Tag Archives: Çılgın Koleksiyoncular Grubu

Pentagram – Pentagram (1990) Plağım

Bir hayalimiz vardı. Onat bunu Facebook’taki en mükemmel grup Çılgın Koleksiyoncular‘da “bir hayal” olarak yazdığında “umarım bir gün gerçek olur” demiştim. O gün geldi ve nihayet Pentagram‘ın ilk albümü, dönemin şartları göz önüne alındığında kayıt kalitesi en düşük kalan albümü olan Pentagram (Self titled) yayımlanmasının 31. yılında remastered olarak yeniden basıldı. Hem de plak formatında! Albümün basıldığını öğrenince hemen Hammer Müzik’ten siparişi verdim.

1990 yılında, Unkapanı‘nın en underground firmalarından biri olan NEPA Müzik tarafından kabul edilerek basılan bu albüm, aynı dönem yayımlanan çok az sayıdaki tüm metal albümleri gibi yok satmıştı. Ben bu albüm çıktığında 2 yaşında İzmir’de, muhtemelen salıncakta sallanırken Pentagram sahneden “Rotten Dogs! (Çürümüş köpekler!)” diye bağırıyordu.

Bu yazı bir albüm inceleme ya da grup değerlendirme yazısı olmayacak. Ancak yine de genel hatlarıyla bahsedecek olursak grubun diskografisinde yer alan diğer 5 stüdyo albümü arasında hiçbiri bu ilk albüm kadar sert ve filtresiz olamadı. Bir sonraki albümdeki parçalar yine agresif yapıda olsa da çok iyi bir rock vokalisti olan Ogün Sanlısoy‘un metal performası açıkçası beni hiçbir zaman heyecanlandırmadı.

Hatırlıyorum, 2010’lu yıllardan bir yıl Pentagram Eskişehir’e konser gelmişti. Konserin bir kısmında vokale Hakan Utangaç geçip peş peşe Powerstage ve Rotten Dogs‘u söylemişti. Hakan Abi’nin mikrofonun başına geçmesi bile salonu çığlıklara boğmuştu (gerçi vokaller içerisinde benim ölümsüz favorim hala Murat İlkan‘dır).

İşte bu yıl remastered versiyonu yayımlanan bu albüm, Hakan Utangaç’ın vokalleri yaptığı ilk ve tek albüm. Pentagram’ın son 10 yıldır çizdiği rotayı kaygıyla takip edenlerin bile saygı duyduğu bir albümdür. Kendi adıma en sevdiğim albümleri olmasa da bu ülkede metal müziğin kilometre taşı olan bir albümdür.

Gelelim plağa. Esen Müzik tarafından basılan plak aslında bir hatıra ürünü. Bu albümün belki de albüm kapağına nazire yaparcasına, beyaz renkli ya da şeffaf bir plağa basılması daha iyi olabilirdi. Gatefold yani açılır kapak olarak basılan albüm, çok da güzel bir zarfla birlikte geliyor. Gatefoldun iç baskısı grubun o yıllarını anlatan çok güzel bir kolaj içeriyor. Ancak yine birileri işini düzgün yapmıyor ve arka kapaktaki şarkı sözlerinde basım hataları oluşuyor. Astharot(h) bir harf hatalı olarak ve Intro Wreck Rotten Dogs tek bir şarkıymış gibi bir arada yazılmış. Böyle bir albümü remastered olarak yayımlayıp da albüm kartonetine sözleri yazmamayı ise halen anlayabilmiş değilim. Plak zarfının bir tarafına sözleri yazmak yerine grubun biyografisini basmayı tercih etmişler. Hatta bu albümle ilgili artık çok bilinen bir anektoda rağmen! (Grubun Rotten Dogs şarkısının orijinal sözlerini unuttuğu için konserlerde uydurarak söylediği yönünde bir iddia var)

Sağdakiler Onat’ın hazırladığı baskılar, albümden çıkmıyor.

Neyse ki yazının başında ismi geçen kardeşimiz Onat, bir kaç ay önce bu albümdeki şarkı sözlerini kendi tasarımlarıyla oluşturmuştu. Ben de içime doğmuş gibi alıp bastırmıştım. Şimdi plağın tasarımıyla da uyumlu oldu. Albümden çift taraf (siyah beyaz ve renkli) baskılı bir inlay ile ilk iki konserin biletleri kitap ayracı şeklinde basılmış olarak çıktı. Bunlar sınırlı sayıdaymış. İlerleyen dönemde göreceğiz.

Birkaç gün önce, bu çok özel albümün remastered plağıyla aynı günlerde yayımlanan yeni şarkıları iyi başlayıp kötü bitse de bu yıl yine de eller Pentagram için havaya kalkacak. Çünkü bu albüme bir remastered versiyon hem de plak olarak basmaları takdire şayan. Üstelik bunu bire bir orijinal bantlardan yapmışlar. (Gerçi bir röportajlarında bir sonraki albümü yokluktan dolayı ilk albümün bantlarının üstüne kaydettiklerini söylemişlerdi ama ben karıştırıyor da olabilirim) Babajim Stüdyosu bu işi gerçekten güzel yapmış. Şimdi bu remastered albümün Spotify’a da yüklenmesini bekliyoruz. Şimdilik şu eski versiyonla idare edelim:

Pentagram Tişörtü – Mgla Digipack

Bir süredir gribim ve çok ağır geçiyor. Doktora çalışmamla biraz ilgilenebilmek için izin almıştım ancak hastalık canıma okudu. Neyse ki bugün biraz kendime gelebildim. Küçük bir boşluk bulunca da bir süredir birikenleri yazayım dedim.

Pentagram Tişörtü

Birkaç ay önce, Facebook’taki Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘ndan Abdullah isminde bir arkadaşım Pentagram‘ın Trail Blazer albümünün yüksek çözünürlüklü görselini istedi. Tişört olarak bastıracakmış. Kendisine yardımcı olacağımı söyledim. Elimdeki CD’den yüksek çözünürlükte tarama yaptım. Daha sonra da Photoshop’la bazı ufak tefek kusurları temizledim. Kendisine yolladım.

Birkaç hafta sonra sağ olsun, bastırdığı tişörtün fotoğrafını gönderdi. Harika olmuş! En güzel anlarına eşlik etmesi dileğiyle 🙂

Mgła – Age Of Excuse Digipack

MCA Productions isimli bir distrom var. Kendi halinde ufak tefek bir iş. Zamanında çok iyi albümleri basıp dağıtmışlığım var. Sonradan kendi fan-made işlerime döndüm. Arada paylaşıyorum hatta blogda da.

Çok sevdiğim Mgła‘nın, 2019’da çıkan Age Of Excuse isimli albümünü digipack formatında kendim için basmaya karar verdim. Bu tip baskılarda internette orijinal albümlerden yapılan kalıp dosyalı (.cue vb.) torrentlerden yararlanıyorum. Yani indirilen içerik orijinal cd’nin dijital olarak aynısı oluyor. Özellikle Ruslar bu konuda çok iyiler. Kartonet baskısı için kendi oluşturduğum bir kalıp var. O kalıba orijinal albüm görsellerinin yanı sıra kendi hoşuma gidenleri de ekleyebiliyorum. Örneğin bu baskıda, iç kısma şarkı sözlerinin yanı sıra Age Of Excuse plağından bir görsel ile bu albümden favori parçam ve çok sevdiğim “II“nin Youtube arka planını (ki albüm görselinin bir kısmı aslında) ekledim.

Bu üretimle ilgili en iyi şey Mgła’nın albüm tasarımlarının çok minimal olması. CD baskısı bile no-name CD’lerin üzerine grup adının basılması şeklinde yapıyor adamlar. Sadeliğin getirdiği bir ağırlık oluyor böylece grubun imajında. Sahnede de böyleler. Hoodie, deri ceket ve les paul gitarlarla efsane oluyorlar.

The Good The Bad and The Ugly Plağım

Watercolor Wild West Scene Background 800 x 800 px_1

Oradaydım diyorum sana ya

Plak koleksiyonu yapmaya başladığım ilk dönemlerde, bir gün arkadaşım Gil‘in koleksiyonundaki The Good The Bad and The Ugly sountrack albümünün plağını gördüm. Spagetti Western‘lere olan hayranlığım bir yana, Ennio Morricone‘nin yaptığı bu müziklere ulaşmanın belki de o dönemin ruhuna en uygun yolu elbette plaklardı. Artık o albüme karşı olan hislerimi nasıl belli ettiysem Gil sağ olsun bana içerisinde filmin esas müziğini (The Good The Bad and The Ugly isimli parçayı) içeren bir kırk beşlik hediye etmişti. Halen de arşivimin en değerli parçalarından bir tanesidir.

Aradan geçen onca yılda ne bu soundtrack albüme karşı olan sevgim, ne de Ennio Morricone’ye karşı olan ilgim azaldı. Geçtiğimiz haftalarda Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘na atılan bir mesajda yine bu albümü gördüm. Londra‘da yaşayan Oğuz abinin paylaşımında adeta parlıyordu plak. Ben de yorum olarak yukarıya yazdığım hikayenin küçük bir özetini bıraktım.

goodbad02

Bir süre sonra Oğuz abi bana ulaştı ve Türkiye’ye geldiği zaman plağa ulaşabileceğimi söyledi. Her şey birkaç gün içerisinde oldu ve kendimi kargoda sıra beklerken buldum. Bu arada “Şahane cuma” olaylarından sonra Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm kargo firmaları akıllarını kaybettiler, dengeleri şaştı. Kargolar gelemez, ayağına çağırır oldu. Neyse, 30 lira kargo parası ödeyip plağı aldıktan sonra eve geldiğimde o heyecanla pikaba taktım. Hemen B yüzündeki dördüncü parçaya ayarladım ve ilk piyano vuruşları duyulmaya başladı: The Ecstasy Of Gold. Albümün altını, incisi, pırlantası. Basit bir western müziği olmaktan çok öte, tarifsiz bir hissiyat. Yazıyı okurken bırakın alttan  çalsın.

Elbette ki seneler içerisinde albümün onlarca farklı versiyonları basılmış. Ancak bendeki versiyon Discogs.com’a göre de ilk baskılardan bir tanesi. A1’de yer alan ve filmin adını da alan parça, ülkemizde “kovboy müziği” denilince şüphesiz akla gelen ilk melodi.  Yukarıda da yazdığım gibi bu parça bende zaten kırk beşlik olarak vardı ancak uzun çalar olarak elde etmek muhteşem oldu. Albümün çalma listesi şu şekilde (Parantez içerisinde parçaların İtalyanca orijinal isimleri yer alıyor):

Sıra Parçanın Adı Süresi
A1 The Good, The Ugly And The Bad (Main Title) (II Buono, II Brutto, II Cattivo) 02:38
A2 The Sundown (II Tramonto) 01:12
A3 The Strong (II Forte) 02:20
A4 The Desert (II Deserto) 05:15
A5 The Carriage Of The Spirits (La Carrozza Dei Fantasmi) 02:04
A6 Marcia (Marcetta) 02:46
B1 The Story Of A Soldier (La Storia Di Un Soldato) 03:50
B2 Marcia Without Hope (Marcetta Senza Speranza) 01:47
B3 The Death Of A Soldier (Morte Di Un Soldato) 03:05
B4 The Ecstasy Of Gold (L’Estasi Dell’oro) 03:20
B5 The Trio – Main Title (II Triello) 04:54

goodbad01Tek bir keşkem oldu: Ulan keşke şu plağın gatefold versiyonu elime geçseydi. Umarım bir gün aklı başında bir fiyatla karşıma çıkar. Bu elimdeki de “filmin yayımlandığı dönemde İngiltere’de basılan” versiyonu. Düşünsenize, birisi size 1968 yılında aldığınız bir plağı elli üç sene boyunca ilk günkü gibi saklamanızı söylüyor. İşte bu aldığım plak tam da öyle bir plak. İlk baskı. Muazzam!

Bu yılın son plağı bu oldu. Umarım 2020 yılı plak açısından çok daha renkli bir yıl olur 🙂

Bursa’dan Yılın Son Ganimetleri!

16-17 Aralık günlerinde Cihan‘la birlikte Bursa‘ydık sevgili okur. Şu yazıda biraz bahsetmiştim hatırlarsan.

Cumartesi günü önce bursa17son003Seval‘le buluştuk Kent Meydanı‘nda. Seval’in vakti o gün biraz kısıtlı olduğu için yalnızca bir saat kadar muhabbet ettikten sonra bizi Heykel civarında bir yere götürdü. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, ben sana burada Sönmez İşhanı‘nı nasıl keşfettiğimizi anlatacağım.

Yıllardır, Heykel denen yerde o küçücük dükkanda acele acele İskender Kebap yiyip çayımızı bile içemeden, musluk suyu doldurulmuş güğümden bir yudum su içip bir de üzerine güzel bir hesap ödedikten sonra yolun karşısındaki kestane şekeri satan yere girip kazık yeriz. Yıllardır Bursa rutinimiz böyleydi. Ancak bu sefer Alper‘in tavsiyesiyle Sönmez İşhanı’na girdik. Dört katlı ve her katında sahaflar, kitapçılar dopdolu! Yani şu lanet Dünya’nın unutulmuş cennetlerinden bir köşe.

Girişin hemen alt kat altında, -1 katında, bir sahaf bulduk. Gerçek anlamıyla bir sahaf! Eski kitaplar, efsane kitapların ilk baskıları, plaklar, kasetler, DVD’ler ve ilgimi alakamı çeken her şeyden bir tutam… Burada Indiana Jones üçlemesinin (dörtleme demeyin sakın) özel bir setini buldum. Toplamda dört DVD’den oluşan setteki bir DVD’de de bonus materyaller vardı. Türkçe altyazı seçeneğiyle birlikte hem de. Yine burada Kalan Müzik‘ten çıkan “Çerkes Ezgileri II” isimli derleme albümdü. Muhteşem bir derleme. Bunun ikincisi böyleyse acaba birincisi nasıldı? Şimdi internette ilkini arıyorum. Çerkes değilim ama iddia ediyorum, Çerkes Müziğini pek çok Çerkesten daha iyi bilirim. Yine burada, Ogün Sanlısoy‘un 1998 tarihli ilk albümü Korkma‘nın artık neredeyse bulması imkansız olan kaset versiyonunu, hem de ambalajlı olarak buldum.

bursa17son001

Inception filmi benim için çok ayrı, apayrı bir filmdir. Bu film, hiç gerçek olmamış bir hayatın, bir mutluluğun filmidir. Inception’ın çift diskli Bluray formatını bulunca aklım başımdan gitti. Son olarak da Vicente Amigo‘nun 2013 yılında çıkardığı, flamenko türünde en sevdiğim ve bütün şarkıları bana göre hit sayılabilecek albümü “Roma” tertemiz bir şekilde rafta onu almamı bekliyordu. Bu albümle ilgili blogda daha önce pek çok yazı yazmıştım. Ah Roma ah.

bursa17son004

0000000099985-1Daha sonra bir kat daha aşağıya inerken, yıllar önce okuduğum bir romanı gördüm vitrinde: “Bir Satanistin Anıları“. Cihan’a dönüp, “Bak ben bu kitabı Lise 2’deyken okumuştum” derken dükkanın sahibi çıkıp “Bu kitap gençliği satanizm belasından kurtaran kitaptır. Onun için yazdım ben.” dedi. “Nasıl yani?“, diye sordum. Meğer konuştuğum ihtiyar adam kitabın yazarı Erdem Katırcıoğlu‘ymuş. Yıllar önce kitabı okurken yazarını hep 30-35 yaşlarında bir genç olarak düşünürdüm. Bu güzel tanışmada Katırcıoğlu, kısaca neler yaptığından bahsetti. Diğer kitaplarını anlattı. Yazma sürecindeki araştırmalarından bahsetti ve ilk kez basılı olarak gördüğüm “The Satanic Bible“ı alıp gösterdi bir raftan. Kitabı yazma sürecinde yararlandığı kısımlar çizilmiş ve epey hırpalanmıştı. Ekledi, “Hayatımda okuduğum en etkileyici kitaptı.

bursa17son002Daha sonra en alt katta bir dükkana girdik. Burası tıka basa kaset ve plak dolu bir yerdi. Burada Pentagram’ın kısa süre önce yüksek bir fiyata aldığım kaseti Trail Blazer‘ı, çok komik fiyata aldım. Üstelik kondisyon olarak da çok temizdi. Daha sonra, özellikle bu yıl epey popüler olan LP‘nin Lost On You albümünü, sıfır CD’yi 8 TL’ye aldım. İnanılmaz! Yetmedi, birkaç önemli ve önemsiz albümü de CD olarak aldım. Epey de bir DVD film aldım yok fiyatına. Bir tane de kırk beşlik hediye etti dükkan sahibi.

bursa17son005.jpgBuradan bu ganimetle ayrıldık. Ertesi gün, Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘nda tanıştığım, değerli insan Ergin Deliduman ile buluştuk Bursa’nın şirin (!) mahallesi Panayır‘da. Kadere bak sevgili okur, ben daha metal müzikle tanışmamışken ve hatta orta okulda falanken, Ergin üstat ve abisi, aynı mahallede oturan dayımların evine misafir olmuşlardı. Abisi o dönemde askerden izinli gelmişti. Benim kuzenim ise askere gitmek üzereydi. Abisi çok muazzam bağlama çalıyordu. Çocuk yaşımda etkilenmiştim. Hala hatırlıyorum. Biz Ergin’le buluşunca, kuzenim de geldi ve mahalle arkadaşıyla sohbet etmeye başladılar. Daha sonra kuzenim bana bu olayı anlatınca şok oldum 🙂 Eli açık, gönlü zengin dostum bana birkaç küçük hediye getirmişti sağ olsun. Sonbahar filminin orijinal DVD’si muhteşem bir hediye oldu. Ayrıca Queen, Moğollar ve Cem Karaca-Cahit Berkay’ın kasetlerini yığdı masaya. Metallica’nın Some Kind of Monster VCD’sini taa aylar önce istemiş, unutmuştum bile. Ama o unutmamış Çok büyük adam!

Bu koleksiyon işi, cidden çok ayrı, apayrı bir duygu sevgili okur. Cihan bunları okuyorsa bana kahkahayla gülüyordur. Çünkü bu hastalığın kitaplar için olanı da onda mevcut. O açıdan beni çok iyi anlar. İki hafta önce, Bursa’da güzel bir hafta sonu geçirdik sevgili okur özetle. Epey bir albüm, film topladık, toparladık. En güzel günler senin olsun.

Sen, Ben ve Bizler

İlk kez bu dolunayda, pencerem sensiz kaldı. Uzun uzun baktım sana. Olduğunu hissettiğim yere. Belki şu bulut birazcık daha çekilir de yüzün gülümser bana diye. Olmadı. Eskiden gündüzlerim hep böyle olurdu. Birazcık çekilin de, şöyle azıcık uzaklaşın şuradan da ciğerlerim kokusuyla dolsun derdim. Soluduğum hava bile mutlu ederdi o anlarda. Şimdi gündüzlerim hep bulutlu sisli de, ay da bir kere yüzünü görebilecekken gecelerim niye böyle?

Sen, hala anlayamadığım bir kansersin. İçimde büyüyen, anlam veremediğim, korktuğum ve beni yiyip bitiren. Korkum ölmek değil ama anlayamadan ölmek seni.

Ben, ayda bir yüzü gülen, belki gerçekten mutlu olan bir dertli. Bazen dönüp anlatıyorum sana, hiç duyamayacağın bir sesle, anlayamayacağın bir dilde. Kime neyi anlatıyorum? Uzaklara giden bir dostum, bir kardeşim var. Ona “Sen uzaktasın, al şu sırlarımı, al şu düşüncelerimi de oraların dağlarına haykır” diyorum. Gülüyor telefonda duyuyorum ve ekliyor, Oğlum ben zaten kaçıp gelmişim buraya, ölümden kılpayı kurtulmuşum. Bırak artık sende öldürmeyi kendini.

Bizler zavallıyız. Elimizdekileri hor görüyoruz. Kıymetini bilmiyoruz. Yüzsüzleşiyoruz. Daha da yüzsüz olmak için omzu kuşlulara sığınıyoruz. Onların elinden tutup getiriyoruz. Bilmezsiniz siz şerefsiz ağanın hikayesini. Bir köyde bir zalim ağa varmış. Emek hırsızı, arsız ve utanmazmış. Bir gün yine böyle arsızlığa, hırsızlığa devam ederken daha da ileri gitmiş. Bir mazlumun, emeği alnından damlayan birinin canını yakmış. Adam sırtını doğrultmuş. Havadaki güneşe bakmış, bir de alnından akan tere. Şerefsiz ağaya bağırmış: Yiyeme inşallah. Ağa yemiş, yemiş, “senin bedduandan n’olur” diye dalga geçmiş. Kötülük bu ya, lüks bir kazada şerefsiz ağanın tek çocuğu sakat kalmış. Yemiş, yemeye de devam etmiş ama yediği her lokma gözünün önünde eriyen sakat çocuğu gördükçe boğazına dizilmiş. Zihninin o en karanlık köşesinden bir ses sürekli ona fısıldıyormuş, “Yiyemiyorsun değil mi 🙂

Sen adına ilahi adalet de, ben de tesadüf. Dünya böyledir dolunayım. Berrak yüzünü bu ay sakladın benden. Özlüyorum. Dolunay severler adına çok güzel bir gelişme oldu bu arada. Moonlight filmi, en iyi film oscar‘ını kazandı. Konusunun senle ya da benle ilgisi yok ama adında Moonlight görünce aklıma sen geldin. Film 2016 yapımı ancak oscar’a aday gösterilince, işte o zaman dikkatleri üzerine çekti. Biz yıllarca ay ışığının, dolunayın peşinden koştuk oysa ki 🙂

Bu ayın en büyük aksiliği şu aşağıdaki Haluk Levent CD’si oldu sevgili okur. Haluk Levent’in sevdiğim tek albümüdür Kral Çıplak. Ben orta okuldayken çıkmıştı bu albüm. Haluk Levent’in şüphesiz en büyük hit parçası olan “Aşkın Mapushane” de bu albümde yer alıyor. Gözlerimi kapatıp çok davul çalmışlığım var (hayalimde) bu şarkıyla. Benim için böylesine önemli bir albümün orijinal ilk basım cd’sini bulup almak benim için süper bir olaydı. CD’yi elime aldığımda biraz çizik olduğunu gördüm ve işimi sağlama almak için elimde iki yanından tutup silmek istedim. Lan çaaatt diye kırılmasın mı? Tam ortadan! Ağlamaklı olmanın sözlük karşılığı bu sevgili okur. Üyesi olduğum Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘dan Hamdi Abi, sağ olsun elindeki kopyadan bana da bir kopya yayıp gönderdi. Ama hala şu fotoğrafa bakıp hayıflanıyorum.

Bu ayın en büyük aksiliği bu oldu dedim. Yalan söyledim. Başka bir aksilik daha var. Ama onu zamanı gelince anlatırım. Bu dolunaylık bu kadar, haydi şimdi biraz “Aşkın Mapushane” dinleyelim.

Deck Kasetçalar ve MCA Distro

deck00

Yıllar önce kurduğum bir distrom var sevgili okur. İlk olarak Godspel‘in albümünü, daha sonra Garmadh‘ın EP’sini, daha da sonra Godspel’in Limited EP’sini basmıştım. Birkaç yıl sonra bu sefer Sabhankra‘ya yine limited bir EP yapmıştım (A Star To Shine EP) ve bu EP, grup üyeleri için bile bir sürpriz olmuştu.

Tabii geçen bu zamanda, özellikle Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘nda, pek çok distro sahibi arkadaşım oldu. Bu arkadaşların yaptıkları işler takdire layık işlerdi. Özellikle kaset basan Merdumgriz ve Dead Generations, bana kaset fikrini aşılayan adamlar oldular. Öyle ya, ben de kaset formatında albüm basabilirdim. CD basmak kolay ama kaset artık zor.

Kaset basabilmenin iki yolu var: Bir tanesi çok kaliteli bir müzik setine sahip olmak. Hatırlarsın, kaset çalarlı, cd çalarlı, radyolu müzik setleri vardı. Çocukken bizde de vardı ama kıymetini bilmemişim 😦 Artık bu tip setler üretilmiyor. İkinci el satan dükkanlardan da temiz bulmak çok zor. Kaset basmanın bir diğer yolu da deck kasetçalar denen cihazlar. Bunları çocukluğumuzda mahallemizin kasetçilerinde görürdük çoğunlukla. Çünkü çalma ve kaydetme sistemleri ev tipi kasetçalarlara göre daha kaliteli oluyor bunların. Kasetçiler de o dönem parayı çekme kasetten kazandıkları için böyle cihazlar daha makul oluyordu onlara. O yüzden ben de bir deck kasetçalar alma yoluna yöneldim. Ancak decklerin, özellikle de çok iyi olanların, fiyatları da çok iyi. Kaset teknolojisinin en ileri seviye cihazları genellikle deck kasetçalarlardır. Bu aletlerin üzerinde ses açma/kısma düğmeleri olmuyor çoğunlukla. Neden? Çünkü bunlar ses çıkışı için bir amfiye ya da miksere bağlanıyor.

Bundan herhalde bir buçuk ay kadar önce bir gün, yine internette bakınırken İstanbul’dan bir cihaz buldum. Hemen Cihan‘ı aradım. Satılan dükkanı tarif ettim. Ona yakınmış. Dükkan sahibini de aradım. Akşam kuzenim gelip alacak diye tembihledim. Ve heyecanla akşam olmasını beklemeye başladım. Saat 18.00 civarında Cihan aradı hüzünlü bir sesle. Cihaz satılmış! Lan nasıl olur, dedim. Moruk bir de sen ara, dedi. Cihan bana hep moruk der. Aradım adamı. Dedim kuzenim geldi almaya, adam dedi ki ben o cihazı sattım, sen kesin bir şey demeyince, ben de sattım.

O esnada servisteydim. Eskişehir’e gelene kadar sövdüm içimden. Cihan’ı boşu boşuna uğraştırdığım için üzüldüm ve epey hevesim kırıldı. Hayal kırıklığından dolayı bir süreliğine kasetçalar alma fikrini rafa kaldırdım. Ancak bir hafta sonra, şans bana gülecekti.

Bir hafta sonra, hiç aklımda yokken yine kendimi deck kasetçalar ararken buldum. Aynı gün içerisinde Eskişehir’den verilmiş bir ilan gördüm. Cihaza baktım. Temiz görünüyordu. Satıcıyı aradım. Dedim ki, ben de Eskişehir’deyim akşam görüşelim. Akşamı heyecanla bekleyip adamın verdiği adrese gittim. Burası eski evime çok yakın bir yerdeydi. Adamı görünce biraz şaşırdım ne yalan söyleyeyim. Uzun kır saçlı, yaşına rağmen dimdik yürüyen ve ancak bir gençten bekleyebileceğin incelikte ses tonuyla konuşan biri geldi yanıma. Tanıştık, cihazı teslim aldım. Elektrik olmadığından kontrol edemedim. Adam dedi, ben evde ettim, bir sıkıntı yok. Pekala dedim ve koşar adım eve geldim.

Sanyo RD400 marka ve modelli deckte tek bir kasetçalar bölme bulunuyor. Dahili hoparlör yok. Ancak stereo bir ses çıkışı ve kulaklık çıkışı var. Vee işin en güzel kısmı da stereo bir line in girişi olması! Bu şu anlama geliyor ki harici bir kaynaktan aldığımız sesleri doğrudan kasede basabiliyoruz! Wuuhuu! Giriş için line in kablosu haricinde bir diğer alternatif de yine stereo (sağ ve sol) mikrofon girişleri. Cihazdaki bir diğer güzellik tape counter denen mekanik sayaca sahip olması. Bu mekanik sayacın güzelliği çaldığınız kasetteki spesifik noktaları sayaçtaki sayıyı okuyarak denk getirebiliyor olmamız 🙂

deck04

deck03Böylesi bir alete sahip olunca ilk iş gidip üç beş tane boş kaset aldım. Önce uzun süredir yapmayı planladığım bir şeyi yaptım ve Dissection‘ın Reinkaos albümünü CD’den kasede çektim! Şimdi de planım Alper‘le birlikte, Efendi‘nin Hangi Rüya albümünü yalnızca kendimiz için kasede basmak. Ticari amaçlı olmayacak elbette.

Evet sevgili okur, özetle kardeşin MCA Productions & Distro adıyla olaya yavaştan giriyor. Yeşilçam tabiriyle “kaset yapacağım”. Eğer underground grubunuz için yayımlamayı düşündüğünüz bir albümünüz varsa muhakkak görüşelim 😉

Dark Tranquillity The Gallery Plağım!

darktranqPerşembe ve cuma günü yaptığım İstanbul seyahatindeki ganimetlerden en değerlisi Dark Tranquillity’nin The Gallery plağı oldu şüphesiz. Yazının taa en başında Çağlan Tekil‘e teşekkür ederim.

The Gallery, İsveç Death Metal efsanesi Dark Tranquillity’nin 1995 yılında (ben o zaman ilkokul 2’deydim, hayat bilgisi dersimiz vardı) çıkardığı ve İsveç Melodik Death Metali‘nin bugün en kült kabul edilen üç dört albümünden birisi olan bir albümdür. Albümü, elinde bulundurmak zaten death metal dinleyicisi için farzdır. Hele ki plağını bulabilmek ise çok başka bir ayrıcalıktır. İşte bu ayrıcalığa, Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘ndan ulaştığım Çağlan Tekil sayesinde eriştim. Çağlan Tekil’in adını Google’a yazınca karşısınıza Blue Jean ve Head Bang dergileri çıkacaktır. Böylesi güvenilir bir satıcı çok komik bir fiyata bu plağı satılığa çıkardığında gördüğüm saniye mesaj attım kendisine. Cevap olarak, benden de önce davranıp ayırtan biri olduğunu söyleyince Çağlan Abi, epey bir hayal kırıklığına uğradım.

Güzel haberin gelmesi için iki gün daha bekledim ve İstanbul’a gideceğim günün öncesinde Çağlan Abi güzel haberi verdi. Plak onu almam için Taksim‘de beni bekliyordu. Perşembe akşamı, İstanbul’a ulaşıp otele yerleştikten sonra ürkünç bir macera atlatıp Taksim’e ulaştım. Cihan‘la ve Serhat‘la buluştum. Gidip heyecanla The Gallery’i aldım. Sonra bir pasajın derinliklerine  daldık. Burada plak, pikap ve müzik üzerine özlediğim bir muhabbet döndü.

gal03

gal02Biraz da The Gallery’den bahsedeyim. En sevdiğim formatta, açılır kapak yani gatefold olarak basılmış. Çift plak ve özel üretim kum rengi. Plaklardan birisinda A ve B yüz olarak The Gallery basılmış. Diğer plakta ise, hayatımda ilk defa gördüm, tek yüz basım halinde albüm bonusu olarak cover parçalar yer alıyor. Diğer yüzünde albümün logosu basılmış. Muhteşem bir görsellik  ne yalan söyleyeyim.

gal04

Fark ettiğim tek sıkıtı, galiba üretildiği malzemeden olsa gerek, parçalarda dip cızırtısı hissedilir seviyede. Ancak, elimdeki diğer plaklarla kontrol ettim, plağın kalınlığı da fazla. 180 gr.dan daha ağır gibi.

Albümün parça listesi şu şekilde:

A1 – Punish My Heaven
A2 – Silence, And The Firmament Withdrew
A3 – Edenspring
A4 – The Dividing Line
A5 – The Gallery
A6 – The One Brooding Warning
B1 – Midway Through Infinity
B2 – Lethe
B3 – The Emptiness From Which I Fed
B4 – Mine Is The Grandeur…
B5 – …Of Melancholy Burning
C1 – Bringer Of Torture (Kreator Cover-Version)
C2 – Sacred Reich (Sacred Reich Cover-Version)
C3 – My Friend Of Misery (Metallica Cover-Version)
C4 – Lady In Black (Mercyful Cover-Version)
C5 – 22, Accacia Avenue (Iron Maiden Cover-Version)

Yani ikinci plak, tamamen bonus bir plak olmuş. Baskısı, malzemesi, açılır kapağı ve her şeyiyle mükemmel bir ürün. Yukarıdaki fotoğraftaki mutluluğum bu yüzden 🙂 Bir de, senin için klişe olacağından, sormaya cesaret edemediğin parçayı kaydettim sevgili okur.

gal01

Bu üçlüye ilave edilecek bir albüm daha kaldı. Çok yakında…

Biriktirmelik Sevimliler

bardakGeçen gün alışveriş yaparken aylar önce Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘ndan Hamdi Abi‘nin satın alıp bizimle paylaştığı bir mikrop kuklası vardı. O günden sonra ne zaman alışverişe gitsem, gözlerim temizlik reyonunda Domestos arar oldu. İkili Domestos, yanında “mikrop kuklası” hediye ediyordu. Gayet sevimli bir kuklaydı bu 🙂

Adalar‘daki İnsancıl Kitabevi‘nin önünden ne zaman geçsek muhakkak beş on dakika durur, kitapçının önündeki sepeti eşeler, ilginç kitaplar bulurum. Geçen gün de bir sürü kitap aldım yine. Ancak o gün, daha da güzel olanlar keşiflerim bardak altlıkları oldu. Yüzlerce bardak altlığı içinden elimize geçen en sevimli birkaç tanesini aldık.

kitaplar

Yine bir sahaf macerası: Geçen hafta sonu yalnız başıma, Esnaf Sarayı karşı aralığında bulunan İnsancıl Sahaf‘a (az önce bahsettiğimden farklı) uğradım. Burada fantastik kurgu bölümündeki koskoca rafın tam ortasında duran tek bir kitap dikkatimi çekti: Yürüyen Kentler 4 – Karanlık Düzlük! Yani elimdeki serinin tek eksik kitabı. İlk olarak şu yazımda ve ikinci olarak da şu yazımda bahsettiğim dört kitaplık serinin ilk üç kitabı elimde vardı. Dördüncü kitabı o dönemde parasızlıktan alamamıştım. İnsancıl Sahaf’ta tek bir cildi öylece tek başında görünce elime alıp baktım ve fark ettim: Normal satış fiyatının yarısına satılıyordu. Neden? Çünkü kitabın ön kapağının köşesinde bir yıpranma vardı. Böylece fiyatı yarıya düşürmüşler 🙂 Ben de hiç tereddütsüz aldım. Şu anda elimde tüm seri var. Üçüncü kitabı okumaya başladım. Dördüncü kitap da bittiğinde son bir yazı yazacağım.

kentler

Yazının son paragrafı da bu ay ikinci defa bağımsız olarak yayımlanan Head Bang dergisi hakkında olacak. Blue Jean‘den bağımsız olarak yayımlanan ilk sayı hakkında şurada bir yazı yazmıştım. Bu yeni bağımsız sayı, itiraf etmek gerekirse, ilki kadar heyecan uyandırıcı değil. Kapakta yakın zamanda çıkardıkları yeni albümleri The Book Of Souls‘a itafen, Iron Maiden yer alıyor. Dergi geçen sayıda olduğu gibi yine bir çuval poster hediye ediyor. İkinci bağımsız sayı olduğu için kaçırmadım aldım. Gerçi, şu an ülkede çıkan derli toplu tek metal müzik mecmuası olması bile almak için yeter de artar bir sebep. Geçen sayıda derginin içeriğinden etraflıca bahsetmiştim. Ancak bu sayıyı henüz tamamen okuyamadım. Sadece Slayer’ın ve Iron Maiden’ın albüm yorumlarını okudum. Dergi biraz gecikmeli olarak raflarda yerini aldı. Eskişehir’de günlerce marketlerin dergi gazete reyonlarına baktım alışveriş yaptıkça. Nihayet geçen hafta başında, bayramdan önceki pazartesi buldum aldım.

headbang

Kuzey Keşifleri

Yıl boyunca yeni müzikal keşifler yapıyorum. Bu keşifleri de anında seninle paylaşıyorum sevgili okur. Yıl bittiğinde blogda o yıl yazdığım yazıları okuyunca yıl içerisinde ne kadar farklı tarzlar dinlediğimi fark edip mutlu oluyorum. Bu basit ama yeterli bir mutluluk oluyor. Ah bu kulaklarım neler duydu diye övünüp daha neler duyacak diye heyecanlanıyorum.

Bu sıralar müzikal ibremin yönü Kuzeye, İskandinav topraklarına dönmüş durumda. Rutin olarak dinlediğim In Flames’i saymıyorum elbette. Ancak keşfettiğim çok güzel parçaların pek çoğunun Kuzey orijinli gruplar olması da epey dikkatimi çekiyor. Anlaşılan o ki Avrupa metal müziğine İskandinav gruplarının katkılarını kimse görmezden gelemiyor, gelemeyecek. Şimdi her biri altı dakikadan daha uzun bu parçaları paylaşayım.

Geçtiğimiz gün Facebook’ta popladı Alper‘in mesajı. “Şu parçayı çalalım gitar ve flütle” diye. Bu parça Ensiferum‘un Wanderer isimli parçası. Finlandiyalı folk metal grubunun 2007 yılında yayımladığı Victory Songs albümünden harika bir parça. Ensiferum, icra ettiği tarz ile Dünya’da akla gelen ilk gruplardan birisi. Her ne kadar benim en az dinlediğim tarzlardan birini yapıyor olsalar da böyle muhteşem şarkılarına denk geldiğimde ben de kayıtsız kalamıyorum. Bu sefer kayıtsız kalamayan Alper olmuş ve işin güzeli bu kayıtsız kalamayışını benimle de paylaştı. Parçanın giriş kısmındaki şu muhteşem melodiyi kim bir sefer de dinleyip geçebilir ki? Hemen ardından gelen müthiş distortion tonu? Altı buçuk dakikalık yoğun bir coşku nöbetine dahil olmak istiyorsanız buyrun.


Skálmöld_-_Baldurİskandinavya’nın hemen batısında yer alan üç yüz bin nüfuslu bir ada devletidir İzlanda. Geçen gün Skálmöld adında bir grup keşfettim. Bu grubun, İzlanda’da İzlanda Senfoni Orkestrası ile verdiği efsane bir konser videosu buldum. Grup hakkında en ufak bir bilgim yokken oturup bu konser videosu izlemeye başladım. İzlanda’nın alfabesi de bir garip sevgili okur. Bildiğimiz sesli sessiz harflerin üzerlerinde birer tane de kesme işareti var. Böylece grubun adı da, şarkıların da bir hayli ilginç oluyor 🙂 Evet, efsane şarkının adı: Kvaðning. Kelime anlamı “çağrı”. Parçaya çekilmiş bir offical video var ancak ben şu aşağıdaki senfonik halini dinlemenizi öneriyorum.

Dark Tranquillity, In Flames’le birlikte İsveç’ten çıkan en iyi melodik death metal gruplarında birisiydi. Yıllar geçti, In Flames epey değişti. Ancak maşallah Dark Tranquillity bir santim olsun oynamadı yerinden. Sene 2010, biz hala Fiction dinliyorduk düşünün (Fiction, 2007 senesinde çıkmıştı). Aynı yıl yeni albüm We Are the Void yayımlandı. Sıkıntı şu idi, grubun albümden çektiği tüm kliplerin şarkıları vasattı. Albümle ilgili heyecan uyandıran parçalar değildi. Böyle böyle uzaklaştık Dark Tranquillity’den o dönem. Aradan tam 5 sene geçti. Geçtiğimiz gün Dark Tranquillity Resmi hesabından Her Silent Language parçasının piano cover videosu yayımlandı. Her Silent Language’ı daha önce albüm çıktığında dinlemiştim. Bu sefer ilk kez dinliyormuşum gibi oldu. Şarkıya hasta oldum. Girişte çalan piano melodisi sardı sarmaladı beni. DT bunu hep yapar. Parçanın girişine efsane bir melodi koyar. Aynı melodiyi bir de nakaratta patlatır, gaza getirir adamı. O kadar gaza geldim ki eve koşup midi klavyeyi çıkarmaya karar verdim. İşte yine dinliyorum ve söylüyorum, adamlar hiç bozmadılar. Siz muhtelemen benden daha iyi bir dinleyici olduğunu için bu parçayı çoktan keşfettiniz ve unutunuz bile. Ben ise yeni yeni tadını çıkarıyorum. Neden? Çünkü biz yan yana olunca tadını çıkarmayı iyi biliriz, müziğin.

BONUS: Bu yazıda sadece Kuzeyli gruplardan bahsedecektim. Bu muhteşem parçayı bir kenarda bırakmaya içim elvermedi. Empyrium, Alman asıllı bir folk metal grubu. Her ne kadar Alman olsalar da dinleyince anlayacaksınız ki bu tam bir Kuzey işi!

411417

İki hafta önce, Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘nda Tahir abi paylaşmıştı. Empyrium’un son albümlerine adını veren parçası The Turn Of The Tides. Yedi dakikalık muhteşem bir ağıt. En karanlık gecelerde, en hüzünlü anlarda dinlemek için bire bir. Ben geride bıraktığım haftalarda yaşadığım tüm üzüntülerimin ardından evde, iş yerinde, yolda sürekli dinleyip durdum bu parçayı. Kıyıya vuran dalga sesleri, tamamı minör seslerden oluşan o hüzün dolu melodi, ağır vokali, sekiz dizelik sözleri ile tam bir bunalım şarkısı. Yalnızca gerçekten sevenlere tavsiye ederim. Yoksa ağır gelebilir.

Deep red skies falling into blue,
With every turn of the tides I am closer to you.

Kes – Kamlama

kes00 Satın almadığım albüm için inceleme yazısı yazmama kararı almıştım. Yerli gruplar için istisnasız, yabancı gruplar için de birkaç istisna dışında bu kararımı uyguluyorum. Uzun süredir de albüm inceleme yazısı yazmıyordum. Bu yazıda sizlere son zamanda dinlediğim en iyi Türk rock gruplarından olan KES‘in ilk albümü Kamlama‘yı değerlendireceğim.

Çılgın Koleksiyoncular Grubu‘nda her gün pek çok kaliteli grubu tanıma fırsatımız oluyor. Grubumuzun üyelerinden Cenk Turanlı‘nın bass gitaristliğini yaptığı yepyeni bir grup KES. Cenk Turanlı’yı Malt grubundan da tanıyoruz. Ayrıca kendisinin çok sağlam bir Metallica fanı olduğunu biliyoruz. Üç kişiden oluşan grubun diğer üyeleri de şu şekilde: Emre Kula – Gitar, Mehmet Demirdelen – Davul.

kes01Grubun tarzı progressive rock ve grup enstrümental müzik yapıyor. Yani vokal yok parçalarda! İşte bunu farkettiğimde daha da bir ilgiyle dinlemeye başladım. Müziğin içerisinde vokal yoksa tüm enstrümanların vasatın çok çok üzerinde performans sergilemesi gerekir. İşte Kamlama’da duyduğumuz şey tam olarak bu! Düşünsenize, Türkiye’de progressive rock yapacaksınız, üstelik vokaliniz de olmayacak! Bu ne cesaret? Bu ne büyük bir duruş! Helal olsun.

kes02Albümü alınca çok şaşırdım. Çünkü albümde kartonet tasarımı çok sade, adeta yok. Kartonette albüme emek verenlerin isimleri, parça listesi ve teşekkür listesi var sadece. Gerçi şarkı sözü yok, daha ne olabilirdi ki? Albümün enfes bir kapağı var bu arada. Şakir ve Zeynep KIŞ tarafından çizilmiş. Cenk Abi, orijinal çizimi grupta paylamıştı.

kamlamaorijinal

Orijinal çizim

Albümde dokuz parça var. En baştan söyleyeyim favorim Dilenci. Ama kötü diyebileceğim bir parça da yok. Belki Nevroz, diğerlerinden biraz daha düşük kaldığı için en az dinlediğim parça olabilir. Albüm ve grupla ilgili bir diğer mükemmellik ise grubun albümdeki çoğu parçanın performans videolarını Youtube’a koymuş olması. Adamlar zaten üst seviyede çaldıkları için muhtemelen performans videosu işi hayatlarının sıradan bir parçasıdır 🙂 Albümden “Official Video” olarak Hak isimli parça yayımlandı.

Grubun müzikal tarzına en çok benzettiğim grup Nekropsi. Evet, bir daha düşündüm ve Nekropsi’nin “Sayı 2: 10 Yılda Bir Çıkar” albümü tarz olarak Kes’in Kamlama’sına çok yakın. Hangisi daha iyi derseniz ben Kamlama’yı seçiyorum. Çünkü söz yok ve riffler daha sert.

Bu yıl içerisinde çıkmış en iyi yerli albümlerden birisi bu oldu bence. Yıl henüz bitmedi, bakalım daha neler dinleyeceğiz, ancak Kamlama’dan kısa vadede vazgeçemeyeceğiz gibi duruyor. Tebrikler Kes!