Otel Hikayeleri Serisi: Aynalar

01Otelde günler fena geçmiyor. İlk gün eğitimleri gayet keyifliydi. Çok sıkılmadan takip edebildiğimiz bir program ayarlamışlar. Öğle arasında biraz sahil boyunca dolaştık. Program bittiğinde, akşam yemeğinden önce biraz dinlenmek için odaya çıktık Halil abiyle. Oturdum, epey bir yazı yazdım. Yemek zamanı geldiğinde vakit kaybetmeden restorana geçtik. Yedikten sonra Eskişehir’den katılan diğer arkadaşımız Pınar ve Halil abiyle birlikte otelin civarında bir keşif turuna çıktık. Sahilde bir yerde biraz mola verip daha önce hiç girmediğimiz bir sinema tartışmasına girdik. Çok eğlenceliydi. Bu keşif faslından sonra Pınar uyumak için odasına gitti. Biz de Halil abiyle lobide bir köşeye sinip muhabbet ettik, internete girmeye çalıştık. Çalıştık, çünkü burada da internet rezil sevgili okur. Odalarda paralı. Lobide de yavaş. Ben odada girebilmek için haftalık internet paketi aldım Turkcell’den. Böylece odadan da sıkıntısız girebiliyorum.

Lobide birkaç saat oturduk. Otelin abartılı süslemelerine, özellikle de duvarları kaplayan türlü türlü aynalarına baktım durdum. İnternette otelle ilgili araştırmalar yaptım. Önceleri kumarhane olarak hizmet veriyormuş. Ama çok ciddi ve büyük bir mekandan bahsediyorum. Türkiye’nin önemli isimlerinin geldiği, kaldığı, oyun oynadığı bir yermiş. Çok ünlü bir kumarhaneler kralının mekanıymış zira. İnternette epey bir bilgi, iddia ve hatta tuhaf haberler okudum. Sonra önce benim, sonra Halil abinin şarjı bitince artık uyumak vakti gelmiştir diyerek odaya tırmanmaya başladık. Odaya giderken ince montumu konferansın yapıldığı salonda unuttuğumu fark ettim.

Konferans salonu, restoranın hemen yanında yer alıyordu. Saat gece yarısına yaklaşırken umarım kapısını kitlememişlerdir diyerek kale kapısını andıran, şaşaalı bir kapının önüne gittim. Kapalıydı. Elimle açmayı denedim ve bingo! Kapı ağırlığından beklenen bir azametle, yavaşça açıldı. İçerisi zifiri karanlıktı. Gündüz eğitim esnasında sürekli olarak duvarlara bakıyordum. Duvarlarda asılı olan belki elli çeşit altın rengi varak içerisinde boy boy aynalar asılıydı. Gece zifiri karanlıkta hiçbiri görünmüyordu elbette. Açıkçası biraz da korkarak salona girdim.

Gündüz imza föylerini imzalatan kızın oturduğu köşedeki sandalyeye takıldı ayağım. Tökezledim ama düşmedim. Aksi gibi telefonumun şarkı bitmişti, aydınlatma düğmelerini bulmak ise neredeyse imkansızdı. El yordamıyla sol kanatta en öndeki sırayı buldum. Sonra yoklaya yoklaya dördüncü sıranın baştan ikinci sandalyesini seçebildim. İşte montum buradaydı. Çok şükür! Kapıya doğru yönelecekken arkamdaki duvardan bir tıkırtı geldi. Döndüğümde duvara asılı aynanın biraz sağa yatmış olduğunu seçebildim. Zifiri karanlığa gözüm alışmıştı biraz. Salonun sımsıkı kapalı perdelerinden sızan ışıklar duvarlardaki aynalarda korkunç görüntüler oluşturuyordu. Hemen arkamdaki hafifçe sağa yatmış duran aynaya yaklaştım. Elimi uzatıp düzeltmeye çalıştığımda “Anladı herhalde” diye bir fısıltı duydum. Salonda birileri vardı! Seslendim: “Kimse var mı?” Cevap gelmedi. Bir anda bütün aynaların tıkırdamaya, yerlerinden oynamaya başladığını fark ettim.

Korkuyla kaçmaya çalıştım. Yarabbi, o ne korkuydu öyle! Kapıya nihayet ulaştığımda cebimde telefonumun titrediğini hissettim. İyi de bu telefon kapalı değil miydi? Cebimden çıkardığımda arayanın Savaşalp olduğunu gördüm. Telefonu açtım, gerçekten de onun sesiydi ve telaşlıydı: “Birader hemen çık oradan ve sakın o aynalara dokunma.”

(Devamı çok yakında…)

Yorum bırakın