Bu işin kapsamı giderek genişlemeye, bir takım belirsizlikler ortaya çıkmaya başladı. Denetimlerin üçüncü gününde, bir önceki gün birlikte olduğumuz Yasemin Hanım‘la yola çıktık yine. Pazar günü sokağa çıkma yasağı olduğundan İstanbul’da yollar bomboştu. Normalde 45 dakika süren yolu yaklaşım 20 dakikada almıştık. Kendimize bir çay içecek kadar zaman arttırsak da tüm mekanların saat 10.00’da açılacak olması nedeniyle saat 09.00’da o çayı da güç bela bulabildik.
Üçüncü gün rotamız Kilyos ve civarındaki bazı tesislerdi. Epey bir yol gittik ancak yolların boş olması nedeniyle trafik öncelikli sorunumuz değildi artık. Buralarda işlerimiz yolunda gitti ve denetim çalışmalarımızı planladığımızdan da önce tamamladık.
Müsilaj sorunuyla ilgili onlarca şey yazılıp çiziliyor. Felaket senaryoları elbette halkın ilgisini daha da cezbediyor. Yaşanan bu durum bir çevre felaketi midir? Elbette. Ancak ben kendi adıma “her şeyin bittiğini” düşünmüyorum. Atılacak adımların ve alınacak tedbirlerin çok hızlı bir şekilde belirlenmesi gerekiyor. Bu noktada yapılması gereken bir kritik adım da kamuoyunu doğru bilgilendirmek olmalı.
Birkaç gündür fırsat buldukça televizyonlarda “deniz uzmanı”, “su uzmanı”, “akademisyen” gibi unvanlarla konuşan hocaların söylemlerini dinliyorum. Hatta yakın zamana kadar “çöl tozlarıyla” uğraştığını çok iyi bildiğim bir profesörün de unvanını güncelleyerek “Deniz Uzmanı” olarak konuk edildiğine şahit oldum. Geçen hafta tam da bugün ve hatta şu saatlerde girdiğim doktora tez savunma sınavım öncesinde bu konunun gündeme geleceğini tahmin ettiğimden, konuyu epey bir araştırdım. Müsilajın sebep ve sonuçları konusunda söyleyecek birkaç sözüm var benim de 🙂
Müsilaj ya da deniz salgısı denilen bu madde planktonlar tarafından salgılanan bir enzimdir ve bir tür ötrofikasyon durumunda ortaya çıkar. Ne demek bu? Yani temel besin elementleri olan azot ve fosforun su ortamında aşırı olarak artması demek. Peki bu neden kötü olsun? Suyun doğal yapısında, azot ve fosforu besin olarak kullanıp parçalayan ve sudaki azotlu/fosforlu kirleticileri bu sayede temizleyen bir bakteri/alg/plankton mekanizması mevcuttur. Ne kadar harika değil mi 🙂 İnsanlardan atık olarak çıkan maddeler, sudaki bu canlıların tam da aradıkları şeyler. Ancak bir noktaya kadar. Çünkü bu küçük işçilerin de bir çalışma, bir parçalayabilme kapasiteleri var. Fazlası olduğunda ne oluyor? Örneğin bu su kütlesi bir gölse, buradaki aşırı beslenmiş yosunlar suyun yüzeyini yemyeşil kaplıyor, suyun alt tabakalarına güneş ışığı geçemez oluyor. Böylece fotosentez duruyor. Böylece oksijen üretilemiyor. Bir suyun kalitesini belirlerken baktığımız kilit parametredir çözünmüş oksijen derişimi. Bu parametre ilginçtir, sıcaklık arttıkça düşer, sıcaklık düştükçe (kışın mesela) artar. Üzeri tamamen yosunla ya da bitkiyle kaplanmış bir suyun da sıcaklığı giderek artar. Böylece zaten az olan oksijen giderek daha da azalır ve bir noktadan sonra “sıfır çözünmüş oksijen” yani septik duruma gelir.
Tuzlu suda bu mekanizma neredeyse aynı. Marmara Denizi‘ne, büyük kısmı arıtılıyor olsa da, tam 25 milyon kişinin evsel atıksuları deşarj oluyor. Daha da fazla endüstriyel tesisin… Bu atıksuların tamamı azot-fosfor içeriyor. Denizdeki planktoncuklar önce bu besini bulduğuna seviniyor. Ancak bir süre sonra sürekli biriken, sürekli artan bu besin maddesiyle başa çıkamayıp strese giriyorlar! Kendilerini sağlama alıp bu müsilaj maddesini salgılıyorlar. Sıkıntı burada başlıyor. Belki de tek başına şeffaf, zararsız olan bu salgı, denizin içerisinde ne kadar bakteri ve virüs varsa üzerine topluyor ve bizim yüzeyde gördüğümüz görüntü kısmen bu şekilde oluşuyor. Müsilaj maddesi zehirli değildir. basına çıkan şu krem yapma teşebbüsleri de bu sayede zaten. Ancak denize olan zararı, az önce bahsettiğim yüzeyi kapatma ve buna bağlı çözünmüş oksijen düşüşüne neden oluyor. Çok kritik zararı ise hareketli balıklardan farklı olarak dipte sabit kalan süngerler, kabuklular ve diğer dip canlıların üzerini tamamen kapattığı için bunları öldürmesi. Müsilajı sadece yüzeyden temizlemek uzayan sakalları kesmek gibidir. 30 metre derinlikten itibaren oluşmaya devam eden müsilajı temelli kesmenin yolu elbette ki azotu ve fosforu kontrol altına almaktır.
Sıcaklık dedik. Son kırk yılın ortalamasına göre bu sene 2,5 derece daha sıcak bir deniz, bu oluşum için güzel bir zemin hazırladı. Marmara’nın bir iç deniz olması ve akıntılarının nispeten daha kısıtlı olması ise bu işi çabuklaştırdı. Kontrolsüz deşarjlar, havzaya özel belirlenmemiş limit değerler ve en nihayetinde insan faktörü ise bu işi felaket boyutuna getirdi. Ancak her şey bitmiş değil. Türümüz, henüz doğayı kontrol edebilme gücüne sahip değil. En büyük felaketlerde bile geç kalınmış tedbirleri alıp elimizden geleni yapmak ve doğanın kendini yenileyebilmesine bel bağlamaktan başka bir çaremiz yok.
Dördüncü gün denetimleri bizim için biraz hayal kırıklığı oldu çünkü ekip olarak ilk defa hepimiz ayrı düştük. Ben özellikle Reşat Beyle birlikte denetimlere devam ederken bir anda Reşat Bey’in bir gece denetimine görevlendirildiğini gördük. Sabah İstanbul İl Müdürlüğü’nden bir arkadaşımızla buluşup görev yerimize gittik. Hızlı bir şekilde denetimleri tamamlayıp öğleden sonra bir vakitte döndüm. Reşat Bey’i yolcu ettikten sonra biraz gezdim Merter’de. Akşam ise yakındaki bir yerlere gidip küçük bir valiz ile birkaç kitap aldım.