Tag Archives: sağlık pide

Sercan’lı Bir Haftasonu

En son Kasım’ın sonunda, düğündeyken görüşmüştük Sercan‘la. O günden bugüne de işten güçten aşktan, bir türlü görüşme fırsatı bulamamıştık. Geçen hafta, 23 Nisan’ın perşembeye denk gelmesini bilen Sercan’ın şirketi, cumayı da bağlayarak dört günlük bir boşluk yaratmış çalışanlarına. İşte bu boşluğa sığmaya çalışan Sercan’ımız, kendisi birazcık şişmandır, Eskişehir’e gelmeye karar vermiş.

Tekirdağ‘dan önce Ankara’ya geçmiş uçakla. Sonra da 23 Nisan akşamı nihayet Eskişehir’e gelmiş. Ertesi gün işe gideceğim için geldiği akşam aramadı Sercan. Ancak 24 Nisan akşamı işten döndükten kısa bir süre sonra Alper aradı koordinatları verdi ve nihayet Sercan’la aylar sonra buluşmak üzere çarşıya çıktık.

sercono02Adalar’daki uğrak mekanımız olan Sağlık Pide‘de buluştuk, karşımızda kalabalık bir ekip vardı: Sercan’la birlikte Alper, Koray, Özgür ve Özlem de vardı. Merve‘yle bu ekibin yanına dahil olduk. Sercan’a bir önceki gün gelmesinden dolayı epey sövdüm. Sonra tabi sohbettir muhabbettir derken kızgınlıklar unutuldu, hancıya şarap ve kuzu butları söylendi, kurta da kemirmesi için kemik söyledi Sercan.

triviaYemekten sonra kendimizi bilmez bir halde Espark‘ın yanındaki Kahve Diyarı‘na geçtik. Burada saatlerce oturduk, gülüştük. Bir diğer kardeşimiz Volkan‘ı da aradık, çıktı geldi hemen. Volkan gelmeden önce Alper’le Trivia Crack oynadık. Ben yendim. Sonra Volkan gelince Alper ve Volkan birlikte oldular ve beni yendiler. Ama şansları da yardım etti. Bana şans “hiç” yardım etmedi.

Gece saat ona doğru biz kalktık ve eve geçtik; Sercan, Alper, Koray, Volkan ve ekibin geri kalanı (aslında ben ve Merve hariç diğerleri) eğlenceye devam etmişler. Acayip eğlenmişler. Bunu da ertesi gün saat sabah 10’u biraz geçe gittiğimiz toplu kahvaltıda öğrendik. Evet, yine en son Sercan’layken toplu bir kahvaltı yapmıştık. Hatta o zaman Seval de vardı, ah canım benim. Onu da andık.

Kahvaltıdan sonra beklenen oldu ve bizim eve geçtik. Sercan ve Koray, Sercan’ın bir önceki gece feneri söndürdüğü yerden eşyalarını alıp bize geçtiler. Öncesinde biz de Alper’lere gidip Caner‘in klarnetini aldık. Sonra bize geçip klarnet gitar, fife gitar, melodika gitar, melodika fife ve bilimum enstrümanlarla eğlenmeye başladık. Sercan ve Koray geldikten kısa bir süre sonra aklıma bir fikir geldi: Stüdyoya gitmek!

sercono01Yarım saat içerisinde hazırlığımızı yaptık ve stüdyoya geldik. Biraz bekledikten sonra stüdyoya girdik ve eğlenceli bir stüdyo oldu. “Öyle dertli dertli bakma, gören olmaz, duyan olmaz” dedi Koray. Stüdyodan sonra Koray yanımızdan ayrıldı.

Biz de Alper ve Sercan’la birlikte yeniden bizim eve geçtik. Gece Sercan ve Alper bizde kalacaktı. Geçenlerde Merve’nin bana aldığı mezuniyet hediyesini görünce Alper’in tüm ilgisi alakası buna kaydı. Şimdi bu hediyenin ne olduğunu söylemiyorum. Çünkü yakında bununla da ilgili bir yazı yazacağım. Alper, Sercan ve ben, oturup bu hediyeyle uğraştık. Epey de iyi iş çıkardık.

Uzun süredir vakit bulup da film izleyemiyorduk. Alper’in tavsiyesiyle “Gone Girl“ü izlemeye başladık. Allah belasını versin, o ne biçim bir sondu lan öyle? Film çok iyi ilerliyor, ilerliyor, sizi ekranın başına kitliyor. Ancak öyle bir sonla bitiyor ki anlatamam. Evet, anlatmayacağım. İzleyin görün.

Ertesi sabah saat on bire doğru uyandık. Özlem ve Koray’a haber verdik. Sercan öğlen iki buçukta Ankara’ya geçecekti. Daha önce hiç gitmediğim bir mekana, Madame Teras Cafe Bistro‘ya kahvaltıya gittik. Burada açık büfe kahvaltı servisi vardı. Haftaiçinde madamserpme kahvaltı da aoluyormuş ancak haftasonu sadece açık büfe varmış. Eskişehir’in tüm kalantorları da buradaydı. Kapıda park etmiş halde onlarca biemdabılyular, audiler vardı. Bunların arasına Alper’in efsane Flash Gordon‘ını park ettik.

Kahvaltı epey uzun sürdü. Bir kahvaltı süresi kadar da sofrada muhabbet ettik. Saat ikiye doğru yine topluca, bu sefer Otogar’a doğru yola çıktık. Yolda biz askerlik muhabbeti yaptıkça Alper müziğin sesini arttırdı.

sercono03Nihayet bu hareketli ve eğlenceli hafta sonumuzun sebebi, Sercanımızı yolcu ettik. Sercan’ı yolcu ettikten sonra Alper bir krallık yapıp bizi Batıkent’e bıraktı. Çünkü amcamlar Eskişehir’e gelmişlerdi.

Amcamlarla da bir süre oturup sohbet ettikten sonra, onları da Bursa’ya yolcu ettik ve her güzel şey gibi, haftasonu bitmiş oldu.

despic

Tek Günlük Ankara Çilesi

Yazının başlığından yazının tamamında ne okuyacağınıza dair herhalde fikriniz olmuştur sevgili okur.

Aday memurluk olayının son aşaması olan “Tamamlayıcı Eğitim Sınavı” için 81 ilden yaklaşık 450 kişi 31 Ekim Perşembe Ankara Macunköy‘deki İller Bankası Sosyal Tesisleri’ne çağrıldık. Hepimiz 2012-1 atamaları ile atanan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı personelleri idik ve Bakanlığın yayımladığı 60 sayfalık ders notlarından sınav olacaktık.

Sınav perşembe sabahı saat 10’da olacağı için Çarşamba akşamı Ankara’ya gitmeye karar verdik. Bizim kurumda toplamda üç aday memuruz: Ben, Şemre ve Sinem. Çarşamba günü mesai çıkışına az bir zaman kala Bilecik’ten Metro Turizm ile Eskişehir Otogar‘ına geçtik. Şansımıza Otogar’a gidişimizden yaklaşık 5 dakika sonra otobüse binmiştik Bilecik’te. Eskişehir Otogar’da indikten sonra ilk değil ama ikinci tramvayı yakalıp doğruca Çarşı‘ya geçtik.

Eskişehir’de bilen bilir, Adalar‘daki Sağlık Pide‘yi. Eskişehir’de yaşadığım zamanlarda sıkça giderdik. Şemre’yle Sinem’i de götürdüm oraya. Giderken çok gizli barların çok gizli yan masalarından geçtik. Sağlık Pide’de karnımızı doyurduktan sonra bir hamleyle çabucak tren garına geçtik.

51-9bht

Trenimiz saat 19.00’da hareket ediyordu. Biz bindikten çok kısa bir süre sonra hareket etti. Hızlı trende karşılıklı koltuklara denk geldik. Şemre sağ olsun o şekilde almış biletleri. Cam kenarında yalnız oturdum ben. Diğer ikisi de yan yana oturdular. Sonradan gelip yanıma oturan kıza, yol boyunca Sinem baktı baktı güldü.

96-mtn8

Tren yolculuğu çok iyi geçti. Yarın gireceğimiz sınavın notlarına göz gezdirdik. Aynı işi Bilecik’ten Eskişehir’e gelene kadar zaten yapmış oldukları için Sinem ve Şemre bir süre sonra sıkılıp bıraktılar. Ben tam notları okumayı bitirmiştim ki Ankara’ya indik.

577-w470

Sinem’in kalacağı yer, ertesi gün sınava gireceğimiz İller Bankası Sosyal Tesisleri’ndeki misafirhane idi. Burada Afyon’dan arkadaşımız Sanem ablayla kalacaktılar. Tren Garı’ndan çıkıp önce metroya bindik. Macunköy İstasyonu‘nda inip bir taksi çağırdık. Bulunduğumuz noktadan gideceğimiz yer aslında 2 km.den biraz daha uzaktı. Ancak hem saat geç olduğu hem de epey yorulduğumuz için taksi çağırdık. Taksi zırt diye geldi, bizi pırr diye aldı, zınk diye indirdi sosyal tesislerde.

Sinem’i bıraktığımızda saat 22.00’ye geliyordu. Fazla oyalanmadan Emre’nin Keçiören Etlik’teki evine gitmek üzere ıssız bir otobüs durağında beklemeye başladık. Sağolsun oradaki bir benzinlikte rastladığımız birisi bıraktı durağa bizi. Biraz geçmişti ki beklediğimiz otobüs geldi ve atladık. Eskişehir’dekinin aksine Ankara’da para ile binilen otobüsler varmış. Ne güzel dedim. Eskiden Eskişehir’de de vardı. Bu otobüsle yaklaşık 25 dakikalık bir yolculukla Kızılay’a geldik.

12-y7uzAkşam saatlerinde Kızılay gerçekten harika oluyormuş. Kimileri aksini söylese de işportada cidden apayrı bir lezzet var sevgili okur. Kayıt dışı ekonominin o dayanılmaz çekiciliğine kendimizi kaptırdık ve Şemre bir çanta aldı. Ben ise Eifel Kulesi şeklindeki bir zımbırtıyı almamak için kendimi zor ikna ettim.

Kızılay’da çok oyalanamadan bu sefer Meşrutiyet Caddesi‘ne yöneldik. Burada bir durakta otobüs beklemeye başladık. Durakta bulunan bir direğe güzel bir şekil çizdim ve adımı yazdım, derken otobüs geldi yine. Yaklaşık 10 dakika beklemiştik oysa 🙂 Otobüse bindik, şansımıza oturacak yer de vardı. Tam yarım saat sürdü yolculuğumuz Keçiören’e, Şemre’lerin mahalleye varmamız. Yol boyunca yanımda çok sert bakışlarla camdan dışarıyı seyredip, Sincanlı Mustafa dinleyen arkadaşa baktım göz ucuyla. Aşırı sert bir abiydi, tespihi de vardı.

Şemreler’in mahallede inince bu sefer Şemreler’in evi tahmin etme oyununa başladım. Saat zaten 23’ü geçmişti. Erdal Emlak’ı dönünce ikinci değil üçüncü apartman, dedim. Yanıldım. Dördüncü apartmanmış.

Sağ olsun Şemre’nin annesi ve babası o geç saate rağmen bizi beklemişlerdi. Hızlıca bir yemek yedikten sonra çay içtik. Sonra biraz daha ders notlarına baktık, hiçbir şey anlamayınca uyumaya karar verdik. Gece saat 01.00 civarında uyudum. Gece de hiç rüya görmedim, midem bulanmadı.

Ancak sabah 06.30’da acayip bir karın ağrısı ve bulantı ile uyandım. Bu tedirginlik bulantısı idi. 25 yıllık tarihimin aktif olarak en az 16 senesini öğrencilikle geçirmeme rağmen şu sınav illeti bitmiyordu sevgili okur. Bu karın ağrısı da işte o karın ağrısıydı.

Sabah çok hafif bir kahvaltı yapıp saat 07.00’yi biraz geçe yola çıktık. Zira cehennemin dibine gidecektik. Gittik durağa beklemeye başladık. Ankara’da süper bir uygulama başlamış. Bulunduğunuz her durağın bir numarası var. Bu numarayı ve beklediğiniz otobüsün numarasını otobüs işletmelerinin internet uygulamasına giriyorsunuz ve beklediğiniz otobüsün bulunduğunuz durağa kaç dakika sonra geleceğini söylüyor. İki defa denedim, ikisi de bire bir tuttu lan!

Kızılay’a binen otobüse bindik. Sabah trafiğine takıldığımız için Ulus‘da inip Metro’ya binmeye karar verdik. Süper bir karar vermişiz. Zira inip Metro’ya binip Macunköy durağında indiğimizde saat tam 08.30’du. Bir önceki gün yorgunluktan göze alamadığımız yolu, bu sefer yürüyelim dedik. Zira taksiyle gitsek 3 dakikaya gidecektik ve 1.5 saat orada sınavı bekleyecektik.

Yürümeye başladık. Epey bir yürüdükten sonra tesislere geldik ve halen 1 saatimiz vardı sınav için. Tesislere girdiğimiz andan itibaren pek çok tanıdık yüz gördük. Yalova’dan Şahin usta, Afyon’dan Sanem abla, Balıkesir’den Betül, Denizli’den Orhan kardeşim

13-1pr8

Sınavın yapılacağı salona 450 kişilik bir topluluk halinde girerken herkesin ağzında tek bir kelime vardı: Çalışmadım. Şemre ile benim ağızlarımızda da iki kelime vardı: Çok çalıştık. Şaka bir yana doğru dürüst çalışamadım ben. Kardeşimin hastane vs. durumlarından dolayı. Ama çok çakal bir not çıkardım.

Sınava girdik. Sınav 100 soru. Hakikaten kolay bir sınavdı. Kopya çekmeye dahi gerek yoktu. Çıkardığım notları bire bir sordukları için Çengel Bulmaca çözer gibi işaretleyip çıktım. Çıkarken de bizimkilere hadi siz de gelin dedim.

Dışarı çıkıp Bolu’dan arkadaşım Ahmet‘le lafladık biraz. Peşimden gelin, dediğim Şemre’yle Sinem ve hatta Sanem abla, tam 40 dakika sonra çıktılar. Haliyle planımızdan epey gecikmiş olarak Kızılay’a vardık yine bir Metro yolculuğuyla.

Kızılay’da bizimkilerden bir süreliğine ayrılıp bazı başka işlerin peşine gittim.

Sonra yine bizimkilerle Kızılay Alışveriş Merkezi’nin 8. katındaki yemek bölümünde buluştum. Açlık ve yorgunluktan kendimden geçmiş bir halde yemek yedim. Sonra Sanem abla’nın fikriyle kitap almaya gittik. Aldık ta. Açlık Oyunları, Alamut, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve İlber Ortaylı’nın Seyahatname‘sini aldım.

Saat 15.00’deki trenimizin kalkmasına yaklaşık yarım saat kaldığı için aceleyle Metro’ya bindik ve Ulus’ta indik. Gar’a doğru yürümeye başladık.

Sağ olsun Şemre bizi yolcu etti. Tren çok kısa süre içerisinde hareket etmeye başladı. Sinem’le geliş yolunca anlaştığımız için ikimizde yorgunluktan bitmiş bir halde tren koltuğunda uyumaya başladık. Kulağımda Sabhankra ile uykuya daldım. Yorgunluktan yine rüya göremedim. Sonra uyandım birden. Baktım Sinem uyuyor hala. Birkaç komik fotosunu çektim. Sonra yine uyudum. Bu sefer de Sinem’in telefonu çaldı. Yeşim Hanım aramış sağ olsun.

Eskişehir’de saat 16.40’da trenden inip hiç vakit kaybetmeden Otogar’a geçtik. Saat 17.15 civarında Otogar’a gelip her seferinde binmemeye tövbe ettiğimiz ama aksi gibi en uygun saatte otobüsleri olan Buzlu Turizm‘in sözüm ona 17.45 otobüsüne bindik. Otobüs çok eskiydi ve tam bir kültür mozağiyiydi. Suriyeleriler, hemen arkamızda bir Uzakdoğulu çift, muavinin dediğine göre Iraklılar falan epey bir doluydu otobüste. Yazıhanede, 17.45’te kalkacağına yemin billah edilen otobüs, saat 18.05’te Eskişehir Otogar’dan çıktı. Rezil bir yolculuktan sonra Bilecik Otogar’ına indiğimizde Sinem’in de benim de gözümüzdeki ferler sönmüştü. Tükenmiştik.

Alt kattan Şemre’nin unuttuğu kimliğini yarın otobüsle Ankara’ya yollamak üzere alıp kendimi odama zor attım. Gücümün son kırıntıları ile bu yazıyı yazıp bir duş alacağım ve uyuyacağım sevgili okur.

2 Günde Nasıl 1+1 Ev Alınır?

Bütün hikayemiz Ahmet‘in beni hafta başında arayıp Azerbaycan‘da oturan amcasının oğlu Yağız‘ın Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü‘nü kazandığını söylemesiyle başladı. Yağız, yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının girebildiği özel bir sınava girmiş. Bu sınavın sonuçları Türkiye’deki sınavdan çok sonra açıklandığından çocuğun herhangi bir devlet yurdu için başvuru şansı kalmamış.

Neyse, salı günü öğleden sonra Espark‘ın yanındaki Kahve Diyarı‘na gidip Ahmet, İlksen yengesi ve kuzenleri Yelenda ve Yağız’la buluştum. Kayıt işlemlerinin ardından yol boyunca bulabildikleri kadar yurt, apart vs ilanı toplamışlar. Bunlara baktık birlikte. Bir takım kriterler belirleyip aralarından elemeye başladık. Yağız tek kişilik bir odada kalmak istiyordu.

Kalktık, önce üniversiteye yakın olan yurtlara ve apartlara bakmaya başladık. Ancak Eskişehir’de bayan öğrenciler için çok fazla apart ve yurt imkanı olmasına rağmen, Erkek öğrenciler için bu sayı biraz daha kısıtlıdır. Neyse, epey bir yer gezdikten sonra hali hazırda hiç bir yurtta tek kişilik oda kalmadığını; hakkını yemeyelim, tek kişilik odası olan yurtların da çok fahiş fiyatlar talep ettiğini gördük. İşte o dakikalardaydı aklımıza 1+1 ev alsak acaba nasıl olur diye düşmeye başladı.

Yağız’ın babası Azerbaycan’daydı, dolayısı ile önce kendisi ile görüştük. Ercan amcanın da bu fikre dünden razı olduğunu anladık yaptığımız uzun görüşmeler sonucunda. Bir özel apartla da görüştükten sonra zaten hava kararmıştı artık. Yanımızda Ahmet, Yağız, Yelenda ve yengesi oldu halde yemek yemeye gittik. Acıkmıştım, epey de acıkmıştım üstelik.

Biz yemek yerken Ercan amca internetten Eskişehir’de bulunan 1+1 evleri araştırıyordu. Aynı araştırmanın bir benzerini biz zaten gün içerisinde yapmıştık birkaç emlakçıya gidip. Telefona habire mesajla ev ilanları gelmeye başlamıştı Azerbaycan’dan. Bu ilanlarda yazan numaraları ben aramaya başladım. Ancak aradığımız evlerde hep bir sıkıntı çıkıyor, ya evin yeri ilanda belirtilenden farklı oluyor, ya içerisinde kiracısı oluyor ya da bambaşka sıkıntıları ortaya çıkıyordu. Hem yorgunluk hem de bir hayal kırıklığı açıkçası üzerimize çökmüştü. Yemekten sonra bir değil, ikişer çay içip aradığımız bu ilanlardan ikisinde bahsedilen evleri, hemen yanımızdaki Aytaç Caddesi üzerinde oldukları için görmeye gittik. Gece karanlığında, el yordamıyla bulduk adeta evleri. Ev sahiplerini arayıp ertesi gün için randevu aldık.

Saat iyice geceye doğru yaklaşırken Ahmet’le birlikte kuzenlerini ve yengesini Uluönder‘deki Ali Güven Turizm Otelcilik ve Meslek  Lisesi Uygulama Oteli‘ne yerleştirdik. Biraz daha oturduktan sonra nihayet gece yarısı bizim eve varabildik. Ahmet en son 5 sene önce gelmişti bize. Ahmet’in iPhone‘a şarj aleti bulmak için koleksiyonlarımı epey bir karıştırdık ama bulamadık. Artık nereye koyduysam, çok alakasız bir zamanda ortaya çıkmasını beklemeye başladım bile. O yorgunlukla bir de oturup Real Madrid Barcelona muhabbeti yaptık Ahmet’le. Sonra ben uyuyakalmışım. Uykumda da epey sayıklamışım diyor Ahmet.

Ertesi sabah 9’da uyanıp yarım saat sonra evden çıktık. Önce otele gidip Yağızları aldık. Sonra tramvaya binip dün sözleştiğimiz eve doğru yürümeye başladık. Bir süre sonra evi gezdirecek olan adam, ev sahibi değil emlakçı, geldi. Evi gezdik. Beğendik, beğenmediğimiz tarafları da oldu. Ama genel olarak olumlu bir kanı oluştu. Ancak ev ile ilgili ciddi bir sıkıntı vardı, o da evin iskanı henüz alınmamıştı. Emlakçı en fazla üç hafta içerisinde çıkacağını söylüyordu. Aile, Yağız’ı burada bırakıp Azerbaycan’a döneceği için iskan meselesi ciddi bir sorundu. İleride oluşabilecek bir sıkıntıyı Yağız’ın hem yaşı hem de tecrübesizliği sebebiyle halledebilme şansı yoktu.

Saat öğlene doğru yaklaştığında son fiyatı ve işin olurunu konuşması için topu Azerbaycan’daki Ercan amcaya attık. Biz de Kahve Ateşi‘ne oturup beklemeye başladık. Bu esnada Ahmet’in kuzeni Gonzales Onur‘dan falan bahsettik, epey güldük. Azerileri ve Azerbaycan’ı konuştuk falan. Saat 1’e doğru ben okula gitmek üzere yanlarından ayrıldım.

Saat 4’te okuldaki işim bitince yine buluşmak üzere bu sefer söz konusu 1+1 eve gittim. Bu ev, Aytaç Caddesi’ndeki fırın ve caminin arasındaki sokaktaki standart bir 1+1 evdi. Genişce sayılırdı. İki yanı da açıktı ve güneş alıyordu. Ön kısmında bir camı caddeye bakıyordu. Tek duvar tipi bir mutfak diğer emsallerinde olduğu üzere evin giriş kısmındaydı. Banyo da cadde tarafında konuşlandırıldığından güneşin eve girebilmesi için banyo kapısına iki buzlu cam takılmıştı. Odalardan birinde ilk bakışta kullanışsız havası veren bir gömme vardı ancak çok iyi bir tasarımla buranın da avantaja dönüştürülebileceği kesindi.

Neyse, eve vardığımda herhalde kendi aralarında sözleşmiş olacaklar, bana evi satın almaktan vazgeçtiklerini söyleyip şaka yaptılar. Ben de hiç bozuntuya vermeyip “Tamam o halde, haydi yurt bulalım” dedim. Sonra Ahmet, işin aslını anlatıp bu iskan meselesi yüzünden biraz tedirgin olduklarından bahsetti. Ev sahibinin teklifi ve razı olduğu fiyat şuydu: 66 bin liralık evi 60 bin liraya satacak, paranın 55 bin liralık kısmı satışta ödenecek, geri kalan kısmı da iskan çıktıktan sonra ödencekti. Yani bir nevi teminattı bu. Ayrıca satışta, tapuda herhangi bir masrafımız da olmayacaktı. Emlakçıya komisyon vs. de ödemeyecektik. Bu makul bir anlaşmaydı. Önce bir notere gidip bu sözleşme için onayı olabilir mi diye sorduk. Ancak noterde fikir aldığımız bir vatandaş bize bunun çok da mantıklı olmayan ve riskli bir anlaşma olduğunu söyledi. Bunun üzerinde sabırlar iyice tükendi ve Ercan amca da bize bu iş uzayacağını ve gidip yurtla görüşüp anlaşmamızı söyledi. Yolda giderken de Eskişehir’deki bir yatırımın cazipliğine dayanamamış olacak ki evin ada ve parsel numarasını istedi. Bu numaraları emlakçıdan alıp ilettim. Eskişehir’den bulduğumuz bir bağlantı sayesinde evin durumunu sordurduk. Ancak aldığımız yanıt şaşırttı bizi: İskana henüz başvurulmamıştı bile!

Emlakçının önünde olduğumuz halde kaldırıma çöküp kaldık yorgunluktan. İşler iyice sarpa sardı anlayacağınız. İki gündür bir cümle aile efradının bizleri “iki günde ev alınmaz” diye uyardığını hatırladım o dakikalarda. Alınmaz mıydı lan yoksa?

Ümitlerin tükenip sinirlerin bozulduğu o son anda ev sahibine son bir teklif yapmak üzere bu sefer emlakçıya arattık ev sahibini. Ve oldu! Lan bir anda yüzümüzde çiçekler açtı 🙂 Ev sahibine satışa 50 bin lira, iskan çıktıktan sonra 10 bin lira vermek üzere anlaştık. Herhangi bir masrafımız da olmayacaktı yine. Hemen bu gazla emlakçıyla ön satış sözleşmesi benzeri bir anlaşma yaptık. Kaporo olarak 500 lira bırakacaktık. Emlakçı sözleşmeyi hazırlamaya başladı. Satış için anlaştığımız fiyatı sordu bize. 60 bin lira diyince adamın gözleri büyüdü “Nasıl ya? Olamaz” dedi. İşte o an sevgili okur, işte o an içimden “Aha işte bu iş şimdi oldu, hem de kârlı bir iş oldu” dedim. Emlakçı bize inanamayıp ev sahibini bir daha aradı ve bu fiyatı teyit etti. Anlaşmayı imzaladık. Ben de şahit olarak imzaladım 🙂

Sonra kafamız rahat, gönlümüz hoş, yine yemek yemek üzere dün gittiğimiz Sağlık Pide‘ye gittik. Yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Gece yarısına İstanbul’a bilet almış olan Yağız, ablası ve annesini Eskişehir’de gezdirmeye başladık. Espark, Adalar, İki Eylül, Hamamyolu derken tramvaya binip bir de Kent Park‘a götürdük. Birkaç gün önce hep beraber oturduğumuz Rosa Luna isimli mekana gittik yine. Rosa Luna’nın anlamı üzerine tartıştık. Ahmet “Gül Bahçesi” anlamına geldiğini söyledi. Ben de İtalyanca “Kırmızı Ay” demek olduğunu iddia ettim. Şimdi kontrol ettim ve ben haklı çıktım.

Burada yine epey bir sohbetten sonra saat 10.30 civarında Yağız, Yelenda ve İlksen teyzeyi otogara bırakıp biz de eve gelmek üzere tramvaya bindik. Eve geldik, yemek yedik ve yattık.

İki günümüz, yürüdüğümüz kilometrelerce yol, terleyip attığımız litrelerce sıvı, içtiklerimiz, yediklerimiz o gece hepimizin rüyalarına girdi. Ama en kârlı da ben çıktım. Yepyeni, on numara insanlarla tanıştım. Ahmet’le çok uzun bir süre sonra uzun uzun muhabbet edebildik.

Eğer bir gün siz de ev alacak olursanız bana da haber verin sevgili okur 🙂

Düzelme Var

Dur lan, bugün bir şeyleri yoluna koymaya başladık gibi ya hayırlısı bakalım. Vokal problemini çözdük. Detaylı yazıyı yazacağım zaten. İyi bir gün oldu yani. Misafirim vardı onu aldım bir de 🙂 Dayım bizde, gece yarısı onu yollayacağız. Haa, bu arada bugün Sağlık Pide’ye gittik. Yolda giderken bir tane sütyen askısı gördüm. Birisi atmış lan, çok komik 🙂 Sağlık Pide’de 3 liraya tavuk döner + ayran var. Alper’le baya beğendik. Deneyin derim. Yalnız lavaşını Alper biraz ince buldu. Farkettiyseniz yazı biraz aceleye geldi, kusura bakmayın 🙂 Detayları yazacağım. Bu arada, bu kaçıncı ara oldu lan, bu hafta sonu sırf kodlama ve tasarımla uğraştım. Bloga bir kaç yeni eklenti yükleyeceğim. Güzel olacağını düşünüyor, hepinizi sevgiyle kucaklıyorum 🙂

Proofhead kardeşiniz.