Tag Archives: Doğaç Titiz

16 Ekim Legends feat. Rock’nfoni Konseri

legends00

Konser başlamadan hemen öncesi

Bu yılın en büyük keşiflerinden birisi oldu diyebilirim Legends grubu için. Geçen sefer gittiğim konserlerinden sonra grubun 16 Ekim’de verecekleri konseri beklemeye başladım. İzlediğim ilk konserleri için yazdığım şu yazımı nasıl olmuşsa olmuş, grubun solisti Barış Arda ŞENDAĞ okumuş. Sağ olsun, konserden kısa süre önce bana ulaştı ve yaptığım değerlendirmeler için teşekkür etti. Grubun diğer tüm üyelerine de yazımı gösterdiğinden bahsetti. Beni 16 Ekim’deki konsere davet etti. Böyle olduğu zaman, yani bir okuyucu olabildiğince objektif olarak yazmaya çalıştığım bir konser ya da albüm kritiğini beğenip bana ulaştığı zaman inanılmaz mutlu oluyorum.

Facebook’tan yaptığımız mesajlaşmalardan sonra konser gününü beklemeye başladım. Konser günü saat 19.30 civarı konserin yapılacağı ve evime de çok yakın olan Yunus Emre Kültür Merkezi‘ne gittim. Kapıda ismimi söyledikten sonra, grubun misafiri olarak en ön sırada köşeye doğru bir koltuğa geçtim. Konserim başlamasına çok az kalmıştı ve salon neredeyse dolmuştu. Bu salon, grubun önceki konserini verdiği salona göre daha büyüktü ve kalabalıktı. Hemen her yaştan dinleyici vardı. 

Geçen seferin aksine bu sefer sahneye epey yakın, hatta en önde olmam sebebiyle özellikle grubun davulcusunu ve şefi konser boyunca çok dikkatli bir şekilde izleyebildim. Saat 20.00’yi biraz geçe önce Rock’nfoni orkestra üyeleri, sonra da Legends grubu sahneye çıktı. Bu dakikadan sonra olan her şeyi yine tek tek şarkı bazında anlatmaya çalışacağım.

Bir önceki konserden farklı olarak, performans davulcunun zilleri, zil efektlerinin harikalarını kullanarak girdiği bir davul solosuyla başladı. Altolar ve zilleri özellikle ön plana çıkarak bu solonun hemen ardından ilk şarkı geldi:

  1. legends01Gibi Gibi: Bu şarkının en başında belli oldu ki oturduğum konum itibariyle dinlemekten en keyif aldığım davul ve bassları bu akşam çok iyi duyabilecektim. Özellikle şef Mahmut YONTAR müthiş keyif alıyor bu parçayı yönetirken. Şefi biraz araştırmıştım. Askeri bando kökenli ve yüzbaşı rütbesiyle çok önemli konserlerde sahne almış. Halen devam ediyor mu, emekli olmuş mudur bilmiyorum. Ancak kesinlikle izlemesi keyif veren maystrolar listesinde benim için. Parçayı bitirirken Eye Of The Tiger‘dan bir kuple çalıp bitirdiler. Anlaşılan bu grubun açılışları artık hep Gibi Gibi’yle olacak. Parçanın bitiminde grup açılış konuşmasını yaptı, büyük alkış aldılar.
  2. Yaz Yaz: Diğer solist Esra KOÇ vokali devralıyor. İlk konserde duyamadığım bass yürüyüşlerini duyuyorum bu sefer. Nakarat inanılmaz.
  3. Çok Yorgunum: Bir önceki konserdeki gibi bu konserde de vokalin henüz ilk kelimeleriyle birlikte alkışlar yükseldi. O anlar gerçekten tüyleri diken diken etmeye yetiyor. Konser boyunca flüt sesini en çok duyabildiğim parça bu oldu. Tıpkı giriş gibi bitişinde de tüyler diken diken oluyor. Siz parça bitti sanıyorsunuz ancak hemen ardına bağlıyorlar sıradaki parçayı.
  4. Resimdeki Gözyaşları: Cem Karaca‘dan devam ediyoruz. Şarkının son kısmında bir lalala kısmı var. Seyirciye söylettiler, ancak kalabalığa pek geçmedi.
  5. legends03Bu Aşk Fazla Sana: Vokali yine Esra devralıyor. Parçanın senfonik girişi çok güzel olmuş. Nakarat kısımlarında vokaller reverb efektiyle desteklendi. Bu arada davulcu Cem YANIKÇI gecenin en klas ataklarından birini yaptı, vokal de  tam o esnada inanılmaz şeyler yapmakta olduğundan güzelim atak arada kaynadı 🙂 Konserdeki en coşkulu parçalardan birisiydi şüphesiz.
  6. Senden Daha Güzel: Beklenen oldu ve yine ilk kick vuruşuyla birlikte tüm salon şarkıya eşlik etmeye başladı. Reaksiyon anlamında en güçlü şarkılardan birisiydi.
  7. Sözlerimi Geri Alamam: Bir önceki parçayla bağlayıp başladılar. Seyirciyle yine karşılıklı “hey” ve “yoo” larla girdiler. Burada şef de yüzünü seyirciye dönüp orkestradan sonra seyirciyi de yönetmeye başladı. Bu esnada solo gitarist Yalçın YÜKSEL leziz bir solo çaldı. Bir sonraki soloyu ise önceki konserdeki favorim (o yazıyı okuyanlar Pentragram tişörtlü gitarist olarak hatırlayacaklardır) Furkan ÜÇKAYA çaldı. Solist, önceki konserin aksine grup üyelerini konser boyunca tanıtmaya, onların sesi olmaya devam etti.
  8. legends02Vazgeçtim Dünya’dan: Konserin başından beri duyduğumuz en sert, en Rock girişli parça bu oldu. Solist yine Esra idi. Burada gitaristlerin birbirleriyle olan enfes uyumunun yanı sıra asıl olay, beni de ayağa kaldıran bass ve elektro buluşmasıydı. Sonradan abi kardeş olduklarını öğrendiğim Furkan ve Ömer ÜÇKAYA (bass) kardeşler, parça içerisinde sahnede ilk defa hareketlenip şefe doğru yürüdüler ve şefle birlikte çalmaya başladılar. Şef ise bu kardeşlerle beraber enerjiyi olabildiğince yükseltti. Özellikle parçanın bitiş kısmı çok fazla alkış aldı. Ellerine sağlık.
  9. Stayin’ Alive: İşte gecenin en sıra dışı şarkılarından biri! Önceki konserde olmayan ilk şarkı. Parçaya gitarla akustik sayılabilecek bir giriş yaptılar. Parça müthiş bir seksenler parçası malum. Nakaratta senfoni parlattı kendisini. Parçadaki brass bölümleri klavye destekliydi. Klavyeci İlker YARAR‘a ayrı bir parantez açayım. Kendisi bu projenin mimarı ve tüm düzenlemelerin sahibi. Orkestrasyonların tamamı onun eseri. Bu parçada da pek çok dur kalk olmasına rağmen geçişler çok akıcıydı. Şef yine harikalar yarattı. Parçanın son kısmında seyirciyi ters köşe yapan iki ese de aldandım 🙂
  10. Yalnızlık Senfonisi: Parçaya flütlerin büyüleyiciliğiyle giriş yaptıkları için seyirci en başta dikkat kesildi. Sonrasında da özellikle yaylılar aldı götürdü parçayı. Parçanın yükseldiği kısımlarda özellikle bass gitar, çaldığı part’larla tarihe geçti. Şunu da yeri gelmişken söyleyeyim. Sahnede bir tarzı ve duruşu olan müzisyenler hep ilgiyi çekiyor. Bu açıdan bass gitarist de özellikle sahnenin gizli hakimi gibi geliyor bana 😉legends04
  11. Blue Suede Shoes: Elvis Presley‘in Rock’n Roll tarihinin ilk parçası sayılan bestesi. Şarkıyla ilgili olarak aldığım notlara baktım. Solo yazıp yanına üç yıldız koymuşum.
  12. Kara Sevda: Bir önceki parçayla bağlayıp girdiler. Özellikle gitaristlerin ve bass gitaristin parçası bu oldu diyebilirim.
  13. Ele Güne Karşı: Seyircinin ritme alkışla eşlik etmesiyle başladı. Herkesin bağıra çağıra söylediği bir şarkıydı. MFÖ deyince aklımıza elbette bu parça geliyor 🙂
  14. Sakın Gelme: Alışık olduğumuzun dışında, biraz funk ya da ne bileyim belki fusion türde bir giriş yaptılar. Parçayı Esra seslendirdi ve tüm konser boyunca yaptıkları en sıra dışı düzenleme buydu. Parçanın ana melodisini değiştirip çok başarılı yepyeni bir şarkı yapmışlar. Dinlerken çok şaşırdım. Burada taa ilk konserde yaptığım yorumu bir kere daha yapmak gerekiyor. Keşke orkestranın üflemelileri biraz daha fazla olabilse. Brasslar yine klavye destekliydi mesela. Bu kötü değil muhakkak. Ancak “daha iyisi” için de yapılması gereken bence orkestrayı biraz daha desteklemek.
  15. Dert Olur: Gecenin yepyeni düzenlemelerinden bir tanesi daha! Legends projesinin çok hoşuma giden bir özelliği de, repertuvar hakkında sizi etraflıca bilgilendiriyor olmasıdır. Yani müzik tarihinde bir önemi, özelliği olan şarkılar hakkında çok güzel bilgiler veriyorlar. Örneğin bu parçanın bir Grup Gündoğarken bestesi olduğunu öğrenince şok oldum. Ben Haluk Levent’in sanıyordum mesela 🙂
  16. Aldırma Gönül: Bir önceki parçayla bağlayıp çaldılar. En sevdiğim rock parçalarından birisidir dersem herhalde yalan olmaz. Parçayı bir bütün olarak yani Sabahattin Ali‘nin şiiri ve Edip Akbayram‘ın düzenlemesiyle çok ama çok sevdiğim için, henüz ilk notalardan itibaren tüylerim diken diken oldu. Sırf bu parça için sayfalarca yazabilirim. Müthiş bir parça seçmişler. Solistle birlikte back vokal de çok başarılıydı. Ana melodiyi yaylılarla verme fikri iyi olmuş. Tüyler diken, gözümün önünde Sabahattin Ali varken birden gecenin sürprizi patladı: Sahneye bir rapçi fırladı. İsmini anlayamadım. Söylediklerini de anlayamadım. O esnada tüm dikkatimi davul ve bass’a verdim bende. Bir anda değişen ritmle çok iyi başa çıktılar. İşte tam bu anda anladım ki ben bu davulcu arkadaşımız Cem YANIKÇI’yı aylar önce Doğaç Titiz‘in workshop’unda izlemiştim! Tüm konser boyunca ağırlıklı olarak Cem’i izlediğimden dolayı, özellikle metronom kullanımı konusunda benim için bir ders oldu.
  17. Cambaz: Parçaya arpej eşliğinde vokalle girdiler ama bence ana melodiyle girselerdi çok daha iyi olabilirdi. Başlangıçta seyirciler de gruba eşlik etti. Parçanın nakarat kısmında solo ve yaylılar epey yükseldiler. Yükseldiler ve yükseldiler. Solist sözleri biraz yuvarlamaya başladı ilk kısmında. Sonrasında ise enerji epey arttı. Seyirciye geçti. Parçadaki metronom geçişlerinde davulcu çok seri şekilde metronomu ayarlıyordu. Parça bittiğinde tüm orkestrayı alkışladık ancak konser bitmemişti elbette.
  18. Dert Olur ve Aldırma Gönül: Bu iki harika şarkıyı yine bağlayarak çaldılar. Salon özellikle son kısımda herkesin eşlik etmesiyle harika bir yer oldu.

Böylece konser sona erdi. Konser bitince, ben de sahnenin en önünde olmanın avantajıyla ilk olarak Barış Arda’yı tebrik ettim. Bir anlamda da yüz yüze tanışmış olduk. Sonrasında ise Furkan’ı tebrik ettim. Diğer grup üyelerinin neredeyse hepsi, sahneye fırlayan seyircilerle konuşuyor, fotoğraf çektiriyordu. Hemen kulise kaçmadılar yani 🙂

legends05

Davulcuyla biraz konuşabilmek için bekledim ancak o sırada başı inanılmaz kalabalıktı. Ben de bu tanışma işini başka bir zamana bırakmaya karar verdim ve konser mekanından ayrıldım. Çıkışta uzun süredir görmediğim Onur’la görüştüm. Onur da işten güçten sıkılıp biraz da senfonik rock dinlemek için gelmiş. Onunla da vedalaştıktan sonra eve doğru yürümeye başladım.

Kim ne derse desin, o sıralar aklımda Sabahattin Ali ve şiirin şarkıda geçmeyen bence en güzel dizeleri vardı:

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü,
Deniz dibidir gökyüzü,
Aldırma gönül, aldırma…

Nazik davetleri için Legends grubuna ne kadar teşekkür etsem azdır. Umarım yakın zamanda yeniden görüşme ve sohbet etme imkanım olur her biriyle. Çok yakında yeni konserler olacağının müjdesini verdiler. Kesinlikle takibe alın!

instragram.com/legendsbandofficial

2018 Yılımın Özeti

11 yıllık blog hayatımın en geç yıl özeti yazısı oldu, farkındayım. Ancak 7-8 Ocak tarihlerindeki Doktora Yeterlilik Sınavı ve hemen peşinden gelen 12-13 Ocak Açık Öğretim Fakültesi sınavları nedeniyle geciktim. Elbette bu sırada yazıyı ufak ufak yazmaya başlamıştım. Az önce son sınavdan çıkıp geldim ve yazıyı bugün yayınlıyorum.

Çok uzun yıllardır hayalini kurduğum Eskişehir’de yaşamak ve çalışmak hayalimin ilk yılıydı 2018. O kadar çabuk geçti ki geriye dönüp bakınca acaba neler oldu diyorum, unutmuşum neredeyse. Bu yoğunluğun elbete ki büyük kısmı işle alakalı. Ancak kendi özel hayatımızda da bu yıl üzücü birkaç olay yaşadık. Umarım tekrarları olmaz.

Geleneksel “Yılımın Özeti” yazısına hoş geldin sevgili okur. Biliyorsun, biraz uzun bir yazı oluyor bu. 2018 yılında, her ay neler yaptığımı şöyle bir özetliyor, sonrasında ise bir önceki yıl koyduğum hedefler ile bir sonraki yılın hedeflerine yer veriyorum. Blogla ilgili istatistikleri de paylaşıyorum.

Her sene yazdığım üzere, 31 Aralık tarihi meslek hayatımın da işe başlama yıl dönümleridir. Kadere bak ki nasıl altı sene önce Bilecik‘te 31 Aralık günü işe başladıysam, Eskişehir’de de geçen yılın son günü, işe başlamıştım. Son günler yarım gün olduğu için Ocak ayının 2. günleri genelde yıl dönümleri oluyor. Bu yıl Eskişehir’de iş yerindeki mesaimin büyük bir kısmı “Sıfır Atık Projesi” çevresinde döndü. Pek çok sunum ve eğitim programı düzenledik bu konuda. Bir de grafik tasarım işlerimiz epey yoğundu. O açıdan sevgili iş arkadaşlarıma yazının en başında teşekkür edeyim. Bilecik’te kalan eski dostları da unutmuyorum elbette. Onlara da selamlar olsun.

Ocak 2018:

Bu ay bloga 5 yazı yazmışım. Eskişehir’deki iş yerine alışmakla geçti bu ay. Bir de ay sonuna doğru “Süper Kanlı Mavi Ay” isimli bir dolunay yaşandı. Aynı ay içerisinde iki dolunay olması bu yılın en müthiş gök olaylarından bir tanesiydi. Yıl boyu aksamayan tek şey dolunaylarım ve onların yazıları oldu.

Şubat 2018:

Bloga 6 adet yazı yazmışım. Bu ay Volkan Türkiye’ye gelmişti. Çok özledim yahu Volkan’ı da. Uzun süre oldu görüşmeyeli.

Okumaya devam et

Headbang – Maya – Doğaç Titiz ve Akın Bağcıoğlu

mag01Aslında geç kaldım yazmak için. Ama bu gecikme Plak Mecmuası‘nın da yeni sayısının yayımlanması yüzünden oldu. Headbang‘in 3. sayısının yayımlandığını görünce heyecana kapılıp siparişi verdim. Daha sonra bir de ne göreyim! Meğer Plak Mecmuası’nın da 4. sayısı yeni yayımlanmış. Mecmuayı da sipariş edeyim, ikisini birlikte yazarım diye düşündüm. Ancak erteleye erteleye yalan oldum. Bir de üzerine kredi kartımı iptal ettirmem durumu gelince, dedim ki iyice gecikmeden bu muazzam bookazine‘i, yani Headbang’in yeni sayısını muhakkak yaz.

Bu yeni sayının şimdiye kadar ki en başarılı kapakla çıktığını belirtmeme izin ver öncelikle. Bu sayıda Çağlan Tekil‘in, en sevdiği gruplardan olan Ghost yine kapakta en üstte yazılmış. Ghost, gerçekten metal midir yoksa rock mıdır, yoksa rock bile değil midir? Şu sıralar yerli yabancı tüm platformlarında ve özellikle Youtube’da bu tartışma yapılıyor. Dergideki Ghost’la ilgili olan yazıyı henüz okumadım. Ancak bana göre son albümüyle küllerinden doğan, yıllardır bir benzerini daha bulamadığım, Immortal‘la ilgili olan röportaj müthiş. Çok büyük ihtimalle Türkiye’de, grupla yapılmış en kapsamlı röportajlardan birini yapmış Zeynep Çolakoğlu. Kendisini birkaç yıl önce Eskişehir’deki bir etkinlikte tanımıştım. Hatta “Büyülü Sözlük” isimli bir de kitabı var ki çoğu zaman mitolojik kavramların anlamlarına bakmak için başvurduğum kapsamlı bir kaynak. Muhakkak kitaplığınızda olması gerekiyor.

mag02

Headbang, bu sayıda ilk defa diğer iki kapaktan farklı olarak mor renkte yayımlandı. Bir de kitap ayracı vermişler. Keşke bir sonraki sayılarında, ilk iki sayı için de birer ayraç hediye etseler. Bu tip nesneler, koleksiyon değeri olan nesneler zira. Yazı çok geciktiğinden bir de bookazine’in tamamını okumak için beklemedim. O yüzden içeriklere dair yorum yapamıyorum. Ancak bir sonraki Headbang yayımlanana kadar bu sayıyı da bitirmeden bırakmayacağım gibi geliyor.

mag03

maya.jpgAylar önce pasifagresif, Mabel Matiz‘in Maya isimli albümü için bir kritik yayımlandığında sitenin takipçileri arasında acayip bir tartışma çıktı. Yazar, bu tartışmaları önceden kestirebilmiş olacaktı ki albüm kritiği yazısında pek çok defa albüme neden kritik yazılması gerektiğini yinelemişti: Çünkü albüm çok kaliteliydi. Sen ne düşünüyorsun bilemem ama bana göre Mabel’in “Öyle Kolaysa” parçası, yılın en iyi pop şarkısı. Çok açık ve net. Benim tanıdığım pop müzik dinlemeyen, hatta gayet ekstrem türleri dinleyen pek çok kişi ve arkadaşlarım, müzisyenler bile parçanın kalitesi konusunda olumsuz bir eleştiri yapmadılar. Maya albümünden çıkan sırasıyla “Ya Bu İşler Ne?“, “Öyle Kolaysa”, “Sarmaşık” ve “A Canım” isimli parçaların her biri gerek sözleri, gerek altyapıları ve gerekse de başarılı klipleriyle bu yıl ülkemizin pop müzik piyasasına şüphesiz altın harflerle kazındılar.

Müzik arşivciliği yapmak çok zor bir olay sevgili okur. Sevdiğin, özellikle takip ettiğin sanatçıların, grupların albümlerini almak zaten farz iken, bir de o yıla, o türe damga mag06vurmuş, zamanla kalitesi anlaşılan albümleri de toparlamak gerekiyor. Örneğin Levent Yüksel‘in “Med Cezir” albümü. Albüm biriktiriyorum, müzik tarihine ilgiliyim diyen birinin arşivinde muhakkak olması gereken bir albümdür bence. Ya da Tarkan‘ın “Aacayipsin” albümü. Hiçbir zaman Tarkan dinleyicisi olmadım ancak bu albümün, pop müzik tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu kimse inkar edemez. İşte Mabel Matiz’in Maya albümü de böyle sevgili okur. Çok büyük ihtimalle Mabel Matiz’in kendisi bile bir daha böyle bir albüm yapamayacak. Ülkede de en azından üç dört sene böylesine her parçası hit olan bir albüm çıkmayacak. Albümün yalnızca müzikal başarısı da değil söz konusu olan. Tüm albümün kliplerinden, sözlerinden ve melodilerinden, Mabel’in sahne kıyafetlerine kadar bir tema, bir bütünlük taşıyor olmasından bahsediyoruz. Ellerine sağlık, Barış Manço ve Erkin Koray‘ın ülke müziğinde bir dönemi başlattığı “Anadolu” teması, bence hiç bu kadar iyi işlenmemişti bugüne kadar. Eh, Barış Abi ve Erkin Baba’nın ucundan kulağından aşırdığı ufak tefek melodileri hoş görüyoruz elbette. Mabel’in hayatının bir noktasından itibaren uğradığı ya da en azından bize yansıttığı o “ötekileştirilmeye çalışılmaktan, insanların hadsiz hesapsız acımasızlığından kaçışının muazzam bir manifestosu Maya. Ellerine sağlık.

mag05

Bu albümü de yayımlanan en klas versiyonuyla, Deluxe Edition Digipack ile satın aldım. Aslında plak formatında da bekliyordum ancak onun yayımlanmasına dair herhangi bir haber yok henüz. Digipack formatındaki albüm 2 CD’den oluşuyor. İlginçtir ki tüm hit parçalar ilk CD’de yer alıyor. Dört bölmeli digipack’te ortaki iki kısımda CD’ler, sağ ve sol ceplerde ise şarkı sözlerinin yer aldığı kitapçık ile arka yüzünde İngilizce şarkı sözlerinin yer aldığı Mabel Matiz posteri ve bir adet sticker yer alıyor. ŞArkı sözü çevirileri çok çok başarılı. “Öyle Kolaysa”nın çevirisini aşağıya ekledim. Kısacası, bu yılın bana göre en başarılı pop albümü buydu sevgili okur. Mabel, çıtayı öyle bir yere koydu ki şimdi kendisi bile düşünüyordur bunu nasıl aşabileceği diye 🙂

mag04

mag07

Aralık ayı, yıllardır Eskişehir’de gördüğüm en müzikal ay oldu diyebilirim. Daha geçen gün Cengiz Tural‘ın davul workshop‘ını yazmıştım hatırlarsan. Bundan çok kısa bir süre sonra da ülkenin en celebrity davulcularından olan Doğaç Titiz ile Akın Bağcıoğlu‘nun davul workshopları duyuruldu. Bu ikili, geçmişte de birlikte workshoplar yapmışlar. Bu açıdan Eskişehir’e gelmeleri, ikisini bir arada izlemek bakımından çok iyi oldu.

Etkinlik yaklaşık 45 dakikalık bir gecikmeyle başladı. Sahne çıktıklarında bu durum için özür dilediler. Mekan, çok eskiden Ermeni Kilisesi, daha sonraları Asri Sinema ve nihayet de Zübeyde Hanım Kültür Merkezi ismiyle kullanılan binaydaydı. Dolayısıyla kilise zamanından kalan kubbe yapısı, buradaki davul sahnesi için büyük bir sorun oluşturmuş. Davullardaki mikrofonları fark ettim. Kimileri normal, kimileri ise dinamikti. İlk olarak da bu hususu sordum. Ancak anlaşıldı ki kurulan mikrofonların hiçbiri çalışmıyordu. Yani duyduğumuz sesler doğrudan davulun ham ve tonlanmış sesleriydi. Belki sahneye çok yakın olduğumdan, çok leziz geldi bu sound bana. Ancak genel olarak değerlendirmek gerekirse, Cengiz Tural’ın workshop’ındaki altyapı ve ses düzeni çok çok daha iyiydi. Çünkü bu sıkıntıdan dolayı Titiz ve Bağcıoğlu ne yazık ki hiç parça çalamadılar. Çok isterdim.

mag09

Cengiz Tural, biraz daha kitaba bağlı bir müzisyendi. Ancak (en azından benim konuşmalarından çıkardığım kadarıyla) Doğaç Titiz ve özellikle de Akın Bağcıoğlu, biraz daha serbestler bu konuda. Her workshopta aynı soruları soran çocuk, bu workshopta da yine aynı soruları sordu. Orada davul metotlarıyla ilgili yaptıkları değerlendirmeleri çok beğendim.

mag08Cengiz Tural, metal ve rock müzik kökenli bir müzisyendi. Doğaç Titiz’i de hep öyle sanardım. Ancak değilmiş, hatta sevmiyormuş bile. Sahnede mevcut kapasitelerinin sadece %5’ine ihtiyaç duyduklarını söylediler. Pop müzikle ilgili söyledikleri ve yaptıkları tespit ise muazzamdı. Merak eden olursa mesaj atıp sorabilir. Bir de Doğaç Titiz’in, her gece sabahlara kadar Youtube’da davulcu videoları izlediğini öğrenmek beni şaşırttı doğrusu. Hala kendini yeterli görmeyip Dünya’daki diğer insanların neler yaptığını da sürekli araştırıyormuş. Helal olsun.

Teknik olarak bu workshop’ın bana en büyük faydası ghost note olayına dair fikir edinmemi ve estetik duruş/oturuş konusunda rehber olmasıydı. Gerçekten de Doğaç Titiz, ülkedeki en doğru ve ergonomik duruşa sahip. Bunu önceki workshopta Cengiz Tural söylemişti. Gerçekten hak verdim.

Her iki büyük müzisyene de saygı ve sevgiler. Geldikleri için teşekkürler.

Akın Bağcıoğlu’nun Instagram hesabından aldım

GÜNCELLEME: 26.12.2018. Yazıyı ilk yazdığımda en alta, workshop’ta kendi çektiğim bir videoyu, Doğaç Titiz’in performansından birkaç dakikayı koymuştum. Ancak aynı akşam, Doğaç Abi bir mesajla ulaşarak videoyu kaldırmamı rica etti. Zira kendisi de o akşam pek çok kamerayla çekmişti. Şimdi montajlanıyormuş hatta o videolar. Ben Youtube’a yüklediğim videoyu sildim. O da kendi instagram hesabından benim çektiğim videodan bir kısım yayımlamış sağ olsun. Aşağıya onu ekliyorum:

Cengiz Tural Workshop’a Katıldım

ctural01Geçen hafta perşembe günü işten çıkıp Halil Abi‘yle biraz vakit geçirdik. Sonra eve doğru geçerken Alper aradı. “Ben bugün gecikeceğim, sen Cengiz Tural’a yalnız git” dedi. Lan! Cengiz Tural Eskişehir’e geliyordu! Ben bunu nasıl unutmuştum?

Aslında tüm mevzu ben geçen haftalarda şehir dışındayken olmuştu. Şehrimizin iddialı müzik marketlerinden Music Store, O Ses Türkiye‘de zaman zaman orkestranın da önüne geçen performansı sayesinde, son yılların en popüler davulcularından biri olan Cengiz Tural’ı bir workshop için şehrimizde ağırlıyordu. Alper sağ olsun ikimiz için birer davetiye aldı. Etkinlik günü geldiğinde de kendisi geciktiği için benim yalnız da olsa, gitmemi sağladı.

Etkinlik için saat 19.00’da Public Arena‘ya gittim. Şansıma kapı henüz açılmıştı. Gittim en öne yalnız başıma oturdum. Sonradan mekan doldu. Mekan yarım saat içerisinde herhangi bir grubun konseri varmış gibi doldu. Saat 19.30’da sahneye çıkan Cengiz Tural da bu doluluktan hem memnun hem de şaşkındı. “Bizim What Da Funk ismindeki grubumuzun sahnesine bile bu kadar gelmiyorsunuz“, dedi. Kısaca kendisini tanıttı. Bilmeyenler için 1984 doğumlu ve 1999 yılından bu yana davul çalıyor. Bana göre ülkedeki en teknik davulculardan bir tanesi. Şansı (ya da şanssızlığı) bu müzisyenin, O Ses Türkiye sayesinde tanınmış olması.

ctural02Geçtiğimiz yıllarda, Türk Metal tarihinin en büyük davulcusu Goremaster, Cem Devrim Dursun ile sohbet etmiştik onun hakkında. Cem abi bana, Cengiz Tural’ı beğendiğini, çok büyük ihtimalle onun geçmişinde bir metalcilik olduğunu düşündüğünü söylemişti. Aklımdaki sorulardan bir tanesi buydu aslında. Ancak benim sormama gerek kalmadan kendisi de cevapladı. Çok sıkı bir metalciymiş. Cannibal Corpse dinliyormuş zamanında. Hatta kendi ifadeleriyle, “Hammer Smashed Face’i ezbere söylerim, gerekirse distortion’a boğarım”. 

Cengiz Tural, gerçekten komik, sempatik, sevecen bir insan. Olması gerektiği yerde çok ciddi, bir öğretmen tavrına sahip. Üç saatten biraz fazla süren workshop boyunca sekizlik ve onaltılık notaların gruplamalarından bahsetti. Ama benim için en önemli kısımlar “Duyum” ile ilgili anlattıklarıydı. Bir de “tarza göre sahip olunması gereken” yaklaşımları çok iyi açıkladı. Epey moralim bozuldu mu? Evet. Çünkü adam çok iyi, çok çalışmış, çok emek vermiş ve hala kendisini yeterli görmüyor. Sürekli çalışıyor. Çalıyor ama çalışıyor da 🙂 Şaka bir yana, özellikle nota bilmekle ilgili söyledikleri beynime kazındı. Bana yepyeni ufuklar açtı.

Cengiz Tural, iyi davul çalabilmek için gerekli olan en önemli şeylerden birinin İngilizce bilmek olduğunun altını defalarca çizdi. Çünkü ancak bu sayede en doğru kaynaklara erişilebilir. Bu konuda sonuna kadar haklı. Okulda gördüğümüz mühendislik eğitiminde de bize sürekli dikte edilen buydu. Öğrenim boyunca, İngilizce sayesinde ödevlerimizi yapabildik. Bu noktada, “güzel davul çalabilmek için nota bilmek ilk öncelik olmayabilir ama İngilizce öyle” diyerek noktayı koydu.

ctural04

Katılan kitleye yönelik, 2000’lerde doğan jenerasyon için yaptığı “Instagram jenerasyonu” tespiti muazzamdı. Küçük (muhtemelen 4-5 yaşlarında) bir kız çocuğu sordu: “O Ses Türkiye’yi izliyor musun?” Cevap verdi: “Evet, ama arkalardan izliyorum.” 🙂 Bir başka arkadaş, sahneye çıkıp şarkı söylemek istedi. Usta kırmadı bu arkadaşı. Meğer arkadaş, O Ses Türkiye seçmeleri yapılıyor sanmış öyle gelmiş 🙂 Soru faslında bir sürü komik soru soruldu. Sağ olsun, bıkmadan usanmadan hepsine cevap verdi.

ctural00

O Ses Türkiye’de

Workshop esnasında sürekli olarak Eren Başbuğ‘un ismini andı. Bu arkadaşımız, belki de ülkemizden çıkan en yetenekli klavyecilerden. Dream Theater‘ın klavyecisi Jordan Rudess‘la çalışmaları var. Üstelik çok da iyi besteleri var. Progressive müziğin ülkemizdeki öncülerinden olmaya aday bir arkadaşımız. Cengiz Tural da kendisiyle çalışıyor. Tural’ı, “sadece O Ses Türkiye’nin davulcusu” olarak tanıyanlar da ilk duyduklarında çok şaşırıyordur muhtemelen. Ancak öylesi progressive bestelerin altından kalkabilecek az sayıdaki isimden biri bana göre.

 

Son kısımda, Dream Theater’ın “legend” parçası “The Dance Of Eternity“i çaldı. Grup bu parçayı yıllar önce kendi davulcularını seçerken kullanmıştı. Audition’lar sırasında Mike Mangini ile Marco Minnemann, muhtemelen saatler boyunca aynı şarkıya çalıştıkları için ezberden çalabilmişlerdi. Tural, workshop esnasında notadan çaldı. İşte bu da bana aradığım bir başka sorunun cevabını verdi.

ctural03

Kendisi çok büyük bir davulcu. Çok önemli isimlerle güzel işler yapmaya devam ediyor. Onun tavsiye ettiği davulcuların başında ise Doğaç Titiz geliyor. Oturup izlemekten, takip etmekten asla vazgeçmeyin, diyor. Etkinliğin sonunda ben önce Özcan Yapıcı‘yı tebrik ettim, böyle kaliteli müzisyenlerle tanışma imkanını bize sağladığı için. Ayağına sağlık Cengiz Tural. Seni tanımak çok keyifliydi. Şimdi o müthiş performansı izleyelim: