İstanbul Gezisi 2 – Topkapı Sarayı Müzesi

Şu yazımda da anlattığım üzere Cumartesi gününü Dikilitaş, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi, Sirkeci ve civarında geçirince oldukça yorulmuştuk. Ancak İstanbul’a durmak-dinlenmek için değil, gezmek ve keşfetmek için gitmiştim.

Pazar günü öğlen saatlerinde evden çıkıp doğruca Topkapı Sarayı’na gittik Cihan’la. Müzenin kapanış saati internette 16.00 olarak gözüküyor ancak müze gerçekte 18.00’de kapanıyor. Tüm bir saraya giriş yapabilmek için Müzekart gerekiyor. Ancak saray kompleksinin içerisinde bulunan Harem Dairesi ve sarayın girişinin dışında bulunan Aya İrini Kilisesi Müzesi’ne ayrı birer bilet almak gerekiyor.

Saray kompleksine ilk adımı attığınız kapıdan itibaren ilk avluya girmiş oluyorsunuz. Burası Aya İri Kilisesi, meşhur Cellat Çeşmesi’nin yerine yapılan Hamidiye Çeşmesi ve Darphane Kapısının bulunduğu avlu. Biraz ilerisinde o meşhur ikonik Babüsselam kapısından giriş yaptıktan hemen sonra içeride turnikeler başlıyor. Turnikelere Müzekart’ı okutup geçtiğinizde artık İkinci Avlu denilen bölümdesiniz. Sarayın özellikle peyzajıyla dikkat çeken bölümü burası. Bahçede birbirinin içerisinden yüzyıllar içerisinde büyüyerek serpilen ağaçları, yalnızca kabuktan ibaret kalmış ağaçları görebiliyoruz. Burada Kubbealtı denen yere giderken yerlerde zeminden hafifçe çıkıntı yapmış selam taşları yer alıyor. Sadrazamlar bu taşlara selam vere vere girerlermiş saraya. Yolculuğunuza başlamadan önce hemen sağ tarafta bulunan saray maketlerine mutlak suretle bir göz atın. Böylece gezinizin kabataslak bir planını da kafanızda oluşturmaya başlayabilirsiniz.

İkinci avludan geçiş yapabileceğiniz dört bölüm var: Tam karşınızda Arz Odası ki bu bölümün Baabüssaade denilen kapısından geçince sarayın diğer avlularına geçiş yapabilirsiniz. Sol tarafta Adalet Kulesi ve Harem Dairesi, sağ tarafta ise saray mutfağı yer alıyor. Burada hiçbir şey bilmiyorsanız bile turist kitlelerinin peşine takılın. Çünkü rehberler mekânın hemen her köşesini görebilmenize olanak veren rotalarla gezdiriyorlar kafilelerini. Saraya girmeden önce, önünde uzanan kuyruklardan kolaylıkla seçebileceğiniz bir sesli rehber cihazı bölümü yer alıyor. Bu cihazı ücretsiz olarak alıp yolculuğunuz boyunca seyahat ettiğiniz bölümlerle ilgili bilgileri dinleyebilirsiniz.

Adalet Kulesi, sarayın yerinden görülebilen en yüksek yapısı. Fatih Sultan Mehmet, bu kuleyi özellikle yaptırıp adını adalet koyuyor ki uzaktan bakan herkes onun adaletini görsün ve emin olsun istiyor. Bu avluda sarayda bulunan çeşitli saatlerin bulunduğu bir bölüm de yer alıyor. Hanedan ailesine çeşitli tarihlerde başka hanedan ailelerinde hediye edilmiş saatler gerçekten hayranlık verici. Garip olan şu ki İngiltere, Avusturya ve türlü türlü hanedan, o zamanın teknolojisinin en üst seviyesi olan bu saatleri hediye ederken Osmanlı, kendi okullarından matematik ve fen derslerini kaldırıyordu. Sırf onlara hediye edilen saatlerin arkasını açıp baksalar, şu teknolojiyi taklit etmeye çalışsalar, belki neler neler değişirdi. Yine bu avlunun en kayda değer bölümü bana göre silahların sergilendiği bölüm. Padişahların bizzat kullandığı, onlara hediye edilen bir cümle silahın yanı sıra döneminde kullanılan orijinal yüzlerce silah ile ganimet olarak el konulmuş silahları görebiliyoruz. Burada özellikle zırhlar ile Osmanlı yaylarının her biri oldukça ilgi çekici.

İkinci avluda yer alan Saray Mutfağı’nı gezmeden diğer bölümlere geçtim, mutfak kısmını gezimin sonuna bıraktım. Üçüncü avluya girdiğim anda oldukça heyecanlandım. Tam karşımda III. Ahmet Kütüphanesi, sağ tarafta Elbise-i Hümayun bölümü, az ilerisinde Fatih Köşkü ve hazine odası, sol tarafta ise Ağalar Cami ile Kutsal Emanetler Dairesi yer alıyor.

İşte Fatih Köşkü ile Kutsal Emanetler Dairesi, Topkapı’nın en çok ziyaret edilen bölümleri arasında. Çeşitli değerli taşlar ile hazinelerin sergilendiği köşk ve hazine dairesinde karşımıza çok meşhur bir mücevher olan Kaşıkçı Elması çıkıyor. Yalnız bu noktada yine ciddi bir eksiklik var.

Dünya’da hemen her müzenin bir ya da iki tane çok kıymetli ve çok meşhur eseri vardır. Örneğin Louvre Müzesi’nde Mona Lisa, Gaziantep Mozaik Müzesi’nde Çingene Kızı, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde İskender Lahdi gibi. Topkapı Sarayı Müzesi’nde ise bu eser muhtemelen Kaşıkçı Elması’dır. İşte böylesine meşhur ve popüler bir eseri, ne yazık ki alelade bir formda sergiliyorlar müzede. Diğer eserlerle aynı sırada, herhangi bir ayrıcalığa tabi tutulmadan ve önünde yığılan yerli/yabancı yüzlerce turisti hayal kırıklığına uğratarak. Bu elmasın sergilenmesi apayrı bir ışıklandırma ve platformla yapılmalı, bu esere katma değer kazandırılarak hem müzenin hem de kültür ögesinin kıymetinin arttırılması sağlanmalıdır.

Kutsal emanetlere ayrılmış bölümde sürekli olarak Kur’an okunuyor. Yabancı turistler bunu anlamıyorlar elbette. Yerli turistlerin de ne kadarının anladığı ayrı bir konu. Burada yetkililer sürekli olarak fotoğraf çekilmesinin yasak olduğunu 10 ayrı dilde hatırlatmalarına rağmen, çoğunluğu Arap olan turistler bu uyarıya kulak asmayıp flaşlı fotoğraf ve video çekimi yapıyorlar. Osmanlı, hakim olduğu topraklardan onlarca kutsal nesne getirmiş. Hz. Muhammed’e ve ailesine ait kıyafetler, sakal-ı şerif, halifelere ait objeler, çeşitli İslam büyüklerine ait silah ve kıyafetler bunlardan bazıları. Zaten Kur’an okunuyorken bir de tekbirci Arap zihniyeti turistlerin tüm müzeyi dolaşırken salavat çektirmeye çalışması oldukça sinir bozucuydu. Neyse ki diğer turistler bunlara uymuyor. Burada dikkat çekici bir detay da Halifeler devrinde yaşayan ve Muaviye olarak bilinen, türlü türlü oyunlarla Hz. Ali’yi zora sokan Emevi hükümdarına ait kılıcın (oldukça kullanılmış, yıpranmış, ağzı bozulmuş halde) kutsal emanetler arasında değil, ancak silahlıkta kendine yer bulabilmiş olmasıdır. Bunu aslında dini değil de siyasi bir tepki olarak düşünüyorum ben.

Üçüncü avlu tüm bu zengin koleksiyonlara geride kalıyor ve Dördüncü Avlu’ya geçiyoruz. Burada çeşitli zamanlarda yaptırılmış iri ufaklı köşkler ve bahçeler bizi karşılıyor. Padişahların ve paşaların biraz daha kişisel zevkleri doğrultusunda yapılan ve dekore edilen mimari yapılar ön planda. Bu kısımda neredeyse hiç eser yok. Dolayısıyla daha ziyade Osmanlı’nın estetik anlayışına yönelik izlenimler edinebiliyorsunuz. Abdülmecit tarafından yaptırılan Mecidiye Köşkü şüphesiz en dikkat çekici olan yapı burada. Sonda söyleneceği başta söylemek gerekiyor belki de ancak şu dikkatimi çekti ki, tüm bu köşklerde tek bir yatak odası yok. Padişah kendisine köşk yaptırmış. Geniş ve yüksek tavanlı odalar, enfes çizimler ve tablolar, zamanına göre gösterişli mobilyalarla döşetmişler. Ancak ortalıkta bir tane bile yatak yok. Yatak odası yok. Nerede uyuyordunuz siz?

Belli ki Harem’de uyuyorlar diye düşündüm. Gittim T.C. vatandaşlarına 80 TL, yabancılara 300 TL’den satılan özel giriş biletinden satın aldım. Büyük bir heyecanla Harem’e girdim. “Aman Allahım o nasıl bir Harem öyle?” diye heyecanlanacağım sanmayın. Büyük bir hayal kırıklığıyla haremi dolaştım. “Bak bak taş!” Harem’i yalnızca boş binalar olarak hayal edin. İçerisinde ne o dönemden ne de replika olarak günümüzde yapılmış neredeyse hiçbir şey yok. Hiçbir şeyi hayal edemiyorsunuz. Hiçbir şey anlamıyorsunuz. Labirent gibi yapıların içerisinde anlamsızca dolaşıp durdum. Birkaç gösterişli taht ve sedirden başka da bir şey göremedim. Belki rehberle gezsem başka türlü düşünür müydüm? Sanmıyorum.

Harem’de belki de hikayesini bildiğim için beni heyecanlandıran tek şey Cevri Kalfa Merdiveni oldu. Aslında Osmanlı’daki iktidar kavgalarının nelere sebep olabileceğinin müthiş bir örneği olan bir tarihe sahip bu önemsiz gibi görünen basamaklar. Cevri Kalfa, Topkapı Sarayı’nda yaşanmış en büyük yeniçeri isyanında işte bu merdivenlerin başında asi yeniçerilere kızgın küller ve korlar savurarak zaman kazanmış ve abisi IV. Mustafa tarafından ölüm fermanı verilen Şehzade Mahmut’un (II.) çatıya çıkarak kurtulmasını sağlamıştır. Bu saldırıdan kurtulan Mahmut, padişah olarak ilan edilmiş, kendisine saldıran 33 kişiyi herhangi bir yargılamaya gerek duymadan başlarını keserek idam etmiştir. Abisi IV. Mustafa’ya ilk etapta kıyamamış ancak ilerleyen yıllarda abisinin yeniden tahta geçme planları yaptığını duyunca onu da boğdurmuştur. 30. Padişah II. Mahmut’un hayatını kurtarıp onun tahta geçmesini sağlayarak hanedanın soy babası olmasını sağlayan Cevri Kalfa da elbette hayatının sonuna kadar refah içinde yaşamıştır. Soy babası derken bir küçük izah gerekli: Osmanlının II. Mahmut’tan sonraki son altı padişahının dördü II. Mahmut’un oğlu, ikisi ise torunudur.

Böylece Harem Dairesi de bitmiş oldu. Toplamda dört avlu ve bir harem gezmiş oldum. Az önce sorduğum soruyu yeniden sordum: Tamam da bu adamlar nerede uyuyorlardı? Zira haremde de herhangi bir yatak odası yoktu.

Haremden sonra saray mutfağını gezdim. Saray mutfağında bizzat kullanılan onlarca eser sergileniyor. Porselen ve seramik takımları gerçekten oldukça güzel. Ancak burada da müzenin sunumunun görsel açıdan biraz zayıf kaldığı kanaatindeyim.

Her şeyi geride bırakıp oldukça yorgun ama büyük bir keyifle saraydan çıktım. Gezimin ortalarında bir yerlerde benden ayrılan Cihan’la buluştum. Bir gün önceki mekanımızda yemek yedik. Sonra biraz yürüyerek bir başka mekan bulup kahve içtik. Ardından fünikülere binip Taksim’e çıktık ve buradan aktarmalı metroyla eve ulaştık.

Topkapı Sarayı, barındırdığı yüzlerce eser, paha biçilmez hazine ve objeyle Türkiye’nin en büyük ve en önemli müzelerinden birisi. Öyle görünüyor ki burayı en kısa sürede bir kere daha ziyaret edeceğim. Akın akın gelen turistlere inat, tüm kuyruklarda bekleye bekleye, sindire sindire ve saate bir kere bile bakmadan bir kere daha gezeceğim. Bana katılmak istemez misin?

Yorum bırakın