilk dolunayının olduğu gün bloga bir Instagram sayfası açtım. https://www.instagram.com/myresortblog/ İlk olarak kişisel hesabımdaki arkadaşlarımı davet ederek başladım. Sonra birer ikişer takipçiler gelme devam ettiler.

Şubat 2021: Yalnızca 4 yazı yazdığım blog açısından verimsiz ancak hayatım açısından önemli bir ay oldu. Bu ay hayatımın ilk otomobilini aldım. Otomobili yıllar sonra alınca son kez 2010 yılında direksiyon sınavında kullandıktan sonra ilk defa otomobil kullandım. Böyle yazınca komik geliyor ama kendi kişisel tarihimde bu benim için büyük bir olay!

  • Asia Minor – Points Of Libration plağım: Asia Minor tam 41 yıl sonra yeni bir albüm yayımlamaya karar verdi ve albüm plak formatında basıldı. 2021’de aldığım ilk plak da bu albüm oldu böylece. Albüme, Türkçe yazılmış en kapsamlı inceleme yazısını yazdım ve bu yazım bizzat grup üyeleri tarafından da beğenildi. Yılın ilerleyen günlerinde bana büyük bir sürpriz yaptılar.
  • Davul setime yeni bir zil ekledim: Birkaç yıldır davul setimi geliştirmeye, eskiyen donanımları yenilemeye çalışıyorum. Hep ilave bir crash zili almak istiyordum. Bu yıl nihayet bunu becerdim ve yeni bir zil aldım. Roland CY8 modelli bu zili davul setime harici bir zil sehpası kullanarak monte ettim. Davul setimi yenilemek istiyordum ancak bu döviz kuruyla yenilemeyi bırak, kırılan bir parçasını bile yenileyemem. O yüzden gözüm gibi bakıyorum.
  • Otomobil aldım: 2012 model otomatik vites güzel bir Opel Corsa aldım. Aracı alınca direksiyona geçip kullanmak zorunda kaldım ve Serdar Abi sayesinde sürücülüğü de öğrenmeye başladım. Bu yıl otomobil sayesinde hayatımızın daha önceki dönemlerinde yaşadığımız getir götür krizlerini yaşamadık. Artık planları kendimize göre yapabilmenin verdiği rahatlıkla hareket ediyoruz.
  • Türkiye Ay’a gitmeye karar verdi: O günden bugüne de henüz bir gelişme yok. Şu sıralar milli otomobil projesi epey gündemde. Ancak onun da ilk duyurulduğu üzere herkes tarafından alınabilecek, makul bir fiyatı olmayacakmış.

Mart 2021: Bu ay 9 tane yazı yazmışım ki gerçekten takdir ediyorum kendimi. Yılın ortaları, kış geride kalmış, Mert artık iyiden iyiye hareketlenmişti. Bu ay blogun üst bannerini de güncelledim.

  • Çocukluğumun hatırası, Casio G-Shock saatimi restore ettim: Doksanlı yılların ortalarında halalarım tarafından hediye edilen ve çocukluk fotoğraflarımın çoğunda bana eşlik eden canım saatimi yeniden onardım ve kullanıyorum.
  • Arabaya park sensörü taktırdım: Serdar Abi’yle birlikte arabayı sürmeyi öğrendikten sonra sıra onu birazcık değiştirmeye, sürüş güvenliğini arttıracak tedbirler almaya geldi. Gittik birlikte, aracın arkasına park sensörü taktırdık.
  • Ayfer Tunç romanlarıyla tanıştım: Halil Abi‘nin kıymetli hediyesi sayesinde Ayfer Tunç‘un efsane üçlemesini okumaya başladım. Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi‘ni okuyup bitirdim. Serinin son kitabı olan Osman‘ı ise bu yıl okuyacağım.
  • Orcan’ın Desolation isimli albümünü bastım: Özellikle yılın ortalarında çok sık dinlediğim bu enstrümental albümü Orcan‘ın da izniyle sınırlı sayıda ve digipack formatında bastım. Orcan istemediği için dağıtımını yapmadık ancak benim hala umudum var 🙂
  • City Soul’u coverladık, Sercan’ın müjdesi: Bu ay ki dolunay yazısına çok sevdiğimiz City Soul parçasının coverı eşlik etti. Ayrıca Sercan bir bebekleri olacağının haberini verdi. Kadere bak ki biricik Yekta‘mız yine bir dolunay gecesi doğacaktı.
Mart 2021’de iş yerimden bir manzara

Nisan 2021: Bu ay tembellik yine kendini göstermiş ve 5 yazı yazabilmişim. İş yerinde müthiş bir covid patlaması oldu. Genel olarak keyifsiz, moralsiz ve yorgun geçen bir aydı.

Khruangbin
  • Muhteşem Jules Verne kitapları gelmeye devam ediyor: Altın Kitaplar ve İletişim Yayınları’ndan çıkan kitaplara ek olarak Hayalgücünün Merkezine Seyahat isimli kitabı aldım. Bu son kitap, Jules Verne Öykü Ödülleri yarışmasında dereceye giren yazarların öykülerini içeriyor.
  • Arabayla ufak bir kaza atlattım: Bana maliyeti 1250 lira olan, küçük bir sürtme yaşadım. İyi ki bu kazayı yaptım. Bu kaza sayesinde hiçbir zaman tedbiri elden bırakmıyorum. Bu yazıyı yazmadan önce bloga 15 günlük bir ara vermiştim. Bunun sebebi ise iş yerinde covid salgınının patlak vermesiydi. çalıştığım birimde şube müdürü, ben ve Volga hariç herkes bir şekilde ya hasta oldu ya da temaslı oldu.
  • Selahattin’in bendir yapmasına ilham verdik: Geçen yıl aldığım bendiri gören arkadaşım Selahattin, aynı yöntemi kullanarak kendisine bir bendir yapmış. Blogtan ilham alarak kendi projelerini yapanlar kervanına o da katılmış oldu böylece.
  • Türkiye bir kez daha tam kapandı: Evet, ülkece bir kere daha tam kapandık. Ama biz çalıştık. Aslında herkes çalıştı. Bu ay Khruangbin‘i keşfettim, canlarım benim. Bir de Alper’le Pentagram‘ın Pain isimli baş yapıtını eksiksiz olarak çalıp coverladık.

Mayıs 2021: Tam 10 yazı yazarak yılın en verimli, en çok yazı yazdığım ayını geçirmişim. Keşke hep böyle olabilse. Bayram tatilinin bu aya denk gelmesi sayesinde arşivimi düzenleyip kitaplığımda epey bir yer açabildim. Minik yavrumuz Mert Ekin bu ay 1 yaşına bastı. Dünya’nın en tatlı hobbiti olarak da pastasını kesti.

  • Odea Bank’ın Eşit Masallar projesiyle tanıştım: Bir radyo reklamında duyarak keşfettiğim bu müthiş proje, klasik çocuk masallarının aslında hiç de çocuk masumiyeti taşımadığı gerçeğinden hareketle yola çıkıyor. En popüler masallar, cinsiyet eşitliğine dayalı olarak uzmanlar tarafından yeniden ele alınıp küçük eklemelerle çocuklara yeniden sunuluyor. Üstelik Odea Bank bunu ücretsiz yapıyor.
  • Kitap okuma gözlüğü yaptım: Mert bizimle uyumaya başladığı için geceleri kitap okumak alışkanlığım sekteye uğrayınca ben de elde olan malzemelerle bir gözlük yaptım.
  • Serdar Abi’yle Günyüzü’ndeki kaitsuderatuyu etkisiz hale getirdik: Serdar Abi’nin bir arkadaşına musallat olan kaitsuderatuyu yakalayıp etkisiz hale getirdik ancak sonuçları hiç de beklediğimiz gibi olmadı.
  • Sabhankra – Death To Traitors albümü yayımlandı: Sabhankra, yeni albümünü yayımladı. Albümün CD’si o dönem henüz ülkemize gelmemiş olduğundan Spotify ve Youtube üzerinden dinleyebildik. Albüm Finlandiyalı Saturnal Records tarafından yayımlandı. A Call To Arms ve Awakened In The Dark favori parçalarım oldu.
  • Madrigal’in Outro’sunu çalıp kaydettik: Madrigal‘in bu yıl yayımlanan Neogazino isimli çok iyi albümünün çok iyi Outro’sunu Alper’le birlikte çalıp kaydettik. Ayrıca dergi arşivimin bir kısmını dijitale aktardım. Altın Kitaplar’ın Jules Verne kitaplarını da büyük oranda topladım. Çok kıymetli Murat Haser‘in bunda payı çok büyük elbette.
  • Avatar – Arayış çizgi romanı yayımlandı: Geçen yılın sonunda Gerekli Şeyler‘den çıkan ilk Avatar çizgi romanı Verilen Söz’ün ardından bu yıl da serinin ikinci öyküsü Arayış basıldı. Gerekli Şeyler bir sürpriz yaparak bu yılın sonunda bir hikaye daha basacaktı.

Haziran 2021: Bu ayın yarısından fazlasını İstanbul‘da geçirmeme rağmen 8 tane yazı yazmışım. Aslında belki de İstanbul’da olduğum için yazabildim. Ayın hemen başında doktora tez savunma sınavımı geçtim ancak diplomamı alamadan İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Bu sebepten özellikle doktora teziyle ilgili inanılmaz sıkıntılar yaşadım. Tezimin tamamını yeniden Enstitünün tasarladığı tez yazım şablonuna aktarmam gerekti. Bu da yaklaşık iki gecemi aldı. Gündüzleri müsilaj denetimlerine katılıp geceleri otel odasında çalıştım. Bu müsilaj görevi benim için bir dönüm noktası oldu. Böyle bakınca, galiba yılın en hareketli geçen ayı bu ay oldu.

İstanbul Sinema Müzesi

Temmuz 2021: Yılın en sevdiğim ayında toplam 7 yazı yazmışım. Bu ay da tıpkı Haziran’ın son günlerinde olduğu gibi doktora mezuniyet işleriyle uğraşarak geçti. Bu ay en çok yolculuk yaptığım ay oldu. Side, Bucak, Denizli ve Trabzon‘a gittim. Epey de yoruldum.

  • Yavuz Çetin – Satılık (2001) plağım: Bir önceki ay İstanbul’dan aldığım plağı ve albümün incelemesini bu ayın ilk yazısı olarak yazdım. Yazdığım yazı özellikle Instagram’da çok beğenildi. Bu albüm bu yıl en çok dinlediğim salbümler arasında yer alıyor.
  • Diş kaplama tedavim nihayet sonuçlandı: Haziran ayında dişimdeki bir ağrıdan dolayı doktora gidince doktor kaplama yapmaktan başka bir çare kalmadığını söylemişti. Hemen o gün ölçüler alıp bir hafta sonrası için de randevu vermişti. Ancak Haziran’ın ilk haftası içinde apar topar İstanbul’a gönderildiğim için bu tedavim yarım kalmıştı. Nihayet Eskişehir’e dönünce tedavimi tamamladım. Doktorum Burak Akçoral‘a bir kere daha teşekkür ederim.
  • Tatil için Side ve Bucak’a gittik: Bu yıl benden kısa süre sonra Mustafa‘da otomobil aldı. Böylece üç aile yaz tatili için plan yapmaya karar verdik. Side’de kalacağımız oteli ayarlayıp bir gün önceden gidip yolda Bucak’a Ayşelerin evine de uğradık. Side özellikle antik kentiyle çok sevdiğim bir yöre. Buraya kendi arabalarımızla gidip istediğimiz gibi gezme fırsatı yakalayınca daha da keyif aldık. Ufak tefek aksaklıklar yaşadık ancak bunlar da güzel hatıralar oldu bizim için.
  • Betül ve Tacettin Evlendi: Side’den döndüğümüz günün akşamında ayağımı gazdan hiç kesmeyip çok sevgili arkadaşlarım Betül ve Tacettin‘in düğününe katıldım.
  • Kübra ve Volkan Evlendi: Togay‘la birlikte Denizli’ye gittik. Volkan ve Yağızhan aynı gün evlenmeye karar verince şöyle bir plan yaptık: Düğünden bir gün önce Denizli’ye gidip Volkan’la birlikte olacak, aynı sabah erkenden yola çıkıp Eskişehir’e yetişip öğlen de Yağızhan’ın düğününe katılacaktık. Öyle yaptık. Denizli’de Volkan, Alper ve Halil‘le görüştük bu sayede. Denizli’de fırsattan istifade Pamukkale‘ye de gittik Togay’la.
  • Hazel ve Yağızhan Evlendi: Togay’la birlikte, Volkan ve Kübra’nın düğüne katılamadan sabahın erken saatlerinde yola çıkıp Denizli’den Eskişehir’e geldik. Yağızhan’ın düğünü epey eğlenceli geçti. O kadar eğlendik ki çiftimize nazar değdi!
  • Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER’le tanıştım: Bu yıl tanıştığım en kıymetli kişilerden birisi de Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER oldu. Bir bayram ziyareti için Ankara’ya gittiğimizde bir fırsatını bulup kendisiyle buluştum ve blog üzerinden başlayan arkadaşlığımız daha da pekişmiş oldu. Aynı yıl içerisinde sevgili hocamı birkaç kere daha görecektim.
  • Öner ve Ferhat Abimler Eskişehir’e geldi: Yıllar sonra kuzenlerim Öner ve Ferhat abilerim nihayet Eskişehir’e geldiler. Birlikte peye güzel zamanlar geçirdik.

Ağustos 2021: Bu ay yolculuğumuza 5 yazıyla devam etmişiz. Temmuz ayının son günlerinde Trabzon‘a gitmiştim Kübra ve Mustafa’nın düğünü için. Haliyle yazısını yazmak da Ağustos’a sarktı.

  • Kübra ve Mustafa Evlendi: Bu yıl katıldıklarım ve katılamadıklarımla en çok arkadaşımızın evlendiği yıl oldu. Mustafa ve Kübra’nın düğünleri de Trabzon’da olduğundan günübirlik de olsa gidip katıldım. Hayatımda ilk defa Trabzon’a gidip ilginç anılarla döndüm.
  • Doktora eğitimim resmi olarak bitti: Haziran’ın ilk haftası savunma sınavımı vermeme rağmen zincirleme yaşadığım bazı sorunlar, İstanbul görevi ve bayram tatili derken nihayet diplomamı alabildim. Doktora çalışması boyunca bana destek olan herkese, ancak özellikle de kıymetli ağabeyim Tarık DURMUŞ‘a teşekkür ederim. Doktoranın bana kazandırdığı en kıymetli kişi sen oldun. Merve ve Ümit sizleri de unutmuyorum elbette.
  • Setrak Bakırel Fransa’dan Points Of Libration’ın turkuaz baskısını gönderdi: Asia Minor’un yıl başında aldığım Points Of Libration albümünün plak baskısının İtalya’da sınırlı olarak basılan turkuaz renkli baskısını Setrak Bakırel üstad sayesinde arşivime ekledim. Yılın en önemli koleksiyon olayıydı bu.
  • İnanç’la Zafer Turuna katıldık: Bu hayatıma giren en renkli adamlardan biri olan İnanç‘la birlikte güzel bir bisiklet turuna katılıp Eskişehir’i dolaştık.

Eylül 2021: Rutini bozmadan, 5 yazı yazarak koskoca bir ayı geçirmişim. Yaz bitmiş, Covid bitmemişti.

  • Özel Sayı Dergi koleksiyonum genişliyor: DoganBurda dergilerinin bazı özel sayılarını toparlamaya devam ediyorum. Bu arada All About History dergisi de yıl içerisinde yayın hayatına emin adımlarla devam etti.
  • Araba ilk ciddi arızasını verdi: Ankara’dan Eskişehir’e üstelik tek başıma dönmek üzere yola çıktığım anda aracım arıza lambası yaktı. Aracı daha da ciddi bir sıkıntıya neden olmadan Eskişehir’e getirebildim. Arıza yapan parçanın ve işçiliğin bana maliyeti bin lirayı geçti.
  • Serdar Abi’yle S.. ilçesinde define avına çıktık: Yine başımıza gelmeyen kalmadı. Neyse ki ikimize de hiç bir şey olmadan sağ salim dönebildik eve.
  • Xiaomi şarjlı taşınabilir kompresör aldım: Bir önceki ay İnanç’la çıktığımız bisiklet turunda lastiğimin biri bana epey sorun çıkarmıştı. Daha sonra ise scooter’ın önce ön, sonra arka lastikleri sırasıyla patlamıştı. Bu sorunları art arda yaşayınca uzun süredir almayı düşündüğüm şarjlı kompresörü aldım. Xiaomi‘nin bu küçük ama işlevsel kompresörü otomobil lastiğini bile şişirebiliyor, dolayısıyla zor zamanlarda umulmadık bir yardımcı olarak güven veriyor.

Ekim 2021: 6 yazı yazmışım.

  • Kingdom of 3D ile işlevsel parçalar ürettik: Scooter için bir taşıma askısı almak istiyordum. Sağ olsun Kingdom Of 3D‘den Süha bana scooter’ın yapısal bütünlüğünü bozmadan kullanabileceğim bir aparat üretti. Bu sayede kısa mesafede ufak tefek şeyleri sürüş güvenliğini riske atmadan taşıyabiliyorum.
  • Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi projesi üzerine bir değerlendirme yazdım: Yazın İstanbul’da Masumiyet Müzesi‘ne gidip giremeyince Eskişehir’e döndüğümde takıntı haline getirip projenin tüm basılı ve görsel kaynaklarını topladım. Üretim sürecine ilişkin derlediğim notlarımı da blogda paylaştım. Bu projeyle ilgili olarak Türkçe yazılmış en iyi içeriklerden birisi olduğuna adım gibi eminim.

Kasım 2021: Kasım ayında 5 yazı yazmışım. Demek ki şu son dört ayda rölantide devam etmiş her şey. Bu ay kısa bir Ankara seyahatim oldu. Bu iş gezisinde Yahya Bey‘le birlikte kaldık. Ankara’da Ahmet Hocamla ve İlkan Abi’yle görüştüm.

  • Ankara’da Alper ve Özge’ye misafir olduk: Ekim ayının son hafta sonu, Kasım’ın da ilk günü Ankara’daydık. Ahmet Öncüer hocamla buluşup Jules Verne koleksiyonlarımıza orijinal gravürleri içeren yeni ciltler ekledik. Bunları ben bastırdım. Daha sonra ise Alper ve Özge’ye misafir olduk. Uzun bir aradan sonra böyle görüşebilmek hem çok mutlu etti hem de çok hüzünlendirdi.
  • Arabaya cam filmi çektirdim: Bir süredir Yunus Emre‘nin de teşvikiyle arabaya cam filmi çektirme planı yapıyorduk. Bu konuyu Mustafa’ya açtığımda sağ olsun dakikalar içerisinde olayı bağladı ve aynı hafta sonu işi bitirdik. Filmlerin koyuluğundan dolayı sürüşte sıkıntı yaşar mıyım diye tereddüt etsem de kısa sürede alıştığımı söyleyebilirim.

Aralık 2021: Yılın son ayında biraz da elde biriken taslakları eritmek için hızlanarak 8 yazı yazmış ve yılı kapatmışım. Bu ayın özellikle son günleri covid tedirginliğiyle geçti ve ne yazık ki iki kardeşim covid olup eve kapandılar. Anneme ve babama bulaşmasa da aynı evde kaldıkları için her günü o tedirginlikle yaşıyoruz.

  • Fahrenheit 451 sahaf yeni yerine taşındı: Değerli arkadaşım Devran’ın sahibi oldu Fahrenheit 451 sahaf, yeni bir binaya taşındı ve çok daha müthiş bir yer oldu. Yılın geri kalanında da defalarca uğrayıp bir şeyler aldım ve verdim.
  • History Of War yayın hayatına başladı: All About History’nin yalnızca savaş tarihine odaklanan kardeş dergisi History Of War, Türkiye’de yayın hayatına başladı. Üç aylık olarak yayımlanacak derginin ilk sayısı da epey ilgi görmüşe benziyor.
  • Perlatörle sudan tasarruf etmeye başladım: Denetime gittiğim bir fabrikadaki meslektaşımın tavsiyesiyle evdeki musluklara perlatör takarak birim zamanda harcanan su miktarını üçte bire düşürdüm.
  • Bir DV kameram oldu: Aslında bu gelişme bir önce ay temellerini attığım bir projeydi ancak sonuca ermesi yaklaşık bir ayı buldu. Artık eski teknoloji de sayılsa, Sony DV Handycam‘im oldu. Enes‘e bu hediyesi için ne kadar teşekkür etsem azdır.
  • Avatar – Uçurum çizgi romanı yayımlandı: Serinin üçüncü çizgi romanı da yine Gerekli Şeyler tarafından basıldı. Önceki iki baskının aksine, bu sefer çok kısa sürede duyurulup dağıtıldı. Diğer ikisi içerisinde en zayıf öykü bence buydu.
Şu ana kadar Türkçe olarak yayımlanan tüm Avatar çizgi romanları

Bu yazıyı yazarken Seval‘in kızının doğduğu haberini aldım. Minik yavrumuz Birce, İngiltere’de bizden kilometrelerce uzakta gözünü açtı. Muhtemelen yakın zamanda görme fırsatımız olmayacak ama birazdan annesini arayıp kameradan da olsa dayısıyla tanışmasını sağlayacağım. Ömrün uzun ve sağlıklı olsun Birce!

Bu yıl iş yerinde üç yılı doldurup dördüncü yılıma başladım. Şevkiye, Pınar ve Melike doğum izni sürecinde olduklarından yılın büyük kısmında yoktular. Yılın son haftası ise Volga’nın bir oğlu oldu. Sanem Abla’yla birlikte bir yılı devirdik. Her şey olabildiğince rutin giderken özelleştirilen Makina ve Kimya Endüstrisi işletmelerinden çok sayıda personelin Eskişehir’i ve çalıştığım kurumu tercih ettiğini öğrendik. Önümüzdeki günlerde başta bölümden arkadaşım Serkan olmak üzere bir sürü yeni arkadaşla tanışma ve çalışma heyecanı içerisindeyiz. Geçen yıl Caner’in gitmesi sebebiyle bu yılı da Halil Abi ve Yunus Emre’yle baş başa geçirdik. Bu yılın iş yerindeki en güzel haberlerinden birisi Sevda‘nın karşı şubemize gelmesi oldu. Böylece daha çok birlikte çalışma fırsatımız oldu. Bu durum pek çok arkadaşımızı pozitif yönde ivmelendirdi. Ancak geçen yıl olduğu gibi bu yıl da halı saha maçı yapmadık. Bir de bu yıl, çok uzun süre sonra kurumumuza stajyer öğrenciler geldiler. Sağ olsun hepsi de çok doğru düzgün insanlar, umut veren meslektaşlarımızdı. Faik, Gözde, Buket, Ayşe, Büşra, Damla, Ayşenur ve Zeynep’e gelecek hayatlarında başarılar dilerim. Sağ olsun Faik’le iletişimimiz hiç kopmadı.

Spora yeniden, yaz aylarında başladım. Pandemi nedeniyle yaklaşık 1,5 yıl hiç salonda antrenman yapmamıştım. Ancak yazın bu gidişe bir dur diyerek spora başladım. Kısa sürede olmasa da ortalama denilecek bir sürede, eski performansıma yetişmeyi hedefliyorum. Spor salonundaki çok kıymetli arkadaşlarım Enes, Emre Önk, Emre Akçakaya, Bilal, Batuhan Abi ve elbette Erhan Abi‘ye selamlar olsun.

Bu yıl Instagram epey hareketli sayılırdı. Hem blogun sayfasından, hem de kendi kişisel sayfamdan pek çok güzel içerik ve cover paylaştım. Özellikle cover çalışmalarında birlikte olduğum Alper, Ender ve Yağızhan’a teşekkürü bir borç bilirim. Aşağıya en güzellerinden ekliyorum.

Dolunay yazılarımı bu yıl da eksiksiz yazdım. Güzel bir ruh haliyle yazdığım bu yazılarda pek çok başarılı ve başarısız şiir girişimlerim oluyor. Eskiden daha korkmadan yazardım şiirlerimi. Şimdi ise şiir konusunda yenemediğim bir korkum var. Üzerine gitmeli miyim bilmiyorum. Yazın Gürkan Abi’yle şiir üzerine konuştuk ve bu türün, üzerinde en çok uzlaşılamayan tür olduğuna karar verdik. Şiir bambaşka bir ruh hali. Bazen en afili sözcükler bile yavan kalırken, öyle cebinde gezdirebileceğin türden iki üç kelimeyle dünyaları başına yıkabiliyorsun insanın.

Bu yıl Sertan‘ın bana çok güzel bir hediyesi oldu doktoramı bitirince: IPTV. İnanılmaz bir hizmet bu. Bunun dışında Netflix ve Amazon Prime‘ı sık sık kullandım. Netflix’de yayımlanan popüler içeriklerin (Squad Game, La Casa De Papel, Witcher, Kulüp vb.) büyük kısmını izledim. Bunun yanı sıra izlemekten büyük keyif aldığım özellikle II. Dünya Savaşı temalı filmleri de birkaç kere döndüre döndüre izledim. Hariçten izlediğim en güzel şey ise Brooklyn Nine Nine‘ın final sezonu oldu. Amazon Prime’da Zaman Çarkı serisini beğenerek izledim. Bu yıl izlediğim en güzel film galiba Dune idi. Ben önce filmi izleyip sonra kitabı okumaya karar verdim. Bir de İthaki’den yayımlanan Dune çizgi romanını aldım. Bu da çok kıymetli oldu filmi daha iyi anlayabilmek için. Exxen’de yayımlanan Gibi dizisi bu yıl izlediğim en komik diziydi. Müthişti gerçekten 🙂

Bu yıl kitaplığıma hediye edilen ve benim satın aldığım toplam 116 kitap dahil olmuş. Bunu 10 tane dergi izlemiş. Aldığım kitapların 60 tanesi Jules Verne’ye ait eserlermiş. Yıla Dostoyevski’nin Kumarbaz‘ını okuyarak (Mustafa’nın hediyesi) başlayıp Orhan Pamuk’un Kafamda Tuhaf Şeyleri okuyarak bitirmişim. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Masumiyet Müzesi’ni ise yeniden okudum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yarıda bıraktım. Masumiyet Müzesi’yle birlikte Şeylerin Masumiyeti ve Hatıraların Masumiyeti isimli yan kitapları da okuyup Hatıraların Masumiyeti’ni bir de film/belgesel olarak izledim. Çizgi romanları giderek sevmeye başladım. Avatar’ın iki cildinin yanı sıra Dune’un grafik romanının ilk sayısını ve NTV Yayınları’ndan çıkan Frankestein’ı aldım. Arunas Yayıncılık’ık çizgi romanları serisini ise tamamlıyorum.

2021 yılı müzikal açıdan çok da başımı döndürmedi açıkçası. Özellikle metal dışı tarzlarda güzel keşifler yaptım. Bilgisayardaki ve telefondaki Spotify’ımda hep eski şarkılar liste başı olmuş. Cranberries – Promises, Gojira – Esoteric Surgery ve Yavuz Çetin – Benimle Uçmak İster misin? liste başı parçalarım. Metal türü dışındaki yeni keşiflerim ise Khruangbin, Akbaba İkilisi – Darıldım, LDRDO – Lost In The Fire (albümün tamamı), Melike Şahin – Uykumun Boynunu Bükme, Madrigal – Neogazino (albümün tamamı) ve Wet Leg – Chaise Long oldular. Melike Şahin’in bu şarkısını gerçekten sevdim. Çok bekledim ama Mabel Matiz yeni albüm yapmadı. Metal müzikte bu yıl severek dinlediğim albümlerin başında Sabhankra’nın son albümü, Cidesphere‘ın son albümü ve As I Lay Dying‘in Shadows Are Security (2005) yer alıyor. Ancak bu yılın bana göre en büyük müzik olayı ve yayımlandığı günden beri sürekli dinlediğim grubu The Halo Effect oldu. Büyük bir sürpriz yaparak eski In Flames üyelerinin bir araya gelip mevcut In Flames’e nazire yaparcasına çaldıkları grubun şu ana kadar Shadowminds isimli tek bir parçası yayımlandı. Albümün 2022 yılında çıkacağı söyleniyor. Umarım albüm de ilk single gibi bomba olur. Jesper’ı, Peter’ı ve çok sevdiğim Daniel’i yeniden bir arada görmek paha biçilmez. Pentagram bu yıl da yeni albüm yayımlamadı. Pride ve Sur isimli iki parça yayımladı. Artık koro işini bırakmaları gerek bence.

Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da Mert’in ilk yaşına kadar olan her ayı farklı bir konseptle fotoğrafladım. Nihayet Mayıs ayında ise Mert Ekin’in ilk yaş gününü kutladık. Yıllardır hayalini kurduğum bir şey yaparak ilk doğum gününde Mert’i Hobbit yaptık. Merve sağ olsun pastayı Hobbit evi şeklinde kendisi yaptı. Pelerinini babaannesi dikti. Kılıcı ve diğer detayları da ben hallettim. Umarım Mert gelecekte bu fotoğraflara bakıp mutlu olur.

Evet şimdi de geldik en önemli bölüme: Hedefler. Bence yılımın özeti yazılarındaki en vurucu kısım burası. Hem koyduğum hedefler bakımından önemli, hem de bu hedefleri yıl içerisinde ne zaman yerine getirebildiğim ya da neden yerine getiremediğimin sorgulamasını yapabildiğim için önemli. Bakalım geçen yıl kendime hangi hedefleri koymuş ve ne kadarında başarılı olabilmişim.

  • Elektronik davuluma ilave bir crash zili almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Tank maketimi bir diorama ile bitirmek (Olmadı, bu yıl da bitmedi)
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Doktoramı bitirmek (Bitirebildim, bu hedefe ulaştım)
  • Eğer covid-19 nihayet tüm ülkede sona ererse iki farklı zamanda tatile gitmek (Olmadı, Covid bitmedi, yazın üç günlük bir tatile gittik)
  • Alper’in isimsizini bitirmek (Bitmedi)

Peki bu yıl neler yapmayı hedefliyorum? Öyle çok büyük şeyler istemiyorum. Ekonomik durumumuzun biraz daha rayına girmesini diliyorum. Zaten bir lüksümüz yokken, en azından hala kitap alabiliyor olmayı diliyorum. Çünkü plak alabilmek ve hatta CD alabilmek lüks olmaya başladı.

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak
  • Makale yazıp yayınlatmak
  • Çadır kampı yapabilmek
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek

Bakalım bu hedeflerin ne kadarı gerçek olacak hep birlikte göreceğiz. Blogu okumaya devam eden tüm okuyucular gibi sen de bu hikayelerin bir parçası olmaya devam edebilirsin sevgili okur. Bu blogu ben yazıyorum evet, ama bu blog yayın hayatına devam ettiği neredeyse 13 sene boyunca çevremdeki tüm arkadaşlarımın, dostlarımın da blogu oldu. Alper’in, Sercan’ın, Volkan’ın, Mustafa’nın, Koray’ın, Utku’nun, Seval’in, Halil Abi’nin ve Enes’in de blogu oldu. Çünkü hayatlarımız unutulup gitmeyecek kadar kıymetli. Herkese mutlu, sağlıklı, refah ve huzur dolu bir yıl diliyorum. My Resort Herkes İçin Blog!

Kübra ve Volkan’ın Düğünü

Biz dört kişiyiz. Grubumuzun adı “maykıl ceksın“. Grup üyelerinden ilk evlenen ben oldum 2014’te. Sonra 2019’da Sercan evlendi. Geçen yıl ise Alper. Grubumuzun en sevimli üyesi Volkan ise geçen yıl pandemi yüzünden bir türlü Amerika’dan dönemediği için düğününü bu yıla ertelemek durumunda kalmıştı. İşte bu çok uzun yazı, biricik kardeşlerimiz Volkan’ın ve Kübra‘nın düğün maceralarını anlatacak. Çok uzun süre sonra yine bloga iki misafir yazarı, Sercan’ı ve Alper’i de davet ettim ki bu güzel günü üç farklı bakış açısından hatırlayabilelim. Blogun en uzun yazılarından birisi daha başlıyor.

O hafta çarşamba akşamı Antalya‘dan döndüm ve kalan iki günde Eskişehir’deki acil işlerin bir kısmı halledip cuma gecesini cumartesiye bağlayan gece otobüsle Denizli‘ye doğru yola çıktım. Volkan’la hafta içi görüşüp Pazartesi mesaiye başlayacağım için, 11 Temmuz Pazar günü yapılacak düğününe katılamayacağımı, ancak bunun yerine onu da görebilmek için cumartesi günü gelebileceğimi söyledim. Diğer yandan pazar günü öğlen saat 12.00’de Eskişehir’de de bir diğer arkadaşımız Yağızhan‘ın düğünü olacaktı. Yaptığım plan sayesinde iki arkadaşımla da görüşebilecek ve Pazartesi de mesaiye yetişebilecektim. O esnada Togay da arayıp benim planıma benzeyen bir teklifte bulununca aşağı yukarı yol haritamızı belirlemiş olduk.

Kamil Koç, her ne kadar Alman Flixbus firması tarafından satın alınmışsa da hizmet kalitesini sağ olsun bir milim yukarı çıkarmamış. Fiyatlara yapılan astronomik zamlardan sonra insan ister istemez biraz daha eli yüzü düzgün, en azından yolculara doğru dürüst bilgi veren bir yapı bekliyor. Ancak ne yazık ki ülkede hizmet kalitesini geçtim, taahhüt ettiği hizmeti vermeyi beceren firma bulmak bile artık iyice zorlaştı. Böylece saat 23.59’da hareket edeceği söylenen araba saat 00.45’te hareket etti. Sabah saat 06.00’da Denizli’ye vardığımda önümde çok büyük bir sorun beni bekliyordu. Bir gün önce Volkan’a konum atmasını söylememe rağmen konum gelmemişti ve ben nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Volkan’ı aramalarım sonuçsuz kalınca Denizli’nin içine doğru şöyle bir gezintiye çıktım. Epey yürüdükten ve ufak bir kahvaltıdan sonra Necati Amca‘yı aramayı akıl ettim. Onunla konuşup Denizli Polis Evi‘ne doğru yola çıktım. Dolmuşla buraya geldiğimde saat 08.00’i biraz geçmişti. Polis Evi’ne hemen kayıt yaptırdım ancak bir sürpriz de burada karşıma çıktı: Odalar saat 12.00’de boşaltılıyor ve yeni misafirden saat 14.00’ten önce kabul edilmiyordu. Böylece önümde koskoca bir altı saat olduğunu fark edip kızdım.

Togay’ı aradım ve neyse ki yolun büyük kısmını tamamladığını öğrendim. Bir saat kadar sonra Togay geldi çıktı Polis Evi’ne. Hemen civarda bulunan bir kafede kahvaltımızı yaptık. Sonra da Volkan’dan hala bir haber alamadığımız için Pamukkale‘ye gitmeye karar verdik.

Pamukkale, bulunduğumuz noktaya sadece 20 km mesafedeydi ve ikimizin de görmek istediği bir yerdi. Eh, o ana kadar planladığım hiçbir şey olmayınca, ben de hiç hesapta olmayan bu yolculuğa onay verdim. Hemen 15 dakika sonra kendimize birer çift terlik almış, girişte sıramızı bekliyorduk bile. Sıra gelince Togay kendisine şipşak bir Müze Kart çıkarttı 60 TL’ye. İstanbul’dayken son defa öğrenci indirimiyle aldığım müze kartımı da okutup içeri girdik. Bu arada eğer Müze Kart almazsanız içeri giriş 110 TL.

İçeri girince biraz önce terlik alarak büyük bir hata yaptığımız anladık. Çünkü travertenlere ve su akışının bulunduğu alanlara terlikle basmak yasak. Yalnızca çıplak ayakla gezebiliyorsunuz. Yaklaşık 1 km.lik parkura o çok meşhur travertenler ve insanda “ulan betondan mı yaptılar acaba” dedirtecek kadar güzel oluşmuş havuzlar eşlik ediyor. Zirveye ulaşınca hemen ayakkabılarımızı geçirip önce antik yüzme havuzuna, sonra da bugüne kadar Türkiye’de gördüğüm en güzel korunmuş, en muazzam antik tiyatroya gittik. Antik yüzme havuzunun olduğu yerde müze kartınız varsa her şey yarı fiyatına. Ancak yine de hediyelik eşyayı buradan almayın. Aşağıdaki dükkanlarda çok daha ucuz.

Bölgenin ismi Hierapolis olarak geçiyor. Buradaki antik tiyatro, Akdeniz’de bulunan tüm Roma tiyatroları içinde en iyilerden bir tanesidir. Yapımının 100 yıldan daha uzun sürdüğü ve yaklaşık 1800 yaşında olduğu belirtiliyor. Yamaca doğru yaslanan ve neredeyse tamamı eksiksiz olarak korunabilmiş oturma sıraları, sahnenin yerleşimi, halen mevcut kabartmalarıyla gerçek bir insanlık mirası. Ülkemizde sahne binası olarak restore edilen ve mevcut haliyle günümüzde bile kullanılabilir durumda olan tek antik tiyatro burası. İtalyanlar tarafından restore edilirken Roma uzmanlarınca tasnif edilen kalıntılar kullanılarak tamamına yakınında orijinal yapı malzemeleri kullanılmış. Kral locası ve orkestra alanı dahi bugün hala açıkça seçilebilir durumda. Mitoloji bilgimizin zayıf olmasına kahrettik çünkü buradaki kabartmalar hep mitolojik savaşları ve olayları anlatıyor. Ancak üzülmeyin. Bu bilgileri tiyatronun iç kısmındaki infograflardan elde edebilirsiniz.

Pamukkale ya da Hierapolis, neredeyse her taşında antik izler taşıyan muazzam bir bölge. Buraya bir kere daha, sırf bu antik yerleri gezmek için geleceğimize dair kendimize söz verdik. Çıkışta nihayet Volkan’a ulaştık ve Polis Evi’nde buluşmak üzere sözleştik.

Polis Evi’ne gittiğimizde yorgunluktan bir saat kadar uyumuşken Volkan geldi. Sonra da Volkanlar’ın hayatta verdikleri en doğru kararlardan birisi sonucunda satın alıp yeniledikleri Bahçelievler Mahallesi‘ndeki evlerine gittik. Bu ev Rızvan Teyze‘nin son bir yıldaki Instagram paylaşımlarının ana üssüydü. Yetmişli yıllarda inşa edilen, kaderine terk edilen ve nihayet Vardar Ailesi‘nin yeni yuvası olan bahçeli müstakil bir evdi. O yüzden Denizli’ye giderken de içimden umarım bu evde güzel vakit geçiririz diye geçirmiştim. Öyle de oldu.

İkindiye doğru buraya Volkan ve Togay’la birlikte geldik. Yemek faslının ardından tatlı tatlı esen rüzgara sığınıp muhabbete başladık. Bu andan gece yarısına kadar Volkan hep gitti geldi. Bir noktadan sonra Volkan’ın nereye ne için kiminle gidip ne zaman geleceğinin hesabını tutmak iyice zorlaştığı için Necati Amca‘yla muhabbetin tadını çıkarmaya baktık. Üstelik Alper‘in de gelmesiyle olabilecek en iyi ortam oluştu derken biricik dostumuz Halil de çıkıp gelince o gecenin ve muhabbetin şekli şemali belli olmuştu. Halil’i yıllardır görememenin acısıyla hiç birimiz yerinden kıpırdamadan muhabbete eşlik ettik. Volkan’ın abisi krallar kralı Gökhan Abi‘nin refakati de bizim için çok kıymetliydi. Dediğim gibi Volkan arada gidiyor, sonra birden ortaya çıkıyor, iki dilim karpuz yiyor sonra yine kayboluyordu. Biz de Necati Amca ve diğer aile büyükleriyle keyifli keyifli muhabbet ediyorduk. Evet, nihayet istediğimiz o samimi ve sıcacık ortama kavuşmuştuk. Ertesi gün Volkan evleniyordu ve biz aktarmalı da olsa yine bir aradaydık. Ortama yaydığımız pozitif enerji, evin ana şalterine fazla gelmiş olacak ki sigorta attı ve hayatımda ilk defa bir elektrik saatinin yandığına şahit oldum. Ancak bu bile bizi durdurmadı. Flash ışığında da olsa bir arada kalmaya devam ettik.

Böylece saat gece yarısını geçe Togay’la birlikte izin isteyip kalktık. Zira sabah Eskişehir’e doğru yola çıkacaktık ve biraz da olsa uyumamız gerekiyordu. Ne biz ayrılamayı ne de onlar bizden ayrılmayı istiyordu. Böylece Dünya’nın en uzun vedalaşmalarından birini yaşayarak ve Volkan’ı son bir defa kucaklayarak oradan ayrıldık. Arabada Polis Evi’ne dönerken uzun süre konuşmadık Togay’la. Volkan’ı, Alper’i ve Halil’i bir daha ne zaman böyle bir arada görebilirdik ki?

Biz ertesi sabah 05.00’te yola çıkmışken İstanbul’da bir evde Sercan son hazırlıklarını yapıyor ve uçağa yetişmek üzere yola çıkıyordu. Buradan sonrasını onun kaleminden okuyacağız.

11 Temmuz Pazar sabahı saat 09.00’da Denizli’ye uçağım vardı. Evden saat 06.45’te çıktım. Havaalanı otoparkları çok pahalı olduğu için İstanbul Havalimanına en yakın otopark Işıklar’daki AirPark’a arabayı bırakıp 07.30’da AirPark servisi ile havalimanına geçtim. Saat 09.00’a doğru uçağa almaya başladılar ve tam vaktinde kalktı uçak. Yaklaşık 1 saatlik yolculuğun sonunda Denizli Çardak Havalimanı’na ulaştım.

Çardak Havalimanı Denizli’ye yaklaşık 1 saat mesafede. Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin “Hava Ulaşım” adını verdiği servis araçları ile şehir içine ulaşım sağlayabiliyorsunuz. 8 kişilik özel servisle “uzuuun” bir yolculuğun ardından (yaklaşık 1 buçuk saat sürdü) düğün yerine, tam da “gelin alma konvoyuna” katılmak üzere ulaştığımda davul zurna çalmaya başlamıştı bile. Elimde valizim olduğu halde direkt oynamaya başladım. Evin önünde birkaç tur göbek attıktan sonra valizi bırakmayı akıl edip konvoy halinde temsili gelin alma ritüeli için Volkan’ın dayısının evine gittik. Biraz naz niyaz ve Volkan’ın dağıttığı bahşişlerin ardından damat bey gelini aldı geldi. Bu kez bando ekibinin eşliğinde evin önünde oyunlar oynandı, meşaleler yakıldı.

Saat 13.30 gibi gündüz aksiyonlarının tamamı bitmişti ve herkes için serbest zaman başlamıştı. Ben de valizimle beraber Haliller’in de kaldığı Polis Evi’ne doğru yola çıktım. Polis Evi’ne giriş biraz eziyet olsa da sonunda saat 14.30 gibi odamda dinlenmeye başlamıştım. Sıcak ve yolculuk epey yormuştu ve akşam için enerji depolamam gerekiyordu. Saat 17.00 gibi hazırlanmaya başladım. Askılarımı taktım ve 17.50’de düğün yerine doğru Halillerin arabasıyla yola çıktık.

Düğün yerine vardığımızda, dehşet bir sıcak ve nem vardı. Önce saat 18.30 gibi nikah kıyıldı, “Evet”ler söylendi, Volkan’ın ayağına basıldı. Sonra arkadaş grubu ile fotoğraf çekimine katıldık. Fotoğraf çekimindeki en büyük eksik Mesut’tu. Maykıl Ceksın olarak uzun zaman sonra ilk defa toplu bir fotoğrafımız olacaktı Mesut da olsaydı.

Saat 20.30 gibi ellerimizde tuttuğumuz maytapların arasından gelin ve damat sahneye çıkıp ilk danslarını ettiler ve ardından diğer çiftler de onlara eşlik ettiler. Tıpkı üniversite zamanlarımızda olduğu gibi benim eşim yine yoktu ve dans edemedim. Yalnız bu sefer durum biraz farklıydı ve altı aylık hamile eşim o gün gelemediği için yalnızdım 🙂

Dansın ardından bir oynamaya başladık ki pist ağladı. Ayakkabılarımın altı eridi, 80 km hızla halay başı görevimin verdiği ciddiyetle 50 kişilik halayı masaların arasına soktum. Roman havası çaldığında yerlere yata yata oynadım. Kendi düğünümde bile bu kadar oynamamış olabilirim, emin değilim. Volkanların düğün videosunu izlediğimiz zaman çok eğleneceğimizi düşünüyorum. Gecenin sonuna doğru Volkan’ın dayısı Hakan Abi (alkolün de etkisi ile) orkestraya “son şarkı, son şarkı” diye diye yaklaşık gece 1’e kadar çaldırdı. Hatta düğün bittikten sonra son fotolar çekilirken Alper ve ben telefondan ağır roman açıp karşılıklı kendi kendimize oynadık.

Ayrıca tüm gün boyunca Alper’le düğündeki detaylar için; “Bu Volkan bizim Volkan mı ya?” diye konuşup durduk. Üniversitedeki Volkan’ın yerine bambaşka biri gelmişti adeta. Bu kadar geleneği ve adetleri uygulaması bizi acayip şaşırtmıştı. Ertesi sabah saat 07.00’de uyanmak zorundaydım. 10.50’deki uçağa yetişmek için yine 08.30’daki Hava Ulaşım’a binmem gerekiyordu. Bacaklarımın ağrısından yataktan çok zor kalktım. Ben bu yazıyı yazdığımda ayın 13’üydü ve bacaklarımla dizlerim hâlâ ağrıyor sevgili Proofhead My Resort okuru.

Bu yazın ilk ve son düğünü oldu benim için. Umarım Volkan ve Kübra hayatları boyunca hep o akşamki kadar mutlu olurlar. Biz de böyle güzel anıları bu blogda yazmaya ve okumaya devam ederiz. Selametle…

Sercan’ın “keşke”sine katılmamak elde değil. Keşke tüm o oyun ve halay zamanlarında ben de yanlarında olabilseydim. Keşke halay başını Sercan’ın tuttuğu oyuna Alper ve Volkan’la dahil olabilseydim. O sabahın erken saatinde Eskişehir’e dönüşüm, aslında biten yıllık iznimin son demleriydi. Oysa Alper’in durumu benim tam tersim idi. Bakalım neler yapmış, kendi kaleminden dinleyelim.

10 Temmuz Cumartesi günü, Ankara’dan Denizli’ye başlayan yolculuğumuz, akşam saatlerine doğru bitti. Ufak bir yerleşme faslından sonra Volkanlar’ın daha önce hiç gitmediğim bahçeli evlerine vardım. Orada beni Mesut, Togay, Volkan ve Volkan’ın diğer aile üyeleri bekliyorlardı. Uzun süredir görmediğim Volkan, inanılmaz şekilde zayıflamıştı! (Hatta düğün sonrasında arkadaşlarımızın bana ısrarla attığı mesajlarda “Volkan’ın yarısı nerede?” sorularıyla, bu görüşümün büyük kitlelerce benimsendiğini görmüş oldum). Volkan’ın babası Necati Amca ve annesi Rızvan Teyze, bizleri o kadar güzel karşıladı ki anlatamam. Gecenin ilerleyen saatlerinde içinde bulunduğumuz evin elektrikleri kesildi. Bu güzel buluşmaya ev sahipliği yapan konutta, hiç dinmek bilmeyen çay ihtiyaçlarına hizmet eden çok sayıda kettle, elektrikli semaver ve asıl Volkan’ın dayısının getirdiği sanayi tipi çay makinesinin bu durumda etkili olduğunu söylememek mümkün değil. Tam da bu saatlerde Nevşehir’den gelen Halil ve eşi de bu anlara şahitlik etmişti. Akşamın ilerleyen saatlerinde Volkan’ın müstakbel eşi Kübra’nın da arkadaşlarının bulunduğu, ağırlıklı olarak Eskişehirli arkadaşlarımızı içeren grup için Denizli’nin güzel mekanlarından birinde düğün öncesi küçük bir eğlence ayarlanmıştı.

Eskişehir’in küçüklüğünden mi bilinmez, benim ilkokul arkadaşlarımdan olan Kubilay ve eşinin de bir şekilde içinde bulunduğu bir gruptu bu. Bu tesadüfler ve iç içe geçmişlik, arkadaşlığımızın güzel anıları oluyor bizim için. Bizler Volkanlar’ın evinde günün yorgunluğundan dolayı ayrılmak üzere beklerken, Kubilay’dan gelen mesajla, gecenin son durağında onu görüp konakladığım yere döndüm. Bu arada mekândan bahsetmeden geçmek istemiyorum. Denizli’nin nadir güzel mekanlarından olduğu söylendi fakat benim bilgisizliğime ve görmemişliğime verin ki daha Bursa, Eskişehir gibi yerlerde görmediğim türden konseptli bir mekandı… Detaylarına girmeyeceğim ama adını buraya bırakıyorum. “Saki“.

Pazar günü saat 11.30’da kız alma töreni için tekrar buluşacaktık. Bunun için önce Volkanlar’ın evine gidip konvoy arabalarının vazgeçilmezi olan “ayna örtümüzü” aldıktan sonra davul ve zurnayla biraz cebelleşip Volkan’ın dayısının evine gelin hanımı almaya gittik. Orada bizi muhteşem bir bando takımı bekliyormuş. Tabi girişte drone’la yapılacak konsept çekimler için düzgün bir şekilde hizalanarak girdiğimiz sokağı kapatmış olduk. Daha sonra gelin arabasının bagajından çıkan sisler dağıtıldı. Özellikle beyaz renkli olanlar, bu konsept için seçildiğinden elimize aldığımız diğer renklileri geri bırakmak zorunda kaldık. Bandonun kuvvetli sesine ilave olarak davulun da eşlik etmesiyle evin önünde geleneksel danslarımız gerçekleştirildi. Kübra’nın hazır olduğunun komutunun gelmesiyle çift sıra gelin ve damadın aramızdan geçeceği şekilde erkekler olarak beyaz sisleri aynı anda yakmak üzere sıralandık.

Volkan’ın ayakkabısıyla ilgili olduğunu düşündüğüm küçük bir detay oluşmuştu. Beyaz takım mavi gömlek konseptinin altına sanırım lacivert ayakkabısını unuttuğundan bu durum Volkan’ın aklını kurcalıyordu fakat ciddi anlamda bir şekilde bulup giydiği beyaz spor ayakkabılar takıma ayrı bir hava katmıştı. Kübra da beyaz gelinliğiyle harika görünüyordu. İndiklerinde yaktığımız sisler balkonlarda biraz yoğun hissedilmiş olmalı ki 5 dakika sonra “Abi burada yakacaktınız onu…” diyerek bir serzeniş geldi. Ancak harika görüntüler çıktığını düşünüyorum. Bu organizasyonu da bir buçuk saat içerisinde bitirip düğüne kadar olan boş vaktimizi almış olduk ve akşam düğüne hazırlanmak üzere ayrıldık.

O akşam 18.30’da Denizli Saracoğlu Kasrı’nda gerçekleşecek düğünde ayrıca nikah da kıyılacağından, bu saate yetişmek üzere yola çıktık. Mekâna geldiğimizde gerçekten çok beğendiğimiz bir düzenleme ve açık hava konseptiyle oluşturulmuş alanda beğenilerimizi birbirimizle paylaştık. Biz mekâna girdiğimizde, Halliler ve Sercan, Denizli Polis Evi’nden beraber olarak henüz gelmişlerdi. Onları görünce hemen bulundukları yere yöneldik.

Sahne önünde oluşturulan iki tane arkadaşlar masası, sahne üzerindeki ışıklarla harika bir alandı ama zaten bizim oturmaya niyetimiz yoktu. O yüzden nerede olduğu da önemli değildi. Nikah için ayrılan alan, havuz başı konseptinde olan, köprü üzerinden geçilerek süslemeler ile oluşturulmuş ayakta nikah programları için tasarlanmış sınırlı bir alandı. Az ama öz bir grupla nikah kıyıldı. Bizler de Volkan’ı tebrik ettik ve ömür boyu mutluluklar diledik. Asıl düğün bu noktadan sonra başlıyordu. Ama öncesinde arkadaşlar ile foto çekimi vardı.

Mekanın doğal ortamında ağaçlar arasındaki alanda yapılacak çekime sabahki renkli sisler eşlik edecekti. Erkekler ayrı, kızlar ayrı konseptle birlikte bir çok güzel foto çekildi. Biz ayrıca kendi telefonlarımızdan Volkan’la güzel pozlar yakaladık. Elimize verilen renkli sisler özellikle beni ve sanırım Kübra’nın arkadaşlarından birini çok heyecanlandırmıştı ki önce ben bu sisi salladığımda fotoğrafçının haklı bir isyanına uğradım. Allahtan pek duyulmadı. Ama Kübra’nın arkadaşı da aynı heyecanla sisi salladığında fotoğrafçı arkadaş dozu biraz daha artarak yine naif bir uyarıda bulundu 🙂 (Tabii insanın eline meşale ilk defa geçince holigan gibi hissetmiyor değil.)

Fotoğrafların ardından sahneye doğru masamıza geçerken havanın neminden dolayı susuyor ve devamlı su aranıyorduk. Sağ olsun organizasyon her noktada ellerindeki tepsilerde bulunan sularla bizi serinletti. Masamıza gelen ordövr tabaklarını henüz bitirmişken sonra Kübra’nın kız kardeşi bizlere yani tüm arkadaşlarına uzun maytaplardan dağıttı. Biz de elimizden geldiğince bu dağıtıma yardımcı olmaya çalıştık. Volkan ile Kübra’nın sahneye gelişinde yine iki taraflı fakat bu sefer uzunca bir grup olarak eş zamanlı şekilde maytapları yakacaktık. Organizasyon çakmak yerine yapışmış mumlukları üçerli denk gelecek şekilde dağıtmıştı. Şükür en ufak bir kaza çıkmadan, güzel bir görselle bunu da atlattık. Gerçi son anda önümde yerdeki mumluk düştü ancak hızlı bir şekilde mekanı yakmadan kurtardık.

Sahneden sonra ortalık toz duman olacaktı. Gece boyunca Sercan, “Ulan ben düğünümde bu kadar oynamadım” diyor, Volkan da ayaklarını gösterip “Şiştiler oğlum ya” diyordu. Ben keyifliydim inanın. Dans etmyik eskiden sevmesem de artık keyif veriyordu:) Hele ki iki farklı halayımız vardı sormayın… Sonuna doğru Özge’de artık beni bırakmıştı ama biz durmadan devam etmiştik. Gecenin sonunda, bizi başından beri en çok şaşırtan orkestranın solisti bayan arkadaşın -tahminimiz ve kuvvetli ihtimalle-çocuğuyla birlikte düğüne katılmış olmasıydı. Arkada bebek arabası düğün boyunca ileri geri hareketler yapmıştı belki de uyutuluyordu. En sonunda kucağında o tatlı çocukla teşekkür konuşması yapan güzel yürekli anneye tekrardan teşekkür ediyoruz.

Oynama sahnelerinde beni şaşırtan diğer bir ayrıntı şuydu: Necati Amca’nın tek çıkışıyla beraber başlayan harmandalı oyununda, kardeşleri ve yakın akrabaları olacak ki sahneye çıkıp kafasının üstünden para gezdirip davulcuya taktılar. Bunu dans eden pek çok kişinin başında ritüel olarak yaptılar. Özge’yle aramızda bunu yeni bir “ayin çeşidi” olduğunu konuştuk 🙂 Güzel bir detaydı. Gece sonunda Sercan’ın haklı olarak doyamadığı “dokuz sekizlikler” için Spotify’dan açarak eşlik ettiğim iki kişilik bir dansımız oldu. Bilen bilir bizim Sercan, tam dokuz sekizlik bir adamdır. Ama en sürprizi de Volkan’ın kral dayısının bize gelip eşlik etmesiydi ve o anlar bizim için “anlatılmaz yaşanırdı”. Böyle bir düğünle Volkan’ı da artık “maykıl ceksın”ın evli bir üyesi yapmış olduk. Umarız çok mutlu olur ve bizleri de unutmaz. Zira tez zamanda yine Amerika’ya dönecek. Selamlar sevgiler.

Alper’in anlattığı detayları ben de okurken kendimi o düğün alanında hissettim inanın. Ah sevgili kardeşim, Volkan’ım, biz hepimiz seni ve Kübra’yı çok seviyoruz. Umarım çok ama çok mutlu olursunuz. Şehirler, ülkeler, kıtalar bizi ayırsa da dostluğumuz ve kardeşliğimiz yüreğimizde hep yakınımızda sımsıcak kalacak. Rızvan Teyze, Necati Amca, Hakan abi ve Gökhan abi başta olmak üzere tüm Vardar ailesine de misafirperverlikleri ve içtenlikleri için hepimiz adına teşekkür ederim. Başka mutluluklarda yine buluşmak üzere.

Geçen Haftadan Satır Başları

Türker’İ Askere Uğurlama

turkerEskişehir’deki en eski arkadaşlarımdan birisi İlker‘dir. Bu sevgili Japon dostum, Batuhan‘la birlikte, taa dershane günlerimizden beri arkadaşımdır. Kendisiyle bir süre aynı grupta da çaldık. Eh, işin daha çok başında olduğumuz zamanlardı. Ne kadar güzel zamanlarmış. Daha sonra okuldu, dersten kalmaktı geçmekti, işti güçtü derken biz bu İlker’le çok az görüşür olduk. Sonra İlker askere gitti. Gerçi hala askerde, Ankara’da yedek subay. İlker’in en az kendisi kadar renkli ve yetenekli bir kardeşi var: Türker. Türker’in bloguyla ilgili şu yazıyı yıllar önce yazmıştım. İlker’le görüşemediğimiz dönemlerde Türker’le sürekli muhabbetimiz devam ediyordu. Geçtiğimiz günlerde aradı beni. Abisi gibi o da askere gidiyormuş. Hatta buna da yedek subay çıkmış 🙂 Ancak henüz nereye gideceği belli değilmiş. Hemen Pilot Bar‘da buluştuk. Oturduk sohbet ettik. Yan masayla tatsız bir münakaşa yaşadık hatta. Ancak bu bile keyfimizi kaçırmadı. Abisini askere yolcu edemedim ama Türker’i ettim. Abisi beş ay sonra, Türker de bir sene sonra gelecekler.

Halİl Eskİşehİr’deydİ

hailCan dostumuz Halil geçen hafta Eskişehir’deydi sevgili okur. Uzunca bir süre sonra Halil’le görüşme fırsatım oldu. Geçen hafta içi Pilot Bar’da önce Togay‘la buluştuk. Sonra ardımızdan Volkan ve Halil de geldiler. Eskişehir Rock Topluluğu ekibi uzun bir aradan sonra, tam da ilk zamanlarında olduğu gibi Pilot Bar’da yeniden buluştu. Eskirock Metal Fest 6‘yı yapabilir miyiz diye konuştuk. Sonra telefon, tablet mevzularını tartıştık. Geçenlerde İzmir’de yapılmak istenen ancak ele yüze bulaştırıldığı herkes tarafından açıkça söylenen festival, Alive Fest ile ilgili konuştuk. Bu festivalle ilgili olarak yapılan şu yoruma hepimiz güldük: “Festivallerde aksaklıklar olur eyvallah, ama bu adamlar aksaklık organize edip adını festival koymuşlar…” God Mode ve festivalde sahne alacağı söylenen grupların neredeyse %75’inin sahne almadığı ya da üç dört parça çalıp sahneden indiği bir festival olmuş.

Volkan’ın yâri Kübra’nın KPSS’den “maşallah” gayet güzel bir puan alarak “inşallah” atanmayı beklediğini öğrendik. Amin. Halil’in ve benim tayin planlarımızı konuştuk. Sonra elbette konu benim “efsanevi” davuluma geldi. Ah, canım peram, ahh. Daha sonra Halil’le kucaklaşıp vedalaştık. Uzunca bir süre görüşemeyeceğiz çünkü. Ayrılırken hepimizin ağzından aynı sözcükler dökülüyordu: Hail Satanas, Hail Ceylan.

Kick pedalı aldım

tama-hp200-32679Geçenlerde şu yazımda aldığım davuldan bahsetmiştim. Bu benim için çok önemli bir gelişme, adete bir milat oldu. Ancak elektronik davul setup’ında bir eksik vardı: O da kick pedal. Standart setup içerisinde kick pedalı çıkmıyor. Ancak Roland‘ın (gerçi kaliteli diğer markaların da) en büyük avantajlarından birisi kick pad’ler sayesinde davulcuya istediği pedalı kullanabilme imkanı veriyor olmasıdır. Ben de biraz araştırıp İzmir’den kendime bir TAMA HP200 pedal buldum. Aslında niyetim single kick pedal almak değildi. Ancak bir süre param kalmadığı için mecburen single’la takılmak zorundayım. İleride kendime Pearl marka bir twin pedal almak niyetindeyim. Neyse şimdilik single da işimi görüyor. Pedalın altında tablasının olması çok önemliydi, altında tabla olmayan pedallar seri olmuyor. Pedalı bulduğum yer şans eseri İzmir’de dayımın çalıştığı yerin çok yakınında bir mağazaymış. Dayım aynı gün alıp kargoladı sağolsun. Pedalda ufak tefek çizikler vardı ancak mekaniğinde en ufak bir problem yoktu. Ufak bir yay ayarıyla mükemmel bir hale geldi.

ECE ve onur’un Düğünü

onrGeçtiğimiz hafta sonu, Cumartesi günü, Onur ve Ece‘nin düğünleri vardı sevgili okur. Osmangazi Üniversitesi yakınlarındaki GAGA isimli mekana gittik. Şimdiye kadar katıldığım en “organizasyonlu” düğünlerden birisiydi. Evlenenler arkadaşımız, sahnede çalanlar arkadaşımız ve masamızdakiler arkadaşlarımız olduğundan eğlenceli bir akşam oldu. Düğünün en güzel yanı da uzun süredir göremediğimiz dostlarla buluşabilme imkanı oldu. Serkan Abi‘yi Trabzon’da olduğu için aylardır görmüyordum. Düğünde bir süre hiç tanımadığım bir grubun arasında kaldık. Tam da o anda Serkan Abi’yle Ali‘yi gördüm. Ali de uzun zamandır tanıdığım, taa Amoral Vuslat zamanlarından bildiğim, kral bir adam. Hemen yanlarına gittim. Metalciler yan yana gelince düğünde bile, muhakkak bir albüm, grup muhabbeti dönüyor. Serkan Abi ayak üstü Cradle Of Filth‘in yeni albümü Hammer Of The Witches‘i tavsiye etti. En son bizim konserdeyken görüştüğümüz Tolga‘dan düğünle ilgili tüyolar aldık. Gelin ve damat, davetliler için bir Kiss şarkısı çalacak ve söyleyeceklermiş. Gelin ve damatların böyle sürprizler yapması davetliler için de heyecan verici oluyor sevgili okur. Heyecan.

Bir Canavar Yarattım: HP DM1-1010st ve SSD

Şu yazının altındaki yoruma bir göz atalım önce:

01 15

İşte bu yorumu okuduğumdan beri aklımda bir Katı Hal Diski (SSD – Solid State Disk) alma fikri vardı. İşte bu isteğimi şu yazıyı yazdığım günün ertesinde gerçekleştirdim. O yazıda bekledğimden bahsettiğim şey kargodan gelecek olan SSD idi.

01Fiyat ve özellik olarak araştırınca Sandisk SDSSDX-120G-G25 / 120 GB Extreme Sata 3 SSD Disk ürününü istanbulbilisim.com.tr‘den en ucuza buldum. Bunu epey bir taksitle aldım. Her markanın SSD’lerinde çeşitli sınıflar oluyor. Sandisk’in de üç sınıf katı hal diski var. Benim aldığım extreme sınıfı bir ürün ve yazma-okuma hızı çok insalık dışı hızlarda. Çok çok iyi yani. Hiç üşenmeyin şuraya tıklayın ve ne demek istediğimi görün.

Okumaya devam et

7 Mart 2013 – Pentagram Eskişehir Konseri

Eh, uzun zaman olmuştu bir konser yazısı yazmayalı. Elimden geldiğince detaylı olarak yazmaya çalışacağım ki gelmeyenler pişman olsunlar 🙂

Aynı gün Bilecik‘te akşam 17.00’de işten çıkıp Eskişehir‘e giden ilk arabaya bindim. Eve gelene kadar yaşadıklarımı bir sonraki yazıda anlatacağım. Eve geldikten sonra hızlıca almam gereken eşyaları alıp karnımı da doyurduktan sonra Alper‘e geçtim. Ertesi gün Antalya‘ya gideceğim için valizimi Alper’e bıraktım. Saat 21.00 civarında 222 Park‘a gittik. Burada İzmir‘den Barış Abi, Togay, Volkan ve Halil‘le buluştuk. Barış Abi “Bu Toprağın Metalikacıları” isimli belgesel için bizimle kısa bir çekim yaptı. Burada özellikle yer ayarlama konusunda yardımlarından dolayı Özgür Abi‘ye derin saygılarımı sunarım. Bu çekimden hemen sonra konser için kapılar açıldı.

Alper’e beraber kuyruğa girdiğimizde Koray ve Yakup‘u gördük. Bu adamları da uzun süredir görmüyordum. Dördümüz içeri girmek üzere beklemeye başladık. Sıra geldiğinde girdik içeri ve sahne önünde 4. sıraya kadar gelebildik ve demir atıp beklemeye başladık. Ben bilmiyordum, ancak bir de ön grup varmış meğer Pentagram‘dan önce: MEKANİK.

Bu grubun adını olumlu ve olumsuz pek çok yorumun içinde duyduğum için açıkçası merak ediyordum. Saat 22.00’yi biraz geçe Mekanik sahneye çıktı. Dediğim gibi daha önce hiç dinlememiştim, bana tarz olarak ilk dönem Metallica‘yı fazlasıyla anımsattı. Metallica konusunda benden daha bilgili olan Alper ise grubun tarzını fazlasıyla Metallica ve dönemdaşlarına benzetti. Ancak o da ben de bir konuda hemfikirdik, adamlar güzel yapıyorlar işlerini. Seek And Destroy çaldılar, müthişti. Overkill çaldılar, Yakup epey coştu. Kendi besteleri de fena değildi. Türkçe sözlü olması bilakis bir avantaj olmuş besteleri açısından. Sahne olarak da ben yeterli buldum. Ancak bir talihsizlik yaşadılar ve son şarkılarını çalamadılar, gitaristlerinin amfisi devre dışı kaldı. Mekanik sahneden alkışlarla indi ve saat 23.00’ü beklemeye başladı herkes.

Saat 23.00’e doğru salonu bir akustik Sonsuz dinletisi doldurdu. Tüm salon aynı anda şarkıyı söylemeye başladık. Şarkı bittiğinde Gökalp ve devamında diğer grup üyeleri sahneyi doldurdu ve Pentagram sahneye çıktı.

Her konserde Alper’le girdiğimiz iddiaya bu sefer Koray ve Yakup’u da dahil ettik: Pentagram konsere hangi şarkı ile başlayacak? Evi arabayı satıp tüm paramı “Sand“e yatırdım. Alper, Koray ve Yakup başka başka şarkılar söylediler. Pentagram “Sand”in ilk notalarını çalmaya başladığında artık zengin bir adam olmuştum. Pentagram şöyle bir playlist hazırlamış gece için:

  1. Sand
  2. 1000 In The Eastland
  3. Doğmadan Önce
  4. Unspoken
  5. Wasteland: Burada ses sisteminde bir arıza oldu, şarkının yarısına kadar baslar yoktu.
  6. It’s Down Again
  7. Give Me Something To Kill The Pain
  8. Disturbing The Peace
  9. Geçmişin Yükü
  10. Bu Alemi Gören Sensin: Hakan Utangaç vokale geçti.
  11. Şeytan Bunun Neresinde
  12. Anatolia (Türkçe): Burada da iddiaya girdik İngilizce mi söyler Türkçe mi diye. Yine ben kazandım.
  13. Beyond Insanity
  14. Now and Nevermore
  15. Gündüz Gece
  16. Apokalips
  17. Tigris + Bir

Konserle ilgili üzüldüğüm bazı şeyler var. İlki Hakan Utangaç‘ın sadece bir şarkı söylemesi oldu. Rotten Dogs söyleseydi mesela çok farklı olurdu herşey. İkinci olarak Alper de ben de This Too Will Pass ile Behind The Veil‘i çalmalarını bekledik. Ama çalmadılar. Çok üzüldük. Bir de 18 şarkıdan 7 tanesi Türkçe idi. Türkçe parçaların ardarda gelmesi biraz üzdü, özellikle This Too Will Pass için çok ümitlenmişken…

5 kişilik grubun 3 üyesi hastaydı. Vokal Gökalp Ergen, hastalığını performansına yansıtmamaya çalışsa da sahnede fazla hareket edemedi. Grubun en iyisi hiç şüphesiz Tarkan Gözübüyük idi. Ayrıca Cenk Ünnü‘yü de hiçbir zaman unutmuyoruz. Hakan Utangaç, iki yanında birer LED ampül bulunan komik bir gözlük takıyordu 🙂 Tüm fanlar için onun yeri ayrıdır ve ne olursa olsun Pentagram, Hakan Utangaç’sız olmaz, olamaz.

Konser hiç ara vermeden yaklaşık 2 saat sürdü ve müthiş bir şekilde bitti. Performanstan sonra dışarıda uzun süredir görüşmediğimiz epey bir adamla görüştüm. Serkan Abi, Ali, Serdar bunlardan bir kaçı. Bu şekilde muhabbet ederken kardeşim Murat yanıma geldi ve gruba imzalatmak üzere yanımda taşıdığım albümlerini istedi. Böylece hep beraber 222 Park’ın yan tarafından bekleyen tur otobüsüne gittik.

Şansımıza Gökalp Ergen otobüsün kapısındaydı ve hiç sıkıntı yaratmadan uzattığım MMXII albümünü imzaladı. Sonrasında sırasıyla Cenk Ünnü, Hakan Utangaç ve Tarkan Gözübüyük de geldiler ve albümü imzaladılar. Alper de efsane Bir albümünü yaratıcılarına imzalattı. Burada epey bir fotoğraf çektirdik. Eklediğim fotoğraflarn bir tanesini ben çektim. Gerisi Metin Ünlü‘ye ve Kağan Kılıç‘a aittir.

Sonuç olarak güzel bir konser oldu. Pentagram seven sevmeyen tüm metalci kitlenin de orada olması ayrıca güzeldi. Bu konuda en güzel cümleyi de Serkan Abi söyledi herhalde: “Biz çocukken adamlar metal müzik yapıyorlardı.

Pentagram’a saygı duymak gerek. Merak edenler için benim kameramdan Pentagram 7 Mart 2013 Eskişehir konseri: (Bu bir Proofhead.net hizmetidir.)

2012 Yılımın Değerlendirmesi

534-84122126

Tüm yıl boyunca bir sürü yazı yazdım. Sizler de okudunuz, yorum yaptınız. Hepinize teşekkür ederim. Tıpkı bir önce yaptığım gibi bu sene de geride bıraktığımız yıla dair bir değerlendirme yazısı yazacağım. Bu yazımda kısa notlar halinde 2012’yi özetleyeceğim. Bunu aylar bazında yapacağım. Yazının sonunda bir takım istatistiksel bilgiler de vereceğim sizlere. Her ayda olan herşeyi buraya yazmayacağım elbette. Sadece bloga o zaman yazdığım başlıkları tarayıp en kayda değer olanları aktaracağım.

OCAK 2012

Bu ayda tam 27 yazı yazmışım. Bu çok iyi bir performansmış. Bu ayın şüphesiz en büyük olayı mezun olmamdı.

ŞUBAT 2012

Ocağa göre nispeten daha sakin bir ay olmuş. 20 yazı yazmışım. Yüksek lisansa başlamam bu ayın en önemli gelişmesi oldu. Ayrıca KPSS kursuna da gitmeye karar verip kayıt oldum.

MART 2012

21 yazı yazmışım bu ay da. Hayatımın sıradan bir zamanıydı. Tek eğlencem, cuma günleri gittiğim Bilim Etiği dersleri idi.

NİSAN 2012

Elbetteki yeni televizyonum bu ayın en güzel gelişmesi oldu. O kadar ay geçti, halen daha oynatamadığı bir video çıkmadı. Bloga 17 yazı yazmışım. Yazı sayısının az olmasının sebebi bu ay içerisinde özellikle iş yerinde çok fazla yapılacak şeyin olmasıydı.

MAYIS 2012

Bu ay 19 yazı yazmışım. Bu ay yılın en kötü zamanı idi. Çünkü Neşe ablam vefat etti. Bunun etkilerini üzerimizden yeni yeni atabildik. Özellikle ölümü sonrasında yaşananlar bizi en az ölümü kadar üzdü. Bu ay içerisinde yıllar sonra ilk defa Kars’a da gittim. Dedemi gördüm yıllar sonra.

HAZİRAN 2012

17 yazı yazdığım bir diğer ay daha olmuş. Okulun kapanması, tatilin başlaması derken eğlenceli bir ay olmuş. KPSS hazırlıklarına da tam gaz devam ettiğim bir aydı bu ay.

TEMMUZ 2012

Yaz sıcağının en güzel zamanlarıydı ah ulan ah. KPSS falan da geçtikten sonra bir rahatlamıştım ki sormayın gitsin. Hayatımın temmuz ayları hep böyle dolu dolu geçmişti. Bu ay da toplam 20 yazı yazmışım bloga. Gangnam Style, bu ay piyasaya çıktı.

AĞUSTOS 2012

Bu ay 14 yazı yazarak yılın en düşük ikinci ayını geçirmişim. Bu ayın en güzel iki olayı Mustafa ile barışmam ve İhsan Oktay Anar‘ın Yedinci Gün kitabı idi.

EYLÜL 2012

Yılın en düşük ayıymış bu ay, 13 yazı yazabilmişim. Bu çok kötü bir ortalama. Yıllardır bu ortalamaya düşmemiştim. Ancak bunun en büyük sebebi neredeyse ayın 10 gününü arazi çalışmasıyla geçirmemiz oldu.

EKİM 2012

Bu ay 16 yazı yazmışım. Epey de yer gezmişim. Güzel bir ay olmuş. Eğlenmişiz epey.

KASIM 2012

18 yazı ile geçirdiğim bir ay olmuş. Çok güzel bir aydı. Midi klavye almam, Eskirock Konseri, hayatımızdaki en güzel hafta sonu tatili ve tabii ki yerleştirilme sonucum bu ayın en müthiş olaylarıydı.

ARALIK 2012

Yılın son ayını 15 yazı ile tamamladım. Bunun sebebi de hem atanma işleri ile uğraşmam hem de dayımların bize gelmeleriydi. Sude ile oynadım bir hafta boyunca 🙂 Ancak yılın en güzel ayı bu ay oldu. Çok fazla mutluluk yaşadım. Geçen sene olduğu gibi bu sene de en çok okunan yazım aralık ayı içerisinde okundu. En çok görüntülenme rekorumu bu ayda kırdım.

Bu yılın en popüler yazısı Hepimiz Hackerız: Windows 7 0xC004F200 Hatasını Çözdüm yazısı oldu. Bana en çok ziyaretçi Facebook üzerinden gelmiş. 96 farklı ülkeden ziyaretçi gelmiş. Türkiye haricinde en çok okur Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Rusya, Bosna Hersek’ten gelmiş. Bu yıl bana en çok yorumu kardeşim Alper yapmış.

Geçen sene kendime bazı hedefler koymuştum Bakalım bunların hangilerinde ne durumdayım?

  • Klavye çalmayı epey ilerletmek (Evet, geçen seneye göre epey ilerledim)
  • İkinci bir yabancı dili temel düzeyde de olsa konuşabilmek (Almanca hariç) (Evet, Rusça öğrendim.)
  • Radyo yayınlarını düzenli hale getirebilmek (Hayır, bu olmadı işte.)
  • Godspel’in albümünü yayınlayabilmek (Hayır, bu da olmadı işte. Ancak yakın zamanda tamam gibi)
  • Alper’le planımızın yarısını tamamen halledebilmek (Evet, bu oldu. Planın yarısını hallettik.)
  • Doğa ve Çevre Kulübü ile Çevşen 3′ü efsane olacak şekilde organize edebilmek (Efsane olmadı belki ama hallettik)
  • Rock Kulübü ile AU Rock Konserleri Vol. II etkinliğini düzenleyebilmek. (Hayır, olmadı.)
  • Eskirock Metal Fest Vol. IV’ü yapabilmek (Evet, hem 4’ü hem de 5’i yaptık.)
  • Kendime bir şekilde bir IPod Touch alabilmek :) (Bu olmadı malesef, ancak bir noktadan sonra ben de vazgeçtim)

Ve şimdi de gelecek sene kontrol edebilmek adına yine bazı hedefler koyuyorum:

  • Yüksek lisans tezimi hazırlamak
  • Klavyede Sabhankra’nın Cursed Sword’u çalabiliyor duruma gelmek
  • Yeni bir işlemci ve anakart almak
  • Öğrenim Kredisi borcumu tamamen ödemek
  • Alper’le birlikte planın diğer yarısına dair somut adımlar atmak
  • Godspel’in albümünü yayınlamak
  • Samsung Galaxy Note II ya da benzeri bir alet alabilmek
  • Uygulamalı Matematik dersini geçmek
  • İşimle ilgili o hedefi gerçekleştirmek

Şimdi de bu yılın en güzel anlarının fotoğraflarını koyuyorum.

41-78770929

Çanakkale Şehitler Abidesi’nin en üstü

90-53056271

Merve ve Sercan’ın mezuniyet balosu

195-71873438

Dragon Yarışlarında Porsuk Nehri üzerindeyiz

217-53733143

57. Alay Şehitliği

405-43373084

Sercan’ın mezuniyeti

515-56490221

Mitsubishi Road Trip Ekibimiz

Unuttuğum olaylar ve fotoğraflar olabilir, onları da güncelleme ile eklerim. Bu yeni yılın hepimize uğurlar ve başarılar getirmesi dileğiyle sevgili dostlar, okuyucular.

Eskirock Metal Fest. Vol. 5

eskirockmetalfest5Artık geleneksel hale gelen bir metal müzik festivalinden söz ediyorum sevgili okur. Yaklaşık 2.5 senedir yılda iki defa düzenle(yebil)diğimiz Eskirock Metal Fest serisinin son ayağını da 12 Kasım Pazartesi günü 222 Park‘ta gerçekleştirdik. Bu yazıda kısaca konser öncesi ve konser anında yaşananlardan bahsedeceğim.

Organizasyon aşamasında herhalde en çok sıkıntı yaşadığımı konserimiz bu oldu sevgili okur. Zira ilk tercih ettiğimiz tarih olan 29 Ekim tarihi Cumhuriyet Bayramı ile ilgili bir kutlamayla çakıştığı için etkinliği bir süre ertelemek durumunda kalmıştık. 29 Ekim’in devamındaki hafta ise bizim fakültelerde sınav haftası başlıyordu. Dolayısı ile bir sonraki haftayı, yani 12 Kasım’ı işin hayrı bakımından uygun bulduk. Ancak o hafta da Anadolu Üniversitesi‘nde tek vize yapan birimler için sınav haftasıydı ama Osmangazi Üniversitesi‘nin tamamında ve Anadolu Üniversitesi’nin iki vize yapan fakültelerinde sınav olmadığı için tarihi değiştirmedik.

Hayatın her gün pahalandığı bir ülkede takdir edersiniz ki cebimizdeki para azalırken masraflarımız da hergün artıyor, harcamalar her ay bir önceki aya göre pahalanıyordu. Üstelik bir de İstanbul-Eskişehir arasındaki tren seferlerinin yapılamıyor olması yol maliyetlerini iki katına çıkarmıştı. Bira pahalanmış, kiralar artmış, donasa bile zam yapılmıştı 🙂

Derin bir nefes alıp yaşadığımız tüm aksilikleri geride bıraktık. Önce diğer konserlerden iyi ya da kötü, alışkanlık haline getirdiğimiz şu konser teaser’ımızı hazırlattık Ayberk ve Gil‘e. Videonun başındaki o karga, bizim için yapılan bir animasyondur, yani herhangi bir yerden alınmamıştır, emek verilmiştir. O açıdan bu iki dostumuza bir kere daha teşekkür ederim Eskişehir Rock Topluluğu adına.

Konserden bir gece önce, 11 Kasım Pazar gecesi, diğer festivallerden farklı olarak ilk defa bir Eskirock Gecesi düzenledik. Konser öncesinde bir toplanalım istedik. Prison Bar‘da Kayra ile anlaşıp ön satış bileti alan müzik severlere indirim sağladık. O akşam pek çok eski dostumuz ile görüşme fırsatımız oldu. Güzel bir akşam geçirdik. Sonra hemen eve gelip uyudum iyice dinlenebilmek için.

Pazartesi sabahı okula gittim. Öğleden sonra çıkabilmek için hocamdan izin aldıktan sonra okuldan ayrıldım yemek yiyip. Saat tam  14:00’de yanında Halil ve sponsorumuz IMG Music‘ten on numara insan Hicri abi olduğu halde Nakliyeci Hasan Abimiz kamyonuyla geldi 222’nin önüne. Kamyonetten ekipmanları indirip sahneye taşıdık. Zaten kısa bir süre sonra da gecenin ilerleyen saatlerinde işinde gösterdiği üstün başarılardan ve bize yaptığı “katkılardan” dolayı plaket vereceğimiz tonmaisterimiz, canımız Serdar Abimiz geldi. Sahneye davulu kurduktan ve amfileri yerleştirdikten sonra kablo tesisatını da kurdu Serdar Abi. Bu esnada gruplar da yavaş yavaş gelmeye başladılar. Tanıdıklarımızla hasret giderdik, tanımadıklarımızla tanıştık. Zaten bu konserlerin bizim için en heyecanlı yanı da yeni insanlarla tanışmak oluyor.

Konser için belirlediğimiz sahne sıralaması şu şekildeydi:

  • Heretic Soul
  • UÇK Grind
  • Carnophage
  • Episode 13
  • Lamb Of God Tribute

Soundcheck süreci planladığımızdan biraz geç bitti, bu gecikme de kapı açılış saatine yansıdı dolayısı ile. Planladığımızdan yaklaşık 40 dakika sonra açtık kapıları ve soğuktan üşüyen metal müzikseverler içeri doluştular. Kapı açılışından da kısa süre sonra konser başladı. Biz de nefesimizi tutup bakalım bu konserde neler olacak diye beklemeye başladık.

heretic

Güne şanssız başlayan dostlarımız, Heretic Soul ilk sırada sahneye çıktı. Süpersonik davulcuları Erhan‘ın davulları ve Sarp‘ın harika vokalleriyle sevdiğim bu grup tam da tahmin ettiğimiz gibi bir açılış yaptı. Kendi tabirleriyle Nihilistik Death Metal‘in ağa babaları olduklarını gösterdiler. Güne şanssız başladıklarını söylemiştim. Şöyle oldu: Basçıları Eskişehir’e gelirken cüzdanını düşürmüştü ve buna bağlı olarak bir gecikme yaşadılar. Ancak kısa sürede ses kontrollerini tamamlayıp sahneye çıktılar ve seyirciyi coşturdular. Zaten Erhan’ın davullarıyla coşmayacak death metalci yoktur herhalde. Heretic Soul sahnedeyken tüm UÇK Grind ekibi de grubu ilgiyle izledi. Gerçi herhalde ilk defa bu konserimizde, bütün gruplar bütün grupları izleyebildiler. O açıdan da çok hoş bir ortam oldu. Heretic’in en sevdiğim parçası Mental Decay‘de ben de dayanamayıp sahne önüne koştum, kalabalığa karıştım işi gücü bırakıp. Grup gayet iyi dileklerle sahneden indi 🙂 Togay‘la ben içimizden helal olsun lan dedik.

UÇK Grind

Ufak bir aradan sonra UÇK Grind sahneye çıktı. UÇK Grind, yakın zamanda kadrosunda bir takım değişiklikler yaşamasına rağmen, bu değişimleri hep pozitif yönde kendisine katan; Türk metal piyasasının en saygıdeğer gruplarından biridir. Konser gününe kadar açıkçası kişilikleri konusunda bir bilgi sahibi olmadığımız grup üyelerinin çok iyi birer dost olabileceğini de öğrendik. Sevdiğimiz insanların, kendi aralarında birbirlerini de sevdiklerini görünce özellikle Volkan‘la ben de daha bir sevindik 🙂 Neyse, UÇK sahneye çıktı ve şöyle bir baktı seyirciye. Tanju Abi, o her zaman ki yüksek enerjili performansıyla tüm o seyirciyi ezdi geçti. UÇK’yı herkes Tanju Abi ile tanıyıp sevse de biz ekip olarak Levent Abi‘nin hayranıyız onu da söylemeden geçmeyeyim. Grup, Trust or Grind isimli parçalarında bir önceki davulcuları Savaş Abi‘yi sahneye çağırdı ve bu parçayı bu şekilde icra ettiler. Tanju Abi, insan ırkının yok edilmesine dair manifestolarını açıkladıktan sonra efsane parçaları The Human Race Must Be Destroyed‘ı da çaldılar. UÇK Grind, sahneden alkışlar eşliğinde indi. En son 3 sene önce Chaos Murat Abi‘nin getirdiği grubu, yıllar sonra tekrar kendi organizasyonumuzda dinlemenin haklı gururunu yaşadık biz de o alkışları yüreğimizde hissederek 🙂 Çok dokunaklı oldu lan farkındayım.

Tanju Abi ve ben

Tanju abi ile birlikte fotoğraf çektirdikten sonra içeri koştum. Sahneye bir Eskirock efsanesi Onur kardeşimizin grubu Carnophage çıkacaktı. Bugüne kadar yaptığımız 5 konserin dördünde 3 farklı grupla sahneye çıkan Onur, bu rekorunu kendisi gibi dört konserde 3 farklı grupla sahneye çıkan Karahan‘la paylaşıyordu. O açıdan Onur’un ve Karahan’ın bizdeki kredileri epey fazladır 🙂 Her neyse, Carnophage özellikle hızlı ve teknik riffleriyle ön plana çıkan Ankaralı bir Death Metal grubudur eğer halen duymayanlar varsa. Vokalleri Oral Abi, Cidesphere grubunun da eski vokaliymiş üstelik konser günü öğrendiğime göre.

Carnophage

Carnophage’ı daha önce iki defa izlemiştim. O yüzden parçalarını ve sahnelerini gayet iyi biliyordum. Bu gruptan da bassçıları Bengi hocamızı ayrı bir severim 🙂 Kendisiyle ayaküstü biraz sohbet fırsatı buldum ve konuştuk.

Carnophage’ın davulcusu Onur, bana ve Alper‘e göre Türkiye’nin en iyi üç metal davulcusundan birisi olduğu için biz kamerayı ekipmanı kurup sadece Onur’u çektik videoya konser boyunca. Böyle bir davranış geliştirdik herifin yeteneğine karşı 🙂 Carnophage, Episode 13’ün tarzının verdiği avantajı saymazsak, gecenin en öfkeli grubu oldu. Sahne önünde de çok büyük ilgi vardı. Ortalık fena karıştı. Kardeşim Murat falan düştü masaları devirdi, oturan kızlardan biri yere düştü falan. Öyle bir karıştı yani ortalık. Fazlasıyla can yakan bir performans oldu yani.

Episode 13 (Mehmet Şahin Tabak)

Carnophage sahneden indiğinde saat 23.00’e yaklaşıyordu. Sırada Eskişehir’de kurulan ve Black Omen‘la beraber şehrimizin en başarılı grubu olan Episode 13 vardı. Grup uzun vadede çok fazla eleman değişikliği yaşamıştı. Ancak kadrosunda her daim orjinal kadrodan birilerini bulundurabilmişti. Nursuz‘un gruptan ayrıldığını duyunca üzülmüştüm ama konser günü grupla birlikte görünce epey sevindim. Biraz muhabbet ettik. Bu arada grubun yeni gitarist ve davulcusu ile de tanıştık. İkisi de İzmirli olan bu müzisyenlerin çok kaliteli müzik adamları olduklarını Togay’dan ve sahnelerinden öğrendik. Episode 13’de Ozan‘ın vokalleri zaten meşhurdu. Bunun üstüne bir de ekibin geri kalanının müzikalitesi eklenince pek çok izleyiciye göre gecenin en başarılı performansını sergilediler. Grup küçük bir talihsizlik yaşadı ancak. Performansın ilk dakikalarında gitaristleri bir problem yaşadı ve bu problemi bir başka gitar bularak telafi ettik. Episode 13, vites düşürmeden devam etti böylece. Grubun sahne performansı sonradan Shining’in turne menajeri olduğunu öğrendiğimiz birisi tarafından detaylı olarak kameraya alındı. Bu görüntüler nerede nasıl ortaya çıkacak heyecanla bekliyoruz. Episode 13, gayet olağanüstü bir şekilde şovlarını bitirdi ve sahneden indi. Bu arada Togay’ın yanına gidip ben de İzmir’den hakikaten müzisyen çıkıyor lan dedim.

Lamb Of God Tribute (Türker)

Episode 13 sahneden indikten sonra organizasyonun birkaç ufak tefek sıkıntısını çözüp sahneyi Lamb Of God Tribute için hazırlamaya başladık. Bir önceki konserimizde Lamb Of God Tribute efsane bir performans göstermişti ve konserden sonra bile günlerce sohbetlerimizin konusu olmuşt. Türkiye’nin ilk ve tek Lamb Of God Tribute grubu olmaları açısından ben Eskişehir’deki Lamb Of God fanlarını çok şanslı buluyorum. LOG Tribute, vokalleri Türker‘in kendine has sahne ağzıyla birer birer vurmaya başladı izleyenleri. Sıra Redneck‘e geldiğinde ben de dayanamadım ve üstü başı çıkarıp Ergin‘e emanet ettikten sonra daldım sahne önüne. Parçanın ortasında Kerem‘le Yusuf bize bir süpriz

LOG Tribute sahne önü

yapsalar da devamında Walk With Me In Hell‘i bağlamaları gecenin en efsane anı oldu benim için. İlk defa bir Eskirock konserinde stage dive yapıldı. Çok kıskandım elemanı. Lamb Of God Tribute, wall of death yaptırıp artık yapılacak bir şey kalmadı diyip bitirdi performansını ve Eskirock Metal Fest. Vol 5 bitmiş oldu. Saatler 01.30’u gösteriyordu bittiğinde konser. Planlanandan tam 1.5 saat geç bitti yani.

Tonmaister Serdar Abi’ye vereceğimiz plaketi takdim etmeden hemen önce

Konsere gelen tüm müzikseverlere ve Eskişehir Rock Topluluğu üyelerine teşekkür ederiz. Ayrıca organizasyon ekibimiz, kardeşlerim Volkan, Togay ve Halil’e de teşekkür ederim.

Hürriyet

Yerel ve ulusal basında da konserimizle ilgili ufak tefek de olsa haberler çıktı. Bunları ilerleyen zamanlarda buldukça buraya ekleyip güncelleyeceğim zaten. Hatalı ve yanlış bilgilerle dolu olanları ile buraya koymaya gerek yok.

Bu konserimizde de diğer konserlerimizde olduğu gibi bilboarlar bastırdık. 222 Park’ın duvarında görüp önünde fotoğraf çektiren varsa bana ulaştırsın, süpriz bir hediye vereceğiz.

Ayrıca aylık kültür ve sanat dergisi IDEA Magazine‘de bir tam sayfa ayırıp konserimizin afişini yayınlamış destek olmak için. Çok teşekkür ederiz editör dostumuz İlker Şimşekcan‘a.

Bu konserimizde katılımın artık yerel bazdan çıkıp tamamen ulusal boyutlara ulaştığını görüp çok sevindik. Erasmusluları ve Norveç’ten gelen iki misafirimizi saymazsak; başta Ankara, Afyon ve Kütahya olmak üzere İstanbul, İzmir ve Adana’dan ve daha pek çok ilden doğrudan katılımcılar vardı.

Hürriyet – 16 Kasım 2012

18 Kasım – Sakarya Gazetesi

Özellikle Audio Kombat kardeşleri (Sertan Hocamı ve Süheyl‘i) görmek beni çok mutlu etti konserde. Bu benim için büyük bir destekti. Süheyl’le dertleştim biraz, sağolsun epey moral verdi 🙂 Manevi desteğin yanında ekipman desteği ile sponsorumuz olan IMG Music ve İlkay Abi ile; Serdar abiye, Onur Özçelik ve Umut Kaya‘ya özellikle davul konusundaki ekipman destekleri için minnettarız.

UÇK Grind – Sınır Ötesi (2012)

Birkaç gün içinde yine blogda okuyacaksınız gerçi de, UÇK Grind’ın belki de Türkiye’de ilk defa olarak özel bir format ve tasarımla hazırlayıp 2012’de sınırlı sayıda çıkardığı Sınır Ötesi isimli EP’sini hediye etti Tanju Abi. Beni fazlasıyla mutlu etti. Buradan olur da okursa bu yazdıklarımı kendisine çok teşekkür ederim.

Bu geceden hareketle yepyeni bir keşifte bulundum: Dark Eden. Episode 13’ün gitaristi Mehmet Şahin Tabak‘ın vokal ve gitaristliğini yaptığı bu İzmirli melodik black metal grubu son zamanlarda yaptığım en sağlam keşiflerden biri oldu. The Crimson Path isimli parçaları ve klipleri çok başarılı. Bu açıdan muhakkak takip edilmesi gereken bir grup. Çok kısa sürede de albümleri çıkacakmış zaten. Kendilerini takip etmek sadece 1 tık kadar yakın: https://www.facebook.com/darkedentr

Yazıda kullandığım görsellerin bazılarını Hicri Abi’den aldım. Bir tanesini de Buğra çekti sağolsun. Hepsine teşekkür ederim. Birkaç gün içinde sayfayı yeniden kontrol edebilirsiniz. Zira bir takım video ve görseller daha ekleyip güncelleyeceğim.

Etkinliğin halen açık facebook sayfası: https://www.facebook.com/events/504845039530554/?ref=ts&fref=ts

EPISODE 13 (Eskişehir) https://www.facebook.com/episode13official

CARNOPHAGE (Ankara) https://www.facebook.com/pages/CARNOPHAGE/9765924066?fref=ts

UÇK GRIND (Istanbul) https://www.facebook.com/pages/UCK-GRIND/12842079537?fref=ts

HERETIC SOUL (Istanbul) https://www.facebook.com/hereticsoul1

LAMB OF GOD TRIBUTE BAND (Eskisehir) https://www.facebook.com/lamb.of.god.tribute.band

Hatamız olduysa affedin, bir sonraki konserde görüşmek dileğiyle.

Mesut Proofhead Çiftçi

GÜNCELLEME: 16 Kasım. Hürriyet haberi eklendi. 18 Kasım. Sakarya haberi eklendi.

Bir KPSS Böyle Geçti

Taa şubat ayında yazdığım şu yazıyla sana duyurmuştum KPSS‘ye gireceğimi, dershaneye yazıldığımı falan hatırlarsın kesin sevgili okur.

Geçen cumartesi günü nihayet vakit geldi ve KPSS’ye girdik bir cümle alem. Daha önce girdiğim sınavlarda sınav yerlerim hep akıllı, mantıklı yerler olmuştu. Ama bu sefer bana sınav yeri olarak Şeker İlköğretim Okulu çıktı! Batıkent‘te oturduğumu düşünürsek burası benden nereden baksan 1 saatlik uzaklıkta, taa Otogar‘ın yanındaydı.

Sınav sabahı saat 7’de kalktım. Pek bir şey yiyemedim. Hazırlanıp saat 07.30’da evden çıktım. Önce dolmuşa bindim. Sonra indim tramvaya bindim. Kolumda saat, üzerimde telefon olmadığından tamamen kontrolsüz bir şekilde yoluma devam ettim. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, Gökmeydan Tramvay Durağı‘nda indim. Sınava üzerine bakar da kopya çekeriz diye bozuk para sokmak da yasak olduğundan kelli, cebimdeki 3.5 lira bozuk paranın 50 kuruşunu su almak için ayırır kalanını Eskart‘a yükletirim diye düşündüm. Lan ne oldu ne bitti anlamadım kafam karıştı verdim paranın hepsini Eskart’a yüklettim. Durumun farkına varamadım. Bu arada büfedeki adama saati sordum 08.05 dedi. Yola devam ettim. Gökmeydan da bir yokuş vardır bilen bilir. Oradan aşağı indim. İmam Hatip Lisesi‘ni ve oradaki başka bir ilköğretim okulunu geçip bir ara yola döndüm. Yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra nihayet varabildim okula. İşte o anda dank etti su almak için bozuk para kalmadığı. Üzerimde para vardı ama bu parayla su alırsam yine bir sürü bozuğum olacaktı. Sıkıntı çıkacaktı.

Kendimi bu susamanın “psikolojik” olduğuna inandırıp, evet öyle yapıp, sınav salonuna girdim. Yaklaşık 15-20 dakika sonra da sınav başladı.

Sınavın Allah belasını versin. Türkçe çok kazıktı. Matematik nispeten daha kolaydı. Tarih ve coğrafya bizim dershanede gördüğümüz gibiydi. Vatandaşlık da zordu bana göre. Zaten 2 saatin sonunda gelen İngilizce testini hiç sormayın. Artık beyin yoruldu ondan mıdır nedir, bu teste hiç konsantre olamadım. Çok zorladı beni.

Sınavdan çıktıktan sonra evime giden bir otobüsün geçtiği ilk durağa gelebilmem yarım saat sürdü. Buradan da eve gittim.

Eve geldikten sonra biricik dostum Alper‘i aradım. Seval de aramış sağolsun. Onu da aradım. Daha sonra Togay kardeşim aradı. Sınavdan önce verdiğim sözü hatırlatarak buluşma yerine çağırdı beni. Ben neden oldu nasıl oldu anlamadım, saat 7’deki buluşmaya saat 6’da gittim. Hera‘da 10 dakika oturduktan sonra Togay’ı arayıp durumu anladım. Neyse, tam saatinde geldi Togay kardeşim. Ardından Halil, Yunus ve Volkan akrabam da geldiler. En son olarak aşırı etkileyici yepyeni sakal kesimiyle Yağızhan kardeşimiz geldi. Epey güldük, konuştuk. In Flames muhabbeti yaptık (Aynı gece rüyamda Anders‘i bizim evde gördüm, onu da anlatacağım).

Ben Ayberk Savaşalp Duran Tayfun Gil (Fotoğrafı çeken Volkan)

Volkan’la birlikte Hera’dakilere veda edip bu sefer Peyote‘ye geçtik. Savaşalp, Duran, Ayberk, Tayfun ve Gil de bu mekan da oturuyorlarmış. Hepsini de uzun süredir görmemiştim iyi oldu, görüştük. Gil ile Ayberk’in şirket kurdukları haberini aldım, epey sevindim. Bu arada Ayberk’in babasının ajan olduğunu öğrendim (Bununla ilgili bir yazı yazacağım). Savaşalp, Duran ve Tayfun’la da okul hakkında muhabbet ettik biraz.

Sonra hepsine veda edip eve geldim. Üzerimde birkaç günün değil, tam 4 ayın yorgunluğu vardı. Önce The Woman In Black‘i izleyip yatayım dedim. Sonra, izlerken uyuklamaya başlayınca kapattım, yatağıma girdim ve en başından beri soramadığım o soruyu sordum: “Nasıl geçti lan bu gün sınav hakkaten?

Yaz Sıcağında Evde Oturmak

Bence en mantıklı iş sevgili okur! Yaklaşık 5 gündür evden dışarı çıktığım yok ekmek çarpsın. Sıcak basınca tişörtü çıkarıyorum, camı açıyorum, buz gibi ayran, kola artık ne varsa mis gibi gidiyor 😀

KPSS yaklaştığı için hocadan izin alıp evde ders çalışıyoruz ekip olarak. Canım çok sıkılıyor ama yapacak da bir şey  yok. En azından bir süre daha katlanmak gerekecek.

Evdeki tüm kitaplıkları boşaltıp düzenledim. Önceki gün elbise dolabımın içine de bir tane raf yapıp elim değmişken eski kıyafetlerden kurtuldum. Kıyafet dolabım artık daha düzenli duruyor. Kitaplığa eskisinden çok daha iyi bir görünüm verdim. Tam 7 çöp torbası eski okul kitabı, taranmış okul ödevi, ıvır zıvır attım. Ansiklopedilerimi ve tüm diğer ders kitaplarımı bir düzene soktum.

Koleksiyonların olduğu kutuları da elden geçirdim güzelce. Kırık dökük eşyaları attım. Epey yer açıldı.

rs100_6818Uzun süredir aklımda bir olay vardı sevgili okur. Komşumuzdan aldığım bir müzik seti vardı. Onun plakçaları sapasağlamdı. Ancak eski düzen müzik setlerini bilirsiniz. Tüm kısımları üst üste durur, devasa bir boyuttadır. Bu sette o şekildeydi. Plakçaları ile CD çaları sapasağlam olduğundan bunları ayırıp bağımsız olarak kullanabilir miyim diye düşünüyordum. Dün neredeyse tüm günümü o işe verdim ve sonunda başardım! Elimdeki eski bilgisayar hoparlörlerini de neredeyse tüm kablo tesisatını yenileyip sağlam ve çalışır hale getirdim. Şimdi yaptığım sistemde plakçaları müzik setinden bağımsız olarak çalıştırıp bu hoparlörlerden ses alabiliyorum. O açıdan çok başarı oldu yani.

parmak

Tıklayınca büyür

Tabi bir de aksilik oldu. Maket bıçağıyla sol el işaret parmağımı kemiğe kadar kestim yanlışlıkla. Kan uzun süre durmayınca doktora gideyim mi lan acaba diye düşünmeye başladım. Ama nihayet kan durdu. Şu an parmağım komple sargıda.

Güzel bir gelişme şu oldu: Hayatıma artık sporu dahil ettim! İki hafta önce tartıya çıktığımda 89 kilo olduğumu gördüm. Göbeğim falan da acayip büyüdüğü için artık spor yapmaya başladım sevgili okur. Okuldaki spor salonuna kayıt oldum ama bir türlü gidemedim. Geçen gün Alper çağırdı. Anneannem geldiği için gidemedim. Ama ben de boş durmuyorum, evde mekik falan çekiyorum. Bir de kollarımı çalıştırıyorum. Ekmek yemeyi de kestim. Bol meyve yiyorum karpuz şeftali falan. Şimdilik bu tip ufak önlemler aldım kendimce. Mutluyum.

KPSS için çalışmak çok sıkıcı oluyor bu arada. İnan sıkılıyorum. Kendimi çok zorluyorum ama. Test mest çözüyorum. Yapacak da bir şey yok zaten. Birkaç yeni albüm buldum, onları dinliyorum ama pek bir şeye benzetemedim.

rs100_6817Bu arada yazmayı unutmuşum, geçen gün bir yerden denk getirip Jules Verne‘nin tam 9 tane kitabını aldım çok uygun fiyata. Elimden geldiğince toplarlıyorum bütün eserlerini.

Volkan Denizli’de, Sercan Tekerdağı’nda, Savaş bugün gelecekti Eskişehir’e, Halil Antalya’da, Seval tatile gidecek, Merve Ankara’ya gitti çoktan, Togay ve Yağız buradalar. Geçen gün onlarla görüştük. Togay’ın gruba galiba davulcuyu bulduk sevgili okur. Eğer bir aksilik olmazsa çok sevdiğim bir arkadaşım artık Fire and Forget davulcusu olacak.

Bizim Yusuf Thor Olmuş!

Yusuf Selim Kolunsağ. Davulcu, GSF’li, komik bir adamdır. Pek çok farklı arkadaşlarımız sayesinde yolumuz kesişiyor kendisiyle. Kendisini ilk olarak Halil‘in grupta davulcu olarak tanıdım. Sonra başka bir rock projesi oldu kendisinin. Daha sonra Ozan Demir buradayken Kabus grubu ile çaldı. Ozan Demir ile birlikte o efsane “Release The Pain” parçasını yaptılar, bir de klip çektiler kendi imkanlarıyla.

Yusuf en son Eskirock Metal Fest. IV‘de “Lamb Of God Tribute” ile Kerem ve Mertler ile çalmıştı, ne yalan söyleyeyim çok da iyi çalmıştı. Konserden sonra birkaç kere daha rastlaşmıştık kendisiyle.Uzun süredir de görmemiştim.

Anadolu Haber

Önceki gün Facebook‘ta gördüm ki Yusuf, bu seneki geleneksel bahar yürüyüşünde Marvel’in meşhur “Thor” karakterini canlandırmış! Okulun gazetesi Anadolu Haber‘e de basmışlar bizim Yusuf’un fotoğrafını 🙂 Saçları zaten sarı ve uzun olduğu için gayet de güzel olmuş, çekiç detayıyla falan aynı Thor olmuş 🙂

Bizimkilerden birisi böyle gazeteye falan çıkınca bloga yazacağıma dair kendimle bir anlaşmam olduğu için bu yazıyı yazıyorum. Yusuf’a ve sizlere sevgiler yolluyorum.