Tag Archives: Ayşe

2023 Yılımın Özeti

Koskoca bir yılı, büyük bir felaketi, Cumhuriyetimizin bir asrını geride bıraktık. Çok şeyler yaşadık, çok şeyler okuduk, dinledik ve izledik. Çokça ders çıkardık. Dostlarımızdan vazgeçmedik. Blogun artık geleneksel bir hale gelmiş olan 2023 Yılımın Özeti yazısı başlıyor.

Mesleğimde 11. yılı ve Eskişehir’deki işyerimde 6. yılımı geride bıraktım bu yıl. Meslek hayatımın en sıra dışı yıllarından birisiydi bu sene yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Şubat ayının henüz ilk günlerinde yaşanan deprem felaketi öyle aylarca konuşulmadı. Genel seçim atmosferiyle ana akım medyada depreme dair hiçbir negatif haber göremez olduk. Diyar diyar Anadolu gezen programların hiçbiri, o taraflara uğramaz oldu. Ülkecek, kaybettiğimiz onbinlerin acısını kolay unuttuk gibi görünüyor. Neyse. Hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Geride kalan yakınlarına ise baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.

Çalıştığımız kurumun bu büyük afette en önemli görevleri üstlenmesi dolayısıyla, yılın ilk yarısında pek çok arkadaşımız deprem bölgesinde çeşitli zamanlarda görev yaptılar. Benzer şekilde il içindeki çeşitli birimlerde de mesai arkadaşlarımız görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Her birine bu fedakarlıkları için teşekkür ederim. Onlar, bu yaraların sarılmasındaki gerçek kahramanlardır.

Bu yılın en önemli gündemlerinden birisi de elbette taşınma sürecimiz oldu. Temmuz 2016’dan beri oturduğumuz evimizden Temmuz 2023’te taşındık. Bu yeni evimize taşınma süreci biraz sancılı oldu ama nihayet birkaç ay içerisinde yerleşme sürecimiz bitti.

Bu yıl blogda 52 yazı yer almış. Bu da hemen hemen her hafta için bir yazı demek. Esasında haftalık iki yazı yazabilmek çok ama çok daha güzel olurdu. Ancak mevcut sorumluluklar bunun önüne geçiyor. Çünkü ailem, iş ve Mert Ekin‘in sorumluluğu şu an için buna izin vermiyor. Yazmış olmak için yazmayı istemiyorum. Hele hele yapay zekaya yazdırmak gibi bir saçmalığı ise asla tercih etmeyeceğim. Çünkü bu blogun, 2008’den beri yayında olmasının sebebi zaten yazmaya olan ilgim ve sevgim. Mert’in ilgi ve oyuna olan ihtiyacı yaşıyla orantılı olarak arttığından, yazmak ancak onun rüya gördüğü zamanlarda mümkün olabiliyor. Üstelik annesinin çalışma koşullarından dolayı hafta sonlarında da yazıp çizmeye pek vakit kalmıyor. Pek çok kişi için blog yazmak artık demode ve zahmetli bir uğraş. Modasının geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak yine de blogların halen “anlatmanın en iyi yolu” olduğunu düşünüyorum. Buna en yakın şey ise podcastler. Özellikle konsept podcastlerin son birkaç yıldır tutkunuyum.

Şimdi birazcık 2023 yılı blog istatistiği verelim. Bu yıl blogda en çok okunan yazılar Madeni Para Koleksiyonum: 1 TL ve Yıl Serileri, İyi Bir Münazara İçin İpuçları ve Avatar – Arayış (Çizgi Roman) oldu. Bu yıl yazdığım yazılar içerisinde en çok okunan ise I. ve II. Dünya Savaşları Kitap ve Film Önerileri isimli yazım oldu. Blogda en çok tıklanan görsel yüksek lisans diplomam olmuş. Ancak ilginç bir şekilde bu görselin yer aldığı yazının okunması sayısı o kadar da yüksek değil.

Bu yıl bloga en çok ziyaretçiyi ilginç bir şekilde Facebook göndermiş. İkinci sırada Instagram yer alıyor. Blogun Instagram hesabı instagram.com/myresortblog/ kişisel hesabımdan daha hareketli bir şekilde yayına devam ediyor. Ancak takipçi sayısının artması için pek bir çalışma yapmadım. Bu sene kendime bir hedef olarak blogun Instagram takipçi sayısını arttırmayı koyuyorum. Bir detay olarak da esasen Whatsapp durumları üzerinden de blogu takip ettiğini bildiğim pek çok arkadaşım olmasına rağmen Whatsapp üzerinden kaç kişinin geldiğini göremiyorum ne yazık ki.

https://www.instagram.com/myresortblog/

Eveet, sıra geldi aylık maceralarımıza. İşyerinde tuttuğum günlükten de destek alarak ay ay yaşadıklarıma olabildiğince kısa notlar halinde yer vereceğim. Belki siz de kendinize rastlayabilirsiniz.

Okumaya devam et

2021 Yılımın Özeti

Ne yıldı ama!

Koronavirüsün bir artıp bir azaldığı, virüse karşı geliştirilen aşıların da başarılı olması sayesinde virüsün bir dönem epey kontrol altına alındığı, ancak rehavete kapılıp tüm tabloyu yerle bir ettiğimiz, ekonomik krizi iliklerimize kadar hissedip fiyatların akıl almaz bir biçimde yükselişine, fırsatçılığa, üç kağıtçılığa artık kapalı kapıların ardında değil, aleni olarak güpegündüz şahit olduğumuz bir yıl oldu.

Virüse ve ekonomiye dair haber pek parlak olmasa da sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla bir dolu güzellikleri paylaşıp, hatıralar biriktirip, sanatın, edebiyatın ve olmazsa olmaz müziğin dibine iyice vurduğumuz bir yıl oldu. Maddi açıdan çöken yılımızı manevi açıdan zenginleştirdik.

Blogda bu yıl toplam 79 tane yazı yazmışım. Geçen yıl bu sayı 80 imiş. Dolayısıyla eşit bir performans sergilediğimi söyleyebilirim. Bu da haftalık yaklaşık 1,5 yazı ediyor. Aslında haftada 2 yazı yazabilsem çok daha iyi olurdu. Geçmiş yıllarda bu ortalamayı 3’de tutuyordum. Ancak Mert Ekin‘in hayatımıza katılmasıyla birlikte ister istemez bu ortalama da düştü. Bu yılın en çok okunan yazıları İyi Bir Münazara İçin İpuçları, Bir Reflü Macerası, Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri ve Leyla İle Mecnun’daki O Prenses: Elenor başlıklı yazılar oldu. Arama motoruna münazara yazdığınızda bu blogun ilk sıralarda çıkıyor olması sevindirici. Ayrıca muhtemelen Leyla ile Mecnun dizisinin yıllar sonra yeniden başlamasının bir etkisi olarak taa 2013’te yazdığım bir yazının hala hit alması da şaşırttı beni. Blogda en çok tıklanan görseller; bu, bu ve bu olmuş. Keşan‘a askerliği çıkanlara selam olsun. Bu yıl bloga yine en çok ziyaretçi Facebook’tan gelmiş. Ancak önceki yıllara göre şaşırtıcı olan en çok takipçiyi ikinci olarak yönlendiren WordPress‘in kendi mobil uygulaması olmuş. Dünya’nın farklı ülkelerinden gelen kullanıcıları bu sayede kazanabildim. Daha sonra ise Twitter, Instagram (linktr.ee katkısı) ve LinkedIn geliyor. Bu yıl bloga bir Instagram hesabı açtım. Beklediğimden daha çok ilgi gördü. Buradan görüp bana ulaşan bir sürü okuyucu kazandım. Bu yıl da Instagram hesabımıza umarım artan bir ilgiyle devam edeceğiz.

Bu yılın blogla ilgili bir sürprizi ise Spotify üzerinden olacak. Blogdaki bazı çok sevdiğim yazılarımı, eski ve yeni hikayelerimi seslendireceğim. Bunları belki bir podcast gibi düzenli olarak değil ama yine haftada en az bir tane olmak üzere yüklemek niyetindeyim. Bu fikrimi ilk defa Alper‘e anlattım. Mektubunda bu fikrim için aynen şu cümleyi kullanmış: “Podcast fikrin, ince ama sağlam, ilmek ilmek ama boşluksuz işlenmiş bi hayatın çok değerli bir aşaması olacak.” Böyle bir yorumu okuyunca fikri projeye dönüştürdüm bile. Bu ay ilk podcast gelecek.

Blogun aylık performansını değerlendirmeye geldi. Bu kısmı seviyorum. Çünkü koskoca bir yılı birkaç paragrafta özetlemiş oluyorum.

Ocak 2021: Yıla bu ay içerisinde 7 yazı yazarak başlamışım. Yılın ilk ayında ortalama bir performansla yazmışım.

  • Jules Verne Koleksiyonum: İş Bankası İş Çocuk Klasikleri‘nden yayımlanmış 6 kitaplık ciltli seriyi nihayet tamamladım. Bu yıl ALFA Yayınları‘nın Olağanüstü Yolculuklar Serisi‘ni toplamaya başladım. Ayrıca Elma Yayınları‘ndan çıkan ciltli Yayımlanmamış Tüm Hikayeleri isimli kitabı aldım.
  • Black Omen – Demo: Çok sevdiğim grubun 2003 yılında çıkan demosu o dönem yalnızca CDr olarak dağıtılmıştı. Aradan geçen yıllardan sonra nihayet Vaykorus Tapes, bu demoyu çok sınırlı sayıda yeniden bastı, üstelik kaset formatında. Kasetin basılacağı haberini aldığım ilk günden itibaren takip etmeme, defalarca mesaj atmama rağmen kaset tükendi. Neyse ki Serkan Abi sayesinde bir tane bulup alabildim.
  • All About History ile tanıştım: Uzunca bir süredir süreli yayın almıyordum. Ancak bu dergiyle tanışınca nihayet kendini ders kitabı olabilmekten ve üç sayıda bir aynı şeyleri yazmaktan kurtarmış bir tarih dergisi keşfettim.
  • Ekran kartımı değiştirdim: Kerem Bey ve Lütfi Abi sayesinde topladığım bilgisayarımın ekran kartından kaynaklı bir çok hata yaşamaya başlamıştım. Oyun oynamadığım için üst segment bir karta ihtiyacım olmadığından ben de sistemimle uyumlu, güzel bir ekran kartı aldım: MSI GT710. Çok ekonomik bu kartın yanında driver CD’si bile vermediler. Şu güne kadar en ufak bir sorun yaşamadan kullanmaya devam ediyorum.
  • My Resort Instagram’da: Yılın ilk dolunayının olduğu gün bloga bir Instagram sayfası açtım. https://www.instagram.com/myresortblog/ İlk olarak kişisel hesabımdaki arkadaşlarımı davet ederek başladım. Sonra birer ikişer takipçiler gelme devam ettiler.

Şubat 2021: Yalnızca 4 yazı yazdığım blog açısından verimsiz ancak hayatım açısından önemli bir ay oldu. Bu ay hayatımın ilk otomobilini aldım. Otomobili yıllar sonra alınca son kez 2010 yılında direksiyon sınavında kullandıktan sonra ilk defa otomobil kullandım. Böyle yazınca komik geliyor ama kendi kişisel tarihimde bu benim için büyük bir olay!

  • Asia Minor – Points Of Libration plağım: Asia Minor tam 41 yıl sonra yeni bir albüm yayımlamaya karar verdi ve albüm plak formatında basıldı. 2021’de aldığım ilk plak da bu albüm oldu böylece. Albüme, Türkçe yazılmış en kapsamlı inceleme yazısını yazdım ve bu yazım bizzat grup üyeleri tarafından da beğenildi. Yılın ilerleyen günlerinde bana büyük bir sürpriz yaptılar.
  • Davul setime yeni bir zil ekledim: Birkaç yıldır davul setimi geliştirmeye, eskiyen donanımları yenilemeye çalışıyorum. Hep ilave bir crash zili almak istiyordum. Bu yıl nihayet bunu becerdim ve yeni bir zil aldım. Roland CY8 modelli bu zili davul setime harici bir zil sehpası kullanarak monte ettim. Davul setimi yenilemek istiyordum ancak bu döviz kuruyla yenilemeyi bırak, kırılan bir parçasını bile yenileyemem. O yüzden gözüm gibi bakıyorum.
  • Otomobil aldım: 2012 model otomatik vites güzel bir Opel Corsa aldım. Aracı alınca direksiyona geçip kullanmak zorunda kaldım ve Serdar Abi sayesinde sürücülüğü de öğrenmeye başladım. Bu yıl otomobil sayesinde hayatımızın daha önceki dönemlerinde yaşadığımız getir götür krizlerini yaşamadık. Artık planları kendimize göre yapabilmenin verdiği rahatlıkla hareket ediyoruz.
  • Türkiye Ay’a gitmeye karar verdi: O günden bugüne de henüz bir gelişme yok. Şu sıralar milli otomobil projesi epey gündemde. Ancak onun da ilk duyurulduğu üzere herkes tarafından alınabilecek, makul bir fiyatı olmayacakmış.

Mart 2021: Bu ay 9 tane yazı yazmışım ki gerçekten takdir ediyorum kendimi. Yılın ortaları, kış geride kalmış, Mert artık iyiden iyiye hareketlenmişti. Bu ay blogun üst bannerini de güncelledim.

  • Çocukluğumun hatırası, Casio G-Shock saatimi restore ettim: Doksanlı yılların ortalarında halalarım tarafından hediye edilen ve çocukluk fotoğraflarımın çoğunda bana eşlik eden canım saatimi yeniden onardım ve kullanıyorum.
  • Arabaya park sensörü taktırdım: Serdar Abi’yle birlikte arabayı sürmeyi öğrendikten sonra sıra onu birazcık değiştirmeye, sürüş güvenliğini arttıracak tedbirler almaya geldi. Gittik birlikte, aracın arkasına park sensörü taktırdık.
  • Ayfer Tunç romanlarıyla tanıştım: Halil Abi‘nin kıymetli hediyesi sayesinde Ayfer Tunç‘un efsane üçlemesini okumaya başladım. Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi‘ni okuyup bitirdim. Serinin son kitabı olan Osman‘ı ise bu yıl okuyacağım.
  • Orcan’ın Desolation isimli albümünü bastım: Özellikle yılın ortalarında çok sık dinlediğim bu enstrümental albümü Orcan‘ın da izniyle sınırlı sayıda ve digipack formatında bastım. Orcan istemediği için dağıtımını yapmadık ancak benim hala umudum var 🙂
  • City Soul’u coverladık, Sercan’ın müjdesi: Bu ay ki dolunay yazısına çok sevdiğimiz City Soul parçasının coverı eşlik etti. Ayrıca Sercan bir bebekleri olacağının haberini verdi. Kadere bak ki biricik Yekta‘mız yine bir dolunay gecesi doğacaktı.
Mart 2021’de iş yerimden bir manzara

Nisan 2021: Bu ay tembellik yine kendini göstermiş ve 5 yazı yazabilmişim. İş yerinde müthiş bir covid patlaması oldu. Genel olarak keyifsiz, moralsiz ve yorgun geçen bir aydı.

Khruangbin
  • Muhteşem Jules Verne kitapları gelmeye devam ediyor: Altın Kitaplar ve İletişim Yayınları’ndan çıkan kitaplara ek olarak Hayalgücünün Merkezine Seyahat isimli kitabı aldım. Bu son kitap, Jules Verne Öykü Ödülleri yarışmasında dereceye giren yazarların öykülerini içeriyor.
  • Arabayla ufak bir kaza atlattım: Bana maliyeti 1250 lira olan, küçük bir sürtme yaşadım. İyi ki bu kazayı yaptım. Bu kaza sayesinde hiçbir zaman tedbiri elden bırakmıyorum. Bu yazıyı yazmadan önce bloga 15 günlük bir ara vermiştim. Bunun sebebi ise iş yerinde covid salgınının patlak vermesiydi. çalıştığım birimde şube müdürü, ben ve Volga hariç herkes bir şekilde ya hasta oldu ya da temaslı oldu.
  • Selahattin’in bendir yapmasına ilham verdik: Geçen yıl aldığım bendiri gören arkadaşım Selahattin, aynı yöntemi kullanarak kendisine bir bendir yapmış. Blogtan ilham alarak kendi projelerini yapanlar kervanına o da katılmış oldu böylece.
  • Türkiye bir kez daha tam kapandı: Evet, ülkece bir kere daha tam kapandık. Ama biz çalıştık. Aslında herkes çalıştı. Bu ay Khruangbin‘i keşfettim, canlarım benim. Bir de Alper’le Pentagram‘ın Pain isimli baş yapıtını eksiksiz olarak çalıp coverladık.

Mayıs 2021: Tam 10 yazı yazarak yılın en verimli, en çok yazı yazdığım ayını geçirmişim. Keşke hep böyle olabilse. Bayram tatilinin bu aya denk gelmesi sayesinde arşivimi düzenleyip kitaplığımda epey bir yer açabildim. Minik yavrumuz Mert Ekin bu ay 1 yaşına bastı. Dünya’nın en tatlı hobbiti olarak da pastasını kesti.

  • Odea Bank’ın Eşit Masallar projesiyle tanıştım: Bir radyo reklamında duyarak keşfettiğim bu müthiş proje, klasik çocuk masallarının aslında hiç de çocuk masumiyeti taşımadığı gerçeğinden hareketle yola çıkıyor. En popüler masallar, cinsiyet eşitliğine dayalı olarak uzmanlar tarafından yeniden ele alınıp küçük eklemelerle çocuklara yeniden sunuluyor. Üstelik Odea Bank bunu ücretsiz yapıyor.
  • Kitap okuma gözlüğü yaptım: Mert bizimle uyumaya başladığı için geceleri kitap okumak alışkanlığım sekteye uğrayınca ben de elde olan malzemelerle bir gözlük yaptım.
  • Serdar Abi’yle Günyüzü’ndeki kaitsuderatuyu etkisiz hale getirdik: Serdar Abi’nin bir arkadaşına musallat olan kaitsuderatuyu yakalayıp etkisiz hale getirdik ancak sonuçları hiç de beklediğimiz gibi olmadı.
  • Sabhankra – Death To Traitors albümü yayımlandı: Sabhankra, yeni albümünü yayımladı. Albümün CD’si o dönem henüz ülkemize gelmemiş olduğundan Spotify ve Youtube üzerinden dinleyebildik. Albüm Finlandiyalı Saturnal Records tarafından yayımlandı. A Call To Arms ve Awakened In The Dark favori parçalarım oldu.
  • Madrigal’in Outro’sunu çalıp kaydettik: Madrigal‘in bu yıl yayımlanan Neogazino isimli çok iyi albümünün çok iyi Outro’sunu Alper’le birlikte çalıp kaydettik. Ayrıca dergi arşivimin bir kısmını dijitale aktardım. Altın Kitaplar’ın Jules Verne kitaplarını da büyük oranda topladım. Çok kıymetli Murat Haser‘in bunda payı çok büyük elbette.
  • Avatar – Arayış çizgi romanı yayımlandı: Geçen yılın sonunda Gerekli Şeyler‘den çıkan ilk Avatar çizgi romanı Verilen Söz’ün ardından bu yıl da serinin ikinci öyküsü Arayış basıldı. Gerekli Şeyler bir sürpriz yaparak bu yılın sonunda bir hikaye daha basacaktı.

Haziran 2021: Bu ayın yarısından fazlasını İstanbul‘da geçirmeme rağmen 8 tane yazı yazmışım. Aslında belki de İstanbul’da olduğum için yazabildim. Ayın hemen başında doktora tez savunma sınavımı geçtim ancak diplomamı alamadan İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Bu sebepten özellikle doktora teziyle ilgili inanılmaz sıkıntılar yaşadım. Tezimin tamamını yeniden Enstitünün tasarladığı tez yazım şablonuna aktarmam gerekti. Bu da yaklaşık iki gecemi aldı. Gündüzleri müsilaj denetimlerine katılıp geceleri otel odasında çalıştım. Bu müsilaj görevi benim için bir dönüm noktası oldu. Böyle bakınca, galiba yılın en hareketli geçen ayı bu ay oldu.

İstanbul Sinema Müzesi

Temmuz 2021: Yılın en sevdiğim ayında toplam 7 yazı yazmışım. Bu ay da tıpkı Haziran’ın son günlerinde olduğu gibi doktora mezuniyet işleriyle uğraşarak geçti. Bu ay en çok yolculuk yaptığım ay oldu. Side, Bucak, Denizli ve Trabzon‘a gittim. Epey de yoruldum.

  • Yavuz Çetin – Satılık (2001) plağım: Bir önceki ay İstanbul’dan aldığım plağı ve albümün incelemesini bu ayın ilk yazısı olarak yazdım. Yazdığım yazı özellikle Instagram’da çok beğenildi. Bu albüm bu yıl en çok dinlediğim salbümler arasında yer alıyor.
  • Diş kaplama tedavim nihayet sonuçlandı: Haziran ayında dişimdeki bir ağrıdan dolayı doktora gidince doktor kaplama yapmaktan başka bir çare kalmadığını söylemişti. Hemen o gün ölçüler alıp bir hafta sonrası için de randevu vermişti. Ancak Haziran’ın ilk haftası içinde apar topar İstanbul’a gönderildiğim için bu tedavim yarım kalmıştı. Nihayet Eskişehir’e dönünce tedavimi tamamladım. Doktorum Burak Akçoral‘a bir kere daha teşekkür ederim.
  • Tatil için Side ve Bucak’a gittik: Bu yıl benden kısa süre sonra Mustafa‘da otomobil aldı. Böylece üç aile yaz tatili için plan yapmaya karar verdik. Side’de kalacağımız oteli ayarlayıp bir gün önceden gidip yolda Bucak’a Ayşelerin evine de uğradık. Side özellikle antik kentiyle çok sevdiğim bir yöre. Buraya kendi arabalarımızla gidip istediğimiz gibi gezme fırsatı yakalayınca daha da keyif aldık. Ufak tefek aksaklıklar yaşadık ancak bunlar da güzel hatıralar oldu bizim için.
  • Betül ve Tacettin Evlendi: Side’den döndüğümüz günün akşamında ayağımı gazdan hiç kesmeyip çok sevgili arkadaşlarım Betül ve Tacettin‘in düğününe katıldım.
  • Kübra ve Volkan Evlendi: Togay‘la birlikte Denizli’ye gittik. Volkan ve Yağızhan aynı gün evlenmeye karar verince şöyle bir plan yaptık: Düğünden bir gün önce Denizli’ye gidip Volkan’la birlikte olacak, aynı sabah erkenden yola çıkıp Eskişehir’e yetişip öğlen de Yağızhan’ın düğününe katılacaktık. Öyle yaptık. Denizli’de Volkan, Alper ve Halil‘le görüştük bu sayede. Denizli’de fırsattan istifade Pamukkale‘ye de gittik Togay’la.
  • Hazel ve Yağızhan Evlendi: Togay’la birlikte, Volkan ve Kübra’nın düğüne katılamadan sabahın erken saatlerinde yola çıkıp Denizli’den Eskişehir’e geldik. Yağızhan’ın düğünü epey eğlenceli geçti. O kadar eğlendik ki çiftimize nazar değdi!
  • Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER’le tanıştım: Bu yıl tanıştığım en kıymetli kişilerden birisi de Prof. Dr. Ahmet ÖNCÜER oldu. Bir bayram ziyareti için Ankara’ya gittiğimizde bir fırsatını bulup kendisiyle buluştum ve blog üzerinden başlayan arkadaşlığımız daha da pekişmiş oldu. Aynı yıl içerisinde sevgili hocamı birkaç kere daha görecektim.
  • Öner ve Ferhat Abimler Eskişehir’e geldi: Yıllar sonra kuzenlerim Öner ve Ferhat abilerim nihayet Eskişehir’e geldiler. Birlikte peye güzel zamanlar geçirdik.

Ağustos 2021: Bu ay yolculuğumuza 5 yazıyla devam etmişiz. Temmuz ayının son günlerinde Trabzon‘a gitmiştim Kübra ve Mustafa’nın düğünü için. Haliyle yazısını yazmak da Ağustos’a sarktı.

  • Kübra ve Mustafa Evlendi: Bu yıl katıldıklarım ve katılamadıklarımla en çok arkadaşımızın evlendiği yıl oldu. Mustafa ve Kübra’nın düğünleri de Trabzon’da olduğundan günübirlik de olsa gidip katıldım. Hayatımda ilk defa Trabzon’a gidip ilginç anılarla döndüm.
  • Doktora eğitimim resmi olarak bitti: Haziran’ın ilk haftası savunma sınavımı vermeme rağmen zincirleme yaşadığım bazı sorunlar, İstanbul görevi ve bayram tatili derken nihayet diplomamı alabildim. Doktora çalışması boyunca bana destek olan herkese, ancak özellikle de kıymetli ağabeyim Tarık DURMUŞ‘a teşekkür ederim. Doktoranın bana kazandırdığı en kıymetli kişi sen oldun. Merve ve Ümit sizleri de unutmuyorum elbette.
  • Setrak Bakırel Fransa’dan Points Of Libration’ın turkuaz baskısını gönderdi: Asia Minor’un yıl başında aldığım Points Of Libration albümünün plak baskısının İtalya’da sınırlı olarak basılan turkuaz renkli baskısını Setrak Bakırel üstad sayesinde arşivime ekledim. Yılın en önemli koleksiyon olayıydı bu.
  • İnanç’la Zafer Turuna katıldık: Bu hayatıma giren en renkli adamlardan biri olan İnanç‘la birlikte güzel bir bisiklet turuna katılıp Eskişehir’i dolaştık.

Eylül 2021: Rutini bozmadan, 5 yazı yazarak koskoca bir ayı geçirmişim. Yaz bitmiş, Covid bitmemişti.

  • Özel Sayı Dergi koleksiyonum genişliyor: DoganBurda dergilerinin bazı özel sayılarını toparlamaya devam ediyorum. Bu arada All About History dergisi de yıl içerisinde yayın hayatına emin adımlarla devam etti.
  • Araba ilk ciddi arızasını verdi: Ankara’dan Eskişehir’e üstelik tek başıma dönmek üzere yola çıktığım anda aracım arıza lambası yaktı. Aracı daha da ciddi bir sıkıntıya neden olmadan Eskişehir’e getirebildim. Arıza yapan parçanın ve işçiliğin bana maliyeti bin lirayı geçti.
  • Serdar Abi’yle S.. ilçesinde define avına çıktık: Yine başımıza gelmeyen kalmadı. Neyse ki ikimize de hiç bir şey olmadan sağ salim dönebildik eve.
  • Xiaomi şarjlı taşınabilir kompresör aldım: Bir önceki ay İnanç’la çıktığımız bisiklet turunda lastiğimin biri bana epey sorun çıkarmıştı. Daha sonra ise scooter’ın önce ön, sonra arka lastikleri sırasıyla patlamıştı. Bu sorunları art arda yaşayınca uzun süredir almayı düşündüğüm şarjlı kompresörü aldım. Xiaomi‘nin bu küçük ama işlevsel kompresörü otomobil lastiğini bile şişirebiliyor, dolayısıyla zor zamanlarda umulmadık bir yardımcı olarak güven veriyor.

Ekim 2021: 6 yazı yazmışım.

  • Kingdom of 3D ile işlevsel parçalar ürettik: Scooter için bir taşıma askısı almak istiyordum. Sağ olsun Kingdom Of 3D‘den Süha bana scooter’ın yapısal bütünlüğünü bozmadan kullanabileceğim bir aparat üretti. Bu sayede kısa mesafede ufak tefek şeyleri sürüş güvenliğini riske atmadan taşıyabiliyorum.
  • Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi projesi üzerine bir değerlendirme yazdım: Yazın İstanbul’da Masumiyet Müzesi‘ne gidip giremeyince Eskişehir’e döndüğümde takıntı haline getirip projenin tüm basılı ve görsel kaynaklarını topladım. Üretim sürecine ilişkin derlediğim notlarımı da blogda paylaştım. Bu projeyle ilgili olarak Türkçe yazılmış en iyi içeriklerden birisi olduğuna adım gibi eminim.

Kasım 2021: Kasım ayında 5 yazı yazmışım. Demek ki şu son dört ayda rölantide devam etmiş her şey. Bu ay kısa bir Ankara seyahatim oldu. Bu iş gezisinde Yahya Bey‘le birlikte kaldık. Ankara’da Ahmet Hocamla ve İlkan Abi’yle görüştüm.

  • Ankara’da Alper ve Özge’ye misafir olduk: Ekim ayının son hafta sonu, Kasım’ın da ilk günü Ankara’daydık. Ahmet Öncüer hocamla buluşup Jules Verne koleksiyonlarımıza orijinal gravürleri içeren yeni ciltler ekledik. Bunları ben bastırdım. Daha sonra ise Alper ve Özge’ye misafir olduk. Uzun bir aradan sonra böyle görüşebilmek hem çok mutlu etti hem de çok hüzünlendirdi.
  • Arabaya cam filmi çektirdim: Bir süredir Yunus Emre‘nin de teşvikiyle arabaya cam filmi çektirme planı yapıyorduk. Bu konuyu Mustafa’ya açtığımda sağ olsun dakikalar içerisinde olayı bağladı ve aynı hafta sonu işi bitirdik. Filmlerin koyuluğundan dolayı sürüşte sıkıntı yaşar mıyım diye tereddüt etsem de kısa sürede alıştığımı söyleyebilirim.

Aralık 2021: Yılın son ayında biraz da elde biriken taslakları eritmek için hızlanarak 8 yazı yazmış ve yılı kapatmışım. Bu ayın özellikle son günleri covid tedirginliğiyle geçti ve ne yazık ki iki kardeşim covid olup eve kapandılar. Anneme ve babama bulaşmasa da aynı evde kaldıkları için her günü o tedirginlikle yaşıyoruz.

  • Fahrenheit 451 sahaf yeni yerine taşındı: Değerli arkadaşım Devran’ın sahibi oldu Fahrenheit 451 sahaf, yeni bir binaya taşındı ve çok daha müthiş bir yer oldu. Yılın geri kalanında da defalarca uğrayıp bir şeyler aldım ve verdim.
  • History Of War yayın hayatına başladı: All About History’nin yalnızca savaş tarihine odaklanan kardeş dergisi History Of War, Türkiye’de yayın hayatına başladı. Üç aylık olarak yayımlanacak derginin ilk sayısı da epey ilgi görmüşe benziyor.
  • Perlatörle sudan tasarruf etmeye başladım: Denetime gittiğim bir fabrikadaki meslektaşımın tavsiyesiyle evdeki musluklara perlatör takarak birim zamanda harcanan su miktarını üçte bire düşürdüm.
  • Bir DV kameram oldu: Aslında bu gelişme bir önce ay temellerini attığım bir projeydi ancak sonuca ermesi yaklaşık bir ayı buldu. Artık eski teknoloji de sayılsa, Sony DV Handycam‘im oldu. Enes‘e bu hediyesi için ne kadar teşekkür etsem azdır.
  • Avatar – Uçurum çizgi romanı yayımlandı: Serinin üçüncü çizgi romanı da yine Gerekli Şeyler tarafından basıldı. Önceki iki baskının aksine, bu sefer çok kısa sürede duyurulup dağıtıldı. Diğer ikisi içerisinde en zayıf öykü bence buydu.
Şu ana kadar Türkçe olarak yayımlanan tüm Avatar çizgi romanları

Bu yazıyı yazarken Seval‘in kızının doğduğu haberini aldım. Minik yavrumuz Birce, İngiltere’de bizden kilometrelerce uzakta gözünü açtı. Muhtemelen yakın zamanda görme fırsatımız olmayacak ama birazdan annesini arayıp kameradan da olsa dayısıyla tanışmasını sağlayacağım. Ömrün uzun ve sağlıklı olsun Birce!

Bu yıl iş yerinde üç yılı doldurup dördüncü yılıma başladım. Şevkiye, Pınar ve Melike doğum izni sürecinde olduklarından yılın büyük kısmında yoktular. Yılın son haftası ise Volga’nın bir oğlu oldu. Sanem Abla’yla birlikte bir yılı devirdik. Her şey olabildiğince rutin giderken özelleştirilen Makina ve Kimya Endüstrisi işletmelerinden çok sayıda personelin Eskişehir’i ve çalıştığım kurumu tercih ettiğini öğrendik. Önümüzdeki günlerde başta bölümden arkadaşım Serkan olmak üzere bir sürü yeni arkadaşla tanışma ve çalışma heyecanı içerisindeyiz. Geçen yıl Caner’in gitmesi sebebiyle bu yılı da Halil Abi ve Yunus Emre’yle baş başa geçirdik. Bu yılın iş yerindeki en güzel haberlerinden birisi Sevda‘nın karşı şubemize gelmesi oldu. Böylece daha çok birlikte çalışma fırsatımız oldu. Bu durum pek çok arkadaşımızı pozitif yönde ivmelendirdi. Ancak geçen yıl olduğu gibi bu yıl da halı saha maçı yapmadık. Bir de bu yıl, çok uzun süre sonra kurumumuza stajyer öğrenciler geldiler. Sağ olsun hepsi de çok doğru düzgün insanlar, umut veren meslektaşlarımızdı. Faik, Gözde, Buket, Ayşe, Büşra, Damla, Ayşenur ve Zeynep’e gelecek hayatlarında başarılar dilerim. Sağ olsun Faik’le iletişimimiz hiç kopmadı.

Spora yeniden, yaz aylarında başladım. Pandemi nedeniyle yaklaşık 1,5 yıl hiç salonda antrenman yapmamıştım. Ancak yazın bu gidişe bir dur diyerek spora başladım. Kısa sürede olmasa da ortalama denilecek bir sürede, eski performansıma yetişmeyi hedefliyorum. Spor salonundaki çok kıymetli arkadaşlarım Enes, Emre Önk, Emre Akçakaya, Bilal, Batuhan Abi ve elbette Erhan Abi‘ye selamlar olsun.

Bu yıl Instagram epey hareketli sayılırdı. Hem blogun sayfasından, hem de kendi kişisel sayfamdan pek çok güzel içerik ve cover paylaştım. Özellikle cover çalışmalarında birlikte olduğum Alper, Ender ve Yağızhan’a teşekkürü bir borç bilirim. Aşağıya en güzellerinden ekliyorum.

Dolunay yazılarımı bu yıl da eksiksiz yazdım. Güzel bir ruh haliyle yazdığım bu yazılarda pek çok başarılı ve başarısız şiir girişimlerim oluyor. Eskiden daha korkmadan yazardım şiirlerimi. Şimdi ise şiir konusunda yenemediğim bir korkum var. Üzerine gitmeli miyim bilmiyorum. Yazın Gürkan Abi’yle şiir üzerine konuştuk ve bu türün, üzerinde en çok uzlaşılamayan tür olduğuna karar verdik. Şiir bambaşka bir ruh hali. Bazen en afili sözcükler bile yavan kalırken, öyle cebinde gezdirebileceğin türden iki üç kelimeyle dünyaları başına yıkabiliyorsun insanın.

Bu yıl Sertan‘ın bana çok güzel bir hediyesi oldu doktoramı bitirince: IPTV. İnanılmaz bir hizmet bu. Bunun dışında Netflix ve Amazon Prime‘ı sık sık kullandım. Netflix’de yayımlanan popüler içeriklerin (Squad Game, La Casa De Papel, Witcher, Kulüp vb.) büyük kısmını izledim. Bunun yanı sıra izlemekten büyük keyif aldığım özellikle II. Dünya Savaşı temalı filmleri de birkaç kere döndüre döndüre izledim. Hariçten izlediğim en güzel şey ise Brooklyn Nine Nine‘ın final sezonu oldu. Amazon Prime’da Zaman Çarkı serisini beğenerek izledim. Bu yıl izlediğim en güzel film galiba Dune idi. Ben önce filmi izleyip sonra kitabı okumaya karar verdim. Bir de İthaki’den yayımlanan Dune çizgi romanını aldım. Bu da çok kıymetli oldu filmi daha iyi anlayabilmek için. Exxen’de yayımlanan Gibi dizisi bu yıl izlediğim en komik diziydi. Müthişti gerçekten 🙂

Bu yıl kitaplığıma hediye edilen ve benim satın aldığım toplam 116 kitap dahil olmuş. Bunu 10 tane dergi izlemiş. Aldığım kitapların 60 tanesi Jules Verne’ye ait eserlermiş. Yıla Dostoyevski’nin Kumarbaz‘ını okuyarak (Mustafa’nın hediyesi) başlayıp Orhan Pamuk’un Kafamda Tuhaf Şeyleri okuyarak bitirmişim. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Masumiyet Müzesi’ni ise yeniden okudum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yarıda bıraktım. Masumiyet Müzesi’yle birlikte Şeylerin Masumiyeti ve Hatıraların Masumiyeti isimli yan kitapları da okuyup Hatıraların Masumiyeti’ni bir de film/belgesel olarak izledim. Çizgi romanları giderek sevmeye başladım. Avatar’ın iki cildinin yanı sıra Dune’un grafik romanının ilk sayısını ve NTV Yayınları’ndan çıkan Frankestein’ı aldım. Arunas Yayıncılık’ık çizgi romanları serisini ise tamamlıyorum.

2021 yılı müzikal açıdan çok da başımı döndürmedi açıkçası. Özellikle metal dışı tarzlarda güzel keşifler yaptım. Bilgisayardaki ve telefondaki Spotify’ımda hep eski şarkılar liste başı olmuş. Cranberries – Promises, Gojira – Esoteric Surgery ve Yavuz Çetin – Benimle Uçmak İster misin? liste başı parçalarım. Metal türü dışındaki yeni keşiflerim ise Khruangbin, Akbaba İkilisi – Darıldım, LDRDO – Lost In The Fire (albümün tamamı), Melike Şahin – Uykumun Boynunu Bükme, Madrigal – Neogazino (albümün tamamı) ve Wet Leg – Chaise Long oldular. Melike Şahin’in bu şarkısını gerçekten sevdim. Çok bekledim ama Mabel Matiz yeni albüm yapmadı. Metal müzikte bu yıl severek dinlediğim albümlerin başında Sabhankra’nın son albümü, Cidesphere‘ın son albümü ve As I Lay Dying‘in Shadows Are Security (2005) yer alıyor. Ancak bu yılın bana göre en büyük müzik olayı ve yayımlandığı günden beri sürekli dinlediğim grubu The Halo Effect oldu. Büyük bir sürpriz yaparak eski In Flames üyelerinin bir araya gelip mevcut In Flames’e nazire yaparcasına çaldıkları grubun şu ana kadar Shadowminds isimli tek bir parçası yayımlandı. Albümün 2022 yılında çıkacağı söyleniyor. Umarım albüm de ilk single gibi bomba olur. Jesper’ı, Peter’ı ve çok sevdiğim Daniel’i yeniden bir arada görmek paha biçilmez. Pentagram bu yıl da yeni albüm yayımlamadı. Pride ve Sur isimli iki parça yayımladı. Artık koro işini bırakmaları gerek bence.

Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da Mert’in ilk yaşına kadar olan her ayı farklı bir konseptle fotoğrafladım. Nihayet Mayıs ayında ise Mert Ekin’in ilk yaş gününü kutladık. Yıllardır hayalini kurduğum bir şey yaparak ilk doğum gününde Mert’i Hobbit yaptık. Merve sağ olsun pastayı Hobbit evi şeklinde kendisi yaptı. Pelerinini babaannesi dikti. Kılıcı ve diğer detayları da ben hallettim. Umarım Mert gelecekte bu fotoğraflara bakıp mutlu olur.

Evet şimdi de geldik en önemli bölüme: Hedefler. Bence yılımın özeti yazılarındaki en vurucu kısım burası. Hem koyduğum hedefler bakımından önemli, hem de bu hedefleri yıl içerisinde ne zaman yerine getirebildiğim ya da neden yerine getiremediğimin sorgulamasını yapabildiğim için önemli. Bakalım geçen yıl kendime hangi hedefleri koymuş ve ne kadarında başarılı olabilmişim.

  • Elektronik davuluma ilave bir crash zili almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Tank maketimi bir diorama ile bitirmek (Olmadı, bu yıl da bitmedi)
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak (Alabildim, bu hedefe ulaştım)
  • Doktoramı bitirmek (Bitirebildim, bu hedefe ulaştım)
  • Eğer covid-19 nihayet tüm ülkede sona ererse iki farklı zamanda tatile gitmek (Olmadı, Covid bitmedi, yazın üç günlük bir tatile gittik)
  • Alper’in isimsizini bitirmek (Bitmedi)

Peki bu yıl neler yapmayı hedefliyorum? Öyle çok büyük şeyler istemiyorum. Ekonomik durumumuzun biraz daha rayına girmesini diliyorum. Zaten bir lüksümüz yokken, en azından hala kitap alabiliyor olmayı diliyorum. Çünkü plak alabilmek ve hatta CD alabilmek lüks olmaya başladı.

  • Yabancı dil sınavına girip 70 almak
  • Makale yazıp yayınlatmak
  • Çadır kampı yapabilmek
  • ALFA Yayınları’nın Olağanüstü Yolculuklar serisinin en az %60’ını tamamlamak
  • Merve’ye araba sürmesini öğretebilmek
  • Kendime bir elektro gitar yapabilmek

Bakalım bu hedeflerin ne kadarı gerçek olacak hep birlikte göreceğiz. Blogu okumaya devam eden tüm okuyucular gibi sen de bu hikayelerin bir parçası olmaya devam edebilirsin sevgili okur. Bu blogu ben yazıyorum evet, ama bu blog yayın hayatına devam ettiği neredeyse 13 sene boyunca çevremdeki tüm arkadaşlarımın, dostlarımın da blogu oldu. Alper’in, Sercan’ın, Volkan’ın, Mustafa’nın, Koray’ın, Utku’nun, Seval’in, Halil Abi’nin ve Enes’in de blogu oldu. Çünkü hayatlarımız unutulup gitmeyecek kadar kıymetli. Herkese mutlu, sağlıklı, refah ve huzur dolu bir yıl diliyorum. My Resort Herkes İçin Blog!

Yıllık İzin: Bucak, Side, Betül & Tacettin’in Düğünü

İstanbul’da yaşadığım en büyük tedirginliklerden birisi de, sürpriz bir uzatma sebebiyle aylar önce Mustafalar ve Sertanlarla planladığımız birkaç günlük tatilin suya düşmesi ihtimaliydi. Neyse ki o ihtimal gerçek olmadı ve bir önceki hafta Cuma günü sabah 05.30’da iki araba, iki bebek, iki bebek arabası ve altı yetişkinden oluşan bir kafileyle yola çıktık.

Bu detay önemli. Neden? Çünkü Mustafa da ben de henüz birkaç ay öncesine kadar araba kullanmayı bilmiyorduk. Bu aradaki kısıtlı zaman diliminde ise yalnızca Eskişehir’de şehir içi trafikte araç kullanmıştık. Eskişehir’den yola çıkıp önlü arkalı yola devam ederek Kütahya Yolu’na girdiğimizde ince bir heyecanla dönüp Sertan’a baktım. Yol boyunca yanımda Sertan olacaktı. Mustafa’ya ise Betül eşlik ediyordu.

Kütahya‘da Sertan için kısa bir sigara molası, Afyonkarahisar‘da ise orta halli bir kahvaltı molası verdik ve hiç durmadan Burdur‘a kadar gittik. Burdur’da önce Mustafa’nın tam 21 gün süren (!) askerliğini yaptığı Binbaşı Maruf Kışlası‘na, sonra oradan Burdur Gölü‘ne gittik. Burdur Gölü, bir zamanlar Türkiye’nin en büyük göllerinden birisi olan bu güzel gölden geriye suları çekilmiş bir bataklık kalmıştı. Hüzünlü ama göz göre göre gelen bir iklim gerçeği. Buradan da tekrar Burdur’un Sanayi Çarşısı’nda bulunan Meşhur Şişçi Hasan‘a, Burdur Şiş yemek üzere geri geldik. Geri geldik çünkü bu Şişçi Hasan’ın yeri tam Burdur’un girişinde. O yüzden burada yemek yemek gibi bir planınız varsa ya ilk girişte ya da ayrılırken çıkışta bu işi yapın. Bir daha git gel yapmamış olursunuz.

Birkaç yıl önce Alper‘le birlikte Salda Gölü‘ne gittiğimizde, dönüş yolunda bizi Burdur’da bırakmışlardı. Burdur’un merkez mahallelerinin birinde de şiş yemiştik ancak bu sefer yediğimizle alakası yoktu. Gerçek Burdur şiş meğer Şişçi Hasan’ın şişlerinde, Burdur Sanayi Sitesi‘ndeymiş.

Vay arkadaş, dedim. Bu kadar basit bir yemek, bu kadar basit bir sunuma rağmen nasıl bu kadar lezzetli olabilir? Şiş faslından sonra hem tok olmanın hem de yolun verdiği cesaretle sevgili Ayşe‘nin memleketi ve Burdur’un kendinden bile büyük ilçesi Bucak‘a geçtik. Bucak’ta Ayşe’nin ailesinin yaşadığı üç katlı, kendine ait bahçesi ve bahçesinde en az 10 çeşit meyve ağacı olan bu şirin evde bir gece geçirdik. Yörüklerin misafirperverliğini sonuna kadar yaşadığımız bu ara durağımızda sabah uyandığımızda yolculuğun son kısmı için heyecanlıydık.

Sabah erken saatte yola çıkıp Burdur ve Antalya arasındaki meşhur Çubuk Beli‘nden geçişimiz beklediğimden daha kolay oldu. Böylece saat 8’i biraz geçe otele ulaştık. Varış noktasına yaklaşık 10 km kala, içerisinde kimliklerin bir kısmının olduğu çantayı Bucak’ta unuttuğumuzu fark edince ufak çaplı bir kriz yaşadık ancak resepsiyonda durumu izah edince sağ olsunlar en ufak bir sorun çıkarmadılar.

Side’deki Side Star Elegance isimli otele gittik. Oteldeki dört gün bol bol yüzerek geçti. İlk defa bir otelde lavabonun odanın içerisinde olması, tuvalet ve banyonun ise birer metrekarelik iki kabinle ayrılması ise açıkçası pek kullanışsız geldi bana. Yemeklerin lezzeti ve kalitesi bakımından birkaç yıl önce gittiğimiz otel, daha küçük olmasına rağmen, bu otelden açık ara daha iyiydi. Otel, denize sıfır olmasına rağmen ana binasında kalıyorsanız plaja ulaşmak için dört asansör değiştirip toplamda 10-15 dakika süren bir yolculuğa çıkmanız gerekiyor. Otelin oda temizliği de açıkçası zayıftı. Ancak hemen hemen tüm personeller misafirlerle ilgili ve güler yüzlüydü. Yanımızda iki bebek olmasına rağmen yemek ya da uyku süreçlerinde bir sıkıntı yaşamadık. İstediğimiz her an mama sandalyesi bulabildik mesela. Yine bebekleri sahilde ve otelin içerisinde arabalarında uyutabildik.

Oteldeki üçüncü günün sabahında hep birlikte yola çıkıp sadece 6 dakika uzaklıktaki Side Antik Kenti‘ne gittik. Buraya birkaç yıl önce Merve‘yle gelmiş ve gezmiştik. Bu sefer daha kalabalık bir halde ama yine keyifle gezdik. Yalnız Antik Tiyatro ve Müze’ye girmedik. Bunun sebebi Turizm ve Kültür Bakanlığı‘nın yaptığı anlamsız ayrımcılık. Anlaşılan Bakanlık, Milli Eğitim Bakanlığı’nın verdiği resmi ve imzalı öğretmen kimliklerini hiçe sayarak kendince bir alt statü oluşturmuş: Özel sektörde çalışan öğretmenler.

Antik tiyatro ve müzede çalışan görevliler, bizimkilerin öğretmen değil “özel sektörde çalışan öğretmen” oldukları gibi anlamsız ve nereden bakarsan bak ayrımcı bir tavır takınıp birkaç gün önce davul zurnayla duyurulan “ücretsiz geçiş” haklarını gasp ettiler. Bu durum ilk etapta canımızı biraz sıkmış olsa da moral bozmadan yola devam ettik ve meşhur Manavgat Şelalesi‘ne gittik.

Çocukluğumdan beri “Manavgat Şelalesi” benim gözümde, suların metrelerce yüksekten döküldüğü, döküldüğü yerde ise insanların altında, kıyısında eğlendiği bir yer olarak canlanırdı. Çünkü hiç görmemiştim. Ücretini verip içeri girdikten; tasarımı, çalışanlarının imajları ve önlükleri, menüleri, ürünleri ve renkleriyle tıpkı Starbucks gibi görünen ancak kesinlikle Starbucks olmayan “isimsiz” kahveci dükkanını geçtikten sonra ta daaa! Al sana Manavgat Şelalesi! En çok bir adam yüksekliğinde bir düşüme sahip, yüksek debili ve şaşılacak kadar temiz görünen bir şelale. Ellerinde papağanları ve zaman zaman taciz boyutuna varan girişimleriyle şipşak fotoğrafçıları ile Made In China yazısını gizleme gereği bile duymadıkları renkli fotokopiden hallice buzdolabı magnetlerini 25 liraya satan satıcıları saymazsak, gidilip görülüp yaklaşık 10 dakika keyifli zaman geçirilebilecek bir yer.

Son sabah, otelden çıkışımız saat 10.30 civarında oldu. Sıcağa yakalanmamız kaçınılmaz oldu böylece. Önce Bucak’a gidip unuttuğumuz çantayı aldık. Burada oyalanmadan doğruca Burdur Sanayi Çarşısı’na gittik. Şişçi Hasan bu sefer bizi hatırlamamış olacak ki geçen sefer hepi topu yarım saat süren yemek faslı, bu sefer sadece 45 dakika yemeklerin gelmesi için beklemekle geçti. Böylece, tepemizde öğlen güneşi olduğu halde yola çıktık. Yolda yine kısa bir mola verip yakıt aldık.

Tatilin en güzel yanı bu tosbikler oldu

Afyonkarahisar’a girince Sertan beni uyardı. “Tıpkı gelirken olduğu gibi eve dönerken de Kütahya üzerinden döneceğiz, o yüzden şaşırıp Eskişehir yönüne girme.” Böylece tam zamanı gelince Eskişehir yönüne değil, Kütahya yönüne döndüm ve Seyitgazi’nin tek şeritli, ağır virajlı yollarından kurtardım. Fakat o da ne! Mustafalar Eskişehir yönüne devam ettiler! Durum böyle olunca biz hemen Afium‘a girip Mustafalar’ın geriye dönerek bize yetişmelerini bekledik.

Vedalar zordur. Dönüşler zorludur. Giderken tatilin heyecanıyla nasıl vardığımızı anlamadığımız o yol, dönerken bitmedi. Sabah 10.30’da yola çıkan bizler, akşam saat 20:15’te Eskişehir’e ulaştık! Yorgunluk ve bıkkınlık son haddine ulaşmışken, çocuklar uykusuzluktan ağlarken nihayet kapıya vardım.

Onca yorgunluğa rağmen neredeyse kontak kapatmadan, sadece gömleğimi değiştirip yeniden yola çıktık. Saat 21:00’e doğru çok sevgili arkadaşlarım Betül ve Tacettin‘in aylardır beklenen düğünlerine gidiyorduk! Eskişehir’de Bursa Yolu üzerinde yer alan Çınaraltı Düğün Salonu‘na doğru yola devam ederken birden, aylardır ilk defa gece yolculuk yaptığımı fark ettim.

Düğün Salonu’na girdiğim ilk anda, aylardır görmediğim Şevkiye ile yıllardır görmediğim Burcu‘yu gördüm 🙂 Her ikisiyle de selamlaşıp ayaküstü biraz lafladıktan sonra en yakın masaya oturduk. Bu ziyaret, Şevkiye’nin de Mert’i ilk defa gördüğü an oldu zaten. Ben hiç vakit kaybetmeden sahneye, o anda hız kesmeden oynamaya devam eden Tacettin’in yanına gittim. Sahnede kucaklaşıp biraz da yorgunluğa rağmen oynayabildim. İnsan bedeni çok acayip gerçekten. Henüz beş dakika önce salona girerken o gece çekeceğin uykuyu düşlerken, bir anda kendini “şişelerin” eller havaya kısmında buluyorsun.

Bu arada nedense Mert’i de kucaklayıp yine sahneye götürdüm. Uykuya yenik düşmek üzereydi yavrucak, eh biraz da zalimlik oldu. Betül gerçekten prenses gibi görünüyordu. Onun da Mert’le ilk tanışması böyle bir anda oldu. Yaklaşık bir yarım saat geçirdiğim düğün yerinde sınıf arkadaşlarım Burcu’yu, Orbay‘ı, pek çok meslektaşımızı, arkadaşımızı ve Ali‘yi gördüm. Sonradan öğrenecektim ki meğer Hazal da oradaymış ancak görüşememişiz.

Betül ve Tacettin’le vedalaşıp sonsuz mutluluklar diledikten sonra karanlıkta yavaş yavaş eve doğru yola çıktık. İçeri girdiğimde eşikte her şeyi bırakmıştım: kilometrelerce yol, kavurucu sıcak, yaver şansım, kötü talihim, iyi dostlarım, yol arkadaşlarım, tatsız olaylar, mutluluk dolu bir çift… O an aklımda hafifçe şişkin yastığımdan başka bir şey yoktu. Bir an korktum yorgunluktan uyuyamazsam diye. Ancak otel yatağının gereksiz yumuşaklığına tezat yatağa uzandığımda rüyamda seni görmeye başlamıştım bile. Görüşmek üzere Side.

Altı Yılda Yüzde 1900 Prim Yapan Ürün!

Bir narenciye sıkacağı! Evet, 2015 yılının başında Media Markt‘ın internet sitesinden kendimize bir mini fırın almıştık 160 liraya! Kargo bedava olsun diye de yanına 40 liraya bir narenciye sıkacağı almıştık. Yıllardır zaman zaman, keyfe keder kullanırız. Ortadan kesilmiş portakal, greyfurt ve limonu küçük bir baskıyla saniyeler içinde şipşak sıkarız. Braun marka, gayet kaliteli bir malzemeden üretilen bu mutfak aleti bir kere bile arızalanmadan görevini yerine getirdi ve getirmeye de devam ediyor.

Önceki ay bizdeyken Ayşe görüp çok beğendi ve kendisi de almak istediğinde fark ettik ki fiyatı inanılmaz bir seviyeye yükselmiş! Hepsiburada, Trendyol gibi sitelerde 750-800 TL civarında satılıyor. Elbette ki 2015’teki ekonomik göstergeler ile şimdikiler arasında epey fark var ancak spesifik olarak bir narenciye sıkmaktan başka hiç bir işe yaramayan ve bir ekstrası olmayan bir ürününün bu kadar pahalanmış olması çok ama çok dikkat çekici.

2015’te aldığımız ürünün satış kaydı

Pandemiden dolayı insanlar evlerinde birden bire portakal, greyfurt falan mı sıkmaya başladılar? Ya da üretici firma Braun’un bir kararı mı bu bilmiyorum. Ancak bunca yıldır aldığım ve kullandığım ürünler arasında, geçen zaman içinde en çok prim yapan ürün budur: Bir narenciye sıkacağı! Ürün çok güzel ama sakın bu fiyata almayın.

2021 Mart ayında Hepsiburada fiyatı

2020 Yılımın Özeti

Mad Max: Fury Road filmini ilk kez sinemada izlerken filmin ilk aksiyon sahnesiyle koltuğumdan öne doğru fırlamış, bir daha da geriye yaslanamamıştım. İşte öyle bir yıl oldu 2020.

Blogun geleneksel yıl özeti yazısına hoş geldiniz. Bu özet yazıları, yıllardır her yılın sonunda yazdığım bir tür hesaplaşma, skor tutma, istatistik verme, racon kesme, kuyruğu kıstırma ve yazılması en uzun süren yazılar oluyor. Haydi, türümüzün son birkaç yüzyıldır yaşadığı en sıkıntılı yıllardan biri ve belki de en sıkıntılısı olan 2020 yılını nasıl geçirmişim hatırlayalım.

Bu yıl önceki yıla göre blogla daha çok ilgilenmeme rağmen, okuyucu sayımız biraz düşmüş. Ancak yazı sayısının önceki yıla göre ciddi oranda da arttığını söylemek lazım. Toplamda 80 yazı yayımlanmış blogda. Blogun son dört ayında WordPress ciddi bir güncelleme alarak “Blok” tasarımına geçti. Bunu okuyucu olarak siz fark etmediniz. Ancak içerik üreticisi olarak ben, ilk aylarda çok ciddi sıkıntı çektim. Ancak sonradan uyum sağlamayı başardım ve yazılar gelmeye devam etti. Tam 10 sene önce yazdığım “İyi Bir Münazara İçin İpuçları” isimli yazım bu yılında reyting rekortmeni. Hemen ardından Türkiye’nin belki de ilk ve tek Gillette Blue 3 ve Mach 3 koleksiyoncusu olmamı ispatlar şekilde, “Gillette Tıraş Bıçakları Kullanıcı Deneyimleri” isimli yazım en çok okunan yazım oldu. Ciddi bir sağlık problemi yaşadıktan sonra yazdığım “Bir Reflü Macerası” yazım en çok okunan üçüncü yazı oldu. Buna çok sevindim çünkü internette çok az yerde bulunabilen bir diyet ve yasaklılar listesini yayımladım bu yazıda. Umarım okuyan herkesin işine yaramıştır o liste. Google’a “münazara” yazarak bana ulaşan çok ciddi sayıda okuyucu olması sevindirici. Çünkü ben yıllar önce yazdığım o yazıma ek olarak bir yazı daha yazdım ve ilk yazıyı okuyan okuyucuların bu ikincisini de okumasını görmek iyi. Bloga en çok ziyaretçiyi arama motorları göndermiş. Bunun dışında sırasıyla Facebook, Twitter, Linkedin ve Instagram okuyucu göndermiş. Bu sene birkaç özel yazı için ilk defa reklam vereceğim. Bugüne kadar reklamdan bir kuruş kazanmadım. Ancak yıl içerisinde bazı özel yazılar yazmayı planlıyorum. Bunlar için reklam vereceğim. Bir de yakında My Resort için bir Instagram hesabı açmayı düşünüyorum. Ancak yazılarıma link veremeyeceğim için bunu nasıl yaparım ya da neye yarar, bunu iyice planlamam lazım.

İhsan Oktay Anar‘ın çeşitli dergilerde yayımlanmış küçük öykülerini derlediğim şu iki dosya (İhsan Oktay Anar’ın Minik Öyküleri Derlemesi ve İhsan Oktay Anar Minik Öyküler Derlemesi 2: Rabnûma) bu yıl en çok indirilen içerikler olmuşlar. Bu yıl onun İngilizce basılan tek kitabı olan The Book Of Devices‘ı aldım. Blogda en çok tıklanan görseller yüksek lisans diplomam ve reflü beslenme alışkanlıkları listesi olmuş. Haa bir de Gandalf var tabi. Bu yıl ülkemizden sonra en çok okuyucu ABD, Almanya ve can Azerbaycan’dan gelmiş. İngiltere’den yapılan 86 girişin ise en az yarısının bizim Seval olduğundan eminim 🙂

Şimdi gelelim aylık performanslara ve yaşananlara:

Ocak 2020: Yıl içerisindeki en kötü yazım performansı bu ay olmuş sadece 3 yazı! Bunlardan bir tanesi de zaten 2019 yılımın özetiydi.
:: Geçen yılın en büyük müzikal keşiflerinden birisi olan Altın Gün ön plana çıkmış. Bana göre şimdiye dek çektiğimiz en iyi cover videolarından birini çekmişiz ve Altın Gün yorumuyla “Kolbastı” çalmışız. Sağ olsun Cem‘in bağlama da akmış gitmiş valla 🙂
:: Yıllar sonra nihayet blogun arka planını değiştirmişim. Ayrıca Gillette tıraş bıçağı koleksiyonum için de ayrı bir sayfa açmışım.

Ocak 2020’de kullandığım üst resim

Şubat 2020: Toplam 5 yazı. Eh, fena değil. Bu ay yılın hareketlenmeye başladığı, Covid-19‘un duyulmaya başlandığı bir aydı. Başımıza neler geleceğinden habersiz, öylece bekliyorduk.
:: Alper ve Özge nişanlandı. Bu yılın ilk düğün/dernek haberi Alperler’den geldi. Hep birlikte Ankara’ya gittik. Böylece Özge’nin ailesiyle de tanışma imkanımız oldu. Yıl içerisinde de pek çok arkadaşımızın güzel haberlerini almaya devam ettik.
:: Kendime nihayet bir masaüstü bilgisayar toplayabildim. Tabi bu gelişmede en büyük pay Kerem Bey‘in ve Lütfi Abi‘nin. Sağ olsun Kerem Bey’in bir kıyıda kalmış emektar bilgisayarını aldıktan sonra ram ve SSD takviyesi yaparak şu anda da kullandığım bilgisayarı hayata döndürmüş oldum.
:: Yağız ve Alper’le birlikte, şimdiye kadar yaptığımız en prodüksiyonlu videomuzu yaptık. Yıllardır severek dinlediğim büyük üstat Ennio Morricone’yi de andık böylece.
:: Kendime bir 75-300 odak uzunluklu zoom lens aldım. Böylece özellikle dolunaylarda çok daha güzel görüntüler çekebilmeye başladım.

Mart 2020: Bu ay toplam 8 yazı yazdım. Ayrıca çok fazla sayıda eski yazımı da güncelledim. Özellikle eski görsellerin linkleri öldüğü için blogun arka planında epey hummalı bir çalışma devam ediyor. Ülkede de bu aydan itibaren Covid salgını ciddi bir boyuta taşınmıştı. Yakın zamanda iki arkadaşımız HazalUtku ve BetülMustafa yeni evlerine taşındılar. Ayrıca bu ay Antalya’ya bir eğitim çıkmıştı, Yunus Emre‘yle birlikte gidecektik. Ancak Covid nedeniyle iptal edildi.
:: Orta Dünya’ya ait yepyeni kitaplar yayımlandı ve ben hepsini kitaplığıma ekledim. Şu anda birkaç eksik dışında gayet iddialı bir Orta Dünya kitaplığım oldu.
:: Ali Sami Yen‘e bir kere daha, bu sefer de Alperler’le gittim. Orada Özlem ve Ceyhun da ekibe katılınca müthiş bir gün ve müthiş bir maç oldu. Galatasaray’ımızın o yıl seyirciyle oynadığı son maçtı bu. Bir hafta sonra tüm ülkede Covid alarmları çalmaya başladı.

:: Çok uzun süredir arşivime katmak istediğim Daft Punk‘ın Random Access Memories isimli albümünün plağını nihayet alabildim.
:: Yıllardır karşılaştığım en kötü virüs bilgisayarıma bulaştı. Hep duyduğum ama bir şehir efsanesi olarak dinlediğim .remk virüsü bilgisayarıma bulaşıp tüm dosyalarımı şifreledi ve şifre için benden 980 dolar para istediler. Neyse ki (hala şükrediyorum) %99 oranında yedeklerim sayesinde kayıpsız olarak kurtuldum. Ancak bu bana yaklaşık 1 haftaya mal oldu.

Nisan 2020: Pandemi ülkeyi kasıp kavurmaya başladı. Evlere kapandık. İşe dönüşümlü olarak gidiyoruz. Karamsarlığın en üst düzeyde olduğu bir aydı. Arkadaşlarımız bir biri ardına evlilik tarihlerini ertelediler. Bu ay 8 yazı yazmışım.

:: Yıllar sonra arşivden bulunca Hobbit’in orijinal illüstrasyonlarını yayımladım. Eğer gözden kaçıran varsa muhakkak indirip arşivlesin.
:: Ülkemizin rock ve metal müzik kültüründe önemli bir paya ve yere sahip olan Çağlan Tekil bu ay hayatını kaybetti. Geçirdiği beyin kanaması sonucu bir sürede komada yaşam savaşı verdi ancak daha fazla dayanamadı. Bu yazıda “Şimdi ardından Head Bang ne olur, yeni sayı yayımlanır mı, yoksa Baron’la birlikte bu efsane de ölümsüzlüğe doğru yelken açar mı bilmiyorum.” demiştim. Birkaç ay sonra Head Bang son bir sürpriz yapacaktı.
:: Mach3 koleksiyonuma iki önemli parça eklemişim.
:: Bir süredir uğraştığım fotoğraf stoklama işlemini nihayet yapabilmişim. Bu sayede ayın çok daha net fotoğraflarını çekebiliyorum.
:: Halen daha hayatımızın en büyük maceralarından biri olarak nitelendirdiğimiz Gelibolu Maceramıza ait yıllar sonra bir keşif yaptım. Üstelik yıllar önce yazılan yazılardaki görselleri de güncelledim.

2012 Aralık

Mayıs 2020: Pandemi tüm ülkede devam ediyor. Nisan ayına göre biraz daha iyiye gidiyor durum. Bu ay yine 8 yazı yazmışım. “Evde kal“manın en büyük faydalarından birisi bu oldu. Bir de elbette bu yılın bizim için en büyük, en önemli ve en güzel olayı var: Mert Ekin dünyaya geldi.
:: İhsan Oktay Anar’ın daha önce hiç okumadığım bir öyküsünü keşfettim: Rabnûma. Yıllardır üstadın kaleminden yeni şeyler okumuyoruz. Bu öyküsü de 1989 yılında kaleme aldığı bir öykü. Tarzının oturmaya başladığı dönemler. Hoca bu öyküden 5 yıl sonra da Puslu Kıtalar Atlası’nın yayımlayacak.

:: Aylardır beklediğimiz mucize gerçek oldu ve sevgili yavrumuz Mert Ekin dünyaya geldi. Pandeminin ortasında, gözden uzak ve tedirgin geçen birkaç günün ardından yuvasına geldi. Ben bu satırları yazarken Mert’in 8 aylık olmasına birkaç gün kaldı. Buraya da yeni doğan değil de şimdiki halinin bir fotoğrafını ekliyorum. Yılbaşında çektik.
:: Bu yılın en iyi projelerinden birini daha başarıyla tamamladım. Mini vidalama makinesi yaptım. Bu projeyi yaparken bana destek olan Türker, Süha ve Murat‘a bir kere daha teşekkür ederim.
:: Bu yılın en gurur verici çalışmasına imza attık hem de neredeyse tüm arkadaş gurubumuz bir arada! 19 Mayıs’ta “Hoş Gelişler Ola” marşını çaldık hep birlikte ve ortaya yıllar sonra bile keyifle hatırlayacağımız güzel bir video çıktı. Emeği geçen tüm dostlara bir kere daha teşekkür ederim. Bu arada üç kardeş birlikte yer aldığımız ilk müzik videomuz da bu oldu.

:: Murat İlkan‘ın Fanus albümünün hatalı basılan ilk plağını aldım. Hem Murat İlkan’ı çok sevmem hem de koleksiyon değeri olan bir ürün olduğu için hiç kaçırmadım. Plak dinlenebiliyor ancak mastering’i çok yetersiz ve parçalarda çok ciddi hatalar var.
:: Nereden esti bilmiyorum ama daktilo alırken dikkat edilecek konulara ilişkin güzel bir yazı yazmışım. Bu sene çok okunan bir yazı olmadı ama reytinglerinin giderek arttığını görüyorum. Birkaç seneye blogun önemli yazılarından birisi olabilir.

Haziran 2020: Bu ay sadece 4 yazı yazmışım. Rehavet oldu tabi. Bütün ülke de tıpkı benim gibi rehavete kapıldı. 1 Haziran’da pandemi yasakları sona erdi. Covid 19’da tünelin ucunda birazcık ışık görmüşken, vak’a sayılarını nihayet 100’ün altına düşürmüşken ve tam da tedbirlerin korunması gerektiği yaz sezonun açılışıyla tüm tedbirler kalktı. Aylardır kapalı kalan halk bir anda hiç olmayacağı kadar dolaşıma çıktı. Bankalar insanlar tatile gitsin diye kredi verdi. Tatil sezonuyla çakışmasın diye üniversite sınavı ertelendi. Bunun bedelini de elbette birkaç ay sonra çok daha şiddetli bir şekilde ödeyecektik.

:: Mustafa, Massive Agressive isimli iç dekorasyon butiğini açtı. Başlangıçta steampunk esintili objelerde kısa sürede Instagram’da beğenileri toplamayı başardı. Her geçen gün satış ağını da genişletiyor.
:: Alper’le birlikte en sevdiğimiz Türk gruplarından olan Pentagram’ın en sevdiğimiz iki şarkı This Too Will Pass ve Lions In A Cage’i coverladık.
:: Yıllardır istediğim ancak bir türlü fırsat bulamadığım bir şeyi yaptım ve kendi el yazımı bir fonta dönüştürdüm.
:: Ülkemizde basınında da yer alan ancak kimsenin tek bir kare fotoğrafını bulamadığı dergiyi Seval sayesinde Almanya’dan buldum. Seval’in Almanya’dan bana yaptığı son iyilik bu olacaktı. Çünkü bir süre sonra İngiltere’ye taşınacaktı.

Temmuz: Bu ay blogda 7 yazı yazmışım. Önceki yıllarda genede tatile falan gittiğimiz için Temmuz pek yoğun geçmezdi ancak bu sene Covid’den dolayı evlerde kaldığımızdan fena bir ortalama değil.

:: Biricik dostum Selçuk Ceylan‘ın yepyeni iki kitabını daha okudum. Selçuk’un yazdığı kitap sayısı 6’ya ulaştı.
:: Yılın en iyi dolunayını yılın en sevdiğim ayında yaşadım. Ender ve Alper’le birlikte Ghost’un Ritual parçasını coverladık.
:: Büyük üstat, çağımızın en büyük müzisyenlerinden Ennio Morricone hayatını kaybetti. Türkiye’de kendisinden ve eserlerinden en çok bahseden bloglardan birisi olan My Resort’ta, olabildiğince güzel bir yazı yazarak uğurladık ustayı.
:: Utku ve Alper’le pizza yeme yarışmasına katıldık. Ben dereceye giremedim ama Alper ikinci, Utku üçüncü oldu.
:: Hayatımın en sessiz sedasız doğum günlerinden birini geçirdim. Aynı dönemde In Flames, Clayman albümüne 20. yıl özel baskı yayımladı. Ben de bu albüm ve Fury filmi için birkaç yeni baskı tasarladım.

:: Okulda bu yıl düzenlenmeye başlayan çevrimiçi Öğrenci-Mezun Buluşmaları etkinliğinde bölümümüz ve mesleğimiz adına bir sunum yaptım. Keyifli bir akşam oldu. Bir kere daha, beni davet eden sevgili hocalarıma ve öğrenci arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Blogda bahsetmesem de bu yıl bu şekilde pek çok çevrim içi etkinlik oldu. Covid-19’un hayatımıza kattığı farklı tecrübelerden birisi de bu oldu.
:: Çok kıymetlim ve yıllardır eski baskıları astronomik fiyatlarla satıldığı için alamadığım Nur Yoldaş’ın Sultan-i Yegah albümü yeniden plak olarak basıldı. Üstelik şeffaf, kırmızı renkli ve gatefold olarak. Hemen aldım.

Ağustos 2020: Yaz bütün rehavetiyle devam ediyor. Covid yavaş yavaş ülkeye yeniden yayılmaya devam ediyor. Gerçek rakamların kelime oyunlarıyla gizlendiği yönünde toplumda ciddi bir kuşku ortaya çıktı. Bir süre sonra bu kuşkuların haksız da olmadığı görülecekti. Bu ay toplam 7 yazı yazmışım. Bu ay hem Koray ve Tuğba‘nın hem de Alper ve Özge’nin düğünleri vardı. Koray ve Tuğba’nın Antalya’daki düğününe gidemedim.

:: Alper tam 14 yıl sonra Eskişehir’den taşındı. Blogda yazdığım en depresif yazılardan birini yazdım. 2020’nin en kötü anlarından birisiydi veda anı. “Fotoğrafların kesilmiş yerlerini saklamayı yıllarca becerdim ama artık sen de yoksan çerçevede çok azımız kalıyor o yıllardan.”
:: Kiracı olarak oturduğum evde büyük bir tadilat yapıldı. Ustaların da temiz çalışmamasından dolayı toparlanmak epey uzun sürdü. Ancak yine de ustaların hakkını yemeyeyim, en azından kısa sürede tamamladılar. Temizlik uğraştırdı biraz.
:: Özge ve Alper’in düğünü oldu. Bursa’ya gittim düğün için. Corona’nın gölgesinde korka korka yaptığımız, çok şükür kimseye de bir şey olmadan tamamladığımız bir düğün oldu.
:: Gillette Blue 3, beni şaşırtarak üç büyükler (Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş) renklerinde tıraş bıçakları çıkardı. Koleksiyona bir anda üç bıçak daha eklenmiş oldu. Ülkenin en iddialı koleksiyonuyum.
:: Bir klasik olan Fahrenheit 451‘i okudum. Kitap başta sarmadı, epey zorladı ancak sonradan çok hoşuma gitti. Filmini izledim ve çizgi romanını sipariş ettim. Bir de Eskişehir’de Fahrenheit 451 isimli bir sahaf keşfettim. Mehmet‘in sayesinde Devran’la tanıştık. İlerleyen günlerde de Devran’dan epey bir kitap alacaktım.

Eylül 2020: Covid’e karşı alınan önlemlerin göstermelik olduğu anlaşıldı. Özellikle Kurban Bayramı’yla birlikte memleketin dört bir yanına dağılan vatandaşlar sayesinde en küçük köylere bile virüs ulaştı. Nisan ayından daha beter bir duruma doğru ülke sürükleniyordu. Bu ay toplam 7 yazı yazmışım.

:: Grafik tablet aldım. Okulların açılmayacağı ve derslerin uzaktan yapılacağı anlaşılınca bir fırsatçılık ülkesi olan Türkiye’de 300 liralık ortalama grafik tabletler 600-700 liralara fırladı. Milli Eğitim Bakanı’nın eğitim uzatan yapılacaktır diye açıkladığı gece neredeyse %100 zamlandı tüm tabletler.
:: Yağızhan mezun oldu. Sagopa Kajmer, Yunus EP isminde bir albüm çıkardı. Bu albüm benim yıllar sonra dinlediğim ilk yeni Sagopa albümü oldu.
:: Gıda Dedektifi Musa ÖZSOY’un “Ne Yediğinizi Biliyor musunuz?” isimli kitabını okudum. Yalan yok, gıda endüstrisi hakkında daha önce bilmediğim pek çok yeni bilgi öğrendim. Ayrıca gıda tercihlerimi yeniden gözden geçirmemi sağladı.
:: Scooter aldım. Xiaomi M365 marka modelli scooter, bu yıl aldığımız en verimli aletlerden birisi oldu. Özellikle şehir içi ulaşımda büyük bir devrim yarattığını söyleyebilirim.

Ekim 2020: Blog açısından iyi geçen, 9 yazılık bir ay oldu. Covid’in daha da kötü bir hal aldığı artık kabul edildi ve yeni tedbirler alındı. Bu ayın diğer bir özelliği ise Sertan ve Ayşe‘nin biricik yavrucukları Özüm dünyaya geldi. Mert doğduğunda yaşadığımız heyecanı, bu sefer de Özüm için yaşadık 🙂

:: Şevkiye‘nin teleskobunu ödünç aldım. Aynalı teleskop hiç kullanmamıştım. Ancak kurduktan sonra epey bir keyif verdi.
:: Bir devrin sonu geldi ve Head Bang 6, Çağlan Tekil’in yarım bıraktığı işi tamamlamak için son kez yayımlandı. Head Bang devri sona erdi. Müthiş bir bir veda sayısı olmuştu.
:: Efendi, 2020 yılı içerisinde tam üç tane single yayımladı. Bu yıl umarım yeni albümleri çıkar.
:: Plak koleksiyonumdaki ilk long playlerden biri olan Kamuran Akkor’un Boşver Üzülme plağı için yıllar sonra bir kapak yaptım.

Kasım 2020: Yıl sonu yaklaştıkça doktora teziyle ilgili kaygılarım da tavan yapmış durumdaydı. Covid’in tedavisine dair her kanalda aşı çalışmalarıdan bahsediliyor. Biz de yeni bir dönüşümlü çalışma sistemine geçtik. Bu ay 5 yazı yazabilmişim.

:: Yıllardır kitaplığıma katmayı çok istediğim Harry Potter’ın resimli baskılarını Merve’nin hediyesiyle aldım. Kitaplarım açısından bu yılın şüphesiz en müthiş olayı buydu. Aynı dönemde bir de Buz ve Ateşin Dünyası isimli Game Of Thrones evreni kitabını aldım.
:: Anneannem Kars’ta vefat etti. Yıl boyunca uzak akrabalarımızın, birkaç tanıdığımızın Covid’den dolayı vefat haberini almıştık. Ancak anneannemin vefatı hepimizi yaraladı. Onu bu şekilde kaybetmek tarifsiz. Hala da ne diyeceğimi bilmiyorum. Gidemedik göremedik. Işıklar içinde uyusun, mekanı cennet olsun.

Aralık 2020: Yılın son ayında 8 yazı yazmışım. Bu yıl da böylece bitmiş oldu. Covid’e karşı geliştirilen aşı haberleri büyük bir mucize gibi karşılandı Dünya’da. İnsanlar umut beslemeye başladılar. Çünkü ekonomi çok kötü durumdaydı. Aşı haberleri ve ülkedeki bir takım siyasi gelişmelerden dolayı (Maliye bakanı istifa etti) ekonomide olumlu yönde kıpırdanmalar oldu. Eve kurutma makinesi aldık. Resmen bayram havası yaşanıyor günlerdir 🙂
:: Tam 15 yıldır bıkmadan, sıkılmadan izlediğimiz Supernatural dizisi final yaptı. Hayatımızın yarısına eşlik etmiş abilerim Sam ve Dean Winchester’a veda ettik.
:: Kendime iyi bir tripod aldım. Bu sene 75-300 objektiften sonra fotoğrafçılığa yaptığım son yatırım bu oldu.
:: Avatar’ın “Verilen Söz” isimli çizgi romanı ilk defa Türkçe yayımlandı.

:: Yıllardır kullandığım emektar bendirimi modifiye ederek yeni bir bendir sahibi oldum. Devrim yaratan akort sistemi sayesinde çok başarılı tonlar elde edebiliyorum.
:: Çok sevdiğim Fury filminin Amerika’dan aldığım soundtrack plağına kavuştum.
:: Cidesphere’in Dawn Of A New Epoch albümünün plağını aldım. Bu yılın en iyi metal işlerinden birisiydi bu albüm.

Bu yıl iş yerindeki üçüncü yılımdı. Önceki yıllara göre biraz daha karamsardım bu yıl. Hayal kırıklıklarım çok fazlaydı. Bu yıl vedaların yılı oldu. Geçici süreliğine de olsa Pınar ve Melike gittiler. Lütfi abi ve Şükrü abi gibi değerli abilerimiz emekli oldular. İsmihan abla emekli oldu. Biricik arkadaşımız, en yakın arkadaşımız Caner ise en büyük darbeyi vurdu ve Zonguldak’a tayin olarak gitti. Üç yılın ardından ilk defa bu yıl şubeler arası ufak görev değişiklikleri oldu. Sevgili oda arkadaşım Hülya Hanım diğer şubeye, kıymetli arkadaşım Sanem Hanım da bizim şubeye geçti ve yeni oda arkadaşım oldu. Masam değişti. Gerçi itiraf etmek gerekirse masamın değişmesine çok ama çok sevindim. Bu yıl uzaktan çalışma kavramıyla tanıştık. Bütün bir yıla baktığımızda da yine iş yoğunluğumuzu Sıfır Atık, mahkemeler, yılın ilk dönemlerinde gürültü şikayetleri oluşturdu. Bu yıl ne yazık ki hiç spor etkinliğimiz olmadı. Sadece iş yerinde değil, Covid’in başlangıcı olan Mart ayından itibaren spor salonlarının kapatılması nedeniyle dışarıda da spor yapma imkanım olmadı. Spor salonu ekibiyle dışarıda görüştük. Enes, tam da bu dönemde askerden geldi. Erhan Abi ve Enes’le birkaç defa buluştuk.

Gelelim Instagrama. Bu yıl Instagram’da çok güzel coverlar paylaştık. Ayrıca koleksiyonla alakalı güzel derlemeler yaptım. Hepsini değil ama bir kısmını aşağıda paylaşıyorum.

Bu yılın da en sekmeyen yazıları dolunay yazıları oldu. Hatta bu sene 12 değil, 13 tane dolunay yazısı yazdım. Bu yazıların en güzel özelliği o dönem sahip olduğum ruh halini çok iyi yansıtmaları. Ayrıca müzikal çalışmalarımız da genellikle bu yazıların içerisinde veriyorum.

Youtube’u çok ihmal ettim. Çok ihmal ettim ve sadece 1 video yayımladım. Belki 2021’de daha dolu geçer. Covid pandemisi aslında evde kaldığımız dönemde film ve dizi izlemek için uygun bir zamandı. Ancak hem Merve’nin hamileliğinin son dönemleri olması hem de Mert’in doğmasıyla birlikte hayal ettiğimiz gibi olmadı film izleme olayı. Yine de Netflix‘te epey bir şeyler izledik. Bunların içerisinden beğendiklerimden bazıları Old Guard, Cinayet Süsü, Nice Guys gibi filmler oldu. Bu arada umarım Old Guard’ın devam filmi çekilir. Şunu fark ettim ki eski filmleri izlemeyi daha çok seviyorum. Fury, Yüzüklerin Efendisi, Kapıdaki Düşman, Er Ryan’ı Kurtarmak gibi filmleri senede birkaç kere izliyorum. Mesela How I Met Your Mother‘a başladık yeniden.

Halen izlemekte olduğum İkinci Dünya Savaşı’nın En Önemli Olayları isimli belgesel ise hayatımda izlediğim en derli toplu 2. Dünya Savaşı belgeseli. Bu yıl ayrıca Atiye, Breaking Bad, Spartacus ve La Casa De Papel‘i izledik. Netflix dışında bu yıl Mustafa sayesinde Amazon Prime‘ı da denedim ama burada da birkaç eski film dışında yeni bir şey izlemedim. Bunlardan bağımsız olarak 1917 isimli film muhteşem bir WW1 filmiydi. Ayrıca ilk defa izlediğim Bone Tomahawk da yıllar sonra izlediğim en iyi western filmiydi.

Bu yıl edebiyatla dopdolu geçti. Bunda da en büyük pay Hicri Bilakis Kuşçu‘nundur. Bugüne kadar yıl içerisinde okuduğum, aldığım kitapların sayısını tutmazdım. Ayrıca kitaplara dair yaptığım incelemeleri de yazmazdım. Onun yılbaşından hemen önce verdiği Metis Ajanda 2020 – Ya Kebikeç! sayesinde bu envanteri günden güne tutabildim. Bu ajandanın en güzel yanı, ihtiyacınız olan her şeyi içeriyor olması. Önemli günleri, dolunay takvimi, özel sözler, yazarları eserlerinden alıntıları (ki bunlar bile başlı başına bir okuma kaynağı), küçük bir not bölümü, telefon rehberi ve birkaç faydalı bilgi. Yoğun geçen bir yıl olmasına rağmen baş ucumdan kitabı hiç eksik etmedim. Bu yılın ilk kitabı Borges’in Ficciones: Hayaller ve Hikayeler oldu. Burada yer alan Artificos kısmı müthişti. Bu yıl okuduğum en iyi kitaplar ise Alamut, Malafa ve Sapiens oldu. Bunu Herkes Bilir ve Meteor Avı‘nı yarıda bıraktım. Ayrıca Zaman Makinesi ve Fahrenheit 451‘den çok etkilenip çizgi romanlarını aldım. Bu yıl çeşitli yollarla (satın alarak, hediye olarak, takasla, ücretsiz olarak ve hibe edilerek) elime toplam 93 kitap geçmiş. Bunlardan 30 tanesi Jules Verne kitapları.

Jules Verne demişken, hayatımın Jules Verne’yle dopdolu geçen yıllarından birisiydi. Yılın ortalarında Murat Haser isimli ülkenin en büyük Jules Verne koleksiyoncusuyla tanıştım internetten. Paylaşımları üzerinden epey muhabbet ettik. Bu sayede benim tamamladığımı sandığım bazı serilerin eksik olduklarını görüp tamamladım. Ve İthaki koleksiyonumu sadece son kitap (46 no) eksik olmak üzere tamamladım. ALFA Yayınlarının “Olağanüstü Yolculuklar” serisine başladım. Bu serinin güncel bir seri olması nispeten işimi kolaylaştıracak.

Müzik. Bütün yıl boyunca dinledim. Hastanede doğum için kontrole gidince de dinledim, sabahları işe giderken de dinledim. Kulaklığım bozuldu ve aylardır servisten gelmedi. Dışarıdayken idare ediyorum başka kulaklıklarla. Bir gün Ender’le buluşmuştuk. Arabada radyoda bir şarkı duydum. Giriş melodisi acayip hoşuma gitti. Yıl boyunca da dinleyip durdum: Kahraman DenizUzak Gelecek. Oluyor böyle takıyorum bazı şarkılara. Mesela hiç tarzım olmamasına rağmen Kül, Dünya’dan Uzak ve Kentsel Dönüşümler isimli şarkıları da çok beğendim. Sagopa Kajmer’in de girişteki strachleri çok hoşuma gittiği için Pankart isimli yeni şarkısını beğendim. Bir de keşif yaptım ki keşfettikten sonra defalarca dinledim. İstanbul Şarkıcıları isimli oluşumun Köroğlu Dağları isimli şarkısı. 1980 yılında yayımlanmış. Müthiş bir şarkı. Bir de bahsetmezsem olmaz, Ouzo Bazooka‘nın Space Camel isimli şarkısı var ki klibiyle falan muazzam. Mert’i kucağıma alınca bunu açıp dans ediyoruz. Gerçek saykodelik budur!

Metal müzik dünyasında ise epey gelişmeler yayımlandı. In Flames, Clayman albümünün 20. yılına özel bir EP yayımladı. Eski şarkıların yeni düzenlemelerini içeriyordu. Yeni düzenlemelerin hiçbirini beğenmedim. Ancak albümün remastered halini beğendim. Deftones, Ohms isimli albümünü yayımladı. Albüm aklımı başımdan almadı ama kötü de değildi. Önceki albümden çok daha iyiydi. Deftones ayrıca başyapıtları White Pony’nin 20. yılına özel bir Anniversary Edition yayımladı. White Pony x Black Stallion isimli bu double albümde ilk albümün remastered şarkıları ve remiksleri yer aldı. Remikslerin bazıları resmen bambaşka şarkılar olmuşlar. Çok beğenmedim. Katatonia, City Burials isimli yeni albümünü yayımladı ancak olmadı, yaprak kımıldamadı bende. Yine bir başka grup Linkin Park da Hybrid Theory albümlerinin 20. yılına özel bir albüm yayımladılar. İçerik olarak çok zengindi ancak çok da pahalı olduğu için almak mümkün değildi. Yine de eski videolarını yeniden düzenleyip renkleri ve çözünürlüğü olağanüstü hale getirdiler. Sırf bu bile yetti de arttı. Yıllar sonra oturup Linkin Park dinledim. Hatta şu anda da In The End çalıyor.

Ülkemizde de müzik piyasası covid’e rağmen üretkendi. Konserler olmadı ama gruplar evlerinde üretti. Grupların bir dönem evlerinden yaptığı cover ve akustik çalışmaları beğeniyle izledim. Bu yılın en yeni yepyeni grubu benim için Bipolar Architecture oldu. Heretic Soul‘dayken de çok beğendiğim Sarp‘ın yeni grubu. Depresif melodilerin üzerine yaptığı vokali özellikle beğendim. Şu anda grubun üç şarkılık bir EP’si ve bir de single çalışması var. Bu yıl umarım onların adına daha iyi geçer. Canımız ciğerimiz Pentagram‘ımız yeni bir albüm çıkarır diye bekliyorduk ancak “Bu Düzen Yıkılsın” isimli bir single yayımladı. Bir de video çekti. Beğenmedim. Ancak şu açıdan mutlu oldum ki Pentagram yola sekiz kişi olarak devam edecek gibi görünüyor. Cidesphere, bu yılın en iyi albümlerinden birini çıkardı: Dawn Of A New Epoch. Yılın son aylarına denk gelmesine rağmen Spotify’ım da ilk üçe girdi albüm. Özellikle Sacred Patronage bu yıl favori metal şarkım oldu. Sabhankra bu yıl yeni bir materyal üretmedi, konserler verdi. Ancak 2021’de yeni bir albüm yayımlayacaklar. Yani aslında bu dönemi onlar da üretmek için kullandılar. Bu yıl onlarca albüm çıktı elbette ancak belki de bunları ben de ilerleyen yıllarda keşfedeceğim için buraya fazla detay yazmıyorum. Son olarak baş tacım Black Omen‘in ilk demosu kaset formatında yayımlandı. Bununla ilgili ayrı bir yazı yazacağım için detay vermiyorum.

2020’nin ilk aylarında verdiğim bir yedek parça siparişi vardı. Aralık ayının ilk haftası geldi ve yanlış geldi. Yeniden sipariş oluşturdum bekliyorum. Ayrıca Pioneer servisinden hala kulaklığımı bekliyorum. Umarım bunlar bu yıl gelir. Koray’ın istediği Mor ve Ötesi – Deli parçasının davul videosunu hala çekemedim. Onu bitireceğim. Sercan’la bu yıl üç kere görüştük. Ocak ayında Eskişehir’e geldiğinde ve Alper’in düğününde. Volkan’la ise görüşemedik hiç. Sercan‘a doğum gününde güzel bir kolaj video yaptık. Beğenmedi 🙂 Bursa’dan isimsiz bir mektup geldi. İçerisinde uzunca bir plak listesi vardı. Beni nereden buldu, ismime ve adresime nasıl ulaştı bilmiyorum. Ama iç içe de sevinmedim değil. Zaman zaman açıp okuyorum.

Yazmayı yukarıda unuttum ama kardeşim Mustafa, Kocaeli Üniversitesi’nden Osmangazi Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Dolayısıyla iki yıldır süren çilemiz nihayet bitti. Nihayet yeniden Eskişehir’de toplandık. Bu yılın güzel gelişmelerinden bir tanesiydi bu. Tabi ki bir diğer Mustafamız da nihayet gitti Trabzon’da nişanlandı Kübra’yla. Mustafa şüphesiz son yıllarda hayatımıza giren en değerli adamlardan. Ama Kübra da o kadar müthiş bir insan ki bazen diyorum acaba Mustafa’yı mı daha çok seviyoruz Kübra’yı mı 🙂

Bu yıl Ferit sağ olsun bana bir sürpriz yaparak hazırladığı exlibrisi göndermiş. Ben de mektuplarımda kullanıyorum bunu. Kendisi yıllar sonra Kütahya’dan ayrıldı. İzmir’e tayini çıktı. Elbette Kütahya demişken bir diğer sevgili kardeşimiz Gürcan‘dan da bahsetmezem olmaz. O da bir kere Eskişehir’de beni ziyaret etmişti. Pandeminin hızlanmaya başladığı günlerdi. Sonrasında iade-i ziyaret fırsatım olmadı. Ama 2021’de şartlar düzelirse Gürcan’ı Kütahya’da ziyaret etmeyi planlıyorum.

Evet, yılın özeti yazılarımın olmazsa olmazı olan Hedefler bölümüne geliyoruz. Bakalım geçen sene kendimize hangi hedefleri koymuşum, neleri başarmış, neleri yapamamışım. En önemlisi de, önümüzdeki yıl neler yapmak istiyorum? 2020 yılı için hedeflerim şunlardı:

  • Elektronik davuluma bir ilave crash zili almak (Olmadı, alamadım. Ancak bozuk bir aksamını tamir ettirdim)
  • Kendime yeni bir bilgisayar toparlamak ve bunu olabildiğince ucuza yapmak. (Harika! Bunu başardım!)
  • Bir şarkıyı baştan sona düzenleyip cover olarak yayımlamak. (Bunu da yaptım sayıyorum, çünkü birkaç şarkıyı baştan sona olmasa da coverladık ve düzenleme yaptım)
  • Konsept bir fotoğraf çalışması yapmak. (Başarısız sayıyorum. Gerçi Alper’in düğününde epey bir çektim ama olsun, bu hedefi yazarken hayal ettiğim şeyi yapamadım)
  • Tank maketimi bitirmek. (Olmadı, yapamadım)
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak. (Olmadı, alamadım)

Evet, hedefler açısından çok da parlak geçmemiş anlaşılan. Moral bozmayalım ve kendimize 2021 için yeni hedefler koyalım. Önceki senelere kıyasla daha minimal hedefler koyuyorum çünkü Covid-19’un ne zaman biteceğini kestiremiyorum. Buyurun:

  • Elektronik davuluma ilave bir crash zili almak
  • Tank maketimi bir diorama ile bitirmek
  • Vasatın üzerinde bir otomobil almak
  • Doktoramı bitirmek
  • Eğer covid-19 nihayet tüm ülkede sona ererse iki farklı zamanda tatile gitmek
  • Alper’in isimsizini bitirmek

Bir önceki yıl şöyle yazmışım: “Umarım 2020 pozitif şeylerle dolu bir yıl olur. Hayatımızın belki kökten değişeceği, belki dibe vuracağımız, belki de göklere çıkacağımız bir yıl olacak. Hazırlıklı olmakta fayda var.” Hazırlıklı olamadık açıkçası. Yıl boyunca çok fazla şey kaybettik. Sevdiğimiz insanları, yakınlarımızı kaybettik. Afetler ve hastalıklar yüzünden çok insan öldü. Ama pek çok yavru da bu yıl gözlerini açtı hayata. Mert Ekin, bizim için bu yılın tek güzel şeyi oldu. Her şeyden habersiz, üç beş kişilik dünyasında yaşamaya devam ediyor 🙂 Ben bu yıl da buralarda olacağım sevgili okur. Bu yazıda unuttuğum bir şeyler muhakkak vardır. Lütfen bana yazın, hatırlatın. Umarım 2021 yılı her birimiz için daha farklı ve daha güzel olur. Unutma, gökte dolunay olduğu sürece Dünya’dan bir çift göz ona bakacak.

2020: Son Dolunay

Bazen böyle olur, önem atfettiğiniz günlerde birkaç rastlantı (ya da mucize) daha gerçekleşiverir. İşte yılın son günü ve son dolunayında, bu yılın son yazısıyla birlikteyiz. Rezil, sıkıcı, boğucu, korkutucu, heyecan verici, stresli, gerilimli, çok mutlu, çok hüzünlü, yıkıcı ve giderayak oh çektiren bir yıl sona eriyor. Görseldeki foto Betül Türksoy‘a ait.

Eğer bu sabah İstanbul’daki kuzenimin evlendiğini öğrenmeseydim, önceki gün İzmir’deki bir kuzenimin bebeği olduğunu, birkaç ay önce Sertan ve Ayşe‘nin bebeği olduğunu, Umur ve Merve‘nin bebeği olduğunu, Hafize ve Mustafa‘nın bebeği olduğunu, Pınar‘ın bebeği olduğunu, Batuhan ve Sevinç‘in bebeği olduğunu, Keyb ve Gizem‘in bebeği olacağını, Melike‘nin bebeği olacağını, Ongun‘un bebeği olacağını ve aklıma şu anda gelmeyen tüm o doğmuş/doğacak bebeklerin haberlerini almasaydım ve sevgili yavrumuz Mert‘i kucağımıza almasaydık (çok almışız şimdi de indiremiyoruz) bu yıla çok kötü bir yıl derdim. Ancak türümüzün son birkaç yüzyılda başa çıkmak zorunda kaldığı en büyük düşmanla savaştığı şu dönemde doğmaları bu yavrucukların en büyük talihsizliği olduğu. Umarım her birinin bahtı açık olur.

Dolunay geceleri yalnız olmak nedense en büyük keyfi veriyor. Arka balkonumda öyle bir bulut sarmış ki göğü, tek bir kare bile çekemiyorum. Bu yıl özellikle 300 mm odaklı objektifimle güzel ay fotoğrafları çektiğimi düşünüyorum. Ancak elbette iyinin iyisi vardır derler. Birkaç astro fotoğrafçıyı takip etmeye başlayınca zaten çekindiğim bu konuda iyice pısırık oldum. Hele ki Nikon P1000 isimli makineyi duyunca… Tepedeki Ay fotoğrafı da muhtemelen bu makine ile çekilmiş. Belki 2021 daha güzel geçer bu konuda.

Bu yıl boyunca, bu yazıyla birlikte tam 13 tane dolunay yazısı yazdım bloga. Evet bu sene takvimdeki güzel tesadüf sonucunda bir dolunay fazla yaşadık. Müthiş değil mi 🙂 Fazladan bir görüşme gibi düşünüyorum bunu. Kaçamak belki. Herkes başka yöne bakarken bir buse kondurmak gibi örneğin.

Yılın ilk dolunayında yazmışım şunu, ajandanın bir köşesinde kalmış:
“Uzakta olmak galiba bu tutkunun anahtarı,
Belki bir adım ötemde olsan,
Ayaklarım tutmazdı yanına varmaya.
Belki bir karış şuramda olsan;
Kollarım kalkmazdı sarmaya.
Böyle Ay’da bir seni görmektir,
Belki de iyi olan.”

Geçen gün bir köşeye sıkışmış halde buldum bu notu. İsim yok, imza yok, tek bir baş harf bile vermemiş. Sonra hatırladım, sitem etmiştim. Tüm düşünceler şuna dönüşmüş:
“Kelimelerin kifayetsiz kalışından mıdır yoksa susmanın erdemine olan inancımdan mı bilemiyorum ama konuşamıyorum bir türlü. Belki de yazarın dediği gibi gerçeği anlatmanın tek yolu susmaktır. Susuyorum öyleyse. Dinle! … 15/12/2020”

Bu yıl yazdığım mektupların biri hariç tamamı ulaştı. Ulaşmayanın da ulaşması için girişimlerde bulundum ama nafile. 24 saat içerisinde açılıp okunmazsa bu yıl “tamamlanmamış” olacak. Ya da itiraf edeyim, bu yıl bitmeyen birkaç şey daha var. Bunların hepsini yeni yılın ilk yazısı olacak geleneksel “2020 Yılımın Özeti” yazısında bulacaksın. Lütfen, bir elin üzerimde olsun.

Bu yıl vakit kalmayan ve bir sonraki yıla sarkan birkaç yazı var taslak halinde. Bunların ilki Jules Verne koleksiyonuma yaptığım katkılar hakkında. Özellikle yılın son birkaç ayında çok ciddi gelişmeler oldu. Bir diğer yazı da elbette 2020’de yayımlanan ancak blogda bahsetmediğim bazı albümler hakkında. Bunlar arasında Bipolar Architecture, Pentagram, Deftones gibi gruplar var. Ayrıca bir ay önce elime geçen çok kıymet verdiğim bir kaset hakkında yine bir kritik yazacağım.

Blogda 2020 yılı bitiyor. Önümüzdeki yıl yolcuğumuzun tam 12. yılını kutluyor olacağız. My Resort giderek ülkenin en uzun soluklu bloglarından birisi haline dönüşüyor. Evet itiraf etmek gerekirse öyle pek ses getirdiğimiz yok. Yaklaşık 1500-2000 kişilik düzenli bir etkileşim ağımız var ama yeter de artar bile. Önümüzdeki yıl da bildiğimizi okumaya devam edeceğiz. Şimdiden tüm okuyuculara, dostlara, kardeşlere mutlu yıllar dilerim. Unutmadım.

Proofhead Konya’da!

Geçtiğimiz hafta hayatımda ilk defa Konya’daydım sevgili okur. Atıksu arıtma tesisleriyle ilgili bir eğitime katılmak üzere pazartesi günü yüksek hızlı trenle Konya’ya gittim. Eskişehir’den Konya’ya her gün üç sefer düzenliyor TCDD. Ancak yer bulmak neredeyse imkânsız. Eğer Eskişehir-Konya şeklinde değil de İstanbul-Konya şeklinde aratırsanız yer bulabiliyorsunuz. Yani TCDD, Eskişehir’e çifte standart uygulayıp kota vermiyor. Bu da böyle biline.

Yarım saatlik bir gecikmeyle İstanbul-Konya treni geldi. Aynı trene Kocaeli’den iki arkadaşımız ve Bilecik’ten de Murat Abi’yle Olgun binmişlerdi. Böylece toplamda beş kişilik küçük bir kafile olarak yaklaşık iki saat süren bir yolculuktan sonra Konya Gar’ında indik. Hiç vakit kaybetmeden etkinliğin yapılacağı Bayır Diamond Hotel’e geçtik.

konya12Öğleden önce etkinliğin açılış konuşmaları yapılmıştı ve öğleden sonra ise ilk oturumu başlıyordu. Eşyalarımı odaya atıp hemen salona indim. Üç grup halinde katıldığımız etkinlik boyunca ağırlıklı olarak çevre mühendisliğinin konusu olan atıksu arıtımına ilişkin fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçleri ayrıntılı bir şekilde tartıştık. Eğitim boyunca Murat Abi’yle aynı sınıftaydık ve ayna yana oturduk.

Oda arkadaşımla daha önce Antalya’da tanışmıştık. Sağ olsun hiçbir sorun yaşamadık. Ancak beş gün boyunca otel odasının geçmek bilmeyen küf kokusuna maruz kaldık. Gün içerisinde Kütahya’dan Ferit ve Gürcan’la buluştuk, muhabbet ettik. Akşam yemeğini ise Murat Abi’yle yedikten sonra otelin civarında ufak bir tur attık. Ölesiye yorulmuştum ve hemen uyudum.

konya20

Ben – Emre Can – Mehmet

Ertesi sabah erkenden derse gittik. Akşama da kadar da otelde geçti. Akşam ise Gelibolu’dan asker arkadaşlarım Mehmet ve Emre Can geldiler otelin kapısına dayandılar 🙂 O saate kadar yemek yemediğim için bunlara hemen bildikleri en iyi etli ekmek yapan yere çekmelerini söyledim. Havzan denilen yere gittik. Burada Emre Can, Konya’nın sıralı güzellikleri etli ekmek, Mevlâna, bıçak arası ve Konya böreğini söyledi. Bunların içinden bir tek Konya böreği denilen peynirli pideyi yememiştim. Aman yarabbim o nasıl lezzetli bir pideydi öyle anlatamam. Fırıncı getirip koca küreği masaya yanaştırınca insanın gözleri yuvalarından fırlıyor.

Yemek faslı epey keyifli geçti. En son 2014 yılı temmuz ayında gördüğüm bu iki kardeşimle hasret giderdik. Asker arkadaşı olunca konu da hep askerlik oldu. Belki herkes kendisi için aynısı söyler ama bizim bölük gerçekten bir acayipti. Çok sıra dışı, akıl almaz adamlar vardı. O günleri konuşmaya başlayınca aklıma askerliğin geceleri geldi. Bizden sonra olan olayları ağzı açık dinledim. Umur’la birlikte ruhumuz bile duymadan, bölükte olan bitenleri konuştuk hep. Gülmekten karnımız ağrıdı.

konya13Yemekten sonra Sille denilen yere geçtik. Burası -iddia edildiği üzere- Türkiye’nin en eski kilisesi olan Aya Eleni Kilisesi’nin de bulunduğu bir mahalle. Neredeyse 6000 yıllık yerleşik bir tarihi var. Burada 327 yılında yaptırılan kilise, tarih boyunca pek çok onarım gördüğü için bugün halen ayakta kalabilmiş. Bu kiliseyle ve kilisenin Karamanlıca dilinde yazılmış kitabesiyle ilgili apayrı, çok ilginç bir yazı yazacağım. O yüzden detaya girmiyorum. Kiliseden sonra Sille’yi tepeden gören Chic isminde bir mekâna gittik oturduk ve aramızda apayrı bir muhabbet başladı. Bizim çocukların bu sıralar peşinde oldukları bazı çalışmalar varmış. Öyle ilginç şeyler anlattılar ki büyük ihtimalle bunları derleyip bir öykü içerisinde bloğa yazacağım. Son günlerde yaptığım en ilginç ve en keyifli muhabbetlerden birisiydi.

Bu arada söylemeyi unuttum, Konya’ya geldiğimiz günün akşamından gideceğimiz güne kadar sis hiç eksik olmadı. Sisle beraber üzerimize çöken ve genzimizi yakan bir kömür kokusu vardı hep. Atmosfer bilimciler bu duruma “smog” diyorlar. İşte Sille’ye gittiğimiz gece vaktinde de sis nedeniyle bir noktadan sonra arabanın içinden bir metre önümüzü göremez olmuştuk. Dakikalar boyunca yola böyle devam ettikten sonra nihayet şehir merkezine gelince hava açıldı. Saat gece yarısını geçe ismini hatırlayamadığım ama Konya’da meşhur olan bir künefeciye gittik. Ben hayatımda böyle bir künefe sunumu görmedim. Eğer bir daha gidersem Konya’ya, bu mekâna yine gideceğim.

Gecenin köründe otele dönüp hemen uyudum. Çarşamba sabahı derse girdikten sonra Ferit ve Gürcan’la birlikte nihayet iki gündür gitme planları yaptığımız Mevlâna Müzesi’ne doğru yola çıktık. Otele çok yakındı ve dolmuşla 10 dakikada vardık.

konya17

Mevlâna Müzesi ve buradaki dergâh, muhtemelen ülkedeki en kutsal yerlerden birisi. Yani yıllardır o şekilde duyduk gidenlerden. Ancak ben buraya ilk defa gelmeme rağmen, orta ölçekli bir Anadolu Müzesi oluşumundan başka bir şey göremedim. Mevlana’ya ait olduğu söylenen birkaç parça eşya dışında buraya atfedilen maneviyata ve “Ne Olursan Ol, Yine Gel” mottosuna uygun pek bir düzenleme göremedim. Yıllar önce Alper’le birlikte Afyon’da ziyaret ettiğimiz Mevlevihane de bile daha çok heyecanlandığımızı hatırlıyorum.

konya16

konya14Mevlana’nın bahçesinde bulunan müzeden hiçbir şey almayın. Çünkü 100 metre dışarıda bulunan hediyelik eşya satıcılarında aynı ürünler neredeyse üçte bir fiyatına var. Biz de buralardaki dükkanlardan ufak tefek şeyler aldıktan sonra Ferit’in çok methettiği bir dükkâna gittik. “Hurmacı” ismindeki bu dükkân, hayatımda görüp duymadığım kadar çok çeşitte hurma satıyordu. İlginiz varsa, tadını seviyorsanız muhakkak buraya uğrayın. Yaklaşık olarak yumruğumun içini dolduracak kadar büyük bir hurma vardı mesela. Tekini 5 TL’ye satıyorlardı.

Buradan yola devam edip Rampalı Çarşı denilen ve Konya sahaflarının yoğun olarak bulunduğu bir işhanına ulaştık. Hızlıca turladık ancak dikkatimizi çeken bir kitap olmadığından çıktık ve otele döndük. Öğle yemeğinden sonra bizi bir teknik geziye

konya18

Barbaros Abi

götürdüler. Burada biraz fazla vakit geçirip rüzgârı da yiyince adam akıllı sersemledim ve akşamı zor ettim. Akşam yemeği için Konya Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir restorana, geleneksel Konya yemekleri yemek üzere gittik. Farklı gruplarda olduğumuz için o güne kadar pek denk gelemediğimiz Barbaros Abi, eşi, Gürcan ve Ferit’le birlikte aynı masaya oturduk. Konya’nın meşhur yemekleri birbiri ardına gelmeye başladı. Mesela biz bamya çorbasını yıllarca Sivrihisar’da içtik. Meğer Konyalıların da meşhur yemeğiymiş. Çorba ve ana yemeği bir kenara bırakıyorum ve burada “etli yaprak sarması” için bir parantez açıyorum. Hayatımda yediğim en lezzetli yaprak sarmasını yedim, çok net. Bu mekâna sırf yaprak sarması yemek için gelinir sevgili okur. Yediğimiz tüm yemekler gerçekten ve şaşırtıcı şekilde güzeldi, ancak şu yaprak sarması ah…

konya19

Perşembe günü akşamüzeri bir plan yaptık. Eğitim biter bitmez Gürcan ve Ferit’le hemen, önceki gün gittiğimiz merkeze gidecektik. Ancak tam o saatte Ferit, sırra kadem basınca plan yattı. Bir süre otelde amaçsızca bekledik. O gece tüm ekibi Mevlana Müzesi yakınlarındaki bir merkeze, sema gösterisi için götürdüler. Hayatımda ilk defa gerçek bir sema gösterisi izleyecektim. Gösterinin yapılacağı yere gittik. Yerlerimize oturduk. Sonra sırasıyla müzisyenler, semazenler ve dedeler çıktılar. Müzik yavaştan başlayıp semazenler dönmeye başlayınca eş zamanlı olarak bir ekranda söyledikleri ilahiler hem Türkçe, hem Arapça hem de İngilizce olarak verilmeye başlandı. Bir noktadan sonra aslında bu ritüelin ciddi anlamda bir kendinden geçme hali olduğunu anladım. Bu hal her birimizi ciddi anlamda etkiledi. Gece bittiğinde epey yorulmuştuk. Gürcan odasına çıktı. Biz de Ferit’le bir yarım saat kadar otelin yakınındaki Kulesite AVM’ye gittik. Burada yüz metreden daha uzun bir kulenin ucunda, tıpkı bir zamanlar Ankara’da bulunan Atakule’ye benzer bir restoran ve seyir terası vardı. Yazının ortalarında bir yerlerde beş gün boyunca aralıksız sis vardı yazmıştım. Haklıydım. Haklı olduğumu da en tepeye seyir terasına çıkınca anladım. Konya yoktu. Sadece sonsuz bir sis vardı çünkü. O moral bozukluğuyla aşağı indik. Otele döndük ve uyuduk.

konya15

Ertesi sabah eğitim yine hız kesmeden başladı ve inan saat 15’e kadar aralıksız sürdü. Son kısımda küçük bir sertifika töreni vardı. Törenden sonra Ferit’le karnımızı doyurduk. Sonra da birlikte gara geçtik. Ferit’in treni benden önce olduğu için önce onu yolcu ettim. Sonra da yine aynı trenle döneceğim Olgun ve Murat Abi’yi beklemeye başladım.

sultaniGünler önce Kocaeli’den Eskişehir’e dönerken, bir tren garında başladığım kitabım “Sultanı Öldürmek” elimdeydi. Ahmet Ümit’in en meşhur polisiye romanlarından bir tanesiydi bu. Saat geldi ve tren gelmedi. Gecikti. Aşağı yukarı yarım saatlik bir gecikmeyle yola çıktık. Ve bir tren yolculuğunda okumaya başladığım kitabı yine bir tren yolculuğunda bitirdim.

Eskişehir’e dönünce yolda Ayşe’ye uğrayıp günlerdir beklediğimiz müjdeyi aldım.

Konya’ya yaptığım beş günlük ziyaret böylece bitmiş oldu. Misafirperverlikleri için kıymetli kardeşlerim Mehmet ve Emre Can’a, eğitim boyunca yan yana olduğumuz kıymetli dostum Ferit’e, tanışıp hemen samimi olduğumuz Gürcan’a, Murat Abi’ye, Olgun’a ve pek tabii ki büyüğümüz abimiz Barbaros Abi’ye selamlar, sevgiler ve teşekkürler. Konya güzel şehir.

Çerçeve Koleksiyonum

Dolunay‘da yayımladığım şu videodan sonra, pek çok güzel yorum aldık. Bir kişi ise beni şaşırttı ve video benim ve Alper‘in gözüktüğü kısımdaki çerçeveleri özellikle sordu. Bu soru gelince, bende fark ettim: Evin her yerinde asılı bir sürü çerçevem ve aslında her birinin de güzel hikayeleri var. Bu yazıda, aslında bir tür koleksiyon da denilebilecek bu çerçevelerden bahsedeceğim.

Yazı içerisinde birbirinden farklı tam 19 tane çerçeve yer alıyor. Her biriyle ilgili açıklamayı ise resim yazısı olarak ekledim. Mobil cihazınızdan girdiğinizde bu açıklamalar hemen görselin altında yer alacak.

ce01

Bin parçalık bir puzzle bu. Merve evlenmeden önce yapmış. Eve astığımız ilk çerçevelerden birisi. Departure of the Winged Ship isimli tablonun çizeri ise Vladimir Kush isimli Rus sürrealist ressam.

ce02

Bu evdeki en siyah çerçeve ve çalışma. Bu çalışmayı 2018 yılı Mart ayında yapmıştım. İsmi “Ay’ın Üzerinde Yaşamak“. Kendi ürettiğim ilk çerçevelerden biri olması bunu benim içim ayrıca çok değerli kılıyor.

Okumaya devam et

Proofhead Balkanlar’da 1 – Kosova, Makedonya

Ağustos’un 3’ünde başlayıp 10’unda biten, sekiz günlük bir Balkan turu yaptık sevgili okur. Toplamda 6 ülkede 8 şehri gezdik ve harika vakit geçirdik. Blogdaki en uzun gezi yazılarından bir tanesi olacak bu. O yüzden, üç bölüm halinde yayımlayacağım. Daha önce giden arkadaşların kendi tecrübeleriyle karşılaştırabileceği, gitmeyen ancak gitmeyi düşünenler için de faydalı önerilerle dolu bir yazı olacak. Nihayet bayramdan, seyrandan, işten, güçten vakit bulup yazmaya başlıyorum. Hadi bakalım.

Mart ayında yolculuğa karar verip Bülent Abi ve Filiz Hoca‘nın fikirleriyle şekillenmeye başlayan yolculuğumuz için bütçe hazırlıklarına başladık. Bülent Abi ve Filiz Hoca, çıkacağımız yolculuğun bir benzerini daha önce yaptıkları için rotayı ve buna bağlı olan konaklamaları ayarlama işini sahiplendiler. Bülent Abi’nin özellikle Balkanlar tecrübesi çok fazla olduğu için, açıkçası yolculuğa ona güvenerek çıkacaktık. Yolculuğumuzun ilk durağı Kosova olacaktı. Kosova’da başkent Priştine‘ye indikten sonra bir araç kiralayıp kiraladığımız araçla Makedonya‘ya Üsküp‘e geçecektik. Daha sonra da asıl hedefimiz olan Sırbistan‘ın başkenti Belgrad‘a geçecektik. Doğrudan Priştine’den geçemiyorduk. Neden? Okumaya devam et

Gerçek Bir Doğum Günü Sürprizi: 30 Yaş

18 Temmuz’u 19 Temmuz’a bağlayan gece saat 00:01’de telefonum çaldı. Arayan Alper‘di. Büyük bir panikle telefonu açtım. İyi ki doğdun, şarkısını duyunca paniğim yerini şaşkınlığa ve mutluluğa bıraktı. Böylece, bu yıl doğum günümü ilk kutlayan biricik kardeşim Alper oldu.

19 Temmuz’da doğmak, dünyanın en iyi burcu yengece denk geldiği için çok iyi bir durum. Ancak yaz tatili ve Dünya Fenerbahçeliler Günü’ne (19.07) denk geldiği için de çok kötü bir durum. İş yerinde tüm gün sessiz sakin geçti. Akşam mesai bitimine yakın, ilk sürprizi yaptılar iş arkadaşlarım sağ olsunlar 🙂 19 Temmuz aynı zamanda sevgili Veysel Abi‘mizin de doğum günüydü. Eskişehir’deki iş yerimde yaşadığım her ilk, benim için unutulmaz oluyor sevgili okur. Bu doğum günü de o unutulmazların arasında yerini aldı. Veyse Abi ile birlikte pastamızı kestik, mumlarımızı üfledik. Her bir arkadaşıma ayrı ayrı teşekkür ederim.

Aynı akşam evde de küçük bir kutlamayla günü tamamladık. Fazla bir atraksiyona girmedik. Çünkü hemen herkes şehir dışında, tatildeydi. Alper Kelebekler Vadisi‘ne doğru yola koyulmuştu. Sercan tatildeydi, otelden fotoğraf gönderiyordu. Utku ve Hazal yurt dışındaydı. Mustafa ve Betül kamptalardı. Sertan ve Ayşe‘nin düğün telaşı devam ediyordu. Yeni evlenen Hafize ve Mustafa balayındaydı. Ahmet‘in nerede olduğunu ise bilen yoktu. Herkes bir yerlerdeydi. Ben ise Temmuz doğumlu olmanın yalnızlığını yaşıyordum. Üstelik artık otuz yaşındaydım. O zamanlar olmak istediğim yaşta. Bu düşünceyle tüm akşamım ve gecem geçti.

Ertesi sabah inanılmaz yoğun bir gün olarak devam etti mesai. Sabahtan göreve gidip geldikten sonra resmi yazışmalarla uğraşıp durdum. Mesai çıkışında Merve‘yle buluşup biraz dolaştık. Yemek yedik. Saat 20.00’ye doğru balkonda çitlemek için çekirdek alıp eve geldik. Dış kapının üst kilidinin normalin dışında kilitlenmiş olduğunu fark ettim. Bunun tek bir açıklaması vardı: Eve hırsız girmişti!

bir001Aklıma yıllar önce Ferhat abimin evine giren hırsız geldi. Kapıyı açar açmaz elindeki tornavidayla saldırmış, savurduğu tornavida abimin kazağını yırtmıştı. Birkaç santim önde olsa karnını deşecekti yani. Hırsızı orada yakalayıp diğer kuzenim Cihat’la birlikte bayıltana kadar dövmüşlerdi. Birkaç saniyede aklıma gelen bu senaryoyla birlikte alt kilidi açıp eve adımımı attım ve duyduğum çığlıklarla korkudan yere düştüm: SÜRPRİZZZZZ!

Şehir dışında olduğunu sandığım Alperler (Ankara’dan geldiler), Koray, Ahmet, Yeşim, Sertan, Ayşe, bizim çocuklar Murat, Mustafa ve Gökçe meğer iki gündür çok büyük bir organizasyonun içindelermiş. Gerçek bir sürpriz olması için hiç ummadığım bir anda yani ertesi gün yapmak istemişler kutlamayı. Merve, tüm ekibin koordinasyonunu sağlamış. Korkudan kalbimin çarpması durup da kendime geldikten sonra, nihayet bir009salona geçtim. Üzerine smokin giymiş simsiyah bir doğum günü pastası, üzerinde altın sarısı upuzun mumlarla duruyordu. Kurabiyelerin üzerinde ise ben vardım! İki tane eşşek kadar balonla 30 yazmışlardı. Lan hayatımda ilk defa uçan balonum oldu: Üç ve Sıfır. Tam pastayı üfleyecektim ki beni durdular ve kapı çaldı. Hani “Evim Şahane” benzeri programlarda gözleri kapalı olarak yenilenmiş evlerine giren insanların attığı bir çığlık var. Heh işte. O çığlıktan attım. Tatilde sandığımız Sercan karşımızdaydı! Herif benim için tatilini bitirip Eskişehir’e gelmişti. Şaşkınlıktan aptallaşmıştım.

bir004

Ne yediğine dikkat edeceksin

Nihayet pastanın başına geçtim ve aklımdan o tek dileği geçirip mumları üfledim. Çok zaman geçmemişti ki bir diğer Mustafa ve Kübra geldiler. Ev, tarihinde hiç olmadığı kadar kalabalıktı artık. Üç tane Mustafa vardı evde.

bir002

bir000Yazının buraya kadar olan kısmında belki de en dikkat çekici şey pasta değil mi? Şimdi hazır ol: Bu pasta tamamen evde ve elde imal edildi. Merve’nin pasta imalatında geldiği noktayı görebiliyorsun değil mi sevgili okur? Ellerine sağlık. Limonatayı da Ayşe’nin yaptığını söylemezsem olmaz 🙂

bir003

Çok yakında yayında…

bir010Doğum gününden sonraki hafta sonumuz Sercan’la birlikte ve dopdolu geçti. Pazartesi sabahı Sercan’la önce iş yerime gittik. Daha sonra da onu tren garından İstanbul’a yolcu ettim. Canım kardeşim, geçen yaz yapamadığımızı bu yaz yapabildik sayende.

Otuz yaş elbette önemli. Hayatımın bu önemli yol ayrımını, böylesine güzel bir sürprizle hatırlayacağım için çok mutluyum. Bu yazıyı da yine “hatırlamak” için yazdım. Unutmak istemediğim için, tebessüm etmek için yazdım. O gün orada olan herkesle birlikte buraya kadar okuyan senin için de keyifli olmuştur umarım. Öpüyorum.