Tag Archives: Sabahattin Ali

Durağan Geçen Günler

Su sıralar biraz blogdan uzakta kaldım. Doktora teziyle uğraşıyorum. Uğraşmadığım zamanlarda da “neden şu anda tezle ilgili bir şeyler yapmıyorum?” diye vicdan azabı çekiyorum.

Yakın birkaç dostumda ve akrabalarımda korona virüs çıktı. Dolayısıyla aklımın bir köşesinde de hep bu sorular ve endişeler var. Önceki gün iş yerinde Caner‘le vedalaştık. Tayini çıktı ve Zonguldak’a gitti. Bir eksiğiz. Caner’in gidişiyle yaklaşık üç yıldır devam eden sistemde bazı değişimlerin olmasını bekliyoruz. Haliyle bu değişimin beklentisi de bir diğer stres kaynağım.

Güzel şeyler de olmuyor değil. Yıllardır peşinde koştuğum, kovaladığım Resimli Özel Baskı Harry Potter kitaplarına kavuştum. Üstelik hediye olarak! Yedi kitaplık serinin şu anda ilk dört kitabı resimli olarak Jim Kay‘in çizgileriyle yayımlanmış durumda. Geçen ay dördüncü kitap Ateş Kadehi yayımlandı. İlerleyen yıllarda tüm serinin yayımlanacağı aşikar. Hediyenin fiyatı söylenmez ama bu büyük bir avantaj olduğu için My Resort okurlarıyla paylaşmam lazım. Şu anda İlknokta.com sitesinde dörtlü set fiyatı 292 Lira! Instagram’daki ve Nadirkitap.com‘daki satıcıların bazı kitaplara tek başına 100-150 ve hatta 250 lira isteyenler olduğu için bu kampanya kaçmaz. Üstelik şaka gibi, bu seti kargo bedava sipariş ettikten sonra bir de Sabahattin Ali Üçlemesi hediye etti. Böylelikle bu hediyeye ekstra hediyelerle sahip oldum 🙂

Kitaplardan yana şansım döndü. Geçen gün İnsancıl Kitabevi‘nden yine acayip bir fiyata Buz ve Ateşin Dünyası isimli Game of Thrones serisine ait resimli baskıyı aldım. Bu kitap, Westeros ve Taht Oyunları‘na ait anlatılmamış, dizide gösterilmemiş ve seride değinilmemiş detayları içeren muazzam bir rehber. İkinci el ve ufak bir defosu olduğu için çok ama çok uygun bir fiyata aldım.

Geçen hafta iki dostuma iki mektup yazdım. Önümüzdeki günlerde de tüm diğer eşe dosta mektup yazmaya karar verdim. Elimdeki dolma kalemleri döküp toparladım ve çalışır duruma getirdim. Sen de biliyorsun ki yazmayı çok seviyorum. Uzaklardayken yazmak ise hüzünle birlikte bir heyecan veriyor. Sanki kendimden bir parça gönderiyormuşum gibi.

Şunu anladım ki kitaplarım, filmlerim ve müziklerimle mutluyum. Tombik oğluma bunların hepsini sevdiremezsem diye korkuyorum. Kendimi motive ediyorum: Şu doktora bitsin, hepsi senin olacak diye 🙂 Daha fazla müzik, daha fazla fotoğraf ve daha çok yazmak!

İmrendiğim ve aslında etkilendiğim bir kaç resim gördüm biyolog arkadaşım Menekşe‘den. Bir süredir yağlı boya tablolar yapıyor. Uzun süre sessizce takip ettikten sonra giderek kendine has çizgiler üretmeye başladığını görünce de beğenimi dile getirdim. Şu iki resmi gerçekten çok hoşuma gitti. Yıllar önce yazdığım sonuçsuz bir hikaye vardı. Sonunu yazmadan, aşırı ısrar sonucu okutmuştum. Sonra gördüğüm yüz buruşması, hevesimi epey kırmıştı ve öylece bırakmıştım. Şimdi hayal meyal hatırlıyorum. Yazı burada sona eriyor. Günler böyle gelip geçiyor. Görüşmek üzere.

16 Ekim Legends feat. Rock’nfoni Konseri

legends00

Konser başlamadan hemen öncesi

Bu yılın en büyük keşiflerinden birisi oldu diyebilirim Legends grubu için. Geçen sefer gittiğim konserlerinden sonra grubun 16 Ekim’de verecekleri konseri beklemeye başladım. İzlediğim ilk konserleri için yazdığım şu yazımı nasıl olmuşsa olmuş, grubun solisti Barış Arda ŞENDAĞ okumuş. Sağ olsun, konserden kısa süre önce bana ulaştı ve yaptığım değerlendirmeler için teşekkür etti. Grubun diğer tüm üyelerine de yazımı gösterdiğinden bahsetti. Beni 16 Ekim’deki konsere davet etti. Böyle olduğu zaman, yani bir okuyucu olabildiğince objektif olarak yazmaya çalıştığım bir konser ya da albüm kritiğini beğenip bana ulaştığı zaman inanılmaz mutlu oluyorum.

Facebook’tan yaptığımız mesajlaşmalardan sonra konser gününü beklemeye başladım. Konser günü saat 19.30 civarı konserin yapılacağı ve evime de çok yakın olan Yunus Emre Kültür Merkezi‘ne gittim. Kapıda ismimi söyledikten sonra, grubun misafiri olarak en ön sırada köşeye doğru bir koltuğa geçtim. Konserim başlamasına çok az kalmıştı ve salon neredeyse dolmuştu. Bu salon, grubun önceki konserini verdiği salona göre daha büyüktü ve kalabalıktı. Hemen her yaştan dinleyici vardı. 

Geçen seferin aksine bu sefer sahneye epey yakın, hatta en önde olmam sebebiyle özellikle grubun davulcusunu ve şefi konser boyunca çok dikkatli bir şekilde izleyebildim. Saat 20.00’yi biraz geçe önce Rock’nfoni orkestra üyeleri, sonra da Legends grubu sahneye çıktı. Bu dakikadan sonra olan her şeyi yine tek tek şarkı bazında anlatmaya çalışacağım.

Bir önceki konserden farklı olarak, performans davulcunun zilleri, zil efektlerinin harikalarını kullanarak girdiği bir davul solosuyla başladı. Altolar ve zilleri özellikle ön plana çıkarak bu solonun hemen ardından ilk şarkı geldi:

  1. legends01Gibi Gibi: Bu şarkının en başında belli oldu ki oturduğum konum itibariyle dinlemekten en keyif aldığım davul ve bassları bu akşam çok iyi duyabilecektim. Özellikle şef Mahmut YONTAR müthiş keyif alıyor bu parçayı yönetirken. Şefi biraz araştırmıştım. Askeri bando kökenli ve yüzbaşı rütbesiyle çok önemli konserlerde sahne almış. Halen devam ediyor mu, emekli olmuş mudur bilmiyorum. Ancak kesinlikle izlemesi keyif veren maystrolar listesinde benim için. Parçayı bitirirken Eye Of The Tiger‘dan bir kuple çalıp bitirdiler. Anlaşılan bu grubun açılışları artık hep Gibi Gibi’yle olacak. Parçanın bitiminde grup açılış konuşmasını yaptı, büyük alkış aldılar.
  2. Yaz Yaz: Diğer solist Esra KOÇ vokali devralıyor. İlk konserde duyamadığım bass yürüyüşlerini duyuyorum bu sefer. Nakarat inanılmaz.
  3. Çok Yorgunum: Bir önceki konserdeki gibi bu konserde de vokalin henüz ilk kelimeleriyle birlikte alkışlar yükseldi. O anlar gerçekten tüyleri diken diken etmeye yetiyor. Konser boyunca flüt sesini en çok duyabildiğim parça bu oldu. Tıpkı giriş gibi bitişinde de tüyler diken diken oluyor. Siz parça bitti sanıyorsunuz ancak hemen ardına bağlıyorlar sıradaki parçayı.
  4. Resimdeki Gözyaşları: Cem Karaca‘dan devam ediyoruz. Şarkının son kısmında bir lalala kısmı var. Seyirciye söylettiler, ancak kalabalığa pek geçmedi.
  5. legends03Bu Aşk Fazla Sana: Vokali yine Esra devralıyor. Parçanın senfonik girişi çok güzel olmuş. Nakarat kısımlarında vokaller reverb efektiyle desteklendi. Bu arada davulcu Cem YANIKÇI gecenin en klas ataklarından birini yaptı, vokal de  tam o esnada inanılmaz şeyler yapmakta olduğundan güzelim atak arada kaynadı 🙂 Konserdeki en coşkulu parçalardan birisiydi şüphesiz.
  6. Senden Daha Güzel: Beklenen oldu ve yine ilk kick vuruşuyla birlikte tüm salon şarkıya eşlik etmeye başladı. Reaksiyon anlamında en güçlü şarkılardan birisiydi.
  7. Sözlerimi Geri Alamam: Bir önceki parçayla bağlayıp başladılar. Seyirciyle yine karşılıklı “hey” ve “yoo” larla girdiler. Burada şef de yüzünü seyirciye dönüp orkestradan sonra seyirciyi de yönetmeye başladı. Bu esnada solo gitarist Yalçın YÜKSEL leziz bir solo çaldı. Bir sonraki soloyu ise önceki konserdeki favorim (o yazıyı okuyanlar Pentragram tişörtlü gitarist olarak hatırlayacaklardır) Furkan ÜÇKAYA çaldı. Solist, önceki konserin aksine grup üyelerini konser boyunca tanıtmaya, onların sesi olmaya devam etti.
  8. legends02Vazgeçtim Dünya’dan: Konserin başından beri duyduğumuz en sert, en Rock girişli parça bu oldu. Solist yine Esra idi. Burada gitaristlerin birbirleriyle olan enfes uyumunun yanı sıra asıl olay, beni de ayağa kaldıran bass ve elektro buluşmasıydı. Sonradan abi kardeş olduklarını öğrendiğim Furkan ve Ömer ÜÇKAYA (bass) kardeşler, parça içerisinde sahnede ilk defa hareketlenip şefe doğru yürüdüler ve şefle birlikte çalmaya başladılar. Şef ise bu kardeşlerle beraber enerjiyi olabildiğince yükseltti. Özellikle parçanın bitiş kısmı çok fazla alkış aldı. Ellerine sağlık.
  9. Stayin’ Alive: İşte gecenin en sıra dışı şarkılarından biri! Önceki konserde olmayan ilk şarkı. Parçaya gitarla akustik sayılabilecek bir giriş yaptılar. Parça müthiş bir seksenler parçası malum. Nakaratta senfoni parlattı kendisini. Parçadaki brass bölümleri klavye destekliydi. Klavyeci İlker YARAR‘a ayrı bir parantez açayım. Kendisi bu projenin mimarı ve tüm düzenlemelerin sahibi. Orkestrasyonların tamamı onun eseri. Bu parçada da pek çok dur kalk olmasına rağmen geçişler çok akıcıydı. Şef yine harikalar yarattı. Parçanın son kısmında seyirciyi ters köşe yapan iki ese de aldandım 🙂
  10. Yalnızlık Senfonisi: Parçaya flütlerin büyüleyiciliğiyle giriş yaptıkları için seyirci en başta dikkat kesildi. Sonrasında da özellikle yaylılar aldı götürdü parçayı. Parçanın yükseldiği kısımlarda özellikle bass gitar, çaldığı part’larla tarihe geçti. Şunu da yeri gelmişken söyleyeyim. Sahnede bir tarzı ve duruşu olan müzisyenler hep ilgiyi çekiyor. Bu açıdan bass gitarist de özellikle sahnenin gizli hakimi gibi geliyor bana 😉legends04
  11. Blue Suede Shoes: Elvis Presley‘in Rock’n Roll tarihinin ilk parçası sayılan bestesi. Şarkıyla ilgili olarak aldığım notlara baktım. Solo yazıp yanına üç yıldız koymuşum.
  12. Kara Sevda: Bir önceki parçayla bağlayıp girdiler. Özellikle gitaristlerin ve bass gitaristin parçası bu oldu diyebilirim.
  13. Ele Güne Karşı: Seyircinin ritme alkışla eşlik etmesiyle başladı. Herkesin bağıra çağıra söylediği bir şarkıydı. MFÖ deyince aklımıza elbette bu parça geliyor 🙂
  14. Sakın Gelme: Alışık olduğumuzun dışında, biraz funk ya da ne bileyim belki fusion türde bir giriş yaptılar. Parçayı Esra seslendirdi ve tüm konser boyunca yaptıkları en sıra dışı düzenleme buydu. Parçanın ana melodisini değiştirip çok başarılı yepyeni bir şarkı yapmışlar. Dinlerken çok şaşırdım. Burada taa ilk konserde yaptığım yorumu bir kere daha yapmak gerekiyor. Keşke orkestranın üflemelileri biraz daha fazla olabilse. Brasslar yine klavye destekliydi mesela. Bu kötü değil muhakkak. Ancak “daha iyisi” için de yapılması gereken bence orkestrayı biraz daha desteklemek.
  15. Dert Olur: Gecenin yepyeni düzenlemelerinden bir tanesi daha! Legends projesinin çok hoşuma giden bir özelliği de, repertuvar hakkında sizi etraflıca bilgilendiriyor olmasıdır. Yani müzik tarihinde bir önemi, özelliği olan şarkılar hakkında çok güzel bilgiler veriyorlar. Örneğin bu parçanın bir Grup Gündoğarken bestesi olduğunu öğrenince şok oldum. Ben Haluk Levent’in sanıyordum mesela 🙂
  16. Aldırma Gönül: Bir önceki parçayla bağlayıp çaldılar. En sevdiğim rock parçalarından birisidir dersem herhalde yalan olmaz. Parçayı bir bütün olarak yani Sabahattin Ali‘nin şiiri ve Edip Akbayram‘ın düzenlemesiyle çok ama çok sevdiğim için, henüz ilk notalardan itibaren tüylerim diken diken oldu. Sırf bu parça için sayfalarca yazabilirim. Müthiş bir parça seçmişler. Solistle birlikte back vokal de çok başarılıydı. Ana melodiyi yaylılarla verme fikri iyi olmuş. Tüyler diken, gözümün önünde Sabahattin Ali varken birden gecenin sürprizi patladı: Sahneye bir rapçi fırladı. İsmini anlayamadım. Söylediklerini de anlayamadım. O esnada tüm dikkatimi davul ve bass’a verdim bende. Bir anda değişen ritmle çok iyi başa çıktılar. İşte tam bu anda anladım ki ben bu davulcu arkadaşımız Cem YANIKÇI’yı aylar önce Doğaç Titiz‘in workshop’unda izlemiştim! Tüm konser boyunca ağırlıklı olarak Cem’i izlediğimden dolayı, özellikle metronom kullanımı konusunda benim için bir ders oldu.
  17. Cambaz: Parçaya arpej eşliğinde vokalle girdiler ama bence ana melodiyle girselerdi çok daha iyi olabilirdi. Başlangıçta seyirciler de gruba eşlik etti. Parçanın nakarat kısmında solo ve yaylılar epey yükseldiler. Yükseldiler ve yükseldiler. Solist sözleri biraz yuvarlamaya başladı ilk kısmında. Sonrasında ise enerji epey arttı. Seyirciye geçti. Parçadaki metronom geçişlerinde davulcu çok seri şekilde metronomu ayarlıyordu. Parça bittiğinde tüm orkestrayı alkışladık ancak konser bitmemişti elbette.
  18. Dert Olur ve Aldırma Gönül: Bu iki harika şarkıyı yine bağlayarak çaldılar. Salon özellikle son kısımda herkesin eşlik etmesiyle harika bir yer oldu.

Böylece konser sona erdi. Konser bitince, ben de sahnenin en önünde olmanın avantajıyla ilk olarak Barış Arda’yı tebrik ettim. Bir anlamda da yüz yüze tanışmış olduk. Sonrasında ise Furkan’ı tebrik ettim. Diğer grup üyelerinin neredeyse hepsi, sahneye fırlayan seyircilerle konuşuyor, fotoğraf çektiriyordu. Hemen kulise kaçmadılar yani 🙂

legends05

Davulcuyla biraz konuşabilmek için bekledim ancak o sırada başı inanılmaz kalabalıktı. Ben de bu tanışma işini başka bir zamana bırakmaya karar verdim ve konser mekanından ayrıldım. Çıkışta uzun süredir görmediğim Onur’la görüştüm. Onur da işten güçten sıkılıp biraz da senfonik rock dinlemek için gelmiş. Onunla da vedalaştıktan sonra eve doğru yürümeye başladım.

Kim ne derse desin, o sıralar aklımda Sabahattin Ali ve şiirin şarkıda geçmeyen bence en güzel dizeleri vardı:

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü,
Deniz dibidir gökyüzü,
Aldırma gönül, aldırma…

Nazik davetleri için Legends grubuna ne kadar teşekkür etsem azdır. Umarım yakın zamanda yeniden görüşme ve sohbet etme imkanım olur her biriyle. Çok yakında yeni konserler olacağının müjdesini verdiler. Kesinlikle takibe alın!

instragram.com/legendsbandofficial

Eskişehir Kitap Fuarı – 2018

Güzel bir tesadüf oldu ve bu sene düzenlenen 2. Eskişehir Kitap Fuarı‘nı tek başıma gezme şansım oldu sevgili okur. Geçen sene Türker‘le birlikte gitmiştik, yine süper keyifliydi. Bu sene yalnız gitme fikrine ilk başta tereddütle yaklaşsam da fuar alanına gittikten sonra, yalnız olmanın verdiği huzurla, gerçek yüzümü gizlememe gerek kalmadı. Abi ne gezdim ne muhabbet ettim anlatamam.

Anlatırım aslında da uzun sürer. Biz hemen bu senenin “fuardan düşenlerine” odaklanalım. Yazının en başında şunu belirtmeme izin verin, Türk Dil Kurumu Yayınları haricinde, aldığım tüm diğer kitapları, idefix ya da kitapyurdu‘ndan çok daha ucuza alabiliyordum. Bu çok net. O yüzden birazdan da belirteceğim gibi fuar işini biraz daha cazip hale getirmek lazım. Yayınevleri sözüm size.

Tübitak Yayınları haricinde, takip ettiğim tüm yayınevleri fuara katılmıştı. Pek çoğunda ancak %15-20 kadar indirim vardı. Bazıları da sadece belirli kitaplarda indirim yapmıştı. İlk olarak Yapı Kredi Yayınları‘nın standına uğradım. Çocukluk tutkusu olan Harry Potter serisine şöyle bir baktım. Ancak indirimli hali bile çok pahalı lan kitapların. Ben de ufak ufak tezgahın etrafında dolaşmaya başladım. Hayatımızın özetini bizim için yazan, okudukça sızlatan; geçmişi bırak silip atmayı, giderek yüreğimize, düşlerimize işleyen adam, Sabahattin Ali‘nin kendi el yazısıyla yazdığı şiirlerinin derlendiği müthiş bir albüm/kitap buldum. O çok sevdiğim “Eskisi Gibi” şiirini bulup açtım. Fazla bir şey demeden aldım.

Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum.
(…)
Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı…
Ben gene sana vurgunum.

Buradan bir de Salinger‘in meşhur “Çavdar Tarlasında Çocuklar” romanını aldıktan sonra rotamı İş Bankası Yayınları‘na çevirdim. Sait Faik‘in “Alemdağ’da Var Bir Yılan” romanı aylardır “Okunacaklar Listemde”, tam karşımda asılı duruyordu. Bunun yanına bir de bir hayli ilgi çeken, rengarenk kapağıyla Sunay Akın‘ın “Hayal Kahramanları” kitabını aldım. Bunu aldım çünkü bir roman değil, çocukluğumuzdaki tüm o kahramanlara dair süper derlemeler içeriyordu. Bir koleksiyoncu ve blog yazarı için yeni ufuklar açabilir diye düşündüm.

Daha sonra diğer yayınevlerinin stantlarını dolaştım. KAFA Dergisi de stant açmıştı. Lan çok ilginç, OT Dergisi‘nin standı mesela, tıklım tıklımdı. Ancak KAFA’nın standında kimseler yoktu. Bende olmayan en eski üç sayısını aldım. Bir de zaten alacağım yeni sayıyı aldım. Çıkışa doğru yönelmişken Türk Dil Kurumu standını gördüm. Bir birinden farklı alanlarda düzenlenmiş onlarca sözcük ve derleme çalışması vardı. “Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra – Kaşgarlı Mahmud ve Divani Lügati’t-Türk” isimli mükemmel bir kitap buldum. Kuşe kağıda basılmış, eserin orijinal çizimlerini de içeren, muhteşen figür ve çizimler içeren başarılı bir derleme çalışması olmuş. Ve o anda uzun süredir alınacaklar listesinde olan, benim için anlamı çok büyük olan “Ömer Seyfettin – Bütün Nesirleri” isimli muazzam derlemeyi gördüm. Lan fiyatına bakmadım bile. Sizi bilmem ama benim çocukluğum Ömer Seyfettin’in bir birinden gaz, bir birinden kurnaz öyküleriyle geçti. O yüzden bu adamın adını nerede görsem, duysam saygı duruşuna geçerim. Bu eser ise, TDK tarafından yayımlanan ve gözden geçirilmiş baskısıyla büyük üstadın öykü haricinde yazdığı her şeyi içeriyor. Sıra ödeme gelince afalladım. Meğer tüm kitaplarda tam %50 indirim varmış! %50 diyorum. Zaten piyasaya göre ucuz olan eserler, bir de yarı fiyatına! Örneğin, Ömer Seyfettin’in Bütün Nesirler’i üzerinde etiket fiyatı 30 TL yazıyor. Ancak ben bunu 15 TL’ye aldım. 15 TL’ye bunun boş kağıdını vermezler. O derece.

O gazla ayaklarım kıçıma vura vura ayrıldım fuar alanından. Bak şimdi yazarken bile mutlu oldum sevgili okur. İşte okurların bir kitap fuarından beklentisi tam olarak da budur: İndirim ve özel içerikler. Kitapları internetten, çoğu zaman kargo bedava, mağazalara göre çok daha ucuza zaten alıyoruz. Fuar yapacaksanız indirimlerle okuyucu mutlu edin. Stokları eritin. Yeni yazarları keşfetmeyi sağlayın. Sadece o fuara özel basımlar ve ürünler getirin. Kitap kapaklı defter satma saçmalığından vazgeçin. Bir de son olarak çok seviyorsanız, unutamayın, yüreğiniz yansın, kulaklarınız bayram etsin 🙂

Yeni Yıl Seninle Başladı!

Seneler sürer her günüm, 
Yalnız gitmekten yorgunum, 
Zannetme sana dargınım, 
Ben gene sana vurgunum…

Sabahattin Ali yazmış bu dörtlüğü. O çok meşhur şiirinden, “Eskisi Gibi“den bir dörtlük. Ali Kocatepe bestelemiş. En sevdiğim şiirlerden bir tanesidir. Yeniden başlamayı, ayaklarının ucunda kıvrılmaya ne kadar da isterdim. Olmadı, bizi bıraktın yine. Ve yeni yıl seninle başladı. Dünya başımıza yıkılmışken bile gözlerim seni aradı durdu. Ah Dolunayım!

ocakdolu02

ocakdolu03

ocakdolu01Her yılın ilk yazısı Özet yazısı olduğundan dolunay yazım birazcık gecikti. Aksi gibi yılın ilk iki gecesinde gökyüzünde nasıl devasa bir dolunay vardı anlatamam. Türker, odasının camından fark edince aklına ben gelmişim. “Abi senin şu bitmeyen öykülerinin hali ne olacak?” diye sordu. Güldüm.

Zannetme unuttum adını, zannetme unuttum ışığını, zannetme kör oldum. Ben hep oradayım. En gizli mabedinde. Her an fırlayıp odana girebilecek, merdivenlerde sürünen bir gölge, park yerine vuracak bir beyaz ışık. Ama her zaman orada, oralarda olacağım. Çünkü biliyorum, benim göğümde ve göğsümde tek ilah sensin.

 

Çok sonraları fark ettim. Şu film, özellikle şu görsellerdeki sahneleriyle Ahu Tuğba‘nın oynayıp oynayabileceği en muhteşem, en iç titreten filmmiş. Şaşkınım ve üzgünüm. O yerden kalkan bakışları nasıl da daha önce fark edemedim!

Madem böyle başladı, böyle bitsin.

Sabahattin Ali’nin İkizi

Lanet olsun içimdeki karanlığa. Hayatı betimlerken kullandığım tek renk siyah. Siyahın olmadığı her yerde ise o var…

Ömrü boyunca, yaşamak istemediği, hak etmediği bir hayatı yaşamak zorunda kalan Raif‘i betimleyen Sabahattin Ali‘nin de favorisi bu renk değil mi? Düşünsene, değeri yıllar sonra anlaşılacak leziz romanlar yazıyorsun, birileri sana iftiralar atıyor, sonra seni yurt dışına kaçıracak adamın ihanetine uğruyorsun; hayatın boyunca saplandığın karanlık, acı dolu hayatına yakışır bir şekilde bir ormanda öldürülüyorsun. Cesedini günler sonra buluyorlar. Ne büyük trajedi sevgili okur.

sabahattinaliSabahattin Ali’yi kahve fincanının yanına malzeme yapmadım hiç. Madonna‘yı neredeyse ağlamaklı okudum. O günden beri ne zaman görsem Sabahattin Ali’yi bir yerlerde, hemen tüm dikkatimi üzerine yöneltirim. Geçen gün bir mekanda Kafka Okur‘un bir sayısında Sabahattin Ali’yi gördüm yine. Kapakta şu fotoğrafı vardı. Yazmışlar uzun uzun hayatını. Eserlerini incelemişler. Orada yazanları okuyunca anladım ki, her kitabı kendisi (Okumadığım kitaplarını da incelemişler). Sonra şu aşağıdaki cümleleri çiviledi, mıhladı beni. Hissettiğin şeyi bu kadar detaylı, bu kadar açık açık ve ilginçtir bu kadar kısacık ve üstü kapalı anlatabilir misin sen sevgili okur? İşte Sabahattin Ali yapmış:

Sonra çıkıyorsun dışarı, bakıyorsun güneş hala tepede. Yıllardır kurduğun cümleyi bilmem kaçıncı kez kuruyorsun: “Ne yapalım, kısmet değilmiş…”

Beynimde aynı satırlar dönüp duruyor. Sonra anlamaya çalıştım, gerçekten ne düşünüyordu bunları söylerken diye, gözlerinin içine baktım siyah beyaz fotoğrafından uzun uzun. Mutlu görünüyor gibi, ama mutlu görünmeye çalışıyor gibi de. Sonra bu yüzü daha önce gördüğümü fark ettim.

adamlar

İlginç değil mi? Bir mesaj aldım, üzüldüm. Aklıma yukarıdaki cümleler geldi. Sonra beynim beni nerelere, nelere sürükledi. Bir gün Sabahattin Ali’yi anlatan bir film çekilirse ki adamın hayatı gerçek bir film senaryosu, muhakkak Russell Crowe‘u oynatmalılar. Yalvarmalı, yakarmalı, onu oynatmalılar.

Her neyse. Bizim bu müthiş karanlığımızla yoğurulan bir gece daha bitecek. Güneş belki de yarın…