Tag Archives: Yağızhan

2021 Yılımın Özeti

Ne yıldı ama!

Koronavirüsün bir artıp bir azaldığı, virüse karşı geliştirilen aşıların da başarılı olması sayesinde virüsün bir dönem epey kontrol altına alındığı, ancak rehavete kapılıp tüm tabloyu yerle bir ettiğimiz, ekonomik krizi iliklerimize kadar hissedip fiyatların akıl almaz bir biçimde yükselişine, fırsatçılığa, üç kağıtçılığa artık kapalı kapıların ardında değil, aleni olarak güpegündüz şahit olduğumuz bir yıl oldu.

Virüse ve ekonomiye dair haber pek parlak olmasa da sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla bir dolu güzellikleri paylaşıp, hatıralar biriktirip, sanatın, edebiyatın ve olmazsa olmaz müziğin dibine iyice vurduğumuz bir yıl oldu. Maddi açıdan çöken yılımızı manevi açıdan zenginleştirdik.

Blogda bu yıl toplam 79 tane yazı yazmışım. Geçen yıl bu sayı 80 imiş. Dolayısıyla eşit bir performans sergilediğimi söyleyebilirim. Bu da haftalık yaklaşık 1,5 yazı ediyor. Aslında haftada 2 yazı yazabilsem çok daha iyi olurdu. Geçmiş yıllarda bu ortalamayı 3’de tutuyordum. Ancak Mert Ekin‘in hayatımıza katılmasıyla birlikte ister istemez bu ortalama da düştü. Bu yılın en çok okunan yazıları İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Bir Reflü Macerası, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Leyla İle Mecnun’daki O Prenses: Elenor başlıklı yazılar oldu. Arama motoruna münazara yazdığınızda bu blogun ilk sıralarda çıkıyor olması sevindirici. Ayrıca muhtemelen Leyla ile Mecnun dizisinin yıllar sonra yeniden başlamasının bir etkisi olarak taa 2013’te yazdığım bir yazının hala hit alması da şaşırttı beni. Blogda en çok tıklanan görseller; bu, bu ve bu olmuş. Keşan‘a askerliği çıkanlara selam olsun. Bu yıl bloga yine en çok ziyaretçi Facebook’tan gelmiş. Ancak önceki yıllara göre şaşırtıcı olan en çok takipçiyi ikinci olarak yönlendiren WordPress‘in kendi mobil uygulaması olmuş. Dünya’nın farklı ülkelerinden gelen kullanıcıları bu sayede kazanabildim. Daha sonra ise Twitter, Instagram (linktr.ee katkısı) ve LinkedIn geliyor. Bu yıl bloga bir Instagram hesabı açtım. Beklediğimden daha çok ilgi gördü. Buradan görüp bana ulaşan bir sürü okuyucu kazandım. Bu yıl da Instagram hesabımıza umarım artan bir ilgiyle devam edeceğiz.

Bu yılın blogla ilgili bir sürprizi ise Spotify üzerinden olacak. Blogdaki bazı çok sevdiğim yazılarımı, eski ve yeni hikayelerimi seslendireceğim. Bunları belki bir podcast gibi düzenli olarak değil ama yine haftada en az bir tane olmak üzere yüklemek niyetindeyim. Bu fikrimi ilk defa Alper‘e anlattım. Mektubunda bu fikrim için aynen şu cümleyi kullanmış: “Podcast fikrin, ince ama sağlam, ilmek ilmek ama boşluksuz işlenmiş bi hayatın çok değerli bir aşaması olacak.” Böyle bir yorumu okuyunca fikri projeye dönüştürdüm bile. Bu ay ilk podcast gelecek.

Blogun aylık performansını değerlendirmeye geldi. Bu kısmı seviyorum. Çünkü koskoca bir yılı birkaç paragrafta özetlemiş oluyorum.

Ocak 2021: Yıla bu ay içerisinde 7 yazı yazarak başlamışım. Yılın ilk ayında ortalama bir performansla yazmışım.

  • Jules Verne Koleksiyonum: İş Bankası İş Çocuk Klasikleri‘nden yayımlanmış 6 kitaplık ciltli seriyi nihayet tamamladım. Bu yıl ALFA Yayınları‘nın Olağanüstü Yolculuklar Serisi‘ni toplamaya başladım. Ayrıca Elma Yayınları‘ndan çıkan ciltli Yayımlanmamış Tüm Hikayeleri isimli kitabı aldım.
  • Black Omen – Demo: Çok sevdiğim grubun 2003 yılında çıkan demosu o dönem yalnızca CDr olarak dağıtılmıştı. Aradan geçen yıllardan sonra nihayet Vaykorus Tapes, bu demoyu çok sınırlı sayıda yeniden bastı, üstelik kaset formatında. Kasetin basılacağı haberini aldığım ilk günden itibaren takip etmeme, defalarca mesaj atmama rağmen kaset tükendi. Neyse ki Serkan Abi sayesinde bir tane bulup alabildim.
  • All About History ile tanıştım: Uzunca bir süredir süreli yayın almıyordum. Ancak bu dergiyle tanışınca nihayet kendini ders kitabı olabilmekten ve üç sayıda bir aynı şeyleri yazmaktan kurtarmış bir tarih dergisi keşfettim.
  • Ekran kartımı değiştirdim: Kerem Bey ve Lütfi Abi sayesinde topladığım bilgisayarımın ekran kartından kaynaklı bir çok hata yaşamaya başlamıştım. Oyun oynamadığım için üst segment bir karta ihtiyacım olmadığından ben de sistemimle uyumlu, güzel bir ekran kartı aldım: MSI GT710. Çok ekonomik bu kartın yanında driver CD’si bile vermediler. Şu güne kadar en ufak bir sorun yaşamadan kullanmaya devam ediyorum.
  • My Resort Instagram’da: Yılın ilk dolunayının olduğu gün bloga bir Instagram sayfası açtım. https://www.instagram.com/myresortblog/ İlk olarak kişisel hesabımdaki arkadaşlarımı davet ederek başladım. Sonra birer ikişer takipçiler gelme devam ettiler.

Şubat 2021: Yalnızca 4 yazı yazdığım blog açısından verimsiz ancak hayatım açısından önemli bir ay oldu. Bu ay hayatımın ilk otomobilini aldım. Otomobili yıllar sonra alınca son kez 2010 yılında direksiyon sınavında kullandıktan sonra ilk defa otomobil kullandım. Böyle yazınca komik geliyor ama kendi kişisel tarihimde bu benim için büyük bir olay!

  • Asia Minor – Points Of Libration plağım: Asia Minor tam 41 yıl sonra yeni bir albüm yayımlamaya karar verdi ve albüm plak formatında basıldı. 2021’de aldığım ilk plak da bu albüm oldu böylece. Albüme, Türkçe yazılmış en kapsamlı inceleme yazısını yazdım ve bu yazım bizzat grup üyeleri tarafından da beğenildi. Yılın ilerleyen günlerinde bana büyük bir sürpriz yaptılar.
  • Davul setime yeni bir zil ekledim: Birkaç yıldır davul setimi geliştirmeye, eskiyen donanımları yenilemeye çalışıyorum. Hep ilave bir crash zili almak istiyordum. Bu yıl nihayet bunu becerdim ve yeni bir zil aldım. Roland CY8 modelli bu zili davul setime harici bir zil sehpası kullanarak monte ettim. Davul setimi yenilemek istiyordum ancak bu döviz kuruyla yenilemeyi bırak, kırılan bir parçasını bile yenileyemem. O yüzden gözüm gibi bakıyorum.
  • Otomobil aldım: 2012 model otomatik vites güzel bir Opel Corsa aldım. Aracı alınca direksiyona geçip kullanmak zorunda kaldım ve Serdar Abi sayesinde sürücülüğü de öğrenmeye başladım. Bu yıl otomobil sayesinde hayatımızın daha önceki dönemlerinde yaşadığımız getir götür krizlerini yaşamadık. Artık planları kendimize göre yapabilmenin verdiği rahatlıkla hareket ediyoruz.
  • Türkiye Ay’a gitmeye karar verdi: O günden bugüne de henüz bir gelişme yok. Şu sıralar milli otomobil projesi epey gündemde. Ancak onun da ilk duyurulduğu üzere herkes tarafından alınabilecek, makul bir fiyatı olmayacakmış.

Mart 2021: Bu ay 9 tane yazı yazmışım ki gerçekten takdir ediyorum kendimi. Yılın ortaları, kış geride kalmış, Mert artık iyiden iyiye hareketlenmişti. Bu ay blogun üst bannerini de güncelledim.

  • Çocukluğumun hatırası, Casio G-Shock saatimi restore ettim: Doksanlı yılların ortalarında halalarım tarafından hediye edilen ve çocukluk fotoğraflarımın çoğunda bana eşlik eden canım saatimi yeniden onardım ve kullanıyorum.
  • Arabaya park sensörü taktırdım: Serdar Abi’yle birlikte arabayı sürmeyi öğrendikten sonra sıra onu birazcık değiştirmeye, sürüş güvenliğini arttıracak tedbirler almaya geldi. Gittik birlikte, aracın arkasına park sensörü taktırdık.
  • Ayfer Tunç romanlarıyla tanıştım: Halil Abi‘nin kıymetli hediyesi sayesinde Ayfer Tunç‘un efsane üçlemesini okumaya başladım. Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi‘ni okuyup bitirdim. Serinin son kitabı olan Osman‘ı ise bu yıl okuyacağım.
  • Orcan’ın Desolation isimli albümünü bastım: Özellikle yılın ortalarında çok sık dinlediğim bu enstrümental albümü Orcan‘ın da izniyle sınırlı sayıda ve digipack formatında bastım. Orcan istemediği için dağıtımını yapmadık ancak benim hala umudum var 🙂
  • City Soul’u coverladık, Sercan’ın müjdesi: Bu ay ki dolunay yazısına çok sevdiğimiz City Soul parçasının coverı eşlik etti. Ayrıca Sercan bir bebekleri olacağının haberini verdi. Kadere bak ki biricik Yekta‘mız yine bir dolunay gecesi doğacaktı.
Mart 2021’de iş yerimden bir manzara

Nisan 2021: Bu ay tembellik yine kendini göstermiş ve 5 yazı yazabilmişim. İş yerinde müthiş bir covid patlaması oldu. Genel olarak keyifsiz, moralsiz ve yorgun geçen bir aydı.

Khruangbin
  • Muhteşem Jules Verne kitapları gelmeye devam ediyor: Altın Kitaplar ve İletişim Yayınları’ndan çıkan kitaplara ek olarak Hayalgücünün Merkezine Seyahat isimli kitabı aldım. Bu son kitap, Jules Verne Öykü Ödülleri yarışmasında dereceye giren yazarların öykülerini içeriyor.
  • Arabayla ufak bir kaza atlattım: Bana maliyeti 1250 lira olan, küçük bir sürtme yaşadım. İyi ki bu kazayı yaptım. Bu kaza sayesinde hiçbir zaman tedbiri elden bırakmıyorum. Bu yazıyı yazmadan önce bloga 15 günlük bir ara vermiştim. Bunun sebebi ise iş yerinde covid salgınının patlak vermesiydi. çalıştığım birimde şube müdürü, ben ve Volga hariç herkes bir şekilde ya hasta oldu ya da temaslı oldu.
  • Selahattin’in bendir yapmasına ilham verdik: Geçen yıl aldığım bendiri gören arkadaşım Selahattin, aynı yöntemi kullanarak kendisine bir bendir yapmış. Blogtan ilham alarak kendi projelerini yapanlar kervanına o da katılmış oldu böylece.
  • Türkiye bir kez daha tam kapandı: Evet, ülkece bir kere daha tam kapandık. Ama biz çalıştık. Aslında herkes çalıştı. Bu ay Khruangbin‘i keşfettim, canlarım benim. Bir de Alper’le Pentagram‘ın Pain isimli baş yapıtını eksiksiz olarak çalıp coverladık.

Mayıs 2021: Tam 10 yazı yazarak yılın en verimli, en çok yazı yazdığım ayını geçirmişim. Keşke hep böyle olabilse. Bayram tatilinin bu aya denk gelmesi sayesinde arşivimi düzenleyip kitaplığımda epey bir yer açabildim. Minik yavrumuz Mert Ekin bu ay 1 yaşına bastı. Dünya’nın en tatlı hobbiti olarak da pastasını kesti.

  • Odea Bank’ın Eşit Masallar projesiyle tanıştım: Bir radyo reklamında duyarak keşfettiğim bu müthiş proje, klasik çocuk masallarının aslında hiç de çocuk masumiyeti taşımadığı gerçeğinden hareketle yola çıkıyor. En popüler masallar, cinsiyet eşitliğine dayalı olarak uzmanlar tarafından yeniden ele alınıp küçük eklemelerle çocuklara yeniden sunuluyor. Üstelik Odea Bank bunu ücretsiz yapıyor.
  • Kitap okuma gözlüğü yaptım: Mert bizimle uyumaya başladığı için geceleri kitap okumak alışkanlığım sekteye uğrayınca ben de elde olan malzemelerle bir gözlük yaptım.
  • Serdar Abi’yle Günyüzü’ndeki kaitsuderatuyu etkisiz hale getirdik: Serdar Abi’nin bir arkadaşına musallat olan kaitsuderatuyu yakalayıp etkisiz hale getirdik ancak sonuçları hiç de beklediğimiz gibi olmadı.
  • Sabhankra – Death To Traitors albümü yayımlandı: Sabhankra, yeni albümünü yayımladı. Albümün CD’si o dönem henüz ülkemize gelmemiş olduğundan Spotify ve Youtube üzerinden dinleyebildik. Albüm Finlandiyalı Saturnal Records tarafından yayımlandı. A Call To Arms ve Awakened In The Dark favori parçalarım oldu.
  • Madrigal’in Outro’sunu çalıp kaydettik: Madrigal‘in bu yıl yayımlanan Neogazino isimli çok iyi albümünün çok iyi Outro’sunu Alper’le birlikte çalıp kaydettik. Ayrıca dergi arşivimin bir kısmını dijitale aktardım. Altın Kitaplar’ın Jules Verne kitaplarını da büyük oranda topladım. Çok kıymetli Murat Haser‘in bunda payı çok büyük elbette.
  • Avatar – Arayış çizgi romanı yayımlandı: Geçen yılın sonunda Gerekli Şeyler‘den çıkan ilk Avatar çizgi romanı Verilen Söz’ün ardından bu yıl da serinin ikinci öyküsü Arayış basıldı. Gerekli Şeyler bir sürpriz yaparak bu yılın sonunda bir hikaye daha basacaktı.

Haziran 2021: Bu ayın yarısından fazlasını İstanbul‘da geçirmeme rağmen 8 tane yazı yazmışım. Aslında belki de İstanbul’da olduğum için yazabildim. Ayın hemen başında doktora tez savunma sınavımı geçtim ancak diplomamı alamadan İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Bu sebepten özellikle doktora teziyle ilgili inanılmaz sıkıntılar yaşadım. Tezimin tamamını yeniden Enstitünün tasarladığı tez yazım şablonuna aktarmam gerekti. Bu da yaklaşık iki gecemi aldı. Gündüzleri müsilaj denetimlerine katılıp geceleri otel odasında çalıştım. Bu müsilaj görevi benim için bir dönüm noktası oldu. Böyle bakınca, galiba yılın en hareketli geçen ayı bu ay oldu.

İstanbul Sinema Müzesi

Temmuz 2021: Yılın en sevdiğim ayında toplam 7 yazı yazmışım. Bu ay da tıpkı Haziran’ın son günlerinde olduğu gibi doktora mezuniyet işleriyle uğraşarak geçti. Bu ay en çok yolculuk yaptığım ay oldu. Side, Bucak, Denizli ve Trabzon‘a gittim. Epey de yoruldum.

  • Yavuz Çetin – Satılık (2001) plağım: Bir önceki ay İstanbul’dan aldığım plağı ve albümün incelemesini bu ayın ilk yazısı olarak yazdım. Yazdığım yazı özellikle Instagram’da çok beğenildi. Bu albüm bu yıl en çok dinlediğim salbümler arasında yer alıyor.
  • Diş kaplama tedavim nihayet sonuçlandı: Haziran ayında dişimdeki bir ağrıdan dolayı doktora gidince doktor kaplama yapmaktan başka bir çare kalmadığını söylemişti. Hemen o gün ölçüler alıp bir hafta sonrası için de randevu vermişti. Ancak Haziran’ın ilk haftası içinde apar topar İstanbul’a gönderildiğim için bu tedavim yarım kalmıştı. Nihayet Eskişehir’e dönünce tedavimi tamamladım. Doktorum Burak Akçoral‘a bir kere daha teşekkür ederim.
  • Tatil için Side ve Bucak’a gittik: Bu yıl benden kısa süre sonra Mustafa‘da otomobil aldı. Böylece üç aile yaz tatili için plan yapmaya karar verdik. Side’de kalacağımız oteli ayarlayıp bir gün önceden gidip yolda Bucak’a Ayşelerin evine de uğradık. Side özellikle antik kentiyle çok sevdiğim bir yöre. Buraya kendi arabalarımızla gidip istediğimiz gibi gezme fırsatı yakalayınca daha da keyif aldık. Ufak tefek aksaklıklar yaşadık ancak bunlar da güzel hatıralar oldu bizim için.
  • Betül ve Tacettin Evlendi: Side’den döndüğümüz günün akşamında ayağımı gazdan hiç kesmeyip çok sevgili arkadaşlarım Betül ve Tacettin‘in düğününe katıldım.
  • Kübra ve Volkan Evlendi: Togay‘la birlikte Denizli’ye gittik. Volkan ve Yağızhan aynı gün evlenmeye karar verince şöyle bir plan yaptık: Düğünden bir gün önce Denizli’ye gidip Volkan’la birlikte olacak, aynı sabah erkenden yola çıkıp Eskişehir’e yetişip öğlen de Yağızhan’ın düğününe katılacaktık. Öyle yaptık. Denizli’de Volkan, Alper ve Halil‘le görüştük bu sayede. Denizli’de fırsattan istifade Pamukkale‘ye de gittik Togay’la.
  • Hazel ve Yağızhan Evlendi: Togay’la birlikte, Volkan ve Kübra’nın düğüne katılamadan sabahın erken saatlerinde yola çıkıp Denizli’den Eskişehir’e geldik. Yağızhan’ın düğünü epey eğlenceli geçti. O kadar eğlendik ki çiftimize nazar değdi!
  • Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER’le tanıştım: Bu yıl tanıştığım en kıymetli kişilerden birisi de Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER oldu. Bir bayram ziyareti için Ankara’ya gittiğimizde bir fırsatını bulup kendisiyle buluştum ve blog üzerinden başlayan arkadaşlığımız daha da pekişmiş oldu. Aynı yıl içerisinde sevgili hocamı birkaç kere daha görecektim.
  • Öner ve Ferhat Abimler Eskişehir’e geldi: Yıllar sonra kuzenlerim Öner ve Ferhat abilerim nihayet Eskişehir’e geldiler. Birlikte peye güzel zamanlar geçirdik.

Ağustos 2021: Bu ay yolculuğumuza 5 yazıyla devam etmişiz. Temmuz ayının son günlerinde Trabzon‘a gitmiştim Kübra ve Mustafa’nın düğünü için. Haliyle yazısını yazmak da Ağustos’a sarktı.

  • Kübra ve Mustafa Evlendi: Bu yıl katıldıklarım ve katılamadıklarımla en çok arkadaşımızın evlendiği yıl oldu. Mustafa ve Kübra’nın düğünleri de Trabzon’da olduğundan günübirlik de olsa gidip katıldım. Hayatımda ilk defa Trabzon’a gidip ilginç anılarla döndüm.
  • Doktora eğitimim resmi olarak bitti: Haziran’ın ilk haftası savunma sınavımı vermeme rağmen zincirleme yaşadığım bazı sorunlar, İstanbul görevi ve bayram tatili derken nihayet diplomamı alabildim. Doktora çalışması boyunca bana destek olan herkese, ancak özellikle de kıymetli ağabeyim Tarık DURMUŞ‘a teşekkür ederim. Doktoranın bana kazandırdığı en kıymetli kişi sen oldun. Merve ve Ümit sizleri de unutmuyorum elbette.
  • Setrak Bakırel Fransa’dan Points Of Libration’ın turkuaz baskısını gönderdi: Asia Minor’un yıl başında aldığım Points Of Libration albümünün plak baskısının İtalya’da sınırlı olarak basılan turkuaz renkli baskısını Setrak Bakırel üstad sayesinde arşivime ekledim. Yılın en önemli koleksiyon olayıydı bu.
  • İnanç’la Zafer Turuna katıldık: Bu hayatıma giren en renkli adamlardan biri olan İnanç‘la birlikte güzel bir bisiklet turuna katılıp Eskişehir’i dolaştık.

Eylül 2021: Rutini bozmadan, 5 yazı yazarak koskoca bir ayı geçirmişim. Yaz bitmiş, Covid bitmemişti.

  • Özel Sayı Dergi koleksiyonum genişliyor: DoganBurda dergilerinin bazı özel sayılarını toparlamaya devam ediyorum. Bu arada All About History dergisi de yıl içerisinde yayın hayatına emin adımlarla devam etti.
  • Araba ilk ciddi arızasını verdi: Ankara’dan Eskişehir’e üstelik tek başıma dönmek üzere yola çıktığım anda aracım arıza lambası yaktı. Aracı daha da ciddi bir sıkıntıya neden olmadan Eskişehir’e getirebildim. Arıza yapan parçanın ve işçiliğin bana maliyeti bin lirayı geçti.
  • Serdar Abi’yle S.. ilçesinde define avına çıktık: Yine başımıza gelmeyen kalmadı. Neyse ki ikimize de hiç bir şey olmadan sağ salim dönebildik eve.
  • Xiaomi şarjlı taşınabilir kompresör aldım: Bir önceki ay İnanç’la çıktığımız bisiklet turunda lastiğimin biri bana epey sorun çıkarmıştı. Daha sonra ise scooter’ın önce ön, sonra arka lastikleri sırasıyla patlamıştı. Bu sorunları art arda yaşayınca uzun süredir almayı düşündüğüm şarjlı kompresörü aldım. Xiaomi‘nin bu küçük ama işlevsel kompresörü otomobil lastiğini bile şişirebiliyor, dolayısıyla zor zamanlarda umulmadık bir yardımcı olarak güven veriyor.

Ekim 2021: 6 yazı yazmışım.

  • Kingdom of 3D ile işlevsel parçalar ürettik: Scooter için bir taşıma askısı almak istiyordum. Sağ olsun Kingdom Of 3D‘den Süha bana scooter’ın yapısal bütünlüğünü bozmadan kullanabileceğim bir aparat üretti. Bu sayede kısa mesafede ufak tefek şeyleri sürüş güvenliğini riske atmadan taşıyabiliyorum.
  • Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi projesi üzerine bir değerlendirme yazdım: Yazın İstanbul’da Masumiyet Müzesi‘ne gidip giremeyince Eskişehir’e döndüğümde takıntı haline getirip projenin tüm basılı ve görsel kaynaklarını topladım. Üretim sürecine ilişkin derlediğim notlarımı da blogda paylaştım. Bu projeyle ilgili olarak Türkçe yazılmış en iyi içeriklerden birisi olduğuna adım gibi eminim.

Kasım 2021: Kasım ayında 5 yazı yazmışım. Demek ki şu son dört ayda rölantide devam etmiş her şey. Bu ay kısa bir Ankara seyahatim oldu. Bu iş gezisinde Yahya Bey‘le birlikte kaldık. Ankara’da Ahmet Hocamla ve İlkan Abi’yle görüştüm.

  • Ankara’da Alper ve Özge’ye misafir olduk: Ekim ayının son hafta sonu, Kasım’ın da ilk günü Ankara’daydık. Ahmet Öncüer hocamla buluşup Jules Verne koleksiyonlarımıza orijinal gravürleri içeren yeni ciltler ekledik. Bunları ben bastırdım. Daha sonra ise Alper ve Özge’ye misafir olduk. Uzun bir aradan sonra böyle görüşebilmek hem çok mutlu etti hem de çok hüzünlendirdi.
  • Arabaya cam filmi çektirdim: Bir süredir Yunus Emre‘nin de teşvikiyle arabaya cam filmi çektirme planı yapıyorduk. Bu konuyu Mustafa’ya açtığımda sağ olsun dakikalar içerisinde olayı bağladı ve aynı hafta sonu işi bitirdik. Filmlerin koyuluğundan dolayı sürüşte sıkıntı yaşar mıyım diye tereddüt etsem de kısa sürede alıştığımı söyleyebilirim.

Aralık 2021: Yılın son ayında biraz da elde biriken taslakları eritmek için hızlanarak 8 yazı yazmış ve yılı kapatmışım. Bu ayın özellikle son günleri covid tedirginliğiyle geçti ve ne yazık ki iki kardeşim covid olup eve kapandılar. Anneme ve babama bulaşmasa da aynı evde kaldıkları için her günü o tedirginlikle yaşıyoruz.

  • Fahrenheit 451 sahaf yeni yerine taşındı: Değerli arkadaşım Devran’ın sahibi oldu Fahrenheit 451 sahaf, yeni bir binaya taşındı ve çok daha müthiş bir yer oldu. Yılın geri kalanında da defalarca uğrayıp bir şeyler aldım ve verdim.
  • History Of War yayın hayatına başladı: All About History’nin yalnızca savaş tarihine odaklanan kardeş dergisi History Of War, Türkiye’de yayın hayatına başladı. Üç aylık olarak yayımlanacak derginin ilk sayısı da epey ilgi görmüşe benziyor.
  • Perlatörle sudan tasarruf etmeye başladım: Denetime gittiğim bir fabrikadaki meslektaşımın tavsiyesiyle evdeki musluklara perlatör takarak birim zamanda harcanan su miktarını üçte bire düşürdüm.
  • Bir DV kameram oldu: Aslında bu gelişme bir önce ay temellerini attığım bir projeydi ancak sonuca ermesi yaklaşık bir ayı buldu. Artık eski teknoloji de sayılsa, Sony DV Handycam‘im oldu. Enes‘e bu hediyesi için ne kadar teşekkür etsem azdır.
  • Avatar – Uçurum çizgi romanı yayımlandı: Serinin üçüncü çizgi romanı da yine Gerekli Şeyler tarafından basıldı. Önceki iki baskının aksine, bu sefer çok kısa sürede duyurulup dağıtıldı. Diğer ikisi içerisinde en zayıf öykü bence buydu.
Şu ana kadar Türkçe olarak yayımlanan tüm Avatar çizgi romanları

Bu yazıyı yazarken Seval‘in kızının doğduğu haberini aldım. Minik yavrumuz Birce, İngiltere’de bizden kilometrelerce uzakta gözünü açtı. Muhtemelen yakın zamanda görme fırsatımız olmayacak ama birazdan annesini arayıp kameradan da olsa dayısıyla tanışmasını sağlayacağım. Ömrün uzun ve sağlıklı olsun Birce!

Bu yıl iş yerinde üç yılı doldurup dördüncü yılıma başladım. Şevkiye, Pınar ve Melike doğum izni sürecinde olduklarından yılın büyük kısmında yoktular. Yılın son haftası ise Volga’nın bir oğlu oldu. Sanem Abla’yla birlikte bir yılı devirdik. Her şey olabildiğince rutin giderken özelleştirilen Makina ve Kimya Endüstrisi işletmelerinden çok sayıda personelin Eskişehir’i ve çalıştığım kurumu tercih ettiğini öğrendik. Önümüzdeki günlerde başta bölümden arkadaşım Serkan olmak üzere bir sürü yeni arkadaşla tanışma ve çalışma heyecanı içerisindeyiz. Geçen yıl Caner’in gitmesi sebebiyle bu yılı da Halil Abi ve Yunus Emre’yle baş başa geçirdik. Bu yılın iş yerindeki en güzel haberlerinden birisi Sevda‘nın karşı şubemize gelmesi oldu. Böylece daha çok birlikte çalışma fırsatımız oldu. Bu durum pek çok arkadaşımızı pozitif yönde ivmelendirdi. Ancak geçen yıl olduğu gibi bu yıl da halı saha maçı yapmadık. Bir de bu yıl, çok uzun süre sonra kurumumuza stajyer öğrenciler geldiler. Sağ olsun hepsi de çok doğru düzgün insanlar, umut veren meslektaşlarımızdı. Faik, Gözde, Buket, Ayşe, Büşra, Damla, Ayşenur ve Zeynep’e gelecek hayatlarında başarılar dilerim. Sağ olsun Faik’le iletişimimiz hiç kopmadı.

Spora yeniden, yaz aylarında başladım. Pandemi nedeniyle yaklaşık 1,5 yıl hiç salonda antrenman yapmamıştım. Ancak yazın bu gidişe bir dur diyerek spora başladım. Kısa sürede olmasa da ortalama denilecek bir sürede, eski performansıma yetişmeyi hedefliyorum. Spor salonundaki çok kıymetli arkadaşlarım Enes, Emre Önk, Emre Akçakaya, Bilal, Batuhan Abi ve elbette Erhan Abi‘ye selamlar olsun.

Bu yıl Instagram epey hareketli sayılırdı. Hem blogun sayfasından, hem de kendi kişisel sayfamdan pek çok güzel içerik ve cover paylaştım. Özellikle cover çalışmalarında birlikte olduğum Alper, Ender ve Yağızhan’a teşekkürü bir borç bilirim. Aşağıya en güzellerinden ekliyorum.

Dolunay yazılarımı bu yıl da eksiksiz yazdım. Güzel bir ruh haliyle yazdığım bu yazılarda pek çok başarılı ve başarısız şiir girişimlerim oluyor. Eskiden daha korkmadan yazardım şiirlerimi. Şimdi ise şiir konusunda yenemediğim bir korkum var. Üzerine gitmeli miyim bilmiyorum. Yazın Gürkan Abi’yle şiir üzerine konuştuk ve bu türün, üzerinde en çok uzlaşılamayan tür olduğuna karar verdik. Şiir bambaşka bir ruh hali. Bazen en afili sözcükler bile yavan kalırken, öyle cebinde gezdirebileceğin türden iki üç kelimeyle dünyaları başına yıkabiliyorsun insanın.

Bu yıl Sertan‘ın bana çok güzel bir hediyesi oldu doktoramı bitirince: IPTV. İnanılmaz bir hizmet bu. Bunun dışında Netflix ve Amazon Prime‘ı sık sık kullandım. Netflix’de yayımlanan popüler içeriklerin (Squad Game, La Casa De Papel, Witcher, Kulüp vb.) büyük kısmını izledim. Bunun yanı sıra izlemekten büyük keyif aldığım özellikle II. Dünya Savaşı temalı filmleri de birkaç kere döndüre döndüre izledim. Hariçten izlediğim en güzel şey ise Brooklyn Nine Nine‘ın final sezonu oldu. Amazon Prime’da Zaman Çarkı serisini beğenerek izledim. Bu yıl izlediğim en güzel film galiba Dune idi. Ben önce filmi izleyip sonra kitabı okumaya karar verdim. Bir de İthaki’den yayımlanan Dune çizgi romanını aldım. Bu da çok kıymetli oldu filmi daha iyi anlayabilmek için. Exxen’de yayımlanan Gibi dizisi bu yıl izlediğim en komik diziydi. Müthişti gerçekten 🙂

Bu yıl kitaplığıma hediye edilen ve benim satın aldığım toplam 116 kitap dahil olmuş. Bunu 10 tane dergi izlemiş. Aldığım kitapların 60 tanesi Jules Verne’ye ait eserlermiş. Yıla Dostoyevski’nin Kumarbaz‘ını okuyarak (Mustafa’nın hediyesi) başlayıp Orhan Pamuk’un Kafamda Tuhaf Şeyleri okuyarak bitirmişim. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Masumiyet Müzesi’ni ise yeniden okudum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yarıda bıraktım. Masumiyet Müzesi’yle birlikte Şeylerin Masumiyeti ve Hatıraların Masumiyeti isimli yan kitapları da okuyup Hatıraların Masumiyeti’ni bir de film/belgesel olarak izledim. Çizgi romanları giderek sevmeye başladım. Avatar’ın iki cildinin yanı sıra Dune’un grafik romanının ilk sayısını ve NTV Yayınları’ndan çıkan Frankestein’ı aldım. Arunas Yayıncılık’ık çizgi romanları serisini ise tamamlıyorum.

2021 yılı müzikal açıdan çok da başımı döndürmedi açıkçası. Özellikle metal dışı tarzlarda güzel keşifler yaptım. Bilgisayardaki ve telefondaki Spotify’ımda hep eski şarkılar liste başı olmuş. Cranberries – Promises, Gojira – Esoteric Surgery ve Yavuz Çetin – Benimle Uçmak İster misin? liste başı parçalarım. Metal türü dışındaki yeni keşiflerim ise Khruangbin, Akbaba İkilisi – Darıldım, LDRDO – Lost In The Fire (albümün tamamı), Melike Şahin – Uykumun Boynunu Bükme, Madrigal – Neogazino (albümün tamamı) ve Wet Leg – Chaise Long oldular. Melike Şahin’in bu şarkısını gerçekten sevdim. Çok bekledim ama Mabel Matiz yeni albüm yapmadı. Metal müzikte bu yıl severek dinlediğim albümlerin başında Sabhankra’nın son albümü, Cidesphere‘ın son albümü ve As I Lay Dying‘in Shadows Are Security (2005) yer alıyor. Ancak bu yılın bana göre en büyük müzik olayı ve yayımlandığı günden beri sürekli dinlediğim grubu The Halo Effect oldu. Büyük bir sürpriz yaparak eski In Flames üyelerinin bir araya gelip mevcut In Flames’e nazire yaparcasına çaldıkları grubun şu ana kadar Shadowminds isimli tek bir parçası yayımlandı. Albümün 2022 yılında çıkacağı söyleniyor. Umarım albüm de ilk single gibi bomba olur. Jesper’ı, Peter’ı ve çok sevdiğim Daniel’i yeniden bir arada görmek paha biçilmez. Pentagram bu yıl da yeni albüm yayımlamadı. Pride ve Sur isimli iki parça yayımladı. Artık koro işini bırakmaları gerek bence.

Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da Mert’in ilk yaşına kadar olan her ayı farklı bir konseptle fotoğrafladım. Nihayet Mayıs ayında ise Mert Ekin’in ilk yaş gününü kutladık. Yıllardır hayalini kurduğum bir şey yaparak ilk doğum gününde Mert’i Hobbit yaptık. Merve sağ olsun pastayı Hobbit evi şeklinde kendisi yaptı. Pelerinini babaannesi dikti. Kılıcı ve diğer detayları da ben hallettim. Umarım Mert gelecekte bu fotoğraflara bakıp mutlu olur.

Evet şimdi de geldik en önemli bölüme: Hedefler. Bence yılımın özeti yazılarındaki en vurucu kısım burası. Hem koyduğum hedefler bakımından önemli, hem de bu hedefleri yıl içerisinde ne zaman yerine getirebildiğim ya da neden yerine getiremediğimin sorgulamasını yapabildiğim için önemli. Bakalım geçen yıl kendime hangi hedefleri koymuş ve ne kadarında başarılı olabilmişim.

  • Elektronik davuluma ilave bir crash zili almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Tank maketimi bir diorama ile bitirmek (Olmadı, bu yıl da bitmedi)
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Doktoramı bitirmek (Bitirebildim, bu hedefe ulaştım)
  • Eğer covid-19 nihayet tüm ülkede sona ererse iki farklı zamanda tatile gitmek (Olmadı, Covid bitmedi, yazın üç günlük bir tatile gittik)
  • Alper’in isimsizini bitirmek (Bitmedi)

Peki bu yıl neler yapmayı hedefliyorum? Öyle çok büyük şeyler istemiyorum. Ekonomik durumumuzun biraz daha rayına girmesini diliyorum. Zaten bir lüksümüz yokken, en azından hala kitap alabiliyor olmayı diliyorum. Çünkü plak alabilmek ve hatta CD alabilmek lüks olmaya başladı.

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak
  • Makale yazıp yayınlatmak
  • Çadır kampı yapabilmek
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek

Bakalım bu hedeflerin ne kadarı gerçek olacak hep birlikte göreceğiz. Blogu okumaya devam eden tüm okuyucular gibi sen de bu hikayelerin bir parçası olmaya devam edebilirsin sevgili okur. Bu blogu ben yazıyorum evet, ama bu blog yayın hayatına devam ettiği neredeyse 13 sene boyunca çevremdeki tüm arkadaşlarımın, dostlarımın da blogu oldu. Alper’in, Sercan’ın, Volkan’ın, Mustafa’nın, Koray’ın, Utku’nun, Seval’in, Halil Abi’nin ve Enes’in de blogu oldu. Çünkü hayatlarımız unutulup gitmeyecek kadar kıymetli. Herkese mutlu, sağlıklı, refah ve huzur dolu bir yıl diliyorum. My Resort Herkes İçin Blog!

Hazel ve Yağızhan’ın Düğünü

Şüphesiz yıllar sonra, 2021 yılı yazını “Düğünlerin olduğu yaz” olarak hatırlayacağım. Gidemediği iki tanesiyle birlikte geride kalan beş düğüne ilave olarak henüz gidilmemiş iki düğün daha var. Ancak dostlarımızın, kardeşlerimizin ve biricik arkadaşlarımızın en mutlu günlerinde yanlarında olabilmenin kıvancı, inan çekilen yorgunluğa fazlasıyla değiyor.

Yağızhan‘ı tanıdığım hayatımın aşağı yukarı şu son 12-13 yılında, Yağız(han)’ın bana ve bize kattıklarını görmezden gelmek nankörlük olurdu. Teknik ve pratik müzik bilgimiz başta olmak üzere, birlikte yaptığımız, kaydettiğimiz ya da “yancısı” olduğumuz onlarca proje sayesinde ufkumuz genişledi. Yağız’ı çok severim ve Hazel‘le tanıştıkları günleri de çok iyi hatırlıyorum. Şu yıllarda insan “hatırlayabiliyor olmanın” keyfini sürmeli bence.

Togay‘la birlikte o sabah Denizli‘den yaptığımız dört saatlik yolculuktan sonra Eskişehir‘e nihayet ulaştık ve bizim evde kahvaltımızı yaptık. Daha sonra hep birlikte hazırlanıp Merve ve Mert‘i de alarak yola çıktık. Saat 13.00’de, henüz birkaç gün önce Betül ve Tacettin’in düğünün olduğu aynı mekana, Çınaraltı Villa Park Kır Düğün Salonu‘na gittik.

Biz gittiğimizde henüz düğün başlamamıştı. Yağız’ı gelin odasının önünde beklerken bulduk. Düğün salonuna girer girmez Ender‘le buluşup sevgili damadımızın yanına gittik. Burada Yağız’ın abisi Yiğithan ve bir süredir hiç görüşemediğim Fatih abilerle de görüştük. Fatih abinin güzel bir haberi de oldu hatta burada 🙂

Bir süre sonra gelin ve damadın sahneye çıkacağını öğrenip aşağı inerek yerlerimize geçtik ve beklemeye başladık. Ender ve Togay’ın aksine, ilk defa bir düğünde ikramları silip süpürerek yedim diyebilirim. Bu iki bana gülerken ben nefis ara sıcakları gömmüştüm bile.

Sahnede sevgili arkadaşlarımız Poly Tuner vardı. Onları en son geçen yıl Alper‘in düğününde izlemiştim. Ekip enerjisinden hiçbir şey kaybetmemişti. Üstelik Yağız da bu grubun gitaristi olduğu için epey sürprizli bir sahne hazırlamışlardı.

Yağız ve Hazel, sahneye Yüzük Kardeşliği‘nin “Concerning Hobbits” isimli efsane soundtrack’i çalarken çıktılar. Şu zamana kadar bir düğünde duyduğum en iyi ve en klişe olmayan çıkış müziklerinden birisiydi bu. Seçimleri için her ikisini de tebrik ederim. Bu müziği duyunca, herhangi bir etkinlikte tüm ilgiyi kendi çocuğunun üzerinde toplamaya çalışan ebeveynler gibi hissettim, keşke oğlanı hobbit yapsaydık yine geçirdim içimden.

Danslar edilip yemekler yenildikçe müziğin de coşkusu artıyordu. Nihayet o an geldi ve Yağız gitarı taktı boynuna. “Nasıl çalınıyordu ya?” şeklindeki küçük şakasını da yaparak Johnny B Goode‘un o hiç umulmadık şekilde başlayan solosunu çalmaya başladı. Biz Yağız’ı yıllarca sahnede, sokakta, evde ve dükkanda izlediğimiz için açıkçası tebrik etmekle yetindik ancak eş dost ve akrabaları Yağız’ı onlarca farklı açıdan kaydettiler. Yalan yok, kaydda değer güzel de bir performans oldu.

Grubun son şarkıları da bittikten sonra sıra oyun havalarına geldi. “Bi çekilin bakalım şöyle kenara” edasıyla sahneye ilk fırlayışıma Yağız kahkahalarla güldü. Bu an inşallah kameraya yansımıştır. Düğün videosunu merakla bekliyorum. Zaten düğün boyunca da kahkahalarla güldük durduk. Oyunlar, danslar, yemekler derken saat 16.00’yı biraz geçe yavaş yavaş toparlanmaya başladık.

Togay’ın İzmir’e dönmesi gerekiyordu. Aslında sabahki yol yorgunluğunu atamadan onu geriye göndermek çok içimden gelmiyordu ancak kendisi bu şekilde olursa en azından yorgunluğu tek bir günde atabileceğini söyledi. Haklıydı da. Böylece düğündekilerle vedalaşıp eve döndük. Togay da hiç beklemeden İzmir’e doğru yola çıktı.

O pazar gecesi yastığa başımı koyduğumda yorgunluktan kemiklerim sızlıyordu ancak bir gün önce Volkan’ı, Alper’i, Halil’i, Togay’ı, o gün ise Yağız’ı, Ender’i, Ali Abi’yi görebildiğim ve tüm bu vaktimizde bolca muhabbet edip eğlenebildiğimiz için mutluydum.

Hazel ve Yağız’a ömür boyu mutluluklar dilerim. Eskişehir’de kalan şu bir avuç dostumuzla birlikte, sağlıklı ve mutlu günler yaşarız umarım. Umarım Yağız beni hiç unutmaz 🙂

Kübra ve Volkan’ın Düğünü

Biz dört kişiyiz. Grubumuzun adı “maykıl ceksın“. Grup üyelerinden ilk evlenen ben oldum 2014’te. Sonra 2019’da Sercan evlendi. Geçen yıl ise Alper. Grubumuzun en sevimli üyesi Volkan ise geçen yıl pandemi yüzünden bir türlü Amerika’dan dönemediği için düğününü bu yıla ertelemek durumunda kalmıştı. İşte bu çok uzun yazı, biricik kardeşlerimiz Volkan’ın ve Kübra‘nın düğün maceralarını anlatacak. Çok uzun süre sonra yine bloga iki misafir yazarı, Sercan’ı ve Alper’i de davet ettim ki bu güzel günü üç farklı bakış açısından hatırlayabilelim. Blogun en uzun yazılarından birisi daha başlıyor.

O hafta çarşamba akşamı Antalya‘dan döndüm ve kalan iki günde Eskişehir’deki acil işlerin bir kısmı halledip cuma gecesini cumartesiye bağlayan gece otobüsle Denizli‘ye doğru yola çıktım. Volkan’la hafta içi görüşüp Pazartesi mesaiye başlayacağım için, 11 Temmuz Pazar günü yapılacak düğününe katılamayacağımı, ancak bunun yerine onu da görebilmek için cumartesi günü gelebileceğimi söyledim. Diğer yandan pazar günü öğlen saat 12.00’de Eskişehir’de de bir diğer arkadaşımız Yağızhan‘ın düğünü olacaktı. Yaptığım plan sayesinde iki arkadaşımla da görüşebilecek ve Pazartesi de mesaiye yetişebilecektim. O esnada Togay da arayıp benim planıma benzeyen bir teklifte bulununca aşağı yukarı yol haritamızı belirlemiş olduk.

Kamil Koç, her ne kadar Alman Flixbus firması tarafından satın alınmışsa da hizmet kalitesini sağ olsun bir milim yukarı çıkarmamış. Fiyatlara yapılan astronomik zamlardan sonra insan ister istemez biraz daha eli yüzü düzgün, en azından yolculara doğru dürüst bilgi veren bir yapı bekliyor. Ancak ne yazık ki ülkede hizmet kalitesini geçtim, taahhüt ettiği hizmeti vermeyi beceren firma bulmak bile artık iyice zorlaştı. Böylece saat 23.59’da hareket edeceği söylenen araba saat 00.45’te hareket etti. Sabah saat 06.00’da Denizli’ye vardığımda önümde çok büyük bir sorun beni bekliyordu. Bir gün önce Volkan’a konum atmasını söylememe rağmen konum gelmemişti ve ben nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Volkan’ı aramalarım sonuçsuz kalınca Denizli’nin içine doğru şöyle bir gezintiye çıktım. Epey yürüdükten ve ufak bir kahvaltıdan sonra Necati Amca‘yı aramayı akıl ettim. Onunla konuşup Denizli Polis Evi‘ne doğru yola çıktım. Dolmuşla buraya geldiğimde saat 08.00’i biraz geçmişti. Polis Evi’ne hemen kayıt yaptırdım ancak bir sürpriz de burada karşıma çıktı: Odalar saat 12.00’de boşaltılıyor ve yeni misafirden saat 14.00’ten önce kabul edilmiyordu. Böylece önümde koskoca bir altı saat olduğunu fark edip kızdım.

Togay’ı aradım ve neyse ki yolun büyük kısmını tamamladığını öğrendim. Bir saat kadar sonra Togay geldi çıktı Polis Evi’ne. Hemen civarda bulunan bir kafede kahvaltımızı yaptık. Sonra da Volkan’dan hala bir haber alamadığımız için Pamukkale‘ye gitmeye karar verdik.

Pamukkale, bulunduğumuz noktaya sadece 20 km mesafedeydi ve ikimizin de görmek istediği bir yerdi. Eh, o ana kadar planladığım hiçbir şey olmayınca, ben de hiç hesapta olmayan bu yolculuğa onay verdim. Hemen 15 dakika sonra kendimize birer çift terlik almış, girişte sıramızı bekliyorduk bile. Sıra gelince Togay kendisine şipşak bir Müze Kart çıkarttı 60 TL’ye. İstanbul’dayken son defa öğrenci indirimiyle aldığım müze kartımı da okutup içeri girdik. Bu arada eğer Müze Kart almazsanız içeri giriş 110 TL.

İçeri girince biraz önce terlik alarak büyük bir hata yaptığımız anladık. Çünkü travertenlere ve su akışının bulunduğu alanlara terlikle basmak yasak. Yalnızca çıplak ayakla gezebiliyorsunuz. Yaklaşık 1 km.lik parkura o çok meşhur travertenler ve insanda “ulan betondan mı yaptılar acaba” dedirtecek kadar güzel oluşmuş havuzlar eşlik ediyor. Zirveye ulaşınca hemen ayakkabılarımızı geçirip önce antik yüzme havuzuna, sonra da bugüne kadar Türkiye’de gördüğüm en güzel korunmuş, en muazzam antik tiyatroya gittik. Antik yüzme havuzunun olduğu yerde müze kartınız varsa her şey yarı fiyatına. Ancak yine de hediyelik eşyayı buradan almayın. Aşağıdaki dükkanlarda çok daha ucuz.

Bölgenin ismi Hierapolis olarak geçiyor. Buradaki antik tiyatro, Akdeniz’de bulunan tüm Roma tiyatroları içinde en iyilerden bir tanesidir. Yapımının 100 yıldan daha uzun sürdüğü ve yaklaşık 1800 yaşında olduğu belirtiliyor. Yamaca doğru yaslanan ve neredeyse tamamı eksiksiz olarak korunabilmiş oturma sıraları, sahnenin yerleşimi, halen mevcut kabartmalarıyla gerçek bir insanlık mirası. Ülkemizde sahne binası olarak restore edilen ve mevcut haliyle günümüzde bile kullanılabilir durumda olan tek antik tiyatro burası. İtalyanlar tarafından restore edilirken Roma uzmanlarınca tasnif edilen kalıntılar kullanılarak tamamına yakınında orijinal yapı malzemeleri kullanılmış. Kral locası ve orkestra alanı dahi bugün hala açıkça seçilebilir durumda. Mitoloji bilgimizin zayıf olmasına kahrettik çünkü buradaki kabartmalar hep mitolojik savaşları ve olayları anlatıyor. Ancak üzülmeyin. Bu bilgileri tiyatronun iç kısmındaki infograflardan elde edebilirsiniz.

Pamukkale ya da Hierapolis, neredeyse her taşında antik izler taşıyan muazzam bir bölge. Buraya bir kere daha, sırf bu antik yerleri gezmek için geleceğimize dair kendimize söz verdik. Çıkışta nihayet Volkan’a ulaştık ve Polis Evi’nde buluşmak üzere sözleştik.

Polis Evi’ne gittiğimizde yorgunluktan bir saat kadar uyumuşken Volkan geldi. Sonra da Volkanlar’ın hayatta verdikleri en doğru kararlardan birisi sonucunda satın alıp yeniledikleri Bahçelievler Mahallesi‘ndeki evlerine gittik. Bu ev Rızvan Teyze‘nin son bir yıldaki Instagram paylaşımlarının ana üssüydü. Yetmişli yıllarda inşa edilen, kaderine terk edilen ve nihayet Vardar Ailesi‘nin yeni yuvası olan bahçeli müstakil bir evdi. O yüzden Denizli’ye giderken de içimden umarım bu evde güzel vakit geçiririz diye geçirmiştim. Öyle de oldu.

İkindiye doğru buraya Volkan ve Togay’la birlikte geldik. Yemek faslının ardından tatlı tatlı esen rüzgara sığınıp muhabbete başladık. Bu andan gece yarısına kadar Volkan hep gitti geldi. Bir noktadan sonra Volkan’ın nereye ne için kiminle gidip ne zaman geleceğinin hesabını tutmak iyice zorlaştığı için Necati Amca‘yla muhabbetin tadını çıkarmaya baktık. Üstelik Alper‘in de gelmesiyle olabilecek en iyi ortam oluştu derken biricik dostumuz Halil de çıkıp gelince o gecenin ve muhabbetin şekli şemali belli olmuştu. Halil’i yıllardır görememenin acısıyla hiç birimiz yerinden kıpırdamadan muhabbete eşlik ettik. Volkan’ın abisi krallar kralı Gökhan Abi‘nin refakati de bizim için çok kıymetliydi. Dediğim gibi Volkan arada gidiyor, sonra birden ortaya çıkıyor, iki dilim karpuz yiyor sonra yine kayboluyordu. Biz de Necati Amca ve diğer aile büyükleriyle keyifli keyifli muhabbet ediyorduk. Evet, nihayet istediğimiz o samimi ve sıcacık ortama kavuşmuştuk. Ertesi gün Volkan evleniyordu ve biz aktarmalı da olsa yine bir aradaydık. Ortama yaydığımız pozitif enerji, evin ana şalterine fazla gelmiş olacak ki sigorta attı ve hayatımda ilk defa bir elektrik saatinin yandığına şahit oldum. Ancak bu bile bizi durdurmadı. Flash ışığında da olsa bir arada kalmaya devam ettik.

Böylece saat gece yarısını geçe Togay’la birlikte izin isteyip kalktık. Zira sabah Eskişehir’e doğru yola çıkacaktık ve biraz da olsa uyumamız gerekiyordu. Ne biz ayrılamayı ne de onlar bizden ayrılmayı istiyordu. Böylece Dünya’nın en uzun vedalaşmalarından birini yaşayarak ve Volkan’ı son bir defa kucaklayarak oradan ayrıldık. Arabada Polis Evi’ne dönerken uzun süre konuşmadık Togay’la. Volkan’ı, Alper’i ve Halil’i bir daha ne zaman böyle bir arada görebilirdik ki?

Biz ertesi sabah 05.00’te yola çıkmışken İstanbul’da bir evde Sercan son hazırlıklarını yapıyor ve uçağa yetişmek üzere yola çıkıyordu. Buradan sonrasını onun kaleminden okuyacağız.

11 Temmuz Pazar sabahı saat 09.00’da Denizli’ye uçağım vardı. Evden saat 06.45’te çıktım. Havaalanı otoparkları çok pahalı olduğu için İstanbul Havalimanına en yakın otopark Işıklar’daki AirPark’a arabayı bırakıp 07.30’da AirPark servisi ile havalimanına geçtim. Saat 09.00’a doğru uçağa almaya başladılar ve tam vaktinde kalktı uçak. Yaklaşık 1 saatlik yolculuğun sonunda Denizli Çardak Havalimanı’na ulaştım.

Çardak Havalimanı Denizli’ye yaklaşık 1 saat mesafede. Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin “Hava Ulaşım” adını verdiği servis araçları ile şehir içine ulaşım sağlayabiliyorsunuz. 8 kişilik özel servisle “uzuuun” bir yolculuğun ardından (yaklaşık 1 buçuk saat sürdü) düğün yerine, tam da “gelin alma konvoyuna” katılmak üzere ulaştığımda davul zurna çalmaya başlamıştı bile. Elimde valizim olduğu halde direkt oynamaya başladım. Evin önünde birkaç tur göbek attıktan sonra valizi bırakmayı akıl edip konvoy halinde temsili gelin alma ritüeli için Volkan’ın dayısının evine gittik. Biraz naz niyaz ve Volkan’ın dağıttığı bahşişlerin ardından damat bey gelini aldı geldi. Bu kez bando ekibinin eşliğinde evin önünde oyunlar oynandı, meşaleler yakıldı.

Saat 13.30 gibi gündüz aksiyonlarının tamamı bitmişti ve herkes için serbest zaman başlamıştı. Ben de valizimle beraber Haliller’in de kaldığı Polis Evi’ne doğru yola çıktım. Polis Evi’ne giriş biraz eziyet olsa da sonunda saat 14.30 gibi odamda dinlenmeye başlamıştım. Sıcak ve yolculuk epey yormuştu ve akşam için enerji depolamam gerekiyordu. Saat 17.00 gibi hazırlanmaya başladım. Askılarımı taktım ve 17.50’de düğün yerine doğru Halillerin arabasıyla yola çıktık.

Düğün yerine vardığımızda, dehşet bir sıcak ve nem vardı. Önce saat 18.30 gibi nikah kıyıldı, “Evet”ler söylendi, Volkan’ın ayağına basıldı. Sonra arkadaş grubu ile fotoğraf çekimine katıldık. Fotoğraf çekimindeki en büyük eksik Mesut’tu. Maykıl Ceksın olarak uzun zaman sonra ilk defa toplu bir fotoğrafımız olacaktı Mesut da olsaydı.

Saat 20.30 gibi ellerimizde tuttuğumuz maytapların arasından gelin ve damat sahneye çıkıp ilk danslarını ettiler ve ardından diğer çiftler de onlara eşlik ettiler. Tıpkı üniversite zamanlarımızda olduğu gibi benim eşim yine yoktu ve dans edemedim. Yalnız bu sefer durum biraz farklıydı ve altı aylık hamile eşim o gün gelemediği için yalnızdım 🙂

Dansın ardından bir oynamaya başladık ki pist ağladı. Ayakkabılarımın altı eridi, 80 km hızla halay başı görevimin verdiği ciddiyetle 50 kişilik halayı masaların arasına soktum. Roman havası çaldığında yerlere yata yata oynadım. Kendi düğünümde bile bu kadar oynamamış olabilirim, emin değilim. Volkanların düğün videosunu izlediğimiz zaman çok eğleneceğimizi düşünüyorum. Gecenin sonuna doğru Volkan’ın dayısı Hakan Abi (alkolün de etkisi ile) orkestraya “son şarkı, son şarkı” diye diye yaklaşık gece 1’e kadar çaldırdı. Hatta düğün bittikten sonra son fotolar çekilirken Alper ve ben telefondan ağır roman açıp karşılıklı kendi kendimize oynadık.

Ayrıca tüm gün boyunca Alper’le düğündeki detaylar için; “Bu Volkan bizim Volkan mı ya?” diye konuşup durduk. Üniversitedeki Volkan’ın yerine bambaşka biri gelmişti adeta. Bu kadar geleneği ve adetleri uygulaması bizi acayip şaşırtmıştı. Ertesi sabah saat 07.00’de uyanmak zorundaydım. 10.50’deki uçağa yetişmek için yine 08.30’daki Hava Ulaşım’a binmem gerekiyordu. Bacaklarımın ağrısından yataktan çok zor kalktım. Ben bu yazıyı yazdığımda ayın 13’üydü ve bacaklarımla dizlerim hâlâ ağrıyor sevgili Proofhead My Resort okuru.

Bu yazın ilk ve son düğünü oldu benim için. Umarım Volkan ve Kübra hayatları boyunca hep o akşamki kadar mutlu olurlar. Biz de böyle güzel anıları bu blogda yazmaya ve okumaya devam ederiz. Selametle…

Sercan’ın “keşke”sine katılmamak elde değil. Keşke tüm o oyun ve halay zamanlarında ben de yanlarında olabilseydim. Keşke halay başını Sercan’ın tuttuğu oyuna Alper ve Volkan’la dahil olabilseydim. O sabahın erken saatinde Eskişehir’e dönüşüm, aslında biten yıllık iznimin son demleriydi. Oysa Alper’in durumu benim tam tersim idi. Bakalım neler yapmış, kendi kaleminden dinleyelim.

10 Temmuz Cumartesi günü, Ankara’dan Denizli’ye başlayan yolculuğumuz, akşam saatlerine doğru bitti. Ufak bir yerleşme faslından sonra Volkanlar’ın daha önce hiç gitmediğim bahçeli evlerine vardım. Orada beni Mesut, Togay, Volkan ve Volkan’ın diğer aile üyeleri bekliyorlardı. Uzun süredir görmediğim Volkan, inanılmaz şekilde zayıflamıştı! (Hatta düğün sonrasında arkadaşlarımızın bana ısrarla attığı mesajlarda “Volkan’ın yarısı nerede?” sorularıyla, bu görüşümün büyük kitlelerce benimsendiğini görmüş oldum). Volkan’ın babası Necati Amca ve annesi Rızvan Teyze, bizleri o kadar güzel karşıladı ki anlatamam. Gecenin ilerleyen saatlerinde içinde bulunduğumuz evin elektrikleri kesildi. Bu güzel buluşmaya ev sahipliği yapan konutta, hiç dinmek bilmeyen çay ihtiyaçlarına hizmet eden çok sayıda kettle, elektrikli semaver ve asıl Volkan’ın dayısının getirdiği sanayi tipi çay makinesinin bu durumda etkili olduğunu söylememek mümkün değil. Tam da bu saatlerde Nevşehir’den gelen Halil ve eşi de bu anlara şahitlik etmişti. Akşamın ilerleyen saatlerinde Volkan’ın müstakbel eşi Kübra’nın da arkadaşlarının bulunduğu, ağırlıklı olarak Eskişehirli arkadaşlarımızı içeren grup için Denizli’nin güzel mekanlarından birinde düğün öncesi küçük bir eğlence ayarlanmıştı.

Eskişehir’in küçüklüğünden mi bilinmez, benim ilkokul arkadaşlarımdan olan Kubilay ve eşinin de bir şekilde içinde bulunduğu bir gruptu bu. Bu tesadüfler ve iç içe geçmişlik, arkadaşlığımızın güzel anıları oluyor bizim için. Bizler Volkanlar’ın evinde günün yorgunluğundan dolayı ayrılmak üzere beklerken, Kubilay’dan gelen mesajla, gecenin son durağında onu görüp konakladığım yere döndüm. Bu arada mekândan bahsetmeden geçmek istemiyorum. Denizli’nin nadir güzel mekanlarından olduğu söylendi fakat benim bilgisizliğime ve görmemişliğime verin ki daha Bursa, Eskişehir gibi yerlerde görmediğim türden konseptli bir mekandı… Detaylarına girmeyeceğim ama adını buraya bırakıyorum. “Saki“.

Pazar günü saat 11.30’da kız alma töreni için tekrar buluşacaktık. Bunun için önce Volkanlar’ın evine gidip konvoy arabalarının vazgeçilmezi olan “ayna örtümüzü” aldıktan sonra davul ve zurnayla biraz cebelleşip Volkan’ın dayısının evine gelin hanımı almaya gittik. Orada bizi muhteşem bir bando takımı bekliyormuş. Tabi girişte drone’la yapılacak konsept çekimler için düzgün bir şekilde hizalanarak girdiğimiz sokağı kapatmış olduk. Daha sonra gelin arabasının bagajından çıkan sisler dağıtıldı. Özellikle beyaz renkli olanlar, bu konsept için seçildiğinden elimize aldığımız diğer renklileri geri bırakmak zorunda kaldık. Bandonun kuvvetli sesine ilave olarak davulun da eşlik etmesiyle evin önünde geleneksel danslarımız gerçekleştirildi. Kübra’nın hazır olduğunun komutunun gelmesiyle çift sıra gelin ve damadın aramızdan geçeceği şekilde erkekler olarak beyaz sisleri aynı anda yakmak üzere sıralandık.

Volkan’ın ayakkabısıyla ilgili olduğunu düşündüğüm küçük bir detay oluşmuştu. Beyaz takım mavi gömlek konseptinin altına sanırım lacivert ayakkabısını unuttuğundan bu durum Volkan’ın aklını kurcalıyordu fakat ciddi anlamda bir şekilde bulup giydiği beyaz spor ayakkabılar takıma ayrı bir hava katmıştı. Kübra da beyaz gelinliğiyle harika görünüyordu. İndiklerinde yaktığımız sisler balkonlarda biraz yoğun hissedilmiş olmalı ki 5 dakika sonra “Abi burada yakacaktınız onu…” diyerek bir serzeniş geldi. Ancak harika görüntüler çıktığını düşünüyorum. Bu organizasyonu da bir buçuk saat içerisinde bitirip düğüne kadar olan boş vaktimizi almış olduk ve akşam düğüne hazırlanmak üzere ayrıldık.

O akşam 18.30’da Denizli Saracoğlu Kasrı’nda gerçekleşecek düğünde ayrıca nikah da kıyılacağından, bu saate yetişmek üzere yola çıktık. Mekâna geldiğimizde gerçekten çok beğendiğimiz bir düzenleme ve açık hava konseptiyle oluşturulmuş alanda beğenilerimizi birbirimizle paylaştık. Biz mekâna girdiğimizde, Halliler ve Sercan, Denizli Polis Evi’nden beraber olarak henüz gelmişlerdi. Onları görünce hemen bulundukları yere yöneldik.

Sahne önünde oluşturulan iki tane arkadaşlar masası, sahne üzerindeki ışıklarla harika bir alandı ama zaten bizim oturmaya niyetimiz yoktu. O yüzden nerede olduğu da önemli değildi. Nikah için ayrılan alan, havuz başı konseptinde olan, köprü üzerinden geçilerek süslemeler ile oluşturulmuş ayakta nikah programları için tasarlanmış sınırlı bir alandı. Az ama öz bir grupla nikah kıyıldı. Bizler de Volkan’ı tebrik ettik ve ömür boyu mutluluklar diledik. Asıl düğün bu noktadan sonra başlıyordu. Ama öncesinde arkadaşlar ile foto çekimi vardı.

Mekanın doğal ortamında ağaçlar arasındaki alanda yapılacak çekime sabahki renkli sisler eşlik edecekti. Erkekler ayrı, kızlar ayrı konseptle birlikte bir çok güzel foto çekildi. Biz ayrıca kendi telefonlarımızdan Volkan’la güzel pozlar yakaladık. Elimize verilen renkli sisler özellikle beni ve sanırım Kübra’nın arkadaşlarından birini çok heyecanlandırmıştı ki önce ben bu sisi salladığımda fotoğrafçının haklı bir isyanına uğradım. Allahtan pek duyulmadı. Ama Kübra’nın arkadaşı da aynı heyecanla sisi salladığında fotoğrafçı arkadaş dozu biraz daha artarak yine naif bir uyarıda bulundu 🙂 (Tabii insanın eline meşale ilk defa geçince holigan gibi hissetmiyor değil.)

Fotoğrafların ardından sahneye doğru masamıza geçerken havanın neminden dolayı susuyor ve devamlı su aranıyorduk. Sağ olsun organizasyon her noktada ellerindeki tepsilerde bulunan sularla bizi serinletti. Masamıza gelen ordövr tabaklarını henüz bitirmişken sonra Kübra’nın kız kardeşi bizlere yani tüm arkadaşlarına uzun maytaplardan dağıttı. Biz de elimizden geldiğince bu dağıtıma yardımcı olmaya çalıştık. Volkan ile Kübra’nın sahneye gelişinde yine iki taraflı fakat bu sefer uzunca bir grup olarak eş zamanlı şekilde maytapları yakacaktık. Organizasyon çakmak yerine yapışmış mumlukları üçerli denk gelecek şekilde dağıtmıştı. Şükür en ufak bir kaza çıkmadan, güzel bir görselle bunu da atlattık. Gerçi son anda önümde yerdeki mumluk düştü ancak hızlı bir şekilde mekanı yakmadan kurtardık.

Sahneden sonra ortalık toz duman olacaktı. Gece boyunca Sercan, “Ulan ben düğünümde bu kadar oynamadım” diyor, Volkan da ayaklarını gösterip “Şiştiler oğlum ya” diyordu. Ben keyifliydim inanın. Dans etmyik eskiden sevmesem de artık keyif veriyordu:) Hele ki iki farklı halayımız vardı sormayın… Sonuna doğru Özge’de artık beni bırakmıştı ama biz durmadan devam etmiştik. Gecenin sonunda, bizi başından beri en çok şaşırtan orkestranın solisti bayan arkadaşın -tahminimiz ve kuvvetli ihtimalle-çocuğuyla birlikte düğüne katılmış olmasıydı. Arkada bebek arabası düğün boyunca ileri geri hareketler yapmıştı belki de uyutuluyordu. En sonunda kucağında o tatlı çocukla teşekkür konuşması yapan güzel yürekli anneye tekrardan teşekkür ediyoruz.

Oynama sahnelerinde beni şaşırtan diğer bir ayrıntı şuydu: Necati Amca’nın tek çıkışıyla beraber başlayan harmandalı oyununda, kardeşleri ve yakın akrabaları olacak ki sahneye çıkıp kafasının üstünden para gezdirip davulcuya taktılar. Bunu dans eden pek çok kişinin başında ritüel olarak yaptılar. Özge’yle aramızda bunu yeni bir “ayin çeşidi” olduğunu konuştuk 🙂 Güzel bir detaydı. Gece sonunda Sercan’ın haklı olarak doyamadığı “dokuz sekizlikler” için Spotify’dan açarak eşlik ettiğim iki kişilik bir dansımız oldu. Bilen bilir bizim Sercan, tam dokuz sekizlik bir adamdır. Ama en sürprizi de Volkan’ın kral dayısının bize gelip eşlik etmesiydi ve o anlar bizim için “anlatılmaz yaşanırdı”. Böyle bir düğünle Volkan’ı da artık “maykıl ceksın”ın evli bir üyesi yapmış olduk. Umarız çok mutlu olur ve bizleri de unutmaz. Zira tez zamanda yine Amerika’ya dönecek. Selamlar sevgiler.

Alper’in anlattığı detayları ben de okurken kendimi o düğün alanında hissettim inanın. Ah sevgili kardeşim, Volkan’ım, biz hepimiz seni ve Kübra’yı çok seviyoruz. Umarım çok ama çok mutlu olursunuz. Şehirler, ülkeler, kıtalar bizi ayırsa da dostluğumuz ve kardeşliğimiz yüreğimizde hep yakınımızda sımsıcak kalacak. Rızvan Teyze, Necati Amca, Hakan abi ve Gökhan abi başta olmak üzere tüm Vardar ailesine de misafirperverlikleri ve içtenlikleri için hepimiz adına teşekkür ederim. Başka mutluluklarda yine buluşmak üzere.

Bu Ayın Ruhu: Sercan’ın Müjdesi & Yağızhan’ın Sürprizi

City Soul. Şehrin Ruhu. Eskişehirli progressive rock grubu Hope To Find‘ın 2009’da yayımlanan Still Constant isimli EP’lerindeki muhteşem dört parçadan birisiydi. Eskişehir’de çekilen klibiyle, hikayesiyle, akıl alan riffleriyle benim favori parçamdı. Aradan yıllar geçse de hala ilk günkü gibi dinlerim bıkmadan. Klibi öyle çok değil sadece 10 yıl içinde Eskişehir’in ne denli değiştirdiğini gösteriyor. Her izlediğimde doyamıyorum.

Bir zamanlar bu şehirde çok kalabalıktık. Bu şarkıyı benimle dinleyen, benimle seven, benimle hisseden dostlarımla doluydu şehir. Sonra birer birer, bir biri ardına gitti herkes. O günlerden tanıdığım, hala görüştüğümüz üç beş kişi ya varız ya yokuz. O yüzden ne zaman City Soul çalsa, hemen o “ruha” bürünüyorum. Hemen gözlerimi kapatıp kendimi 2010’da hayal ediyorum. Herkes yanımdaymış gibi.

Ender ve Alper‘e bu şarkının o çok sevdiğimiz final kısmını yapacağımızı söylediğimde benden daha çok heyecanlandılar. Sonradan fark ettik ki parça zor bir parça. Çünkü parçayı çıkartmak yetmedi, bir de oturup ciddi çalışmak gerekti. Yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayınca bu sefer de bass ve altyapı eksikliği kendini hissettirdi. Sağ olsun bu noktada da Yağızhan‘a ulaştık. Ben amacımızdan bahsedince Yağız da Alper ve Ender’inkine benzer bir tepki verdi. Çünkü diyorum ya, biz bu şarkıyı o yıllarda hep birlikte dinleyip hissediyorduk. Nihayet Yağız’ın da son dokunuşlarıyla parça ortaya çıktı. Çalarken bana dikkat ederseniz parçanın büyük kısmında gözlerim kapalı. O anlarda inanın aklımda olan şey, Anadolu Üniversitesi‘nde yapmış olduğumuz konser organizasyonunda sahne alan Hope To Find ve o konserde tüm dostlarımızın görev alması/destek vermesiydi. Şimdi burada olmayan herkesin… Aşağıda o konserden kareler var. Volkan ve Savaşalp’i bulamadım. Bana küsmesinler.

Parçayı yayımladıktan sonra gelen tepkiler arasında şüphesiz bizi en mutlu eden Zafer Abi, Orkun Abi ve Mert‘in yorumlarıydı. Özellikle Mert’in “yeni albümün artık vakti geldi” yorumuna çok sevindik. Yeni Hope To Find albümünün çıkması için küçücük de olsa bir teşvikimiz olduysa ne mutlu bize! Orkun Abi’nin yorumuna ise ben özellikle çok sevindim. Kendisi o dönem grubun davulcusuydu ve bu şarkının davullarını da bizzat yazmıştı. Onun çaldığı davulu çalmak pek mümkün olmasa da elimden gelenin en iyisini yaptım.

Bu ayın en güzel haberini şüphesiz Sercan verdi. Kaç gündür dolunay vaktini bekliyorum yazmak için. Geçen hafta Sercan whatsapp’tan bir görsel attı ve bombayı patlattı: bebekleri olacakmış! Böylesine büyük bir müjdeyi birkaç kilobaytlık bir görsele sığdırabildi. Sercan’ı ilk tanıdığım günü düşündüm. Yıllar içinde yaşadıklarımızı… Sonra Ülkü‘yle ilk defa tanıştığımız günü. Geldiğimiz zamanı, konuştuğumuz konuları düşününce gülümsedim. Şu anda bile kucağımda Mert’le bu satırları yazmaya çalışırken içimden “Ulan, ben bu bebeğin doğduğunun müjdesini yazarken Mert yürüyor, belki de konuşuyor olacak” diye geçiyorum. Sevgili kardeşlerim Sercan ve Ülkü, mutluluğunuz daim, yuvanız huzurlu ve mutlu, evladınız sağlıklı olsun.

Gelelim Yağız’a. Yukarıda bahsettiğim şarkı için cover videosu hazırlarken Yağız aslında bambaşka bir işle çok meşguldü. Çünkü evlilik hazırlığı yapıyordu! Hazel‘le birlikte evlerini tuttular, eşyalarını alıp yerleştirdiler. Lanet olası Covid-19 pandemisi yüzünden olabilecek en sade törenle evlenip hayatlarına devam edecekler. Taa ki covid bitene kadar! Covid bittiğinde öyle bir düğün yapacağız ki öeeefff! Bi kere hepimizin sahnede olacağı keyifli bir program hazırlayacağız. Sonra halaylar var. Çok şakalı bir düğün pastası düşünüyorum. Bu fikirlerimi hep sunacağım çiftimize. Ve umarım yaşadığımız en keyifli düğünlerden birisi olacak. Umarım.

Bu dolunay baharın ilk dolunayı. Ancak şu sıralar havalar epey soğuk gidiyor. Tahminimce Nisan’ın ilk haftası da böyle devam edecek. uzun süre sonra gökyüzünü bulutsuz görünce, akşam üzeri balkona koştum. Aylar sonra ilk defa dolunayın fotoğrafını çektim. Çok hoşuma gitti. Böylesi bir bakır tonunu elde edebilmek için küçük bir öznitelik ayarı yapmam gerekti. Şimdi diyorum keşke bu görüntüyü geçen hafta elde etseydim üst görsel için. Kesinlikle bunu kullanırdım.

Güzel haberlerle, covid tedirginliğiyle, müzikle ve türlü türlü dertle dolu bir ay daha geride kalıyor. Peki sen nasılsın? Neler yapıyorsun? O yüksek tahtından buralar nasıl görünüyor sana? Tüm bu minik noktalar, birleşince bir anlam ifade ediyor mu?

Ve Eylül Başlar…

Salak gibi oturmuş sana ulaşmayı bekliyorum. Telefon çalıyor ama elbette açmayacaksın. Neden açasın ve acıyasın ki? Sırf dolunay var diye, yıllar önce verdiğim sözü hala tutuyorum diye, bana bağlı olmanı neden bekleyeyim ki? Her neyse unutalım şimdi bunları. Bu ay ki görsel Tahir Abi‘den geliyor. Yıllardır onun duvarını süslüyor. Belki imkan olsa, orijinal görseli tarayabilsem, aynısı ben de tablo yaptırabilirdim. Belki çizere ulaşmanın bir yolu olsa…

Şu iki cümleyi çok seviyorum: “Zaman geçiyor.” ve “Bu işler olur.” Olur, elbet olur ama nasıl? Geride nasıl bir yara bırakır? Ahmed Arif’in dizelerini okudum perişanlıkla. Bu nedir ya? Her canım sıkıldığında böyle mi hissedeceğim ben? Bilmem kaç yıl benden önce yazılmış şu kelimeler, öyle mi güzel denk gelir?

Eylül ayı başladı. Alper veda edeli haftalar oldu. Sindiremedim bir türlü. Huzur yok, keyif yok, yoruluyorum, düşüncelere boğulmuş haldeyim. Mert var gerçi. Mert’le zaman geçiriyoruz. Mert’in her geçen gün biraz daha büyümesini izliyoruz. Dört aylık olacak birkaç gün sonra. Artık sağa sola kendini döndürebiliyor.

Alper yıllardır ilk defa, blogla ilgili bir fikirle geldi. Gerçi kendisi de henüz tam şekillendirememiş ama bahsettiği kısmı bile heyecanlanmama yetki. Bakalım önümüzdeki aylarda Eskişehir – Ankara hattında neler olacak. Az önce güzel bir haber aldım. Yağızhan mezun olmuş.

Sagopa Kajmer, “Yunus” isminde bir EP çıkarmış. Yıllar sonra merak ettim dinleyeyim dedim. İlk parça “Pankart” epey ilgimi çekti. Parçanın başındaki strachler beni 2000’lerin ilk yarısındaki Sagopa / Silahsız Kuvvet dönemine götürdü bir anda heyecanlandım. Ancak devamında gelen melodik vokallerle yüzümü buruşturdum. Sonradan strachlerin bizzat Sagopa’ya ya da yıllardır duymadığımız ismiyle Dj Mic Check’e ait olduğunu öğrendim. Uzun süredir Ahmet’le bir araya gelemiyoruz. Fırsat bulursak bu yeni çalışma hakkında konuşabiliriz.

İlkan Abi aradı önceki gün. Aklıma bir tohum ekti. Inception olur mu bilmiyorum 🙂 Ama üzerinde enine boyuna düşünmem gerekecek. Aynı akşam Eskişehir Teknik Üniversitesi‘nin çevrimiçi sertifika törenine katıldım. Haftalar önce yaptığım şu çevrim içi sunum için benimle birlikte diğer konuşmacılara da birer teşekkür belgesi takdim ettiler. Hocalarımın büyük bir kısmını Zoom üzerinden de olsa görmek beni ziyadesiyle mutlu etti. Önümüzdeki dönemde de bu işlerin daha da güzel bir zemine oturtularak devam etmesini diliyorum.

Ve Eylül başlıyor. Takvimimde yaz bitti. Sıcaklar son bulmadı ama yüzümü sonbahara çevirdim artık. Bir yolunu buluncaya kadar, gözlerim üzerinde olacak, gökyüzünde.

Şubat Dolunayı – Batının Güneşi

subatmoon20

08.02.2020 Eskişehir’de dolunay

Günlerdir kapalı, günlerdir tipiyle boğulmuş gündüzlerin; bulutların esiri olmuş akşamların ardından nihayet gösterdin yüzünü. Aslında güzel bir kış manzarası çekmek için çıkmıştım pencereme. Ancak hiç umudum yokken birden dağılıverdi bulutlar ve sen peyda oldun dünyama.

Artık bir gelenek haline geldi. Her ay yeni bir parça çalıyoruz. Belki ufak prodüksiyonlar ama başlangıcından bitişine epey bir emek istiyor. Parça seçimleri için belli bir kuralımız yok. Bazen çok popüler olan ve gerçekten kaliteli bulduğumuz şarkıları seçiyoruz. Bazen de yıllardır aklımızın bir kıyısında olan parçaları. Bu ay işte böyle bir parça seçtik. Ennio Morricone‘nin çoğu zaman filminin ötesine geçen harika bir eseri olan Wild Horde‘yi çaldık. Bu parça, My Name Is Nobody filminin soundtrack’leri arasında benim en çok sevdiğim parça. Her şeyiyle dört dörtlük bir western klasiği. Vahşi Batı’nın insanı yakan o güneşini hissettiriyor her dinlediğinizde.

Bu videoda, ritm gitarlar Yağızhan, elektrogitar solosu ise Alper tarafından çaldı. Flüt ve perküsyonu ise ben çaldım. Koro sesleri ise üçümüze ait. Video boyunca duyduğunuz tüm sesleri de yine Yağızhan kaydetti ve miksledi sağ olsun. Videonun kurgusunu ise ben yaptım. Kurgudaki birkaç hata bu yüzden zaten 🙂 Bu videoyla ilgili tek eksiklik belki de orijinalinde olan “ıslık” bölümünün olmayışıydı.

Bana seni hatırlatan o kadar çok ses var ki… Ne zaman Göksel çalsa mesela sen gelirsin aklıma. Ne zaman Mabel Matiz‘in ilk dönemini duysam aklıma astrolojik seyahatlerimiz gelir. Bazen de Melankoli çalar bir nostalji radyosunda ve hayatımın en garip döneminde yaptığım bir konuşmayı hatırlarım, canım geçer. Seni hatırlatan günler, aylar ve yıllar var. Tüm bunlar belki de bir ömür dolusu geliyor, tüm bir hayata değer. Notalar, kelimeler, renkler ve sayfalar dolusu sen varsın. Anlatabilmek için usulca doğmanı bekliyorum.

subatmoon21

Bu ay dolunayı erken bir saatte karşılayınca, etrafa şöyle bir göz gezdirmek için de zaman kaldı. Makinede takılı 75-300 mm objektifle epey bir çekim yaptım. Elbette böyle bir donanımla çalışmanın en büyük dezavantajı muhakkak bir tripoda ihtiyaç duyuyor olması. Bir de odak uzaklığı arttıkça –ki Ay çekimi için olabildiğinin en açığı– netlemeyle ilgili olarak gözünüze güvenmeniz gerekiyor zira otomatik netleme pek işe yaramıyor.

Bir sonraki buluşmamız artık baharda olacak. Kış bitiyor, bu ay nasıl geçer bilmiyorum. Belki de gerçek kışı bu ay bitene kadar yaşarız. Karanlığı, soğuğu, çaresizliği. Ancak elbette ilk cemre gönüllere düşecek ve baharın müjdecisi olacak.

Dolunay’da Şarkılar

agus19moon

Yazın son dolunayı da geldi ve geçti! Bu yaz, belki de tüm ömrümün en çabuk yazı oldu, bitti desem yeridir. Çaresizce son sıcaklara tutunmaya çalışıyoruz resmen. Son üç beş günde geldi, günümüze yerleşti şu soğuklar. Sanki yaz mevsiminde değiliz. Moraller bozuk, canlar sıkkın. Sağ olsun, bu ay dolunayı Eda‘nın sayesinde ölümsüzleştirdik.

Parça parça oluyor çoğunlukla yazmak. Çok uzun süredir bu saatlerde yazı yazmıyordum. Bir haber beklerken, hiç dayanamadığım Öyle Kolaysa başladı çalmaya. Hiç kolay değil. İnan hiç kolay olmuyor. Gölgelerde yaşıyordum bir zamanlar. Şimdi belki ışığa çıktım ama bu sefer de senin gölgenden kaçıyorum. Kim bilir kaç satırı sildim nokta koymadan. Ah yalnızlık ve gece! İnsanı aşık eden, üzüntüden öldüren, düşünceden kanser eden iki kötü yoldaş. Uzak durmak “hiç kolay değil”.

Sana baktıkça kanım kaynıyor, kalp atışlarım hızlanıyor, sanki o an gördüğüm her şey ve “her beyaz” sen oluyorsun. O an nasıl bir özgüvenle doluyorum anlatamam. Dün gece de yine öyle hissediyordum. Bir an kendimi, ömür boyu unutamayacağım o rakamları tekrar ederken buldum. Sonra dehşetle irkilip telefonumu kapattım. Yerimde doğruldum aniden. Neredeyim ben? Neler hayal ediyorum böyle? Tüm bu ağrılarımdan sonra nasıl oluyor da, yüreğimdeki acı galip gelebiliyor? İsimler geçiyor aklımdan, dakikalar saatleri kovalıyor ama isimler dönmeye devam ediyor hiç durmadan. Hangi mektubumdaydı unuttum, saniyelerin sesi ve kalem kâğıttan çıkan hışırtılarla geçiyor günler demiştim. Şu anda burada durum daha farklı. Burada duyduğum ses Deniz’in sesi. “Bu sabah bir umut var içimde.

boyalida

Son olarak, uzaktasın artık. Göremiyorsun, inanmıyorsun. Susmuşsun belki de. Bilmiyorum. Biz bu ay şu aşağıdaki videoyu kaydettik. Split-screen cover denilen mevzuya girdik uzun süre sonra yeniden. Mabel Matiz‘in Boyalı da Saçların isimli şarkısında geçen şu melodiyi duyduğum günden beri unutamıyorum. Cansın ve Alper‘le birlikte hissettiğimiz gibi çalıp kaydettik önce. Cansın İstanbul’dan gönderdi videosunu. Alper ve benim çaldığım kısımlar ise Eskişehir’de çekildi malum. Sonra sağ olsun Yağızhan bizim için ses miksajını yaptı. Video kurgusunu ise ben yaptım. Bu yazın son dolunayı için güzel bir hatıra olsun diye 🙂

2017 Yılımın Özeti

owl-illustration.jpgDaha başlarken katliama sahne olan, yıl boyunca göz yaşının, ölümlerin, vedaların eksik olmadığı, bir önceki yıldan hiç de arta kalmayan, toplumun artık geri dönülemez şekilde ayarlarının bozulduğu, müzikten başka hiçbir şeyin tat vermediği bir yılı, 2017’yi de geride bıraktık sevgili okur. Bu yıl çok fazla sağlık sorunu ve hastane problemleriyle uğraştım. Yıldım. Ama nihayet bitti ve blogun geleneksel yıl özeti yazısına hoş geldin. Uzun bir yazı olacak ama keyifli bir yazı olması için de elimden geleni yapacağımdan şüphen olmasın.

31 Aralık tarihleri yılın son günü olmasının yanında benim için meslek hayatımın başlangıcının yıl dönümüdür. Bu yıl mesleğimde beşinci yılımı doldurdum. Şüphesiz yılın en önemli olaylarından birisi, uzun süredir beklediğim bir şey gerçekleşti ve Eskişehir’e tayin oldum. Kadere bak ki sevgili okur, Eskişehir’de de tıpkı Bilecik gibi, yılın son iş gününde, 29 Aralık tarihinde iş başı yaptı. Bazı sağlık sorunları nedeniyle böyle oldu. Zaten bu sağlık sorunları da yılın son iki ayında bize bir türlü huzur vermedi. O açıdan 2017 bir an önce bitmesini istediğimiz bir yıla dönüştü.

Bu yıl, blogta reytingler önceki yıla göre ciddi bir artış gösterdi. Özellikle yeni okurlara teşekkür ederim. Eski okurun ise gönlümde tahtı altındandır! Ancak yazıların en çok geciktiği yıl galiba bu yıldı. Olaylar olup bittikten sonra yazma fırsatı bulabildim çoğunlukla. Bunun bir sebebi malum, yıl boyunca Bilecik’e yaptığım git gel durumu idi. Diğer sebebi de bu yıl kayıt olduğum Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü ile halen devam eden Doktora derslerimdi. Olsun lan, okumak güzel şey.

Evet, haydi bakalım bu yıl blogta neler oldu neler bitti. Aylara göre önemli olaylar nelerdi? Okumaya devam et

3. Baskı Çıktı: Müjgan!

Taa geçen sene kaydettiğimiz bir videomuz vardı sevgili okur. Yağızhan ve Ender‘le birlikte yaptığımız akustik projeden çıkan ilk şarkı, şarkıcık: Müjgan. Diğer besteleri yayımlamadan önce bu kısa şarkıyı, kayıt ve video prodüksiyonu imkanlarımızı test etmek için yapmıştık. Yağızhan bu şarkıyı, Sadri Alışık‘ın aynı isimli filminde okuduğu Ah Müjgan Ahh isimli şiirden esinlenerek besteledi. Sözler de şiirden.

Videoyu Getik Kafe‘de kaydettikten sonra kayıt işi beklediğimizden daha çetrefilli oldu. Kaydın uzaması, videoda kopukluklar olması, okulların başlaması, bizim iş güç derken video bir kenarda boynu bükük kaldı. Sağ olsun Yağızhan geçtiğimiz günlerde kendine bir boşluk yaratıp videoyu montajlayabilmiş. Ellerine ve emeğine sağlık. Tabi böyle bir şarkı kaydedip de blogda yayımlamamak olmazdı.

Kısa bir iş olmasına rağmen epey kişinin emeği var, her birine teşekkür ediyoruz. Video çekimi ve yönetmeliği için Levent‘e, miks için de Ufuk Abi‘ye sevgilerimi iletiyoruz Üçüncü Baskı olarak. Bilmiyorum, belki ileride başka parçalar da yayımlarız. Belki de yayımlamayız. Bilmiyorum.

 

Harry Potter Fan Filmleri

Tabii biz (Yağızhan, Cihan, ben) şimdi büyük Harry Potter fanı olduğumuz için, olaya senin baktığından çok daha farklı bakıyoruz sevgili okur. J. K. Rowling‘in yazdığı toplam 7 + 3 kitaplık Harry Potter ve büyücülük dünyası serisini okuyup bitirdiğimizde “böyle bir yaşam mümkün lan aslında” demeye başlamıştık bile. Bu kimilerine göre saçmalık, kimilerine göre çılgınlık, kimilerine göre ise düpe düz delilikti! Öyle ya elde asa, üstte cübbe, sağda solda expeliarmus diye bağırmanın muggle’lar tarafından komik göründüğüne şüphe yok!

0000000717001-1.jpgJ. K. Rowling, Harry Potter serisinden sonra yayımladığı Boş Koltuk isimli roman tutmayınca rotayı yeniden HP dünyasına çevirdi. Ne yalan söyleyeyim hiç üzülmedik bu duruma. Serinin devamı niteliğindeki 8. kitap “Lanetli Çocuk“, bir tiyatro oyunu olarak yazıldı ve tiyatro metni olarak da basıldı. Gayet güzel tepkiler aldı ve filme çekilmesi için beklemeye geçtik.

Bir diğer haber de yazının ilk paragrafında 7 + 3 kitap olarak bahsettiğim, + 3 kitaplardan biri olan “Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerelerde Bulunurlar?” isimli kitaptan geldi. Yüz sayfalık bir kitaptan nasıl bir film çektiler diye merak ettim durdum. Öyle ya, bu kitap bir ders kitabı şeklinde yazılmışı ve 0000000114771-1.jpgherhangi bir olay akışı dahi içermiyordu. Ancak Rowling ablamız, kitabı esas alarak çekilecek beş filmlik bir seri için yeni baştan senaryo yazım olayına girmiş. Kuş kadar Hobbit‘ten üç film çıkaran Peter Jackson‘ın yaptığı hataya düşmemişler ve öykünün zaten bilinmeyen kısımlarını, bizzat Rowling tarafından yazılacak yeni senaryoyla doldurmayı tercih etmişler. Ve tıpkı Yıldız Savaşları‘nda olduğu gibi, olayları ilk HP filminden de çok önce bir tarihte başlatmışlar.

Çok uzun bir girizgahtan sonra gelelim bu yazının konusu olan Harry Potter Fan Filmlerine. Filmler Youtube’da Broad Strokes Productions tarafından yayımlanmış ve
fanlar tarafından çok sevilmiş. Öyle ki çekilen iki filme, tüm dünyadaki HP fanları tarafından onlarca dilde altyazı ve dublaj hazırlanmış.

folder.jpgFilmler, bildiğimiz klasik öyküdeki iki güzel boşluğu dolduruyor. Üç yıl önce çekilen “The Greater Good (Çoğunluğun İyiliği)” isimli filmde, Dumbledore ile Voldemort’tan önceki karanlık büyücü Grindelwald arasındaki arkadaşlığın nasıl düşmanlığa dönüştüğünü görüyoruz. Bu filmi, “Fantastik Canavarlar Nelerdir”i izlemeden önce muhakkak izlemeniz lazım. Böylece, kitapları okumasanız dahi filmde geçen olaylar hakkında ön bilgi sahibi olabilirsiniz. Filmde, Dumbledore ile Grindelwald anlaşmazlığa düşüyorlar. Dumbledore’un kız kardeşi de bu ikisi arasında çıkan düelloda seken bir kaza “avada kedavra“sıyla hayatını kaybediyor.

snape-marauders-final2Diğer film ise yaklaşık bir yıl önce çekilmiş  ve bence efektler olarak ilk filmden daha başarılı. Filmin ismi: Severus Snape and the Marauders (Severus Snape ve Çapulcular). Filmde, Harry Potter’ın babası James Potter ve kankalarından oluşan Çapulcular isimli grubun dönem arkadaşları Snape’e nasıl pislik yaptıkları konu alınıyor. James Potter’dan soğuyup Snape’e kanınız kaynıyor. Ben zaten serinin başından beri Voldemort’u saymazsak Dumbledore’dan sonra en iyi büyücünün Snape olduğunu düşürdüm. Filmde de dört kişiye karşı savaşarak bunu gösteriyor. Özellikle Snape’in sonlara doğru bir sahnesi var ki izlerken “Allah’ınız yok mu lan!” diye bağırasın gelir sevgili okur.

Her iki film de “fan movie” olarak çekilmiş ancak prodüksiyon kalitesi olarak, serinin orijinal stüdyo filmlerinden bir farkları yok. Soundtrack bile filmler için özel olarak kaydedilmiş. Sihir efektleri çok başarılı. Oyuncular gayet iyi oynamışlar. Yani demesem ki bu bir fan filmidir, sen demezsin ki bu bir fan filmidir. O kadar!

Broad Strokes Productions’ı takip et sevgili okur. Bakarsın yine güzel bir film yaparlar.